Jump to content

Antroposofi - Tin Bilim


nevermore

Önerilen Mesajlar

İnsan olmanın bilgeliği ya da insan olmanın bilinci olarak açıklayabileceğimiz Antroposofi, 20. yüzyılın başında Rudolf Steiner tarafından insanlığa aktarılmaya başlandı ve ölüm tarihi olan 1925’e kadar sürdü. 1862'de Avusturya'da doğan Steiner Viyana Teknik Üniversitesinde gördüğü eğitim itibariyle bir bilim adamı idi.

1900’ler öncesi sıra dışı bir eğitmen, tarihçi, yazar, filozof ve bir sanatçı olarak çalışmalarını sürdürürken, 20. yüzyılın başından itibaren Teosofik Toplumda tinsel konularda dersler vermeye başlamasıyla ‘tinsel araştırmacı’ yönünü de bunlara eklemiş oldu.

 

 

 

Steiner, kim olduğu ve ‘niyetinin’ ne olduğu belirsiz tinsel varlıklardan gelen, içeriği meçhul bilgilere ‘kanal’ olan bir medyum değildi. Kendisi en yüksek derecede bir inisiye olarak bilinçli ve berrak bir durugörü yeteneği ile ‘gerçek’ Tinsel Dünya bilgilerini Akaşa Yazıtlarından (kayıtlarından) okuyarak indirdi. Kur’an-ı Kerim ayetlerinde bu yazıtlar Levh-i Mahfuz (korunmuş levha) olarak geçer. Gerçekten de, Yüksek Tinsel Varlıklar tarafından korunmakta olan bu tinsel kayıtlara ulaşmak için tinsel dünyanın izini gerekmektedir.

 

Süregelmekte olan insan evriminde, Karanlık Çağın, (Kaliyuga’nın) 20. yüzyılın başında sona ermesiyle, tam bu zamanda, bu bilgilerin Antroposofi-Tin bilim şeklinde insanlığa aktarılması da Tinsel Dünyanın mükemmel zamanlamasına işaret etmektedir.

 

 

 

Antroposofi, Tinsel yani duyu üstü dünyaya ait konuları, değişik millet, din ve kültürden gelen her insanın normal düşünce ve mantığıyla anlayabileceği bir biçimde aktarır. Eğitimi (Waldorf Okulları), sanatı, mimariyi, tarihi, biyo-dinamik tarımı, şifayı, tiyatroyu ve yeni Öritmi (Eurythmy) dansını insanın fiziksel dünya yaşamına tinsellik kazandıracak bir biçimde ele alır.

 

 

 

Steiner ayrıca, insanın tinsel yapısına uyumlu, ‘üç yönlü düzen’ adını verdiği yeni bir sosyal düzenin temel ilkelerini de ortaya koymuştur. (Bunun hiçbir politik düşünce veya herhangi bir ‘izm’ ile ilgisi yoktur.) Steiner, politik ekonomik ve tinsel alanlarda mevcut düzene karşın daha tinsel bir düzenin yaşamda uygulanması gerektiğini vurgular ve bunun nasıl gerçekleşebileceğini anlatır.

 

 

 

Spiritüel deyince bunun tek bir kaynağı olduğunu düşünmemeliyiz. Her spiritüel/tinsel bilginin kaynağının kutsal olduğunu zannetmek bizleri yanlış kaynaklardan bilgi almaya yönlendirebilir. Tinsel dünyada hem kutsal olan Yüksek Tinsel Varlıklar, hem de kutsal olmayan, Tanrı karşısında yer alan tinsel varlıklar bulunur. Bu bakımdan spiritüel/tinsel diye karşımıza çıkan her öğretinin arkasında ‘nasıl’ bir spiritüellik olduğunu incelemek, yani ne anlamda, ne karakterde spiritüel bilgiler aktarılmaya çalışıldığını ve bunların niyetinin ne olduğunu irdelemek gerekir.

