nevermore Oluşturma zamanı: Eylül 30, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Eylül 30, 2009 Anadolu toprakları üzerinde yaşayan bizler, biraz değer bilir insanlar olsak, antik tarihi Vandallar gibi yakıp yıkmaz, tarih hazinelerimiz ve bizim güvenilirliğimize emanet edilmiş kültür hazineleri olan heykellerin başlarını kırmaz, fresklerin gözlerini oymazdık diye düşünüyorum. Elbette bu bir kültür sorunudur, ama “yakıp yıkma, bize ait olamayanı tahrip etme” neden bizim kültürümüz olsun ki? Dünyanın belki en büyük heykelleri olan, Afganistan da ki yüzlerce yıllık Buddha heykellerini dinamitlerle havaya uçuran Taliban anlayışıyla, aramızda bir anlayış, bir mantalite farkı olması gerekmiyor mu? Bu farkı, İstanbul’u fethettiğinde ortaya koyarak Hıristiyan değerlerini, yapılarını, kiliselerini muhafaza eden Fatih Sultan Mehmet’ten de mi ders almadık diye sormak geliyor içimden. Şimdi gelelim ilklere… Anadolu toprakları bin yıllardır her zaman ilklerin yaşandığı topraklar olmuşlardır. Bunu ben söylemiyorum, değerli tarihçilerimiz, arkeologlarımız söylüyor. Peki çok mu zor bunca tarihi barındıran topraklardaki antik tarihi korumak? Olmasa gerek. Bakın, güzelim Anadolu toprakları hangi tarihsel ilkleri barındırıyor bağrında; 1)Tarihteki ilk yazılı antlaşma: Bilindiği üzere tarihteki ilk yazılı antlaşma olan Kadeş Antlaşması, İ.Ö. 1259–1258 yılları arasında, Anadolu uygarlıklarının temel taşı sayılabilecek Hitit kralı Mutavallis ile Mısır firavunu II. Ramses arasında yaşanan Kadeş Savaşı nın ardından imzalanmıştır. (Ana Brittanica’ya göre Kadeş savaşı II. Ramses ile Hitit kralı Mutavallis arasında yaşanmış ama antlaşma II. Ramses ile III. Hattuşili arasında gerçekleşmiştir.) Bazı tarihçiler, savaşın sona ermesinin sebebinin o gün meydana gelen güneş tutulmasından korkarak, tanrıları kızdırdığını düşünen tarafların savaşmak istememesi olduğunu söyler. Bazıları ise, tarafların eşit güçleri nedeniyle, bu savaşın sonunun gelmeyeceğini düşünmüş olduklarını ileri sürmekteler. Nedeni ne olursa olsun, antlaşmanın temel düzenlemesi bu iki ülkenin birbirinin egemenlik hakkını karşılıklı tanıması, ülkelerden birisine yönelik bir saldırı ya da tehdide karşı ötekinin ona yardım edeceği ve savaşa birlikte gireceği gerçeğidir. Kaldı ki bugün Nato Antlaşmasının 5. maddesi de aşağı yukarı aynı düzenlemeye sahiptir. Bu antlasmanin, Hitit cephesi tutanağını olusturan iki parçası, bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunmakta olup belge, pişmiş toprak üzerine “Akad” dilinde yazılmıştır. 2)Dünyanın en eski buluntu batığı, “Uluburun Batığı”: Kaş'ın kasabasının 8.5 km güneydoğusunda 1982 yılında bulunan Uluburun batığı erken tarihi, ilginç buluntuları ve taşıdığı muhteşem kargosu ile olağanüstü bir arkeoloji keşfidir. Bronz Çağına –İ.