schizophrana Oluşturma zamanı: Temmuz 7, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Temmuz 7, 2009 Korkuyu yaşayarak yazdı...Yazdıkları gerçekle karışıyordu... İnsanlığın bu günkü karanlığına neden olan güçleri anlattı.. Türk okurlarının birkaç meraklısı dışında hiç tanımadığı Howard Phillips Lovecraft zor da olsa birkaç paragrafa sığdırma çabasında olacağız. Dünya korku edebiyatında çok önemli bir yeri olan Lovecraft, eğer sadece bir korku romancısı veya öykücüsü olsaydı, belki sayfalarımızda yer bulamayabilirdi fakat Lovecraft yazdıklarını yaşadığını ima eden ve başka uzmanlar tarafından bu yönüyle tanımlanan biriydi. Onun romanları günümüzde çok daha pop olsa da, Stephen King veya Dean Koontz gibi büyük korku yazarlarının çıkış noktası ya da ilham kaynağı oldu. Bu kadar da değil, Lovecraft, bir çok sinema başyapıtının kaynağı olarak da, korku sinemasının vazgeçilmez kaynaklarındandı. Son aylarda perdede ve ekranda birkaç kez izlediğimiz, başrolünü Jurassic Park´ın yıldızı Sam Neill´in oynadığı "In the Mouth of Madness - Çılgınlığın Ağzında" onun 1931´de yayınlanan en etkin romanlarından biri olan "At the Mountains of Madness"den ortaya çıkan bir alıntıydı. Neyse, kimdi Lovecraft, nasıl yaşadı ama daha da önemlisi amacı neydi? Yarattığı korku evreni, çılgın bir beynin hayalleri miydi yoksa "yaşadıklarım, beni çıldırtacak, yazmak istedim ama çok azını..." dediği gibi gerçek miydi? Vücut ısısını kontrol eden adam... H. P. Lovecraft 1890 - 1937 yılları arasında yaşadı. 27 Nisan 1933 yılında dostu James Morton’a yazdığı mektupta ailesinin kör tanrı Azoth’dan geldiğini söylemişti. Annesi Susie, kız çocuğu bekliyordu ve bu nedenle Lovecraft’ı ilk yıllarında kız gibi giydirdi. Küçük Howard, 3 yaşından 6 yaşına kadar uzun sarı lülelerinden kurtulmak için annesine yalvardı ama annesi onu bir kız çocuğu gibi görmek istiyordu. Fakat, sonunda annesi isteklerinden ve baskısından vazgeçti. Çok nadir olarak çocuğuna dokunuyor ve herkese Lovecraft’ın yani kendi çocuğunun ne kadar çirkin olduğunu anlatıyordu. Babası, Winfield Lovecraft, 1898 yılında çıldırıp tahminlere göre Frengi hastalığından ölmüştü. Annesi kocasının ölümünden sonra esrarengiz ve gizemli yaratıklar görmeye başladığın iddia ediyordu. 6 yaşındayken klasik mitoloji onun için bir tutkuydu. Ağaçların ruhlarını ve Pagan tanrısı Pan’ı gördüğüne gercekten inanıyordu. İlginç bir yeteneği daha çok küçük yaşlarda geliştirmeye başlamıştı, Lovecraft sürüngenlerde veya balıklarda olduğu gibi "Poikilothermis"i yani vücud ısısının çevredeki ısıya uyum sağlamasını istediği anda başarabiliyordu. Bu garip yetenek, onun ilk normaldışı olayı oldu. Biografi yazarı L. Sprague de Camp’a göre Lovecraft’ın elini sıkmak bir cesetin elini sıkmak gibi birşeydi. Araştırmacılar Lovecraft´ın psikolojik zayıflıklarının çok olduğunu belirtiyorlar. Narinliği ve dayanıksızlığı yüzünden yüksek okul bitirememiş ve kolejlere her girişi kısa bir zaman sonra ortaya çıkan bir sinir kriziyle sona ermişti. Buna karşın kendini iyi eğitti ve ilgisini ceken bütün konularda son derece bilgiliydi. Yirmi yaşlarının ortasında kendisini dünyadan uzaklaşmasına rağmen yazı yazmayı sürdürdü, amatör gazeteciliğe kalkıştı ve gazetelerde astronomi üzerine küçük yazılar yazdı. 1917´den sonra kendini tamamen esrarengiz fantazi öyküler yazmaya verdi ve bu yazılar amatör dergilerde yayımlanıyordu. 