schizophrana Oluşturma zamanı: Haziran 13, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Haziran 13, 2009 (düzenlendi) Kara filmin doğumuna en önemli zemini hazırlayan kuşkusuz ikinci dünya savaşıdır. Savaş Amerikan toplumunun tüm yerleşik model değerlerini altüst etmiş toplumsal yapıyı derinden sarsmıştı. İyi ve kötünün iç içe geçtiği savaş sonrası döneminde Amerika’ya göç eden Billy Wilder, Robert Siodmak, Otto Preminger ve Fritz Lang gibi Alman ve Avustralyalı yönetmenler; dışavurumcu Alman sinemasının etkilerini Hollywood’da taşıdılar. Dışavurumcu alman sinemasının en önemli ve öncü sayılabilecek filmi “Dr. Caligari’nin Muayenehanesi” bu türün çıkış noktasını oluşturur. Savaş Beyaz Perdeye Yansıyor Amerika’nın savaş sonrası psikolojisinin ve genel atmosferin sinemaya yansıması kaçınılmazdı. Savaş sona erdiğinde evlerine dönen erkekler pek çok şeyi bıraktıkları gibi bulamamışlardı. Kadın toplumsal hayatta etkin bir rol alıp özgürlüğünü ilan etmişti ve "mutfağa" dönmeye de pek niyetli görünmüyordu. Bunların dışında askerden dönenlerin iş bulabilme endişesi vardı. Amerika o yıllarda kanunu hiçe sayan adamların egemenliğinin sürdüğü, sokaklarda kurşun yağmurlarının esip geçtiği, çetelerin her köşe başında hesaplaştığı bir toplumsal buhran dönemi içindeydi. İşte bu ümitsiz ve karanlık ortam kara filmin doğmasında gerekli olan altyapıyı hazırladı ve tür, bu atmosfer içinde ortaya çıkıp gelişti. Film-noir Tartışması Raymond Borde ve Etienne Chaumenton adlı iki Fransız araştırmacı tarafından, adının film-noir olarak konulmasından sonra otoritelerce, kara filmin teknik bir tür olup olmadığı tartışıldı. John Orr ise kara filmin bir tür olmaktan çok, pek çok izleğe sahip bir biçem olduğunu söylemiştir; Öyle ki herhangi bir film türünde kara filmler üretilebilir. Film-noir Arkasındaki Geçmiş Film-noir’in temeli ve içeriği karanlıktır. Basit anlamda görünüm olarak değil ruh hali olarak da karanlığı ifade eder. Yeni çağın en büyük mirası güvensizlik ve karamsarlık üzerinden ilerler. İyi ve kötü kesin çizgilerle ayrılmamıştır. Bireyin varolma çabası ve yozlaşmış toplum yapısı açık olarak görünmektedir. Tüm bunları besleyen ve yönlendiren adına şiddet denilen hastalıktır. Biçimse büyük ölçüde ekonomiyle ilgilidir. Savaş sonrası Amerikan ekonomisi Avrupa kadar olmasa da etkilenmişti. Yapımcılar filmlerin olabildiği kadar kısa sürede ve düşük bütçelerle tamamlanmasını istiyorlardı. Mutlu Sonlara SON Gangsterler ve dedektifler ikileminde ilerleyen kara filmde mutlu son yoktur. Hollywood’un sahte mutlu sonlarına tepki olarak ortaya çıkan bu olgu, Amerikan toplumunun en güvendiği değerlere el atarak-hatta bazen acımasızca saldırarak- sistem içinde muhalif bir tavır takınmıştır. Film-noir, Amerikan toplumunun en gözde kurumu aileye “Oz Büyücüsü” veya “Rüzgar Gibi Geçti”deki gibi yüceltilen mutlu yuva anlayışıyla yaklaşmamış, bu kavramı sertçe gözden geçirmiştir. Özellikleri Film-noir (kara film) kahramanları aslında birer anti kahramanlardır. Bunlar çoğunlukla işleri ters gitmiş, hayattan istediklerini alamamış ve nefsini çıldırtacak derecede sigara ve alkol tüketen –genelde trençkotlu ve fötr şapkalı- kişilerdir. Hepsi “kaybeden” müessesinin daimi üyesidirler. Kara filmde erkek ana karakter gibi görünüp olay örgüsü onun çevresinde gelişse de trajedinin asıl yönlendiricisi kadındır. Türün en belirleyici öğesi burada ortaya çıkar. Adına “Femme fatale” denilen ve cazibesiyle erkeği baştan çıkaran türlü oyunlarla ağına düşürüp öldüren, asla güvenilmez bir kadın motifidir bu. Sinema tarihinin en çok bilinen femme fatale’i ise “Postacı Kapıyı İki Kere Çalar” filmindeki oyunuyla Lara