Ö. 14 yüzyıl- tarihlenen Uluburun batığının kargosu bakır, kalay ve cam külçelerden ve çeşitli ülkelerden gelen objelerden oluşur. Yaklaşık 45 metre derinlikte bulunan tekne kalıntısında arkeologları şaşırtacak zenginlikte eşyalar ve mücevherler bulunmuştur. Örneğin 150 cam külçe, Miken ve Kıbrıs orijinli çanak çömlek, Mısır ve Kenan ülkesinden mühürler, çeşitli mücevherler, Afrika’dan fildişi ile Hipopotam dişleri, şimdiye kadar eşine rastlanmamış bir kargoyu işaret eder. Şüphesiz arkeologları en çok sevindiren buluntu, Mısır Firavunu Akheneton'un karısı Nefertiti'ye ait mühürdür. Bu, kraliçenin bugüne kadar gelebilmiş tek altın mührüdür. Geminin yine çok ilginç buluntularından birisi ise antik çağlarda kullanılan yazı defteridir. Balmumu üzerine sert bir kalemle yazı yazılmasına olanak sağlayan yazı defteri “Ilyada’da” zikredilir. Geminin, Kenan ülkesinden yola çıkıp Kıbrıs'tan bakır aldığı ve Uluburun civarında şiddetli rüzgar nedeni ile karaya sürüklenip parçalandığı düşünülmektedir. Buluntular ve gemide bulunan odun ve ahşaplardaki tarihlendirme, Uluburun Gemisini, M.Ö. 14. yüzyıla hatta daha kesin olarak 1316 yılına tarihlendirmemize yardım eder. Geminin milliyeti ise hala kesin olarak tespit edilememiştir. 3)Dünyanın en eski tapınağı: 10 yıldır Şanlıurfa, Göbeklitepe de kazılar yapan arkeolog Klaus Shmidt’e göre, burada bulunan ve bazılarının üzerine akrep, tilki, akrep, akbaba figürleri kazınmış beş metre yüksekliğindeki taş sütunlar –ki bu sütunlar İ.Ö. 11.500 yılına yani neolitik çağ’a tarihlenmektedir- dünyanın insan yapısı en eski kutsal mekanı, bir başka deyişle dünyanın en eski tapınağıdır. Bu bölge, adı geçen zamanda, üzerinde barındırdığı düşünülen muhteşem bitki örtüsü ile geçen yıl Alman Der Spiegel dergisi tarafından da “Âdem ile Havva’nın yaşadığı cennet” adıyla kapak yapılmıştır. 4)Tarihteki ilk ekmek fırını: Tandır fırını da denilen tarihteki ilk ekmek fırını da, İ.Ö. 900o yıllarına tarihlenmekte olup Yassıhöyük yakınlarında bulunmuştur. Bu da aksi kanıtlanana kadar, Dünyada ilk kez bu topraklar üzerinde yaşamış insanların, 11.000 yıl önce buğday yetiştirip, bu buğdayı öğütüp ekmek pişirdikleri anlamına gelmektedir. 5)Tarihteki İlk gıda soğutucusu (buzdolabı): Pamukkale Üniversitesi tarafından yapılan araştırmalar sonucu, Denizli yakınlarındaki antik Laodikya da şarap imalathaneleri bulunduğu, ayrıca burada soğutma kuyuları açıldığı tespit edilmiştir. Bilim adamlarının ifadelerine göre bu kuyularda saklanan şaraplar, yaz kış 17 derecede kalmakta ve bu ısı derecesiyle sunulmaktaydı şarap içicilerine. İyi şarap içicileri daha iyi bilirler ama bu derece, bildiğim kadarıyla günümüzde de şarap içiminde ideal içim derecesi olarak geçiyor. Bilmem hiç merak ettiniz mi antik zamanlarda insanlar ne yer ne içer, neler pişirirlerdi diye. O günün yemekleri, günümüz yemeklerine benzer miydi acaba? Mesela bir akşam Hitit kraliçesi Puduhepa ya konuk olsanız, sizi hangi yemeklerle ağırlardı acaba? Eğer merak ediyorsanız alın size aşağıda Hitit usulü 2 yemek tarifi (Kaynak Birgit Brandau. Yemek tarifiyle ilgili Hitit aşçısının uyarıları aynen aktarılmıştır) : 1) Kraliçe Puduhepa usulü (basitleştirilmiş) koyun eti yemeği (Malzeme ve anlatım aslına uygundur) : Malzemeler; 1 kg koyun kıyması, 2 adet nardan elde edilmiş nar suyu (yanılmıyorsam orjinalinde “sevmiyorsanız çekirdeklerini koymayın” diyor !), 2 ekmek kaşığı kuru ekmek kırıntısı, 2 yumurta, çeyrek tatlı kaşığı biberiye, yeterince tuz, isteğe göre dövülmüş sarımsak. Hazırlanış: Tüm malzeme güzelce yoğrulur, uygun boyutta bir kalıba yerleştirilir, üzerine tercihe göre koyun ya da domuz yağı dilimleri konulur, önceden ısıtılmış fırında, 200 derecede yaklaşık 1 saat pişirilir, sonra servis edilir. Yanına buğday ekmeği (cevizli olabilir) ve sek kırmızı şarap yakışır. 