1921’den sonra başlayan profesyonel yazı kariyeri süresinde Lovecraft 60 ya da daha fazla kısa hikaye ve kısa roman çıkarmış ve bunların çoğu “Weird Tales” dergisinde yayımlanmıştı. “The Case of Charles Dekster Ward” adlı bir roman, sayısız makaleler ve çok sayıda mektup yazmıştır. Bu mektuplar Arkham House tarafından beş cilt olarak sonradan basılacaktı. İki önemli biografisi vardır. Biri L. Sprague de Camp tarafından yazılan ve kapsamlı olduğu için beğenilen “Lovecraft-A Biography”. İkincisi de Frank Belknap Long’un “Howard Phillips Lovecraft” adlarını taşır. Bu ikinci kitap onun garip kişiliğini iyi anlatır. De Camp’ın kitabı çıktığında Lovecraft’ın hayranları onu şiddetle itham etmişlerdi. Bunun nedeni Lovecraft’ın biografide bir ırkçı olarak gösterilmesi olabilir. Avrupalılar Amerika’nın yerlilerini ilk gördüklerinde,onları yabani ve vahşi insan olarak görmekteydiler çünkü sadece kendilerini uygar kabul ediyorlardı. Lovecraft´da öyleydi ve Yahudi düşmanlığını da destekliyordu. Buna karşın tek bir evlilik yaptı, karısı Sonia Green adlı bir yahudi kızıydı. "Evrensel kötülüğün kaynakları Orion´dan geliyor..." Lovecraft´ın eserlerini korku edebiyatı olarak tanımlamaktan çok ötede sanat olarak görmek gerekir. Bilim kurgu ve fantazi yazarı Fritz Leiber’in tarifine göre Lovecraft’ın hayallerinin kozmik ölçüsünü tanımlamak için yazdıklarını Kopernik´in astronomi devrimiyle karşılaştırır. ”H. P. Lovecraft’ın rüya macerasında” Darrell Schweitzer şunları söylemektedir; “Eski batıl inançlarının içeriğini en yeni bilimsel keşiflerle bağlamasını bilen tek kişi Lovecraft’dır. Mantıklı ve mekanik bir konu kullanır ve okuyucularını uçurumun kenarına getirip sonra oradan atar.” Ama herşey bir yana Lovecraft deyince akla hemen "Cthulhu Miti" gelir. Onu korku ve gizem evreninde dünya çapında yapan Cthulhu Miti´dir. Aşağıda okuyacaklarınız bir romanın alıntısı değildir, Lovecraft´ın tanımıyla gerçek aslında böyledir ama İnsan Irkı bu gerçekten habersiz kılınmıştır. Eserin temelinde dinsel bir motif vardır, Şeytan´ın Cennet´den kovulması ve kötülüğün gücü öykünün ana fikridir. Tüm öykülerde evrensel kötülüğün kokusu duyulur, Cthulhu´nun kötülüğü benzeri yazarların yani Poe, Ambros Bierce, Arthun Machen ve Lord Dunsany gibilerinin eserlerinde işledikleri mitolojik kötülük duygusundan çok daha etkin, derin ve bulaşıcıdır. Gerek Cthulhu, gerekse de Yog-Sothoth veya Yuggoth adlarıyla tanımlanan mitolojik yaratıklar Lovecraft´ın "Eski ya da Yaşlı Tanrılar"dırlar. Büyük veya Sonsuz Boşluk´da varolurlar, kötü değildirler Orion Takımyıldızı´nda Betelgeuse yıldızı yakınında barış içindedirler, çok ender olarak harekete geçerek kötülüğün güçleriyle insan ırkı arasındaki bitimsiz savaşın arasına girerler. Kötülük güçleri genelde "Büyük Eskiler" veya "Antik Eskiler" diye tanımlanabilirler. Aslında bu kötü güçlere "Antik Büyük Çocuklar"de denebilir, tüm mitlerdeki, masallardaki ve öykülerdeki korkunç görünümlü yaratıklar onlardırlar. En güçlüsü veya büyüğü kör aptal tanrı Azatoth´dur. Bir diğeri zaman ve mekanın dışardaki oyuncusu Yog-Sothoth´, Antik Eskiler´in sözcüsü veya habercisi ise Nyarlathotep´dir. Kötülüğün kokusunu hissedebiliyor musunuz? Büyük Cthulhu, denizlerin en derin yerinde yaşar, onun üvey kardeşi Hastur konuşamaz