nevermore Oluşturma zamanı: Haziran 25, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Haziran 25, 2009 Vicdanımız Nasıl Çalışıyor? Acaba vicdanımız gerçekte nasıl çalışıyor? Hür müdür? Baskısız mı çalışıyor? Kendisini hiçbir etki ve baskı altında kalmadan mı ifade ediyor, yoksa kontrol altında mıdır? Yani vicdanımızın sesini duyuyor muyuz? Duyuyorsak nasıl duyuyoruz? Bütünü ile mi, yoksa süzgeçten geçirerek mi duyuyoruz? Böyle ayrıntılara girmemiz mümkündür. Bunu her insan zaman zaman yapar. Vicdan tam ağzını açmışken "sus" mu diyoruz? Galiba çoğu kez nefsimiz vicdanımızı susturuyor. Ya da vicdanımızın hükmünü nazikane bir şekilde duyuyoruz, fakat onu, o hükmü duyularımıza yorumlatıyoruz. Ve bu bazen şefkat, bazen acıma oluyor; fakat çoğu kez gayet gizli ve sinsi bir egoizma oluyor. Velhasıl vicdanı bir türlü çırılçıplak gördüğümüz vaki değil! Onu arada bir görsek, çırılçıplak olmanın ne demek olduğunu anlar ve "vicdan buymuş!" deriz. Onu bazen don-gömlek, bazen pantalon, ceket, bluz içinde, bazen şapkalı, paltolu, bazen de her tarafını kapatmış, bir çift göz şeklinde görüyoruz. Ancak vicdanı şöyle bir çıplak yakalamak lazım. Ve onu bu halde yakalayabilmemiz için çok gayret göstermemiz gerekir. VİCDAN SESİ HUZUR VERİR "Vicdanım beni rahatsız ediyor." ifadesi yanlıştır. Çünkü vicdan insanı rahatsız etmez; tam tersine huzur verir. İşe önce kavramlarda değişiklik yaparak başlamak lazım. Eğer bir kimse rahatsız oluyorsa, bilsin ki, egoizmasıyla vicdanı arasında korkunç bir mücadele vardır. Tabir caizse, egosu ya da nefsi, boyuna dayak yemektedir. Rahatsızlık bundan ileri geliyor. Yani vicdanı onu rahatsız etmiyor; egosu huzursuz, nefsi panik içindedir. Yoksa vicdani hareket insana huzur verir. Huzur duyduğumuz hareketlerde vicdani pay yüksektir. Yaptığınız işten huzur duymuyorsanız, o işi vicdanınızla yapmıyorsunuz demektir. Vicdani davranışlarda birinci ölçü budur ve bu huzur kendini gerçekten belli eder. O özel bir şeydir. Bu huzur dondurma yedikten sonra ya da kirayı ödedikten sonra duyduğunuz huzur değildir; borcu kapattıktan sonra ya da çoluğu çocuğu evlendirdikten sonra duyduğunuz huzur gibi de değildir. O gerçekten farklıdır. Sözünü ettiğimiz huzur, tamamen içten gelen, varlığımızın ta kökünden çıkan ve dışarıda eşini, emsalini göremeyeceğimiz bir huzur şeklidir; onu damağınızda ya da zihninizde bulamazsınız. Bu huzur sizin içinizi hoplatır. Bir yükselme, bir de iniş hissedersiniz. Bu ne vakit olur? Bu, sizin hiç ummadığınız zamanda yaptığınız bir hareketle olur. Yani tamamen vicdanınızın hükmü ile yaptığınız bir işin sonunda bunu mutlaka duymuşsunuzdur. Bunu duymamış insan olduğunu zannetmiyorum. Duymuştur ama anlayamamıştır. İNANÇ KÖKENLİ VİCDANİ HAREKETLER Duyularımızın verdiği vicdani hareketten başka, inançlarımızın verdiği vicdani hareket de vardır. İnançlar da insanda sanki vicdaniymiş gibi birtakım aksiyonlar meydana getirir. Bunlar "Şunu gördüğün zaman böyle, bunu gördüğün zaman böyle yapacaksın." şeklindeki emirlerdir. Ve bu emirler bir çeşit vicdan hükmü yerine geçer. Bunlar şuuraltına kadar işler ve varlık onları yapar. Yaptığı zaman da "Oh!" der. "Ben vazifemi yaptım; huzuru kalp içindeyim." Çünkü kendisine öğretilenleri yerine getirmiştir. “Bana böyle yap dediler. Ben de öyle yapıyorum. Yapma deneni yapmıyorum. O halde benim günahım yok. Ben vicdanen rahatım." der. MAKUL VİCDAN Bunların dışında bir vicdan anlayışı daha vardır. Burada başkalarının ihtiyacını vazifeten ve isteyerek karşılamak söz konusudur. Kolay iş değildir. İşte, buna "makul vicdan" denir. Örneğin bir dilenciyle karşılaştınız. Gerçekten perişan görünümde ve "Açım!" diye size yalvarıyor. Duygusal bir insanın hemen gözleri sulanır, ceplerini araştırır, parası yoksa arkadaşından alıp verir ve rahatlar. Bir de kendisini uyanık zannedenler vardır: "Boş ver, bunlara para mı verilir! Bak, televizyonda gösteriyorlar. Para verip bunları dilenciliğe mi