nevermore Oluşturma zamanı: Haziran 21, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Haziran 21, 2009 Notlar: 1) “İkiye ayırmak,iki parça halinde kesmek” (istarna arha kur) un anlamı üzerine ..F.Sommer,Ahh.Urk., p.187,n.3; Sturtevant,Glossary,p.26,65,67 2) Buradaki deyim “ (yarısı) bir tarafa..(yarısı) öteki tarafa” biçimindedir. H.Th. Bossert, bundan, ‘yarısı nehirin bu tarafına, yarısı nehirin öteki tarafına’ gibi bir anlam çıkarıyorsa da, bu pratik olarak mümkün görünmüyor. Ayraç olarak ‘Hattalkessar’ kullanılmış olmalı. Çünkü yakılan ateş söz konusu olduğunda ‘Hattalkesar’ın önü ve arkası söz konusu edilmektedir. 3) ‘Hattalkesar’ın hangi ağacı kast ettiği üzerine.. A/Gotze, Hittite Ritual of Tunnawi, P;91; Sturtevant-Bectel, op. Cilt. P.120 [‘Hattalkessar’ doğrudan bir ağacı, o cins ağaçtan ‘Kapı’yı ifade ediyor gibidir. ( "Kapı" hakkındaki yorumlarımız daha ilerde verilmektedir.) Akad ritüellerinde de, ağac'ın cinsinin de çok özel olarak ifade edildiklerini görüyoruz. Daha sonra sadece ve basitçe ‘ağaç’a dönüşmüş olsa da, eski toplumda, kutsal ağaç türleri farklı idiler. Lübnan sediri, Mersin ağacı, selvi.. gibi. Bunların, hiç olmazsa bir bölümü, aynı zamanda, bir topluluğun tanımı olarak da kullanılmış görünüyor. (Bugünkü “odun gibi adam” sözleri; Sufilerde ‘ağaç’a, değneğe tapma eğilimleri, sunu törenlerinde ağaç cinsine özel itina ve bağlılık; "Sakız ağacına tapma" gibi konular dikkate alınmalıdır. "Ağaç" ve "Ağaçın Meyvesi" Adem/Havva anlatımının da en temel konularıondan birisidir...] 4) “Tijamar” kavramına KUB IX 28 III 15 ve IV 1 (E.Laroche) da da rastlanıyor; fakat tam anlamı bulunamamıştır. Bu kavramla ilgili olarak da, Akad ritüellerinde daha açık yazılmış olan ayinle ilgili araçlar ile bağ kurmak gerekecektir. Şimdilik bunun, “post”, “dokuma (renkli) bez” gibi bir belirlenim aracı veya totem olarak kullanılan bir başka araç olabileceği düşünülebilir… -------------------- 1) STURTEVANT-BECHTEL,op.cit., texte P.106-117 ; commantaire p.118 sqq.. 2) «Yetişkin keçi » deyiminde sununun cinsiyeti değil de, ‘yavru-yetişkin’ olma ikilemi temel alınıyor olmalı. Çünkü hayvan sunularda, sonradan soyutlanma yaşanmış olsa da, erken dönem kayıtlarında, sunu hayvanın, cinsiyeti; yavru mu yoksa yetişkin mi olacağı; yaşı, rengi vb. son derece ayrıntılı olarak saptanır. Buradaki cinsiyet ve yaş parametrelerinin, bu sunuların ‘erkek’, ‘kadın’, ‘çocuk’ karşılaştırması için önemli olduğu açıktır. Benzer biçimde, ‘renk’lerin, ‘yer-dünya’ ile eşitlenen kara; gök, hava, güneş, su vb. ile eşitlenen ve anlamları tek tek bulunması gereken ‘kırmızı’, ‘mavi’, ‘beyaz’, ‘mor’, ‘benekli’, ‘kahverengi’, ‘yeşil’ ile birebir bağlantılı olduğu da açıktır. En azından, bazı topluluklar için hava-gök’ün ‘beyaz’ veya mavi ile eşitlendiği, güneş-ateş’in kırmızı ile eşitlendiği üzerinde durmuştuk. Mavi renk, ‘gök’ kavramıyla ve fakat sununun çiğ yenilmesiyle de ilgili görünüyor. Sunuların tüketim biçimi üzerindeki araştırmalar, çiğ, ateşte kızartma ve haşlama tarzlarının, ilgili topluluklarda günümüzde de, dini, veya sivil yaşamda devam ettiğini gösteriyor. Renk’lerin dinler içinde neden çok önemli bir yer tuttuğu konusunu ayrıca derinleştirmemiz gerekecektir. 