ve gökle, yıldızlararası boşlukta dolaşır ve ağaçların efendisi kara keçi Shup-Niggurath Antik Eskiler´in sonuncusudur. Nyarlathotep, toprak ruhlarıyla, Cthulhu su ruhlarıyla, Hastur hava ruhlarıyla ilişkilidir, Shup-Niggurath ise bereketin ve çoğalmanın kaynağıdır. Ayrıca uykunun efendisi Hynops, kar adam Migo "Yeti efsanesinin ve Güney Amerika tanrılarından Quetzalcoatl´ın kaynağıdır" ve diğerleri Cthulhu Miti´nin temel öğeleridirler. Lovecraft´ın inanılmaz derecede saçma görünen öykülerine ya da özgün mitolojisine girdikçe karşınıza yavaş yavaş tuhaf ama çelişkisiz, doğadışı ama çok tanıdık gelen bir tablo çıkmaya başlar. Örneğin Eskiler´in yaşadığı yerlerin arasında Aldebaran yıldızı, Hyades Takımyıldızı gibi dünyadışı yerlerin dışında, Leng Platosu, Massachusetts, Salem, Marblehead ve Dunwich gibi yerler vardır. Ve biraz dikkat edildiğinde, tüm bu yerlerde gerçekten kötü bazı olayların Lovecraft´dan önce veya sonra yaşanmış oldukları görülür. Ama bu kötülük farklıdır, asla New York´un, San Francisco´nun veya Hong Kong´un kötülüklerine benzemez. Lovecraft´ın kötüleri veya Eskiler, bir başkadırlar onların olduğu yerde havanın bile tadı farklıdır, kötülüğü doğuştan hissedenler orada rahat edemezler... Lovecraft, mitoslarında sık sık korkunç bir kitaptan "Necronomicon"dan söz eder. Çılgın Arap Abdül El Hazred tarafından yazıldığına inanılan Necronomicon´da Eskiler anlatılır, onlar bilincin ötesindedirler, zaman zaman kendilerini göstererek mekanı ele geçirmeye kalkışırlar, amaçları tarihi ve kronolojiyi etkilemektir. Kitap, onların yöntemlerini ve ilişkilerin yollarını anlatır. MS 730´da yazılan Necronomicon, 1600´e kadar 8 kez basılmış sonra kaybolmuştur. Bugün bir kopyası British Museum´da yeraltında bir kasada saklıdır, okunması, okutulması, el sürülmesi yasaktır, çok özel konuklara uzaktan, bir camın arkasından gösterilir. Bilinen ikinci bir kopyası ise ABD´de İnnsmouth´da Miscatonic Üniversitesi´nin kasasındadır. İnananlara göre veya anlatılanlara göre El Hazred, kitabı bitirdikten sonra Memlük Sultanı Kayıtbay´a götürür ama aynı gece El Hazred´in feci bir şekilde can çekişerek ölmekte olduğu haber verilir, Çılgın Arap şekil değiştirerek ölür. Ertesi gün evi, tüm eşyaları yakılarak yok edilir. Ama Sultanın müneccimbaşısı emre rağmen kitabı saklar sonra kitap Sicilya´ya, oradan da İtalya´da Verona´ya götürülür, orada Latince´ye çevrilir. Sonrası karmaşık ve bilinmiyor ama kayıp ipucu yüzyıllar sonra Lovecraft´la ortaya çıkar. Onun yazdıkları, anlatıları Necronomicon´la aynı paraleldedir. Peki acaba Lovecraft nereden biliyordu? Yoksa korkunç kitabı eline mi geçirmişti? "Elinizi çabuk tutun, izleniyorsunuz..." Necronomicon H.P.Lovecraft tüm yaşamı boyunca tek bir amaç güttü, karanlık güçlerle savaşmak için dünyaya geldiğine inanıyordu. Sisli gecelerde tek başına sabahlara kadar sokaklarda dolaşıyor, çalışma odasının penceresinden saatlerce ayı seyrediyordu. Fakat asla bir mistik değildi, sadece mücadelesine inanıyordu, ona inananlar neden yanlız olduğunu sorduklarında hiç gülmeyen bu sessiz adam gülümsüyor; "Bana inanmazlar, bu iş o kadar ciddi ki, salt macera için heveslenip yardıma gelen biri için çok tehlikeli olabilir..." diyordu. Ama ilk önce August Derleth, kendini ona kabul ettirdi, sonra da ikisine S.Prague De Camp ve Lin Carter katıldılar. Arkadaşları artık Lovecraft´ın yanlız bırakmıyorlar ve kimsenin bilmediği garip çalışmaları geceler boyu sürdürüyorlardı. 