 

 

 

Kaynağı yüce ve kutsal varlıklar olan tinsel bilgilerle, kutsal’ın karşıtı olan varlıklardan kaynaklanan tinsel bilgileri mutlaka ayırt edebilmeliyiz. Antroposofi-Tinbilim bilgileri, her insanda varolan ‘Kalbin aklı’ ve ‘Aklın mantığı’ sınamasına açıktır.

 

 

 

Din ve doğma ötesi bir arınmışlık ve açıklıkla anlatılan Antroposofik bilgeliğin incelediği konulardan bazıları şunlardır;

İnsan denilen varlığın gerçek kimliği nedir?

Benlik ve kişilik nedir?

İkisinin örtüştüğü ve ayrıldığı noktalar nelerdir?

İnsanın ‘ben’ dediği şeyin yeri neresidir?

Ruh nedir?

Tin (spirit) nedir?

Ruhla aralarında ne fark vardır?

 

 

 

İnsan varlığını oluşturan unsurlar nelerdir?

İnsan ruhunu oluşturan örgenler,(tinsel unsurlar) nelerdir? İnsanda ruh ötesi bir başka gizil güç (potansiyel) var mı? Var ise, bu yönümüzü nasıl kavrayabiliriz?

İnsan ilk defa dünyada mı varolmaya başladı, yoksa oluşumunun başka ön evreleri de var mıydı?

Dünyadaki insan yaşamının ‘anlamı’ nedir?

İnsanın dünyada bir misyonu var mı?

 

 

 

Zamanın başlangıcı nedir?

Evrim diye bir şey var mı?

Varsa, bu ne anlamda bir evrimdir?

Darwin’in evrim teorisi doğru mu, yanlış mı?

İnsan primatların soyundan mı türedi, yoksa başlangıçtan beri insan soyu olarak mı gelişti?

 

 

 

Ölüm nedir?

İnsan neden ölümlü bir varlıktır?

İnsanın ölümsüz olduğu bir zaman var mıydı?

İnsan hep doğan ve ölen bir varlık olarak mı kalacak?

Bu durum bir gün değişecek mi?

Yaşayan ve ölü bir insanın fiziksel bedenleri arasında ne fark var?

Hayvanlarla insanların ölümü aynı şey mi?

İnsan bir gün ölümü aşabilecek mi?

Aşabilecekse, teknolojik tıpla mı yoksa bunu başka bir biçimde mi gerçekleştirebilecek?

Uyku ile ölüm arasındaki ilişki ve fark nedir?

İnsan ölünce ne oluyor?

Bir yere gidiyor mu?

Tamamen yok oluyor mu yoksa insandan geriye bir şey kalıyor mu?

Doğum nedir dünyaya gelmenin arkasındaki gerçek nedir?

 

 

 

Karma/yazgı nedir?

İnsanın yazgısı nasıl ve neden oluşuyor?

İnsan karma oluşturmaya ne zaman başladı?

İnsan reenkarne oluyor mu?

Yeniden bedenlenmenin bir amacı var mı?

Yazgı ile reenkarnasyonun ilişkisi nedir?

İnsan ne zamandan beri reenkarne oluyor?

Reenkarnasyon ne zamana kadar devam edecek?

İnsan ne sıklıkta reenkarne olur?

 

Hayvanlar reenkarne olurlar mı?

 

 

 

İnsanın çok yakın bir ilişki içinde yaşadığı mineraller, bitkiler ve hayvanlar alemi ile ilişkisi nedir?

Farklılaştığı noktalar nelerdir?

Ateş, hava, su, ve toprak öğelerinin gerçek anlamı nedir? Bunlar nereden kaynaklanmıştır?

İnsanla ilişkileri nedir?

Dünyada neden kötülük var?

İnsan neden bencil, hatta kötülük dolu bir varlık?

 

İnsanın arzu, tutku ve içgüdüleri nereden kaynaklanıyor? İnsanın bencil, kötü, ahlaksız, merhametsiz olmaktan kurtulması mümkün mü?

Doğasında varolan yalanı, yanlışı, bencilliği ve kötülüğü aşamamış bir insan yaşamının sonunda öz varlığından bir şeyler kaybediyor olabilir mi?

İnsanın böyle ciddi bir kaybı önlemek için yapabileceği çalışmalar nelerdir?

