Jump to content

Kapı...!


schizophrana

Önerilen Mesajlar

Kapı çalıyordu, sürekli, durmamacasına. Zili takılmış gibiydi, ama

değildi, arada yumrukluyorlardı da. Açmak istemiyordum, açmayacaktım, öyleyse

ne? Neydi beni tedirgin eden bu kadar? Kapanıp kaldığım evimde mutlu olmasam

bile huzurluydum. Çiğdem'i unutmak istiyordum o gece de, tıpkı diğer

gecelerdeki gibi. Kapımı çalan Çiğdem değildi, olamazdı, o başka şehirdeydi

çünkü, 7 aydır görüşmüyorduk. Kapıyı açmayacaktım neticede, tıpkı telefonlara

bakmadığım gibi. Bir telefon saatlerce çalabilir ama ya bir kapı? gidecekti

birazdan, gürültüyle geçirdiği 3 dakikanın ardından, gelen kendini aptal gibi

hissetmeye başlayacak, bir süre sonra da "değer mi ki" diyecekti benim için...

Ve çekip gidecekti. Kim olursa olsun. Çekip gidecekti.

 

Zil sesinin o çıldırtıcı gürültüsü altında mutfağa girdim, öyle ses

çıkarmamaya filan da dikkat etmedim. Gittim, buzdolabını açtım, bir kavun

çıkartıp kestim. Keserken sustu zil. Gitti, dedim, işte her kimse o da gitti.

Kavunu dilimlemeye başladım, kabuğunu ayırdım, tabağa dizdim dilimleri,

öylesine içmek istedim.

 

Elimde kadehle odama döndüm, kavun tabağına da kalan bir parça peyniri

koymuştum işte. Müzik açıktı, senfonik bir şeyler çalıyordu, sıkıldım

kapattım. Çiğdem'i düşündüm sonra, onu anımsamaya çalıştım. Yeşil gözlerini ve

daha bir çok ayrıntıyı. Başaramadım. Hiçbir şey canlanamıyordu kafamda. O

kadar çok olmuştu demek. Onu unutuyordum, bu iyi bir şeydi. Ne ummuştum ki

zaten? Ne olabilirdik ki biz? Başından beri hata içinde yüzmüştüm, hiçbir

zaman hiçbir şeyi ummamıştım. Kapı tekrar çaldı, sadece bir kere. Açmayacağım!

diye bağırdım kapıya. Öfkelendim, sinirle yürüdüm, kapıyı açıp karşımdakinin

kim olduğuna bile bakmadan bağırmaya çalıştım, "Beni rahatsız ediyorsun!" diye

bağırdım. Kapıcıydı, bön bön bakarak gitti. Merdivenleri çıkarken söylenmiştir

de şimdi. Umurumda bile değil. Öyle ölmek filan da istemiyorum. Aslında hiçbir

şey istemiyorum. Çiğdem'i de istemiyorum.

 

İçkimi içtim. Anılarımı toparlamaya çalıştım. O şehirlerarası otobüste

birbirimize sarılmamızı hatırladım sonra. Güzel başlayan yanlış bir gündü.

Nefret ettim herşeyden. O otobüsten, o heriften, herkesten. Ne umuyordum dedim

yine, ne umuyordun?

 

Günler geçti öylecene, hiçbir şey olmadan. Herşey olup bitti bir kez

çünkü. Bundan sonra böyle günler gelip geçeceklerdi... Bekleyelim, dedim,

bakalım daha neler olacak... Hiçbir şey olmadı. Herşey o eski rüyada kaldı.

Murathan Mungan'ın bir şiiriydi. Avara. Çiğdem'le okumuştum ilk kez, o

getirmişti. Vahşi atlar ve daha bir sürü acı veren şeyle hayatıma girdi o gün.

Hiç çıkmamacasına. Hiçbir şey anlatmıyorum, yardımcı olmuyorum ama umurumda da

değil. Ne ummuştum diye yineledim, Çiğdem'i sevmiştim ben, hem de çok. Ne

ummuştun?

 

Sevmek yetmiyor insana... İnsanlar bir şeyler de ummalı severken.