alıştıralım!" der. Bu insan da para vermemekle ya da başka bir şey yapmakla vicdanın hükmünü yerine getirdiğini sanır. Oysa makul vicdanlı bir insan; karşısındaki insanın hangi seviyede, ne durumda olduğunu hızla tayin eden bir kimsedir. Şöyle düşünür: "Yapmam gereken en uygun hareket nedir? Ben burada insanlık vazifemi yapacağım. Ona en faydalı olanı yapmam lazım!" İşte bu makul vicdan tatbikatıdır. Belli olmaz; bazen azarlayıp kovacaksınız, bazen siz onu alıp götüreceksiniz. Dışarıdan bakan davranışınıza şaşırabilir, ama siz o adamın gerçekten buna ihtiyacı olduğunu biliyorsunuz. Sizin vicdanınızın hükmü budur. Oradaki "eşyanın hakikati" sizin için odur. Yani siz makul vicdanınız vasıtasıyla kendi gerçeğinizi tatbik edeceksiniz; size dışarıdan, duyularınız kanalıyla gelen şeyi değil... Bu çok zor olmamakla beraber, epey dikkat isteyen bir iştir. Haliniz vaktiniz yerinde olabilir. Ama dışarıda birçok insanın sizdekileri bulamadığını bilirsiniz. "Onun da bir şeye ihtiyacı vardır. Kaldı ki, dünya müşterek ve hepimiz ondan aynı şekilde yararlanmalıyız. O insanlar çok uzakta olabilir, ama ben ulaşabildiğim kadar ulaşmaya çalışmak istiyorum." diye düşünebilirsiniz. Güzel bir vicdan kıpırdanışı... Bir alaka, bir sevgi değil, ama gerçekten bir şefkat duygusu, anma duygusu teşekkül ediyor. Yani o kimse yavaş yavaş yürümeye başlamıştır. İşte bu gidiş, mantıkla, egoistik akılla kontrol edilmemelidir; tam tersine serbest bırakılmalıdır. Fakat nişan alınan noktaya gelindiğinde, orada yapılacak iş akılla ölçülmelidir. O kimseye çıkarıp cüzdanınızın içindeki bütün paraları vermek mi? Bu da bir yardım. Veya o insana bir iş bulmak; o da bir yardım. Veya o insanı hasta görmüşsünüz, oradan alıp önce bir doktora götürmüşsünüz, muayene ettirip ilacını almış, hatta hastahaneye yatırmışsınız. O da bir yardım. Görülüyor ki, rasyonelliğin, yani akılsallığın çeşitli dereceleri vardır. İşte vicdanınız sizi oraya kadar getirdi, ama ona en uygun olanı tayin etmeyi de siz aklınızla yapacaksınız. Bu makul vicdanla davranmaktır. Yani bir anlayışla, bir bilgiyle, bilerek bir şey yapmak. Sevap kazanmak için değil. Birisinin rızasını kazanmak için değil. Şan olsun diye değil. Makul vicdanlı hareket, doğrudan doğruya kendi anlayışınızla, en gerekli olan ne ise onu yapmaktır. BİZİ VİCDAN KONTROL ETMELİDİR Kim ne derse desin! Hiç önemli değildir. Hiçbir kimsenin, hiçbir kimse hakkında verdiği hüküm, hüküm değildir. Hakimin vereceği hüküm hariç. Zira siz daha önce cürüm işleyip, o hükme layık olmuşsunuz. Çünkü toplumun kendi arasında bir kontratı vardır ve bunu bozmamak için kendimize göre birtakım şartlar, kanunlar koymuşuzdur. Topluluk içinde yaşarken başka çaremiz yoktur. Eğer o kontratı bozmamışsanız, bir kimsenin bir kimseye karşı hükmü geçersizdir. Önemli olan insanın kendi hakkında verdiği hükümdür. Kendini nasıl bilir, nasıl tanırsın? Orada sen nesin? Gerçekten ne arıyorsun? Önemli olan budur. "Başkaları ne der!" diye düşünülmemelidir. Onları hiç kale almayın; kale alınmadığı zaman vicdan hamlesi yapılabilir. Başkalarını kale aldığınız sürece siz vicdanınızı kontrol edemiyorsunuz demektir. Halbuki vicdan bizi kontrol etmelidir. İdeal insan budur. İNSANI SADECE KENDİSİ KURTARABİLİR "Çağımızda dürüst insana rastlamak zor." diye şikayet ediyoruz. İşte onları vicdanı değil, nefsi kontrol ediyor. Demek ki, vicdanlar baskı ve kontrol altındadır. Biz kendimizi kontrol edemiyoruz. Fakat bilgisi verilmeden de vicdanın kontrolü mümkün değildir. Onun yollarını açmayı bilmek lazım. Vicdanın kontrol edilebilmesi için, o kontrol mekanizmasının kurulmasına yardım etmek gerekir. Bu ise bir bilgiyle olur. Söz konusu bilgiyi şimdiye kadar eski tradisyonlar (gelenekler), örf ve adetler, dinler vermeye çalışmışlardır. Ancak bu kadar verebilmişlerdir; dünyanın halini görüyorsunuz. Ne bilim, ne de din insanı kurtaracak durumda değildir. Bundan sonra insanı ancak kendisi