 

Uzakdoğu (Hint) öğretilerinde benimsenen, benlik ve düşüncenin yok edilmesi metodu, yani hint usulü bir aydınlanma (enlightenment) çağımız insanı için hala geçerli bir öğreti mi?

Bu konuda Tin Bilimin yaklaşımı nedir ve Hint öğretilerinden farklı olan noktalar nelerdir?

Uzakdoğu öğretileri insan evriminin gitmesi gereken yönü aslında engelliyor olabilir mi?

Hintlilerin Tanrısallık anlayışları neden gayrı şahsi? Yaşadığımız dünyanın neresi ‘maya’ (yanılsama)dır?

 

Efsanevi Atlantis neredeydi?

Bu dönem ne zaman başladı ve insanlığın Atlantisde elde ettiği en önemli şey neydi?

Atlantis neden yok olmak zorundaydı?

Herkesin, Atlantis’in yok olmasıyla ilgili bildiği Tevratta anlatılan hikaye nedir?

İnsanlığın ‘Tinsel Tarihinin’ önemi nedir?

 

 

 

Yahudiliğin, Hıristiyanlığın, Müslümanlığın, Budizmin, ilk çıkış noktalarının ardındaki gerçekler nelerdir.

Acaba her birinin bir din olması ötesinde ayrı bir misyonu var mıydı?

Hz.İsa’nın insanlığı kurtarmak üzere tekrar dünyaya dönmesinin arkasındaki gerçek nedir?

İncildeki sözü geçen ‘yeniden diriliş’in (resurrection) ve ‘sonsuz yaşamın’ bizlerle bir ilgisi var mı?

‘Golgota Gizemi’ nedir?

İnsanlık ve dünya için ne anlam taşır?

Dinler insanın tinsel gereksinimlerini neden artık karşılayamıyor?

 

 

 

İnsanın yaratılışında rol alan Yüksek Tinsel Dünya Varlıkları kimlerdir?

İnsanlıkla ilişkileri nedir?

Bu ilişki ne zaman ve ne biçimde gerçekleşmektedir?

İnsan ve bu Tinsel varlıkların ortak yönleri var mıdır?

Kutsal olmayan tinsel varlıklar kimlerdir?

Şeytan ve iblis kimdir?

İnsan üzerindeki amaçları nelerdir?

Kozmik bir misyonları var mıdır?

Şeytan tarafından kandırıldıktan sonra insanın cennetten ayrılmak zorunda kalmasının ardındaki gerçek nedir?

 

 

 

Bilimden kaynaklanan dünya görüşü ve teknoloji nereden kaynaklanmıştır?

Bilimin bulguları insanın varoluşunun, ve evrenin gerçeğini doğru olarak açıklayabiliyor mu?

 

 

 

Düşünce nedir?

Nereden kaynaklanır?

Düşüncenin tinsel dünya ile bir ilgisi var mı?

İnsan soyut düşüncelerini gerçek ve canlı düşüncelere nasıl dönüştürebilir?

İnsanın Yüksek Tinsel Dünyaya erişebilmesi ile düşüncenin bağlantısı nedir?

 

 

 

Tin Bilimin inceleme alanına giren yukarıdaki bazı konu başlıklarından da anlaşılabileceği gibi, bunlar hep ‘insan varlığı’ ile ilgili konulardır. Bu örneklerle ilişkili daha pek çok konu ve bunların ‘toplamının’ ortaya çıkarttığı ‘resmin anlamı’ Antroposofinin ışığında incelenir. Tin Bilim sormayı düşünebileceğimiz soruların hepsini cevaplandırdığı gibi, aklımıza gelmeyecek konu ve soruların yanıtlarını da insanın dikkatine sunar.

 

Varolusun gerceklerine ulasma arayisi icindeyken basvurdugumuz ve gercek yanitlar sunamadigi icin yardimci olamayan bazi ogretilerin aksine, Antroposofinin aktardigi bilgeligi kavramak insan ruhunda fark edilir bir donusum (metamorfoz) baslatabilir.

