Jump to content

İnançlarda güneş ve ay kültü


nevermore

Önerilen Mesajlar

Eski çağlarda insanlar doğanın birçok öğesini kutsallaştırarak, bunlara “tanrısal” nitelikler verirlerken, güneşe öncelik ve üstünlük tanımışlardır.http://www.habercem.com.tr/imgs/0.gif

GÜNEŞ

Güneş, tüm uygarlık tarihi boyunca, insanlar için hem çok önemli ve değerli bir öğe, hem de aynı önem ve değerde bir simge olagelmiştir.

Eski çağlarda insanlar doğanın birçok öğesini kutsallaştırarak, bunlara “tanrısal” nitelikler verirlerken, güneşe öncelik ve üstünlük tanımışlardır.

Bu ilkel ve yanılgılı inançların ardında, doğanın sırlarını bilimsel yöntemlerle çözerek, bunları akıl yoluyla değerlendirmek ve gerçekleri bulmaya çalışmak vardır.

Güneşin, bilimsel olarak da açıklandığı gibi “bir denge kaynağı” olarak değerlendirilmesi, gerçekte ilk çağlardan itibaren kabullenilmiş ve aynı içerikle değişik şekillerde topluma yansıtılmaya başlanmıştır.

İlk çağ insanının güneşi “ilahi” bir güç mertebesine oturtmasına karşın, çağımız insanı bu enerji kaynağının yaşamın vazgeçilmez bir unsuru olduğu bilincine ulaşmıştır.

Dilerseniz bu dev gök cisminin, gerçekten aydınlığın, sıcaklığın, hayatın kaynağı, dünyanın yöneticisi güneşin eski çağlardan bugüne değin yapılan farklı yorumlarına doğru bir yolculuğa çıkalım,

MU UYGARLIĞI

Önce, günümüzden 25.000 yıl öncesine “MU Uygarlığı”na uzanıyoruz. Yaklaşık 12.000 yıl önce Pasifik Okyanusuna gömülen bu medeniyetten, bu güne kadar olan süreçte Güneş ve Ay çok önemli iki sembol olarak görülmektedir. Yüzyıllar öncesinden, tapınak mahzenlerinde saklı bulunan çok eski Naacal (Kutsal Kardeşler) tabletlerinin tercüme edilmesiyle, bizim uygarlığımızdan çok önce inanılmaz bir uygarlık olduğu ortaya çıkartılmıştır.

MU KOZMİK DİAGRAMI

MU’nun en önemli sembolü MU kozmik diyagramıdır. Ortadaki daire güneşin RA’nın tek tanrılığın simgesidir. Üçgen içindeki daire tanrının gözünün daima insanların üstünde olduğunun, iç içe geçmiş iki üçgen iyilik ve kötülüğün bir arada bulunduğunun simgesidir. Bu üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiyi, yani tanrıya ulaşmayı, aşağı bakan ise yeniden doğuş yasası gereği geriye dönüşü simgeler. Her iki üçgenin bir arada olduğu altı köşeli yıldız adaletin simgesidir. Ayrıca bu yıldızın köşelerinden her birisi bir erdemi simgeler, ancak bu erdemlere sahip olununca tanrıya ulaşılabilir. Altı köşeli yıldızın dışındaki çember, dünyadan başka âlemlerin de bulunduğunu, bunun dışındaki 12 fisto ise insanın uzak durması gereken 12 kötü eğilimini simgeler. İnsan ruhu diğer âlemlere geçmeden önce bu 12 kötü eğiliminden kurtulmalıdır. Aşağı doğru inen sekiz şeritli yol ise ruhun tanrıya ulaşması için tırmanması gereken aşamaların ifadesidir. Ruh en alt kademeden KAMİL insana ulaşmak zorundadır.

Naacal mabetlerinde ay, güneşin hemen yanında yer alır. Tanrının erkek sembolü Güneş, dişi sembolü ise Ay’dır.

3 sayısı ve üçgen MU’da çok önemlidir. Kendisi 3 kıtadan oluştuğu gibi, üçgen hem MU kıtasını hem de tanrının erkek ve dişi yönleri ile onlardan meydana gelen evreni simgeler.