1937 yılının yağmurlu bir Eylül sabahında, Camp´ın telefonu çaldı, Derleth telefondaydı; "Öldürdüler, onu öldürdüler, onu gerektiği gibi koruyamadık." Lovecraft karanlık bir güç tarafından öldürülmüştü, arkadaşlarına göre belli izler ve işaretler vardı ama polise göre ise garip ama normal bir ölümdü. Bu arada Londra´dan Dennis Wheatley´den yardım teklifi geldi, Whetley "Doğrunun Ekibi" adlı bir grubun başıydı, garip bir mektup yazmıştı. "Dünya düşünürleri, karanlık güçlerle olabildiğince mücadele edin, yardım size ve Terra´ya (Dünya), Orion´dan yansıyarak ve güç alarak gelecektir." diyordu. Bu noktada Necronomicon akla geliyor; Lovecraft´a göre, İşte size inanılmaz kitaptan çok küçük bir bölüm; "İnsanoğlu´nun 121 yılında bir Hyades ve Aldebaran yıldızları istenilen noktaya gelirler. Bu an çok önemli bir andır, işte isimlerini ağzımıza alamadığımız Yaşlılar´ı kapatıldıkları derin uykudan alıp dünyada onları bekleyen tahtlarına oturtmanın zamanıdır bu. Ama dikkatli olun, bu iki iyi yıldızı Hyades ve Aldebaran´ı Orion her an izlemektedir, işte bu felakettir. Elinizi çabuk tutun, adlarını söyleyemediğimiz büyüklerimizin tahtları boş kalmasın..." Bilinmeyenin sınırı, sonsuzluğu kazımaktan öte geçemez... Lovecraft, Cthulhu´nun Çağrısı´nda Necronomicon´dan özgün bir satır verir; "Ph´nglui mglw´nafh Cthulhu R´lyeh wgah´nagl fhtagn" anlamı şöyledir; "Cthulhu R´lyeh´deki evinde rüyaları bekliyor, Antik Sütünların kenti İrem´den ve "İsimsiz Kent"den Cthulhu´nun çağrısıdır bu." Lovecraft tüm öykülerinde bu temayı işler ve çağrıyı yineler. Onun rüya dünyasında anlatılanlar, günümüzün insanı için düşündürücü olmayabilir, hatta alışılmadık farklılıktadır. Aslında Yaradılış, Varoluş ve Sürelilik konularında tüm bilinen inançlara ters gelebilir oysa temelde anlatım veya üslup farkı vardır. Dikkatli olunur ve inatla incelenirse Antik Yunan, Roma ve 18.Yüzyıl İngilteresinin fantastik dünyasıyla izdüşümler ve paralellikler içindedir. Onun garip, korkunç ve unutulmaz öyküleri günümüzde de geçerlidir ve hatta yayınlandığı dönemden ötede ölümünden sonra ki otuzuncu yılda çok daha etkindir. Üstelik dünya çapında bir çok kesim için Lovecraft ve öyküleri bugün çok daha saygın ve beğenilirdir. Lovecraft’a göre esrarengiz öykülerde korkutucu olayların doğal bir biçimde çözülmesi doğru değildir, çünkü o zaman anlatı korku hikayesi olmakdan çıkar. Bu yüzden Charles B. Brown ve Ann Radcliffe gibi gotik yazarları eleştirir çünkü onlar “yaratıklarını doğal açıklamalarla yaralarlar”. Lovecroft, Matthew Gregory Lewis"The Monk-Rahip´in yazarı, 1796" hakkında, hiçbir zaman hayal yaratıklarını doğal açıklamalarla küçültmediğini söyler. Lovecraft gerçekdışı olan bir gerçekci, bir paradoksdur, korkunun efendisi olarak tanınan bu adam kendisini “ne onaylayan ne de birşeye karşı çıkan bir agnostik” olarak görmekteydi. Bu Zen’e benzeyen ne onaylama ne de karşı çıkma yaklaşımı gizemciliğin çok önemli bir parçasıdır. Lovecraft´ın kozmik yaklaşımı bir gizemciye uygundur, bunu şöyle yazar; “Bilinmeyenin sınırı sonsuzluğun ve sınırsızlığın üst tabakasını kazımaktan başka birşey yapamaz.” Uyku duvarının öte yanında... Lovecraft birçokları için mantıklıydı ama mantık dışı bir