 

Antroposofik bir dünya anlayışı ve görüşü, insanlığın ve dünyanın giderek artan acil sorunlarının çözümüne yardımcı olabilir.

 

 

 

İnsanın karanlıktan aydınlığa gerçekten geçebilmesi, ancak ruhunda ‘kutsal’ olana yer verebilmesiyle olasıdır. İnsanın gereksinimi, ne olduğu belirsiz, uçan kaçan soyut bir tinsellik değil, bir ayağı fiziksel dünyada yere basan ve Yüksek Tinsel Dünyaya artık hizmet verebilecek bir tinsellektir. Şimdiye kadar Yüksek Tinsel Dünya insanlığın hizmetindeydi ancak, insanın artık kozmik sorumluluğunun ne olduğunu kavrayarak tinsel bir bilinçle ve özgür iradesiyle evrene bazı katkılarda bulunmasının zamanı geldi.

 

 

Tinsel Dünyaya çıkan dar ve ‘ince’ yolda Antroposofi insanlığın rehberidir. Antroposofinin çok yönlü anlatımlarının merkezinde daima ‘insan’ vardır. Deflideki Apollon tapınağında yazan ‘insan kendini bil’ cümlesinin Antroposofi ile tamamlandığı söylenebilir. Antroposofi hiçbir ayrım yapmadan bütün insanlığa ait bir bilgeliktir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Mart 2007 Avusturyalı filozof Rudolf Steiner tarafından kurulan ve ruhani bilim olarak da anılan antroposofi, ruhani fenomenleri, doğa bilimlerinin fiziki dünyayı araştırdığı ve tanımladığı kesinlik ve açıklıkta araştırmayı ve tanımlamayı hedefleyen bir girişimdir. Terimin kökleri Yunanca anthrōpos "insan" ve sophia "hikmet" sözcükleridir. Steiner yaklaşımını "bilimsel metodoloji kullanılarak yapılan ruh gözlemleri" olarak tanımlamıştır (R. Steiner: 1861-1925).

 

Bilimsel Metodoloji ise : Bir bilginin (knowledge) bilimsel olabilmesi için nesnel (objective) bilgi olması gerekir. Bunun için de önce tasvir edilmesi (betimleme: description), sonra tarif edilmesi (tanımlama: definition), akabinde ölçülmesi (measurement) ve nihayette tasnif edilmesi (sınıflama: classification) gerekir. Bu şekilde elde edilen bilginin bir "bir işe yarama potansiyeli" olması gerekir ki üzerinde çalışılmaya değsin.

 

Bu safhalardan geçmeyen bilgiler ve onların temsil ettiği varlıklar özneldir (subjective), dogmatik vasıflıdır ve bilmin tarifi ve metodolojisi dışındadırlar. Bunlar inanç, itikat veya iman konusudur; değiştirilemez, tartışılamaz çünkü aşağıda anlatacağımız şekilde sınanamazlar. Dini, metafizik ve mistik bilgiler bu özelliktedir. Bunların bilime enjeksiyonu ancak kaos yaratır.

 

Daha sonra bu bilgiden hareketle bir ön fikir (assumption: zan) üretilir; yani "zannedilir". Bu ön fikir mevcut bulgular, teoriler (theory: kuram) ve varsayımlarla mukayese edildikten sonra bir varsayım (hypothesis) ortaya atılır. Bu hipotezi test edip geçerli (valid), güvenilir (reliabl) kılabilmek için bir araştırma deseni (design) inşa edilir. Eğer bu iş için kullanacağımız gereçler (tool) geçerli ve güvenilir değilse, önce bunlar tasarlanıp geçerlilik ve güvenilirlik analizleri yapılarak kullanılabilir hâle getirilir. Önceden bu aşamalardan geçmiş araçlar mevcut ise tabii ki kullanılabilir.