kurtaracaktır. Bunu kesinkes ifade etmeyi vazife biliriz. Siz ancak kendi kendinizi kurtarabilirsiniz. Uğraşmak, didinmek lazım. Bu konuda pek çok şey söyleniyor; biz de bir tanesini anlatmaya çalışıyoruz. Kısaca, vicdanınız size hakim olsun. Siz egonuza hakim olun. Siz nefsi baskı altına, kontrol altına alarak, vicdana yol açacaksınız ki, vicdan size hakim olsun. Nefse "Dur bakalım; öyle değil, böyle gideceksin." diyeceksiniz. MAKUL VİCDANDAN VAZİFEYE Makul vicdan, vicdan ile vazife arasında bir köprüdür. İşin başka bir yönü bu realitedir; bu safhadır. Öyle bir duruma gelir ki, insan artık orada ne vicdanını, ne de aklını düşünür. Ne vicdanının kendini yönetmesini bekler, ne de aklınınkendisine bazı hükümler tayin etmesini bekler. Ortada bir vazife vardır; yapılması gereken, şart olan bir şey vardır. Orada ne vicdan, ne de akıl kalır. Onlara itibar edilmez. Sadece o vazife yapılır. Sonuç kesinlikle düşünülmez. Ego zaten yoktur, bitmiştir. Vicdan başlamıştır. O da bir süre amortisör vazifesini gören makule ile, yani akıllı kararlarla, rasyonalizasyonla işi götürür. Sonra vicdanı da bırakır ve artık sadece yapılması gereken vardır. Vazifeden başka bir şey yoktur. Bütün hayatını, bütün varlığını ona vakfeder. Ve onu yolundan hiçbir şey çeviremez. Zaten yolundan çevrilmek diye bir şey yoktur, çünkü zaten yolunu bulmuştur. O yoldadır. O insan bütün ömrü boyunca vazifesini yerine getirir. Hiçbir şeyi vazifesinin dışında görmez. Hayat bir vazife olur. Bütün münasebetleri vazife tarzında olur. Ve o şekilde yürür gider. VAZİFE REALİTESİ GENEL BİR REALİTE OLAMAZ Bu vazife realitesi, umumi bir realite olamaz. Vazife realitesinde olanlar ve o realiteye kaynak olanlar, hizmet edenler olmak üzere ayrılır. Çok ağır bir şeydir. Zira dünyanın koşulları buna müsait değildir. Ancak özel bir muhafaza içerisinde bulunan varlıklar bu vazifeleri götürebilirler. Yoksa vazife genel bir realite olamaz. Herkesin vazifeli olması mümkün değildir. Birisinin öküzü kesmesi, diğerinin elmayı toplaması gerekir. Dünya hayatı biri diğerine, öbürü öbürüne hizmet silsilesi içerisinde yürür. Ama bunlar herkesin kendine karşı olan vazifesidir. Vazifeli olmak ayrıdır. Evet, herkes kendi bünyesi içerisinde vazifelidir. Yani kendi kendine vazifesi vardır. Önce kendine vazifesi vardır. Kendini yetiştirmek, vicdanını geliştirmek, şuurunu geliştirmek, bilgisini geliştirmek, tekamül etmek onun vazifesidir. İnsan bunu bile beceremiyor. İnsan bugün öyle bir durumda ki, bunu dahi yapmıyor, yapamıyor. Kendini geliştirecek odakları, pınarları gördüğü halde gidip ondan su içmiyor, gidip orada elini yüzünü yıkayamıyor. Gölgesinde yatmıyor veya gidip onu okumuyor, tetkik etmiyor; zorla iteleniyor. "Yürüsene, bu sana faydalıdır." deniyor. Ama dinleyen yok! Yani bunlar nasihatla olmuyor. Şu da bir gerçek olarak yavaş yavaş ortaya çıkıyor ki, bu okulun tedrisat sistemi, artık yavaş yavaş değişmeye yüz tutmuş vaziyettedir. Hem yapısı değişmek meylindedir, hem de içinde öğretilenler değişmek meylindedir. Bakalım ne kadar zaman dayanabiliriz. Ne kadar zaman sonra neler olur? Onu da hep beraber göreceğiz. alıntı Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
dilara_ Yanıtlama zamanı: Haziran 25, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 25, 2009 never yazın çok hoş da bir de realite yerine "gerçeklik" kavramını kullansan ayrı bir hoş durcak Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 25, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 25, 2009 never yazın çok hoş da bir de realite yerine "gerçeklik" kavramını kullansan ayrı bir hoş durcak üzgünüm başlığı değiştiremiyorum artık bundan sonraki paylaşımlara Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
dilara_ Yanıtlama zamanı: Haziran 25, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 25, 2009 bir kitaptan mı alıntı bu? öyle ise kitap ismi verebilir misin? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.