Evlenmeyi ummalı, öpüşmeyi ummalı mesela. Yağmur altında yürümeyi, sinemada

beraber film seyretmeyi, sarılmayı, öpüşmeyi... Hiçbir şey ummamıştım ben, ben

aşkın bütün umutlarını onda tüketmiştim. Bu da Murathan Mungan'dı, ince L,

Lalena. Lalenaydı kızın adı, Çiğdem'in. O herşeydi. Ölümdü, yaşamdı, sebepti,

anlamdı. Beni anlayan tek şeydi, herşeydi. O gitti.

 

Kapı çalıyor. Telefonu fişten çekeli çok oluyor ama kapıyı ne yapmalı.

Kapı çalıyor. Bir tekrar daha. Tekrarlar... Çiğdem'le son tekrarlarımıza

girdiğimizde ikimiz de farkındaydık herşeyin. Bu son tekrarımız olacaktı;

artık ne kimse diğerine bağıracak, ne de ağlayacaktı öteki için.

Uzatmalarımızı oynadığımızı anladığımızdaysa herşey bitmişti. Kapı çalıyor.

Açmayacağım.

 

Kanapeye uzandım, bir köşede içkim, kavunum, peynirim duruyor, artık

içmek de istemiyorum, uzanıp rahatlayayım dedim, sonra da öleyim. Herşeyden

bıktım usandım, hiçbir şey olmuyor, hiçbir şeyin olacağı yok, öleyim. Gelsin

bulsunlar beni, kapıyı kırıp içeri girsinler, pis bir kokuyla karşılaşsınlar,

intihar etttim sansınlar önce, sonra biri, yok be, bu kalp krizinden ölmüş

desin, yüzüm acı içinde kıvranmış olsun, bana bakanlar korksun, kimse beni

taşımak istemesin.

 

Bu rahatsız kanapeye uzanmış ölmekten bile aciz bir halde, tek başıma,

evdeyim. Açmayacağım bir kapı çalıyor, herhangi bir şey için artık çok geç.

Yolun sonu; kaybettim. Çiğdem'i, kendimi, ikimizi ve herşeyi. Arasa şimdi

beni. Açmayacağımı bile bile arasa, ben açmayınca, kimseden haberimi

alamayınca telaşlansa, gelse, kapımı çalsa, sen açmadan gitmem dese. Şimdi

kapıyı çalan o olsa, saçlarını okşasam.

 

Yağmurlu bir gün Çiğdem'le karşılaştım Beyoğlu'nda, ikimiz de

ıslanmıştık konuşurken. Saçlarına bakmıştım önce, o da tedirgin olmuştu.

Saçlarına dokunmuştum sonra, okşamıştım yüzünü. Arkadaşına gelmiş, ona

gitmeliymiş, geç kalmış. Gitti, ikimiz de ağladık uzaklaşırken.

 

Ne kadar zaman geçti? Evde saat yok, hepsini kırdım, saatlere

karşıydık biz, biz kısıtlanamazdık, Çiğdem öyle derdi, elimi tuttuğunda zaman

donuyor derdi, Çiğdem gitti, akmadı zaman bir daha. Herşey dondu. Ev dondu,

eşya dondu, kanape, yatak, çiçekler hepsi dondu. Renkleri götürdü yanında

giderken. Haber vermedi bile. Bir sabah gözümü bu siyah-beyaz evde açtım,

yokluğunu anladım, kalktım, giyindim, Çiğdem yoktu artık... Uyandım, kalktım

giyindim. Bir anda terkettiğini, bir anda gitmişliğini ve de bir anda

yalnızlığımı algıladım gibi oldu herşey; herşey birdenbire oldu ama ağlamadım.

 

Bir gece, küsmüştüm ona, salonda yatmıştım. Öyle pek kalmazdı zaten

bende, kalsa da ayrı odalarda yatardık, bir tür anlaşma gibiydi, bir tür

anlaşma gibiydik. Hava o gece iyice soğuktu, kar yağıyordu yanılmıyorsam.