 

Araştırmanın geçerliliğini ve güvenilirliğini en önemli olarak belirleyen hususlardan bir tanesi de tarafsızlık (non-biasedness) ilkesidir. Hipotezimizi sınamak istememiz, araştırmamızın veya deneyimizin tarafgir olmasını asla gerektirmez, hâttâ doğrusu olmamasıdır. Bu sebeple de, deseni hazırlarken yanlış pozitif (false positive) veya yanlış negatif (false negative) sonuçlardan bizi koruyacak bütün bulaşıklıklardan (contaminations) arınmış olmalıyızdır. Sonucu bu yönlerde etkileyebilecek bütün harici veya dahili etkileri olabildiğince asgariye düşürmemiz gerekir.

 

Daha sonra araştırma veya deney yapılır. Sonuçlar dünyaca kabûl görmüş istatistiksel analizlerden geçirilir. Bunu yaparken şuurdışı veya şuurlu tarafgirlikten kaçınmak için konuya kör (blind) bir istatistikçi tarafından da sonuçlar gözden geçirilir.

 

Yayın aşamasında, sonuçların anlamlılığı (significance), bunun derecesi ve varsayımın haklılık derecesi tartışılır. Çalışmanın kısıtlılıkları (limitations) varsa (yeterince örneklem olmaması, kaçınılmaz bulaşıklıkların muhtemel etkileri vs.) bunlar dürüstçe belirtilir.

 

Daha sonra bu yazı güvenilir ve hakemli bir dergiye gönderilir. Hakemlerden gelen eleştiriler sebebiyle gerekirse 10-15 kere gözden geçirilir (revision).

 

Sonunda da yayınlanır. Buna rağmen ciddi eleştiriler gelebilir ve teyit çalışmaları (replication studies) yapılmadıkça 1. dereceden kanıt olarak kabûl edilmez.

 

Bu na kanıta (delile) dayalı bilim (evidence based science) denir.

 

Masaru Emoto'nun suyun duadan etkilerini anlatan "çalışması" da, duanın kalb krizinden veya başka bir illetten koruyucu etkisiyle ilgili çalışmaların çoğu da bu sebeple kâzip bilim (sham science) veya yalancı bilim (pseudoscience) düzeyindedir ve itibarlı çevrelerce kaale alınmazlar. Daha çok halkı oyalayan sansasyonlar veya spektaküler oyalamalar hâlinde ortada dolanırlar.

 

Ve.... Bunca zahmetle elde edilen bilgi daha yayınlandığında eskimiştir ve yeni bilgilerce çürütülecek veya değişecektir.

 

Bu da Sir Karl Popper'ın ortaya koyduğu yanlışlanabilirlik ilkesinin (falsifaibility principle) vazgeçilmezliğinin bir göstergesidir.

 

Tabii ki bütün bunlar somut sistemlerle uğraşan doğabilimlerinde, tıpta, biyolojide, jeolojide vs. daha bir geçerlidir. Anlam sistemleriyle uğraşan teorik fizik ve matematik gibi bilimlerde işler daha da karışır ve devreye diyalektik mantık, puslu (fuzzy) mantık ve Heisenberg'in belirsizlik ilkesi girer. Kuantum araştırmalarında ise uçuş serbestçedir ama önce bütün temel bilgilere ileri derecede vakıf olmayı gerektirir.

 

Tarih bir bilim midir dersek, daima galiplerin yazdığı bilgiler yumağından bitaraf hakikati yakalamak çok zordur. Soykırım "keşifleri", çeşit çeşit icatlar göz önüne alındığında, tarih aslında ideolojidir; dolayısıyla da bilim değil bilgidir. Bu bilginin ne kadar nesnel (objective), ne kadar öznel (subjective) olduğu tam bilinemez.

 

Peki, psikiyatri bilim midir? Biyolojik, psikofarmakolojik, sinirbilimsel, deneysel psikolojiden mülhem alt dallarıyla bir bilim dalı olduğu kesindir. Buna karşılık, yanlışlanabilme ilkesine ters düşen ve varsayımlarını a priori doğru kabûl ederek sonuçları ona göre yordayan (prediction) psikanalitik ve sair teoriler bilimsel değildir; bilimselleşmek için bilimsel olan dallarla işbirliğine giderek doğru iş yapmaktadır. Klinik psikiyatri ise yanlışlanabilme ve gelişebilme ilkelerine uyduğu için bilimseldir.

