nevermore Oluşturma zamanı: Haziran 18, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Haziran 18, 2009 Erken Sümer dönemlerinden itibaren bir kutsiyet simgesi olarak kullanılan ve ‘Yıldız’ (diye yorumlanan, +, haç biçimli ) işaretin eski toplumda, zamanla ‘kutsal’, ‘tanrısal’, ‘tanrı’ kavrayışını ifade etmek için kullanılıyor olduğunu biliyoruz. Gökyüzündeki bir "yıldız" tanımı olarak ortaya çıkmayan ve fakat giderek ‘yıldız’ simgesi olarak yorumlanan bu erken dönem çiziminin, başlangıçta, kutsal olan bütün varlıkları, öncelikle de ‘An-umu’ anlatıyor olduğunu görüyoruz. Kendini ötekinin zıddı kılarak ittifak kurabilen eski toplumda, bu işaret, koruyucu ve kahredici olanı; tanrı, cin, şeytan, melek ve kahramanı, kısacası, insanüstü-doğaüstü olduğu varsayılan bütün varlıkların genel bir ifadesi olmalıydı. İttifak ilişkisinin bu yanındaki topluluk, kendi kutsal varlık simgesinin yanına eklediği yıldız’ işaretiyle ‘koruyucu tanrı’sını anlatmış ise, öte yandan, karşıt topluluk bunu, yine kutsal olan « yıkıcı, şeytan, ejderha » vb. olarak anlıyordu. İslam’da, şeytanın ‘melek’lerden birisi olmaya devam etmesi de bu yüzdendir. Alfabe yazımına doğru ilerlendikçe, şekile verilen anlam, biraz daha somutlaşıyor. Sümerler, bu ‘yıldız’ (olduğu varsayılan) çizimi « an,(anum) » olarak yorumluyorlardı. Demek ki, Sümerler, ’yıldız’ olduğu sanılan bu çizimle, başlangıçta, genel anlamıyla göksel bir ‘yıldız’ı değil, çok somut olarak ‘An-um’u kastediyorlardı. An-um, çiftdilli tabletlerde de görüldüğü gibi, Akadca « sema, şama » karşılığıdır. Sema ,Şama kavramı ise Gök’ler ve Güneş ile bağıntılıydı. İncelemelerimiz bize, Güneş’e atfedilen bu kutsiyetin, Sümer-Akad ittifak ilişkileri döneminde, sadece « Tatlı Su ve Tuzlu Su » kültünün var olduğu dönemin hemen ardından itibaren geliştiğini gösteriyor. Bu, toplum birimlerin ittifak törenlerinde kullanılan ve kurbanların yakıldığı, pişirildiği gerçek, yakıcı, kavurucu, arındırıcı kutsal « ateş »la bağıntılıydı. Soyutlama, toplumun, herhangi bir olgu, kurum veya aracı, gerçek yaşam koşulları içinden çekip çıkarma, dışlama, metodlarından birisidir. Sümer-Akad geleneğinde, « ateş » ve onunla bağıntılı «kutsal nefes», «kutsal yel,üfürükçü» kültünün ne denli etkili olduğunu biliyoruz. Tabletlerde yer alan ,«Doğu rüzgârı», «kuzey, güney, batı rüzgârı», «yel», nefes, kutsal ruh, Enlil, Elli’ler kavramlarının anlattığı kült, ateş-nefes kültü idi. Musa, tanrıyı çölde sönmeyen bir ateş olarak görmüştü. Yahya peygamber, İsa’yı Ürdün nehrinde kutsarken, İsa’nın “insanlar”ı (yeniden) ateş’le kutsayacağını ilan etmişti. İslam’da cehennem, yakıcı ateş ve kaynar sulardan ibaretti. Ateş kültü, sadece Mezopotamya’da değil, eski Yunan ve Roma’da da çok etkilidir. Hem arınmanın, hem cezalandırmanın aracı olan kutsal ve kahreden ateş, kutsal sunu, ortak ziyafetin hazırlık aracı olarak aynı zamanda kardeşliğin, ittifakın da simgesiydi. Kutsal dinlerin olumlu veya olumsuz yönüyle çok ilgilendiği ‘ateş’, günümüzdeki olimpiyatların sönmez meşalesinde, kilise ve ziyaret’lerde yakılan mumlarda, nevruz ateşlerinde… yaşamaya devam etmektedir. Ateş ve onun gökteki karşılığı olarak Güneş kültünün derin ve belirgin izleri, bizi, eski toplumun yarı-yamyam dönemine değin taşır. Ateş-güneş tapınmasının derinliği, öteki yönüyle, eski toplumun yamyamlıktan kurtulma çabasının büyüklüğünü de gösterir. Ateşe tapmakla, nevruz ateşinin üzerinden atlamakla, ateş yiyip, ağzından ateş çıkarmakla, ateşle arınmakla eski toplum, insanın ateşe atılarak, ateşte yakılarak kurban