Uyuyamamıştım. Çiğdem gelip üstümü örtmüştü o haliyle. Beni sevdiğini

söylememişti ama ikimiz de bilirdik beni sevdiğini, çok sonra anladım bunu,

çok geç kalmıştım. Çiğdem sigara içerken kimseye bakmazdı, özel bir içişi

vardı, kimse yapamazdı bunu, ben saatlerce hikayeler anlatır durur, o beni

ağzında sigarasıyla dinlerdi. Hiçbir zaman öyle çok mutlu olmadık. Tedirgindik

hep, rahatsızdık. Sanki bu beraberlik hakkımız değilmiş gibi hissederdik,

ödünç bir sevgiymiş gibi. Ortak arkadaşlarımız vardı bir sürü, onlar hakkında

konuşurduk, bahsetmezdik hiç "sen ve ben"imizden. İlişkimiz öylece sürüp

giderdi.

 

Artık hiçbir şey, hayır, pek bir şey hissetmiyorum. Acıya alıştım. Acı

çekip çekmediğimi bile bilmez bir konuma geldim. Çiğdem başka biriyle artık,

iyi bir çocuk. Kıskanmıyorum da, Çiğdem'in saçlarını kimse benim kadar sevemez

çünkü. Çiğdem beni sevdiği gibi kimseyi sevemez. Kolay bir şey değildir sizi

sevmesi. O hep bekler. Sevilmeyi bekler. Gözlerine bakılmasını,

konuşulmasını... Dayanamam sandım önceleri ama sonra alıştım. Acıya alıştım,

uyuştum bütün bedenimde, beklemeye başladım, gelmeyeceğini bilerek bekledim,

kimseye haber vermedim, telefonu söktüm yerinden, gelmeyeceğini bilerek onun

gelmesini bekledim.

 

(Kapı çalıyor. Açıyorum. Çiğdem mi gelmiş diyorum kendime. Gelen kimse

yok. Çiğdem de.)

 

Konuşmak, hikaye anlatmak istemeyen bir adamım ben. İkimiz de

mutsuzduk hep, diyeceğim o ki, sıkıntılara sokardık birbirimizi. Sıkıntıya

sokmaktan başka bir şey bilmezdik. O, güzel giyinemezdi hiç, ben de kravat

bağlayamazdım. Mektuplarıma cevap alamadım. Tek kozum onlardı oysa.

Mektuplarımı severdi, her ayrılığımızda hepsini bir daha, bir daha okurdu, hep

ayrılırdık onunla. Uzun da sürerdi ayrılıklarımız. Ona mektup yazardım yalnız

olduğum gecelerde. Telefon ettiğim bile olurdu, ben telefonlardan nefret

ederdim, konuşmazdık. Birbirimizin sessizliğini dinlerdik, Özdemir Asaf'ın bir

şiiri, Özdemir Asaf severdi o, ben sevmezdim.

 

Ayrılık vakitlerinde vedalaşmazdık hiç, konuşmazdık. Ya ben ters bir

laf söylemiş olurdum, ya da o beni sevmediğini farkettiğini açıklamış.

Öylecene binerdim trenlere, uğurlamaya gelirdi ama. Aramızda prensiplerimiz

vardı, herşey prensiplere göre işlerdi. Karşı taraf iki kere üstüste aramaz, 3

mektubuma bir mektup gönderir, mektuplarımı okuduğunu söylemezdi. Mektuplarımı

geri vermedi, bir daha da isteyemedim. Hiçbir şey isteyemedim ki... Kal

diyemedim, gitme!.. Atlatacağımı, beklemeyeceğimi sandı - atlatamadım,

bekledim, ölmeyi arzuladım.

 

Çiğdem herşeyimdi veya herşeyim Çiğdem. Onda bulurdum kendimi, kendimi

anlattırırdım. Eski bir aşkın depreşmesi gibi bir şeydi Çiğdem. Bir

teselliydi, affederdi tutamadığım bütün o sözleri, gözyaşlarımı bir o anlardı

zaten, Çiğdem. Ne olursun geri dön.

 

14.10.1997

 

Emre Sururi

Kaynak

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...