 

Parsimoni İlkesi Nedir?

 

Eskiden "postüladan tasarruf kaidesi" de denen parsimoni (parsimony) ilkesi, "iki kabûl edilebilir izah varsa, en basit olanı en doğrusudur" düsturudur. Bu ilkenin güçlü yanı gereksiz ve fuzuli araştırmaları ve ayrıntıda boğulmayı önlemesi, zayıf yanı ise komorbiditeyi gözardı etmesidir.

 

Peki, Bir İnsan Hem Bir İnanca (Dini, İdeolojik veya Mistik) Sahip Olup, Hem de Bilim Adamı Olamaz mı?

 

Tabii ki olabilir. Dünyada geçmişte ve hâlde bunun pek çok örnekleri mevcuttur. Muhtemelen artarak da olacaktır. Önemli olan sapla samanı karıştırmamayı, bilim adamı kimliğiyle (scientist identity) kendini aşan kimliğini (self-transcendent identity) karıştırmamaktır. Dini-mistik ritüelik davranışlar ta hayvanlar aleminden insan türüne kadar devam eden bir süreklilik gösterirler. Kurumsallaşma ve bilinçli inanç (iman) ise Homo sapiens sapiens'te gerçekleşmiştir. İnsan türü kendini aşmaya muktedir hâttâ mahkûm olan tek türdür. Adam gibi adamlar hem ilmi hem de imanı aynı yürek ve dimağda taşıyabilirler ve asla ikisinin de mutaassıbı olmazlar.

Alıntı

nevermore tarafından düzenlendi
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bir bilim adamı, eğitmen, yazar, sanatçı ve filozof olan Rudolf Steiner 1861' de Avusturya;nın küçük bir kasabasında doğdu. 20. yüzyılın baslarına kadar, sonradan ortaya çıkacak ve çevresindekileri şaşırtacak olan ruhani yönüne ve tinsel yeteneklerine dair bir ipucu vermedi.

 

Viyana Teknik Üniversitesinde pozitif bilimler eğitimi görüp doktora yapmış olan Steiner'in bunun yani sıra edebiyat ve sanata olan yakın ilgisi yirmi üç yaşında ona incelemesi ve editörlüğünü yapması için Viyana'da 'Goethe arşivlerinin' açılmasını sağladı.

 

1900'lerin sonlarına kadar çeşitli yazılar ve incelemiş olduğu Goethe'nin çalışmalarıyla ilgili kitaplar yazdı. Ayrıca, 19. yüzyıl filozoflarının felsefi arayışlarını tamamlayıcı bir yanıt niteliğinde olan 'Özgürlüğün Felsefesi' adli kitabini da 1894 te yayımladı. Daha sonra Antroposofi kapsamındaki diğer kitapları da bunu takip etti.

 

 

Steiner 20. yüzyılın baslarına kadar, sahip olduğu tinsel yetenekleri seferber ederek tinsel bilgilerini insanlığa nasıl aktarabileceğini bulmaya çalıştı. Bunun sonucunda, insanlık tarihi boyunca bilinmesi ve aktarılması hep çok güç olan gizemleri bilimsel bir dille anlatma yöntemini geliştirmeyi basardı. Bilimsel bir öğretme yöntemi ve objektif bir biçimde sunulan bu tinsel bilgileri artık her insan sıradan akil ve mantığı ile anlayabilecekti.

 

 

Bu çalışmalarının sonucunda, 'insan olmanın bilgeliği' ve 'insan olmanın bilinci' anlamına gelen 'Antroposofi' biçimlenip ortaya çıktı. Antroposofi ayni zamanda insan ve evrene dair tinsel oluşum ve işlemleri incelediği için, aktardığı bu bilgeliği 'Tin bilim' olarak da adlandırdı.

 

R.Steiner bir medyum değildi. Bir klervoyant (duru görü yetisi sahibi) ve yüksek derecede bir inisiye idi. 1900'lerin baslarından olum tarihi olan 1925'e kadar Antroposofi-Tin bilim tanımlaması altında insanlığa aktardığı bilgelik, geçmişte gizem okullarında var olan bilgilerin sadece yeni bir biçimde sunulması değildi. Steiner duru görü yeteneğiyle Akaşa kayıtlarını (Levh-i Mahfuz) okuyarak kapsamı olağanüstü geniş ve hiç bilinmeyen yeni bilgiler indirdi.