tarafı da vardı ama bu onun sanatını güçlendiriyordu. Tam bir Dr.Jekyll-Mr.Hyde tipiydi; Geceleri gizemci, gündüzleri uyanıkken mantıklı biri, gündüzleri beynini mantık yönetmekdeydi, ama o anlarda çok sıkı bastırılan bilinçaltı uçuşdaydı ve gece şovunu başlatmak için uykuya dalmasını beklemekdeydi. Lovecraft’ın gençliğinde başlayan rüyaları sıradışı bir çanlılıkdaydılar. Bir örnek olarak 1920’de Reinhardt Kleiner’e rüya gerçeklerinden söz eden bir mektup yazmıştı: “Bize yabancı gelen görünümleri zihinsel gözle görmek insana bir esrarengiz, fantazi dolu, dünyadışı bir deney veriyor.Ben bu rüyaları onları hatırlıyabildiğim yaşdan beri görmekdeyim ve herhalde öbür tarafa geçene kadar da göreceğim.”" Lovecraft’ın şaşırtıcı hafızası uyumadığı zamanların yanısıra rüyalarına ve kabuslarına kadar erişmekdeydi. Lovecraft’ın mektuplarını düzenleyen Donald Wandrei ve August Derleth´e göre o hiçbir zaman gerçek hayatta yaşadıklarınıi veya okuduğu birşeyi unutmazdı ama aynı zamanda kabuslarında gördüklerini de her zaman aklında tutuyordu. Lovecraft gerçekten olmuş bir olay gibi renklere, kokulara, tatlara, seslere ve hislere kadar rüyalarını hatırlıyordu. İşte Lovecraft´dan bir rüya anlatısı; ”Nyarlathotep bir kabusdur ve tamamen benim fantazimdir. Onun ilk paragrafını daha tam uyanmadan yazmıştım. Büyük sancıyla, kulak çınlamasıyla ve baş ağrısıyla uyanmış ve birşeyin kaybolmaması için bütün hatırladıklarımı büyük bir aceleyle yazdmıştım.” Hikaye rüyasının izini aynen takip eder ancak daha dramatikdir. 1921’de yazdığı “The Music of Erich Zann” hikayesi, Paris’de geçer. İlginç olan, hiçbir zaman orada bulunmadan bu hikayeyi nasıl yazdığıydı, sorulduğunda “Edgar Allan Poe’nun eşliği ile rüyalarımda oraya gittim” cevabını vermişti.Lovecraft’ın bazı gizemli rüyaları, yazı yazmaktan yorulup öğleden sonraları dinlenirken görüyordu. 1920 yılında yazdığı mektupda bir kaç sıradışı rüyasıını tarif edip şunu söyledi;“Çok sık böyle dalıp sürekli ileri giden sınıra geliyorum ve bu bana çok yardımcı oluyor." Kaynakları ne olursa olsun Lovecraft yazıyordu ve bazen folklörden ve mitolojiden yararlanmakdaydı. Hikayelerinde geniş bilgisi , bilhassa gizemli olaylarda kaynağı belirsiz esrarengiz bilgisi dikkat çekiyordu, bunun en iyi örneklerinden birisi Lovecraft’ın 1928’de yazdığı “Dunwhich Korkusu” adlı kısa romanında görülür; Yeni İngiltere’nin fenomeninin taş bir daire olduğu belirtirken aynı zamanda da insanların negatif değişmesini konu eder; Acılar insanların görünüşlerinde belirgindir. Traşsız ve pasaklı görünümlü insanlar arttıkça kötülük de artacaktır. Bir başka boyutun eşiğinden öteye bakış... 1931’de “Weird Tales” de yayımlanan “The Whisperer in the Darkness-Karanlığın Fısıltıları” nda kesin ipuçları bulabiliriz, hikaye bize şunu anlatmaktadır; Nepal´de yaşayan dağ ırkı Mi Go yada iğrenç Kar Adamlar Himalayalar´ın doruklarında dağların ve buzların arasında saklanmaktadırlar. Lovecraft bu canavarları Everest´in keşfi sırasında duymuştu. UFO kültüründe moda olan “Dünyadışı Karanlık Taraf" fikrini açıklayanlardan birisi İngiliz “The Wild Places” dergisinin editörü Kevin Mc Clure şu düşüncededir; “Lovecraft, UFO´lar , başka gezegenden gelenler ortada yokken, çok uzun zaman önce, dünyadışı yaratıklardan hikayelerinde bahsetmişti." Araştırmacı İan Blake bu nedenle Lovecraft’ın