3) "Hattalkessar (ağacın) dan bir kapı" ifadesi, genel olarak "Kapı" sözcüğünün dinsel terminolojideki izleri hesap edilerek yeniden değerlendirilmelidir. "Babil/Yüce Kapı", "Babıali"/ Yüce Kapı ve Hıristiyan kiliselerinin İsa ikonlarının bulunduğu alandaki "Kapı", Bektaşi söylemindeki "Kapı"...vb. bu kavramla bağlantılı ele alarak yeniden yorumlamaya çalışmamız yararlı olacak gibi görünüyor. O durumda da," Hattalkessar" kavramının belki de farklı okunması gerekebilecektir. Şimdilik bu kadarla yetinelim. 4) « Yavru » veya «genç köpek » tanımında da “dişi-erkek” cins ayrımı olup olmadığını bilmiyorum. Ya da en azından transkripsiyon çözümlerde, uzmanlarımızın bu ayrıma yeterince dikkat etmiş olduklarından emin değilim. Son iki bin yıldır, sunular bakımından bu ayrımlar anlamını yitirme yönünde hızla ilerlemiş ve örneğin Muhammed İslam’ı, «kurban lekesiz olacak » sözünden «kurban sağlıklı olacak» gibi “modern yorumlar” çıkarmış ise de, eski toplumda, hayvan yavrunun ‘erkek-dişi cins’ ayrımı hususu, o topluluk geleneklerinde, erkek çocuk kurbanının mı,yoksa kız çocuk kurbanının mı geçerli olduğu konusunu aydınlatıyordu. Örneğin Musa toplumunda, ‘yavru kurban’ denilince, o topluluk genel olarak ‘erkek çocuk kurbanı’nı ve erkek yavru hayvan kurbanını ve daha çok da “ilk erkek oğul”, “ilk erkek yavru hayvan” kurbanını anlar. Muhammed dönemi toplulukları, bu tür ayrımların kökenlerini bilemeyecek kadar eski tarihi artık unutmaya başlamış oldukları için, örneğin Kuran, bir çok kez , doğuran devenin veya ineğin rahminden (ölü veya canlı doğan) ‘dişi yavru’nun veya ‘erkek yavrunun mu’ yenilebileceğini ; (eğer mesela,ölü doğmussa) dişi veya erkek yavruyu, kadının mı (dişi insan ), yoksa erkeğin mi yiyebileceği gibi bir noktaları tartışır... Muhammed dönemi için giderek belli ölçülerde anlamsızlaşan kurbanın cinsiyeti ve onu tüketeceklerin cinsiyet ayrımı eski toplumun çok önem verdiği bir husustu ama, İslami gelenek, yine de kurbanın cinsiyetini (bazı ‘çok bilimsel’ açıklamalar yoluyla ) izlemeye devam ediyor hala… 5) Eski toplumda ‘ön’ veya ‘arka’ ya da ‘sağ’ ve ‘sol’ yön kavramları çok önemlidir. Kuran’ın ‘sağ’ yöne kutsallık atfetmesini alayla karşılayan bilim adamlarımızın, buna karşılık , insanbilim bakımından sığılıkları ve cehaletleri bakımından alaya alınmayı içlerine sindirmeleri lazım. Siyasi deyim olarak da kullanılan «Sağ »cılık ve « Sol »culuk yön bildirimlerinin, eski toplumda, merkezi bir konfederasyonun oluşumu ile birlikte ortaya çıktığını görüyoruz. Orada bir topluluk tanrının ‘sağ kolu’ iken, sağ’ında dururken, öteki topluluk o tanrının ‘sol kolu’ idi ve sol’unda duruyordu. Bütün bunları bilmeden, ‘sağ el ile yemek yeme’nin, ‘sağdan kalkma’nın “hayırları” ve ‘soldan kalkma’nın “şerleri” gibi artık tamamen anlamsızlaşan İslami yorumları alaya alarak “bilgelik” göstermek, konularımızın anlaşılması bakımından her hangi bir yarar getiremez. Bugüne kadar getirememiştir de zaten -------------------- 1) “Kuş görme” ve bunu ‘yorumlama’ tutumlarını gözümüzde canlandırabilmek için İlyada da örnekler bulunuyor. Orada, örneğin, toplantı