 

Steiner'e göre, 'geleceği' acısından artık insanlığın bu bilgilere sahip olması gerekiyordu. Bunun yanı sıra, Antroposofik bilgeliğin insanlığa özellikle bu donemde verilmesi, dünyada insanlık üzerinde etkin olan 'kutsal karşıtı güçlere' karsı dengeleyici bir karşıt güç oluşturulması ihtiyacından kaynaklanmaktaydı.

 

 

Bu doğrultuda Steiner, elli kadar kitap yazdı ve yıllarca pek çok ülkeyi dolaşarak altı binin üzerinde ders ve konferans verdi. Bunların hepsi stenograflar tarafından kaydedildi ve sonradan kitap olarak yayımlandı. Kitapları Türkçe dahil pek çok dile çevrildi.

 

1900'lerin baslarında Teosofik Toplum Steiner'den, Almanya'da bir şube açmasını ve orada tinsel konularda dersler vermesini istedi. Steiner bunu gerçekleştirdi ve 1912 yılına kadar burada ders vermeye devam etti. Ancak aktardığı bilgelik,Teosofik Toplumu etkileyen Uzakdoğu öğretilerinden kaynaklanmıyordu. Steiner bastan itibaren hep Antroposofik bilgeliği aktarıyordu.

 

 

Teosofik Toplumun inançlarına ve bazı yaklaşımlarına katılmakta zorlanan Steiner, 1912 yılında kendisi gibi düşünen üyelerle birlikte Teosofik Toplumdan ayrıldı ve daha sonra onlarla beraber Antroposofik Toplumu kurdu.

 

Bugün merkezi İsviçre, Dornach'da olan Antroposofik Toplumun merkez binası aslında inşa edilmiş olan ikinci binadır. Dış ve iç mimari planları R,Steiner tarafından çizilmiş olan ve cağımızın tinsel itkilerini yansıtan ilk bina, gelecekte Nazizm olarak biçimlenecek olan görüşleri benimseyecek olanlar tarafından yakıldı.(sonradan Naziler Almanya'da Steiner'in bütün kitaplarını bireyi ve bireyselliği on plana çıkarttığı gerekçesiyle yasakladılar.)

 

Steiner, dünyaya ve evrene dair sinirsiz bilgeliğini daima insanlığın sağlığa kavuşması, sorunlarına çözüm bulunması ve ruhunun yücelmesi için yönlendirdi. Ayrıca, çok yönlü kültürel yasamın dünyadaki 'yok edici güçlere' karsı korunması ve tinsellik kazanması için eğitime (Waldorf okulları ve özürlü çocuklar için özel bir yaklaşım benimseyen bakim evleri), şifaya (Antroposofik hastane ve klinikler ve doğal ilaç yapımı için araştırma laboratuarları), tiyatroya, mimariye, tarihe, sanata ve biyo-dinamik tarım / gıda üretimine ( kimyevi gübre ve kimyevi maddeler kullanmadan tarım ve üretim) özellikle önem vermiştir. Modern devinim sanatı olan Eurythmy dansının dört yıllık eğitimini veren okullar da Steiner'in çalışmalarının bir urunudur.

 

Ölünceye kadar her alanda merkeze insani koyarak yaptığı olağanüstü çalışmaların arkasındaki ilham ve gücün kaynağını sorgulamaya başladığımızda, bu kaynağın Yüksek Tinsel Dünya olduğunu ve Steiner;in bunu bütün insanlıkla paylaşmak istediğini açıkça görebiliriz.

 

Steiner sonraları, söz konusu çalışmalarında kendisine daima destek veren Maria Steiner ile evlendi. Çocukları yoktu. Onun dileği, bizlerin tekrar Tanrı Babamızın çocukları olabilme imkanına kavuşabilmemizdi.

 

alıntı

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...