Turner’dir. Kara filmi tam anlamıyla ortaya döken filmler ise: Billy Wilder’in “Double Indenminty (Çifte Tanzimat), Edward Dymtryck’ın “Murder My Sweet” (Cinayet Sevgilim), Charles Wildo’nun “Gilda”, Otto Preminger’in “Laura”, Fritz Lang’ın “The Woman İn Window” (Penceredeki Kadın) gibi filmlerinde ortaya çıkmıştır. Konveksiyonel Dönem Cinayetler, aldatmacalar ve türlü entrikalar üzerine kurulu film-noir, dönemi en uç noktasına kadar kullanır. Bir süre sonra bu türün senaryoları romanlardan alınmaya başlar. Kara filmin duraksaması ile film piyasasında arz şoku yaratan krizler ortaya çıkar. Fakat tarih tekerrürden ibaret olduğu için kara film yeniden şaşalı dönemine girmiştir. Aradan geçen zaman yine Amerikan toplumunda sarsıcı olayların yaşandığı bu dönem olur. Keneddy suikastı, Luther King’in öldürülmesi, solun canlanışı, öğrenci hareketleri, cinsel devrim gibi toplumsal olaylar kara filmin (film-noir) canlanması için gerekli ortamı hazırlamıştı. Bunun ilk örneklerini Polanski’nin “Chinatown”u ve Scorsese’nin “Taxi Driver” olmuştur. Yetmişlerde bunlar yaşanırken; seksenlerin başında ise film-noir tam bir dönemeç oldu. Liberalizmin doğurduğu güvensizlik ve topluma yerleşen genel paranoya duygusundan tüm alanlar gibi sinema da nasibini aldı. Yaşanan çalkantılar nedeniyle filmler de değişime uğradı ve film-noir’ın bir alt ayrımı ya da bir diğer aşaması diyebileceğimiz ‘neo-noir’ ortaya çıktı. Bu çıkışın yaşandığı Amerikan halkının devletine güveninin sarsıldığı, tüketim çılgınlığı denilen şeyin en had safhaya geldiği ve konformizmin tepkisizliği doğurduğu bir dönemdir. Artık yeni bir söyleme sahip olan kara filmler daha önce el atılmamış konulara bambaşka bir yaklaşım getirirler. Amerikan toplumunun hızla değişen yapısıyla beraber karakterler ve öyküler de değişmeye başlar. Artık hikaye büyük ölçüde kapitalizmin doğurduğu yabancılaşma ve derin yalnızlık duygusudur. Karşılaştırma Eğri büğrü açılar, rastgele gölgeler, jaluziler, ıslak sokaklarla dolu gece görüntülerini geride bırakmış gözüküyor. Artık silahların gangsterlerin ve azılı haydutların dışında bizi tehdit eden ve sistemin yarattığı başka bir ben ya da paranoyalarımız vardır. Düzen bireyi daha da yalnızlaştırmış suça itmiştir. Yeni bu tür filmin kahramanları daha acımasız ve daha eli kanlı görünür. Klasik dönemin en önemli öğesi ise femme fatale’lerin kimi zaman ortada olmamasıdır. Neo-noir de femme fatale’lerin artık daha dolaysız, açık sözlü ve cinselliği her açıdan metalaştıran hali, vamp kadınlardan çok cool erkeklerin öne çıkmasıdır. Geriye dönüp baktığımızda ise Hollywood’un kara lekesi gibi görünmeye yüz tutan film-noir, hala düşük bütçeler, huzursuz, mutsuz sonlar ve anlamlandırılamayan zayıf kurgulara beşik aramakta olmasıdır. Kaynak Haziran 13, 2009 schizophrana tarafından düzenlendi Ardarda Atılan Mesajlar Birleştirildi 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Secret_Sun Yanıtlama zamanı: Haziran 13, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 13, 2009 http://tr.wikipedia.org/wiki/Kara_film(merak edenler linkten detaylı bilgi de öğrenebilmeniz mümkün) harika bir konu ve paylaşım olmuş.. Olağan Şüpheliler (The Usual Suspects, 1995) Rezervuar Köpekleri (Reservoir Dogs, 1992) Büyük Lebowski (The Big Lebowski, 1998) Günah Şehri (Sin City, 2005) Azap Yolu (Road to Perdition, 2002) Uykusuz (Insomnia, 2002) Kayıp Otoban (Lost Highway, 1996) Yedi (Se7en, 1995) Yaratık 3 (Alien 3, 1992) Azınlık Raporu (Minority Report, 2002) Blade Runner (1982) çok beğendiğim ve sahne sahne aklımda kalmasa da gayet net hatırladıklarım arasında bunlar var.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.