halinde olan topluluğun bir tartışma anında, gökten bir kartal geçince, “Bilici rahip”, kahin, bunu hemen konuyla ilişkilendirirdi. “Kuş” motifi, buradaki haliyle Kartal, Kuzgun, Akbaba, Kelaynak... gibi yırtıcı kuş türleri ile bağlı görünüyor. Çift başlı kartal’ın hala dini ve ülke sembolleri olarak kullanıldığına da dikkat etmek gerek. ‘Anka’ kuşuna ilişkin motiflere erken Akado sammaru kayıtlarından itibaren rastlıyoruz. Eski toplumda Gök tapımcılığı ve kurbanların ateşte yakılması yoluyla adanması uygulamaları ile de ‘ruhun kuş olup uçması’ arasında bağlantı oluşmuş olmalı. Bunun dışında ‘çıplak kafalı yırtıcı kuş’ motifi ile eski dini bir kesimin saç kesme biçimleri (sadece kafanın tepesini tıraş etmek gibi) arasında da paralellik varmış gibi görünüyor. Kelaynak, Akbaba türü kuşların saçsız baş kısımlarına ilişkin, onlar ile Keldaniler arasında bazı bağlantı veya atıflar,sanırım Eski-Yeni Ahit’lerde bulunmaktadır. Bu noktaya sonra dönmemiz gerekebilir. Cesetlerin “kurda, ite, kuşa yem olması- edilmesi” motiflerinin, eski toplumda gerçekten uygulandığını da görüyoruz. İncillerde ve Eski Ahit’te ölülerin özellikle “kurda kuşa yem edilme” dönemi geçirdiklerine ait motifler var ; kalan kemikleri gömülüyor veya saklanıyor olmalıydı. Bu hususu, ölülerini toprağa asla gömmeyen, bunu en büyük günah addeden, Avesta yazıtlarında görmüştük.Ölü vücutların kurda-kuşa nasıl yem edildiği Avesta’da son derece ayrıntılı olarak verilmektedir. “Güvercin, kumru, kırlangıç, bülbül, karga” gibi kuş motiflerinin ise görece geç döneme ait olduğu anlaşılıyor ki, Hıristiyanlık ve Musevilik kayıtlarında bunların bir bölümü açıkça kurban sunular olarak (kumru, güvercin ) kullanılıyor. “Nuh Tufanı” anlatımında “karga ve güvercin”in rol oynadığını da eklemek gerek. Yukarıdaki Hitit aktarmasında, saptayabileceğimiz şey, görülen yırtıcı bir kuş için derhal sunularda bulunmak ve bu sunuları yemeden, ilgili kuş’a sunma tutumudur. Eğer, ilgili Kuş (Kartal, akbaba, kuzgun) un, daha erken dönemin bir toplum biriminin yerine geçmiş olması gerektiği düşünülürse, ki totem mantığının temeli budur, o halde, bu sembolle ifade edilen toplulukların atalarının erken dönemde, ölü-canlı insan kurban yiyicisi oldukları hakkında bir kanaate ulaşmak mümkün görünüyor. Bu bakımdan da, o yiyici topluluğu ‘sakinleştirmek’ için, kurban sunucular, onları görür görmez, gerekli kurbanları sunmalıydılar, gibi bir mantık varlığı saptanabilmektedir. Daha sonra, ilgili topluluk tamamen ‘insan’laşınca, eski totem bağlantısı üzerinden, topluluklar sadece sembol haline dönüşmüş, Kartal’a, Kuzgun’a vb. sunu da bulunmaya başlamış olmalılar. 2) Kurban veya sunuların çiğ veya pişirilmesi konusu, uzmanlarımızca yeterince ve günümüzün “kutsal yemek türleri”yle gerekli bağları kurularak ele alınmamıştır. Oysa dini kayıtlarda, kurbanın çiğ yenilmesi, ateşte kızartılması (kebap) veya suda haşlanmasının “tanrıyı çok ilgilendirdiğini” görmüştük. Musa’ya Fısıh yasasını ve bunun ayrıntılarını anlatan tanrı, o törene ait kurbanın “kesinlikle haşlanmaması” gerektiğini, kesinlikle ateşte kızartmak gerektiğini emretmişti! Zaten Musevilikte, “Yakmalık Sunu” gibi özel