2) Ballı “Kapı Yapısı Bayramı” Ekmeği: 400–500 gr kurutulmuş meyve (elma, armut, erik, üzüm, incir) birkaç saat beyaz şarap içinde dinlendirilerek yumuşatılır. Sonra iyice süzülür ve ince ince kıyılır. Arta kalan dinlenme suyu bir kenara alınır. Oda sıcaklığında 500 gr çavdar ve 250 gr buğday unu bir kâseye elenir ve ortasına bir çukur açılır. Çukurun içine ½ küp (20 gr) pak maya ufalanır, 1 yemek kaşığı bal ve yarım fincan ılık su ilave edip cıvık bir hamur kıvamına getirilir. Üstü kapalı bir şekilde köpürene ve kabarana kadar beklenir (10–20 dak). Yine oda sıcaklığında bir poşet sıvı ekşi hamur ilave edilir, 2 tatlı kaşığı tuz ve ¼ tatlı kaşığı anasonla ¼ tatlı kaşığı kişniş (her ikisi de öğütülmüş), hamura ilave edilir. Daha sonra ¼ ila ½ litre su (meyveleri yumuşatıldığı suyu da kullanın) katılarak katı bir hamur yoğrulur, ardından yavaş yavaş 150 gr bal ile kıyılmış kuru meyveler ilave edilir. Son halini almış hamurun üstü kapalı olarak ılık bir yerde kabarması beklenir (normal mayalı hamurdan daha uzun sürer), sonra bir kez daha yoğrulur (un elinize yapışırsa biraz daha un ilave edilir). Hazırlanan hamurdan hazırlanan 12 cm çapında ince lavaşlar, fırın kâğıdıyla kaplı tepsiye yerleştirilir ve suya batırılmış kaşığın sırtıyla üzeri düzlenir. Soyulmuş, ortadan bölünmüş bademler, lavaşların üzerine hafifçe batırılarak her ekmeğin üzerine H harfi şekli oluşturulur -ki bu Hititçe Tor yani kapı anlamına gelir-. Hazırlanan malzemenin üzerine yine az miktarda su sürülüp, önceden ısıtılmış fırında önce 5 dakika 220 derecede, sonra da 15 dakika 160 derecede pişirilir. Pişen ekmeğe kürdan batırılır, hamur kürdana yapışmamışsa ekmek pişmiş demektir. Bu ekmekler sade yendiği gibi, arası kesilip içine tereyağı, bal ya da reçel konularak da yenilebilir. Hitit Duası Tanrım, Beni yavaşlat. Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir... Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele... Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver . Sinirlerim ve kaşlarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür. Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol... Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiceğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı, güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi ögret... Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat. Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini , yaşamda hızı arttırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim... Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla. Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır... Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et. Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı olarak yükseleyim. Ve hepsinden önemlisi... Tanrım, Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET, Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR, İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL ve Beni aşkın körlüğünden, yalanlarından koruyacak DOSTLAR ver... Âmin. (Hititlere ait bir duvar yazısından alınmıştır.) Sabit SÜMER. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.