edilme geleneğini sembolik bir edime dönüştürebilmiş oluyordu. Bu bakımlardan Sümer ve Akadların en eski kutsal varlıklarının başında « An, Anum, Samu, Şamaş » kültünün geliyor olması, ne tesadüfîdir ve ne de bir ‘cehalet’ ürünü… Sümer –Akad ‘yaratılış’ anlatımlarında, “yoktan bir var ediliş”in bulunmadığından bahsetmiştik. Sümer-Babil ‘yaratılış’ anlatımları, toplum birimler arasında ittifak düzeninin, karşılıklı kurbanlar verilerek sağlanmasının, o günkü kavrayış düzeyi bakımından, aktarılan bir tarihçesidir. Kurbanlar üstelik tıpkı İsa gibi, ölmeden önce ve ölerek tanrı veya tanrısal olan varlıklardı. Veya hatta başlangıç dönemi bakımından diyebiliriz ki, kurban edilen insan , kurban edilerek tanrı veya tanrısal kılınıyordu. Bu yaklaşımı İsa anlatımında da görürüz: İsa, "İnsan'lığın günahları" namına kendini feda etmişti. Buradaki ‘İnsan’ sonraki soyut, genel insan halini almadan önce, eski toplumda, çok somut bir topluluğun kendini tanımlama kavramıydı; ‘günah’ ise, eski toplumun ‘yükümlülük’ kavramına karşılık düşer. Eski tabletlerde bir “çocuğun günahsız doğamayacağı” biçimindeki ifadeler, bu çocuğun yaşayabilmesi için yaşamı karşılığı olan totemi, adakları sunması gerektiğine anımsatmadır. Bebeğin doğumuyla başlayan geçiş törenleri, sunular, ziyafetler geleneğine bugün de sahip olmamız bundan ötürüdür. Günümüzde bir malın-eşyanın fiyatının ‘günah’ kavramıyla da ifade edilebiliyor olması, günah kavramının eski toplumda ‘yükümlülük’ ile anlamdaş olarak kullanılmış olduğunun bir diğer göstergesidir. Annunaki okunuşlu kavram, « Yer tanrıları » anlamına kavuşmadan önce, Yer ve Göğün kutsal varlıklarını (tanrılarını) birlikte anlatıyor gibidir. Bu doğaldı da. Çünkü Sümer-Akıt ‘yaratılış’ anlatımında gördüğümüz gibi, « Yer ve Gök » bir süre "birlik"te var olmuşlardı. Tarihte birçok kez gerçekleşen « Yaratılış »lardan birisinden sonra; kutsal yöneticilere ‘tanrı’ olarak ad verilmesi ve ayrıştırılmalarından ve böylece ‘var edilmeleri’nden daha sonraki yüzyıllarda, Enlil, büyük bir öngörü ile artık « Yer’in Gök’ten ayrılması, Gök’ün de Yer’den ayrılması »nın gerekli olduğunu görmüştü: « Efendi, gerekli olanları meydana getirmek için, Kararları değişmeyen bey, Yer’den ‘ülke’nin tohumunu çıkaran Enlil, Yer’den Gök’ü ayırmayı düşündü, Gök’ten Yer’i ayırmayı düşündü » Kutsal kitaplarımızın ‘yaratılış’ olarak aktardıkları olay, tarihin hayli ilerlemiş olduğu bir noktada Sümer-Akad topluluklarının birbirinin zıddı kılınarak, aralarındaki ilişkilerin yeniden düzenlendiği işte bu anın anlatımıdır. Burada dikkat edilmelidir ki, bu topluluklar, bu aşamada yamyamlığı hala sürdürüyorlardı. Bu nedenle de kutsal varlıklar, bu dönemin yaratılış anlatımında henüz, hayvan ve bitki özelliği göstermezler. Hayvan veya bitki totemlere geçiş, insanin kendi yerine hayvan veya bitki sunabilmesini sağlayarak yamyamlığa son verebilmenin yolunu açmıştır. Tanıdığımız haliyle ‘yaratılış’ döneminde, toplum birimler arasındaki ayraç olarak, daha sonra ‘yer’, ‘gök’, ‘su’, ‘ağaç’ vb. olarak değerlendirilecek olan kara, beyaz, kırmızı, yeşil, mavi gibi renkler kullanılmış gibi görünüyor. «Karabaşlı», «kızıl başlı» kavramlarının kaynakları bu döneme dayanıyor olmalıdır. En azından Sümerlerin, kendi topluluklarını « karabaşlı »lar olarak tanımladıkları kesin olarak biliyoruz. Şimdiki bizler gibi, uzak Sümer torunları da, « Gök » ve « Yer »in, günümüzdeki anlamlarıyla « Yer,Gök » olduklarını sanmış olsalar da, Sümer anlatımlarında yer alan ‘gök-yer’ kavramlarıyla nitelenenler, iki farklı topluluğun