bir kategorik sunum da bulunmaktadır. Bu hususlarla ilgili olarak çalışmalarımızın biraz daha derinleştirilmesinde yarar görünüyor. Yukarıdaki metinde, kurban yenilmeyip “atılacak” olduğu halde, ‘ateşte’ pişirilmişti ki, (bu tarz bir sunumun, daha önceki dönemlerde “yabancılara” yönelik olduğunu veya artık ilgili toplumun “yiyici-tüketicilikten” uzaklaşmış olduğunu düşündürüyor ) Hitit topluluklarında, genel olarak, ateş-güneş kültünün çok kapsamlı olduğunu zaten biliyoruz. 3) Kurbanların “Yağ”ları konusu da, Musevilikteki tanrının ve ondan önceki dönem tanrılarının çok önem verdiği bir husustur. “Kandil ve mum” konusu olarak yakma ile de ilgili görünmektedir. Babil kayıtlarında, bir kızın nişanlanması olayı hala, literer olarak, “kızın başına yağ dökmek” biçiminde ifade edilmekteydi. Günümüzde ‘mum’ geleneğinin asıl olarak ateş-güneş kült geleneği olduğu hesaba katılarak ‘yağ-mum-kandil’ motiflerinin din veya mezheplerdeki izlerini takip etmek yararlı olur. 4) Kurbanın yenilip yenilmemesi, yakılması veya fırlatılıp atılması gibi hususlar, iç yamyamlık ve dış yamyamlık ile ilgili topluluğun kadın ve erkek cins ayrımına tabi olup olmadığı konusuyla da ilgilidir. Mesela bazı kurbanları-sunuları sadece erkekler yiyebiliyorsa, o toplum birimin yapısı ; kurbanlarını ortak sofrada kadın ve erkekler olarak birlikte yiyen topluluk yapılanmasından farklıydı. ‘Ortak sofra geleneği’ne sahip olan topluluklar,bize daha çok iç evlilik ilişkisini verirken,bir yanıyla da kadın-erkek ilişkilerindeki ‘demokratik’ özelliğin nedenlerini açıklar:Çünkü burada erkek ve kadın aynı toplum birimin eşit değerli üyeleri olarak ele alınır. Tükürmeyi (tövbe, istiğfar...) gerekli veya kesinlikle günah gören dini kuralların gerisinde de , eski toplumun kendi kurbanını yemesi (veya bundan vazgeçmesi ile), kendi kurbanını reddetmeden yemesi (yezidi uygulamasında ‘ tükürmek yasaktır’ motifi) uygulamalarına denk düşer. -------------------- 1) Tahta veya zaten tahta ile ilgili “Taht” motifi, ağaç türleri, asa’ların hangi ağaçtan yapılacağının önemli olması, değnek’e taparlık, bizim, bu uygulamaların kökenlerini, erken dönem tabletlerinde ‘amanos ormanları’, ‘Lübnan sedirleri’ vb. ile ilgilenmemizi gerektiriyor. Zaten ‘ağaç’, ‘meyveli ağaç’ motifinin ‘Tanrı bahçesi’nde ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Hıristiyanlıkta ‘asma ağacı’-üzüm motiflerinden; Akkad ritüellerinde özellikle farklı ağaç türlerinden bahsedilmesini, ‘yaratılış’ anlatımında ‘yeşillikler’ yaratma bağıntısında yeniden yorumlamamız gerekecek. ‘İnsan’ kavramının tek bir yorumu, tek bir tanımı, tek bir şekillenmesi olduğundan yola çıkan ilahiyatçı ve ateist uzmanlarımızın ortak yanılgılarından birisi de bu nokta ile ilgilidir. Mezopotamya’nın, şimdi ‘insan’ dediğimiz eski varlıkları, ‘ağaç-odun insan’, ‘ot insan’, ‘öküz insan’, ‘eşek insan’, ‘domuz insan’, ‘köpek insan’ ‘akrep insan’, ‘koyun insan’, ‘kemik insan’, ‘toprak insan’, ‘göksel insan’... gibi, totem ayrışma dönemi ve öncesinde, bir dizi ‘yaratık’tan oluşmuştur. Elbette bunların hepsi şimdiki insanların ataları idi ve “insan kurban” edimlerinden kurtulabilmek için, bu topluluklar kendilerine ‘fasulye’ ve ‘mercimek’, ‘öküz’ veya ‘koyun’ demeyi çok daha uygun bulmuşlardı. Eski sözcükler, bizi, örneğin Luvi ve Hurrilerin ‘fasulye insan’ ve ‘ot insan’ , ‘buğday-arpa başağı insan’ yorumlarına; domuz totemlilerin ‘humanite’yi oluşturmuş olması gerektiğine ; ‘insan-nisa tayifesi’nin ‘kemik insan’ı oluşturmuş olduğuna. vb. ulaştırmaktadır. Bu hususları ayrıca ele almak gerekecek. 