hayalerinin bir değeri olduğunu belirtiyor “Cthulhu Mitosu´nu anlatan hikayeler bu gün de çok değerli, çünkü bilinçaltı güçlerin bizim günlük hayatımıza zorla girişlerini gösteriyor.” Lovecraft’ın dört kitabı da o zamanki entellektuel çevrelerde konuşulmaktaydı. Günümüzde de sıradışı fenomenler entellektüel açıdan dışlanma temayülündedir ama bu aldatıcıdır çünkü entellektüel camia aslında tam anlamıyla bir tür takiyye içindedir, dışlama psikozuna her nedense kapılsa da gizli gizli doğadışı ilgisini sürdürür. Son yıllarında Lovecraft ünlü Fransız gizemcisi Jacques Bergier ile uzun süre mektuplaştı. İki muhteşem beynin birbirlerini etkilemesini Bergier şöyle özetliyordu; “Kozmik düşünceleriyle örnek gösterilen büyük şair ve paralel dünyalar teorisinin şampiyonu H. P. Lovecraft’dır.” Çağdaş gizemcilerin başında gelen San Francisco Şeytan Kilisesi´nin yöneticisi Anton Szandor LaVey´e göre, Lovecraft´ın Eskileri insanlığın yakın gelecekteki zihniyetidir, aynı zamanda da Lovecraft ruhun fiziksel ve geometrik yasalarının şaşırtıcı etkilerini tanımlama başarısını göstermiştir. Ve Kenneth Grant; büyük gizem örgütü Ordi Templi Orientis´in kurucusu ve başı diyor ki; "Eskiler, eşiğin bekçileridir ve orada boyutlararası ortak ilişki oluşur. Kısacası hem LaVey´e, hem de Grant´a göre Lovecraft bir başka boyutun eşiğinde durup öte yana bakabilen nadir insanlardan biridir. Sonuç olarak bu yazıyı okuduktan sonra, eğer okuduysanız bir kez daha, okumadıysanız hemen elde ederek Stephen King´in, Peter Strauss´un ve Dean Koontz´un bazı romanlarını okuyun, büyük usta Lovecraft´ın titreşimlerini görecek ve belki de hissetmeyi başaracaksınız. Hangileri mi? Türkiye´de yayınlanan adlarıyla King´den "O - Şeffaf - Kara Kule dizisi - Ruhlar Dükkanı - Geceyarısını Dört Geçe...", Koontz´dan "Onlar Yoktu - Soğuk Işıkla Randevu..." King ve Strauss beraberliği ile "Tılsım" Başka yok mu diyeceksiniz? Var tabii ki, hemen her çağdaş fantazya yazarında bir damla veya bir kova muhakkak Lovecraft var. Neden mi? Çünkü, eşiğin ötesini gören galiba sadece Lovecraft´di... . Ata Nirun Kaynak 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Rimmon Yanıtlama zamanı: Temmuz 7, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 7, 2009 Çok güzel bir makale daha önce okumuştum paylaşım için teşekkürler. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Nisan 22, 2010 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 22, 2010 Nyarlathotep en sevdiğim karakterdir Lovecraft, romanlarında ata tanrılardan birisi olarak adı gecer.Azathot gibi, evrendeki kaosu simgeler, bu yüzden lakabı "sürüngen kaos"tur. Ama kendisi Azathoth'un aksine, evrenin her kösesinde ayni anda kaos yaratir.Lovecraft kendisine "Nyarlathotep'in Bin Maskesi" demesi, aynı anda heryerde olusundandır. Nyarlathotep ayrıca ata tanrıların kendi aralarindaki arabulucusu ve mesajcısıdır. http://www.quantummuse.com/gallery/d/839-2/nov06_Nyarlathotep.jpg Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Nisan 22, 2010 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 22, 2010 never insan bir teşekkür eder Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Nisan 22, 2010 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 22, 2010 Ayrıca bu güzel konu için sonsuz teşekkürler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.