tanımlarıydı. « Yer’in Gök’ten ayrılması »ndan sonraki dönemde, Annunaki’ler ‘yer tanrıları’, ‘toprak’,’kara’ topluluk yöneticileri halinde yorumlanmaya başlanmaktadır. Buna karşılık İgigi olarak okunan kutsal varlıklar ise Gök’ün, Semitik topluluk atalarının yönetici, kutsal varlıkları olarak yorumlanmaya başlanmış görünüyor. İgigi olarak okunan kelime «Gigi –(salmu, Akadca) » siyah, kara, gece anlamlarındadır da. « İnsanoğlu » ile « tanrı-gök’sel oğullar » ayırımı, Sümer-Akad toplulukları arasındaki ayrımının da bir ifadesidir. İnsan ile şeytan; toprak (veya sudan) yaratılan insan ile gök’sel melek (veya ateşten ) yaratılmış şeytan biçimleriyle de tanıdığımız bu ikili ayrım, iki ana çizgi, bizi, eski Sümer-Akad topluluklarına kadar, kaybolmadan taşıyabilecek kadar derin izlere sahiptir. Eski Ahit ve Enoş’un kitabi « Tanrı oğulları, melekler »in, « insanoğlu kızları’yla » evlendiklerini anlatır. Bunun karşılığında, İnsanoğlu erkekleri de Tanrısal meleklerle evlenmiş olmalıydı. Bu karşılıklı evlilik düzeni anlatımlarını, Gılgamış’ın Dummuzi’nin kız kardeşi ile ve Dummuzi’nin de Gılgamış’ın kız kardeşi ile evliliklerinde buluruz. Bu ana çizgileri izlediğimizde, örneğin İslam’da, Dumuzi, Âdem Baba’mız; Gılgamış ise ateşten yaratılan şeytan, Âdem ile Havva’yı cennetten kovduran yılan vb. olarak karsımıza çıkar. Eski toplumun Toprak ve Su kültü ile Ateş ve Gök kültü, ana çizgilerini kaybetmeden sürüp gitmiş olsa da, toplulukların birbirlerine karışması, kültlerin de birbirine karışmasına yol açmıştı. Öte yandan, topluluklar arası kaynaşma, gelişen ticaret, daha geniş ölçekler içinde yeni toplulukların oluşma süreci, tek tanrıya ulaşma gereksinimini de doğurur. Bu aşama, yaklaşık – 2000’li yıllarda iyice olgunlaşmış durumdaydı. Askeri olarak Sargon tarafından merkezi bir yapıda toparlanmış olan toplulukların ardından, ortak bir yasa (belki Anayasa da diyebiliriz) altında, Hammurabi döneminde tam olarak yeniden sağlanan bu toparlanma dönemi, tek tanrıcılığa geçiş sürecinde belki bir dönüm noktası olarak ele alınabilir. Bu aşamadan itibaren, eskiden ayrıcalıkları, farkları vurgulanmaya özen gösterilen tanrıların, giderek tek bir kutsiyet kavramı içinde toparlanmaya başladığını görürüz. Marduk okunuşlu bir kavrama, toplumsal gelişmenin tamamen doğal gelişimi içinde kalarak, işte bu donemde rastlıyoruz. Hammurabi Yasasının giriş bölümünde şöyle deniliyordu: http://img196.imageshack.us/img196/7417/ghghghg.png -------------------- Bu bölümün yaklaşık tercümesi şöyle olabilir: « Ne zaman ki, Anunnaki'lerin efendisi(lugal) göklerin ve yerin efendisi Ulu (Tanrı) Anum( AN), ve Memleketin kaderini tayin eden, Enlil, Ea'nın(enki) büyük oğlu Marduk(AMAR.UTU) ‘u Bütün insanlık üzerine Enlil'liğe tayin ettiler (ve) İgigi'ler (arasından) onu yücelttiler, Babil (ka. dıngır. ra) şehrini üstün adıyla andı; Onu cihanda üstün yaptılar… » Burada «Marduk» okunuşlu kavram, Sümer tarihinin en eski dönemlerine bağlı olarak ele alınmaktadır, böylece ‘yeni’ bir olgu imiş gibi değerlendirilmediğini görüyoruz. Hem de, Marduk’un Sümer karşılığı « amar-utu » biçimindedir ki, kelime kelime yaklaşık anlamlarıyla « güneşin oğlu », « güneşin dana »sı, ‘adanmış oğul’ gibi yorumlara ulaşabiliriz ki, bunların tümü eski toplumda kullanılan kutsal kavramlardı. Marduk, bir isim olarak değil; Gılgamış geleneğinin canlandırılması; Eski Ahit'te tanıdığımız şekliyle Nemrut; Âdem karşılığındaki Şeytan, ateş ve yılan sembolünün yeniden yüceltilişi olarak görünüyor. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.