2) Eski tablet yazılarında ‘Kopek’ motifinin ve kopek çeşitlerinin son derece ayrıntılı olarak ele alındığını görmüştük. Yezidilerin kopeğe dokunmaması ile Hıristiyan toplulukların, onların da bir bölümünün kopek düşkünlüğü, görülüyor ki, nedensiz değildir. “Avrupalı insanin yalnızlaşmasının neticesi” gibi modern yorumlar, tarihin bu arka yüzünü tanımadığı ölçüde, fazla değer taşıyamazlar. Köpek kurban ve bu kurbanın tüketimi, at ve inek-öküz yanı sıra, Fıransa’daki eski Cermenik topluluklar arasında da saptanmış ve genişçe ele alınmıştır. (Les Sacrifices d’animaux chez les Gaulois-Patrice Meniél,Editions France,paris 1992) 3) “İki desti”nin içinde ne olduğunu bilmiyoruz. Bu testilerin, kadehlerin, kupa’ların, sürahilerin içinde eskiden “kan” bulunduğunu incelemiştik: “Kurbanın kanı”. Hayvan kurban’ın ve sunu bitkilerin, insan kurban’ın yerini almasına da bağlı olarak, bu kupa, kadeh, testilerin içi önce kurban hayvan kanı ve bitki şırası (şarap, rakı, boğma ve şerbet olarak) almaya başlamış olmalı.Geçiş döneminde bu tür içkilere sembolik ‘kan damlatma’ uygulamaları olmuş görünüyor. Bir evlilik töreninde veya karşılıklı iki devlet yetkilisi arasındaki anlaşma imza toplantılarında içilen ‘şerbet’lerin, şampanya veya şarapların “kadehleri” bu bakımdan bizi derhal erken tarihe taşır. Bu yazılarda ‘vaftiz’ aracı olarak gördüğümüz su ise, ateşte yakılmış (sayılan) kurbanların kurtarıcısı (nehirden onların üzerlerine su serpiliyor) ve bizzat nehirde kurban etme uygulamasının kalıntısı olarak bize ulaşmıştır. “Giden birisinin ardından su dökmek” falan, hep bu tür eski uygulamalarla bağıntılı olmalıdır. -------------------- 1) “7 tanrı” motifinin burada yer almasını, ilgili metinlerin tarihleri hakkında fikrimiz olabilse, belki daha açık yorumlamak mümkün olabilirdi. Fakat “7 tanrı” motifini, Nippur’un erken döneminden itibaren tanıyoruz. 7 ve bunların yeniden kendi içlerinde ikiye ayrılmasına bağlı olarak 14’lu ilişki biçimleri, kutsal “7.gün” motiflerini kullanan bütün topluluklara sirayet etmiştir. Takvimlerin neden mutlaka ‘7 günlük haftalara’ bölünmesi gerektiğini ‘bilimsel’ olarak gerekçelendiremediğimiz ölçüde, bu haftalık düzenin eski toplumdaki ilişki tarzından kaynaklandığını var saymak zorundayız. 2) “Kurban” kanının alna sürülmesi türü uygulamalar, asıl olarak, sunucu (insan) ile sunulan (hayvan) kurban arasındaki geçişmeyi ifade eden bir kalıntı olarak da görülüyor. REVUE DE L'HlSTOlRE DES RELlGlONS ve Safa Kaçmaz'ın yazılarından derlemedir Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 22, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 22, 2009 Benzer ritüeller aslında bildiğimiz ve bilmediğimiz topluluklarda okadar çok ki..... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.