Mısır

Mısır’da tüm tanrılık gücü güneşte toplanır. Bu RA’dır. Görünümleri sabah güneşi Kepre Güneş Osiris ve Ay İsis’sin birleşmesinden öğle güneşi Horus ve akşam güneşi Aton’ur.

XIV. yüzyılda Mısır Firavunu Amenhotep, çeşitli güneş tanrılarından “Aton”u

Seçerek tektanrıcılığı gerçekleştirmiştir. Bu “Aton Dini” olarak adlandırılmıştır.

Önceleri Aton, şahin başlı bir tanrı olarak, daha sonra alt bölümünden yayılan ışıklar bir elin parmakları gibi açılarak yükselen, kabartma bir güneş olarak temsil edilmiştir.

Aton tektanrıcılığı, eski Mısır’ın yaşamına törebilimsel, toplumsal, sanatsal alanlarda yenilikler getirmiştir. Kralın tanrılaştırdığı fiziksel anlamda bir güneş değil, onun dünyaya yaptığı bütün iyiliklerdir. Bunlar aydınlık, sıcaklık, canlılık, sevinç, mutluluk ve özgürlüktür.

Tektanrılığa geçişi ilk gerçekleştirenlerden eski Mısırlıların, mitolojik evren doğum teorileriyle yaptıkları tasarımlarına göre ise, evren ilkin sularla kaplı bir bataklık yığınıymış. Sular alçalmış ve ortaya dünya adası çıkmış. Adanın üstündeki bir yumurta çatlayıp, bir kaz çıkmış uçmuş. Bu kaz tanrı RA’ymış.

Sırasıyla tanrıları, hayvanları, bitkileri ve insanları yaratmış. Gökyüzünde yaşayan dev yılan Apofi onu kovaladığı içindir ki, RA her gün güneşi doğudan batıya taşırmış. Yılan onu sokup öldürdüğü için de geceleri kaybolur ve her sabah yeniden dirilir, aynı kovalamaca yinelenirmiş.

Mısırlılar, günün ölümsel ve canlı 2 bölümünü RA’nın ölümü ve yeniden dirilişiyle açıklamaktadır.

Aton dini antik Mısırda ilk tek tanrılı dindir. Aton dininin baş rahibi ise Amonhotep’in yeğeni Tootmosis ( Mose – Hz. Musa ) olduğu iddia edilir. Bu ayrı bir tartışma konusudur. İleriki yazılarımda ayrıca bu konu ile ilgili bir yazım gelebilir.

Hiyeroglifte “G” harfinin karşılığı olan işaret RA’yı temsil eder ve iç içe iki halka biçiminde yazılır. İçteki halka güneşi, dıştaki halka “kutsal ışık”ın kaynağını simgelemektedir. RA yaşamın, enerjinin, aydınlığın simgesi “güneş” yani tanrıdır.

Alşimi

Eski Mısır’daki Hermetik ekollerde doğmuş olduğu sanılan Alşimi tarih öncesi çağlara kadar uzanan bir bilim dalıdır. Alşiminin amacının, gizli güçler taşıdığı inancıyla nesneleri başka nesnelere, madenleri de daha yüksek değerdeki madenlere çevirmek olduğu sanılmaktadır. Alşimistler, çeşitli işlemlerle adi metalleri altın ve gümüş gibi soy metallere dönüştürmekle uğraşırlar. Simya çalışmalarında altın güneşi gümüş ise ayı simgelemektedir.

Oysa Alşiminin asıl amacı, özdeksel nitelikteki bu uğraşının görüntüsünün ardında, insanın benliğinde gizli bulunan güçleri ortaya çıkarmasını, sonra da bunları bilinçli bir yaklaşımla kavrayıp kullanmayı öğrenmesini, böylece doğanın gerçeklerine yaklaşmasını sağlamaktır.

Alşimi öğretisinin en büyük temsilcisi “Zosimos” alşimiyi kutsal bir uğraşı saymış, maddeleri cisimler (metaller) ve ruhlar (kükürt, cıva arsenik) olarak sınıflandırmıştır.”Filozof Taşı”nı canlı kabul ederek, bir insan şeklinde betimlemiştir. Erkek kükürdü, kadın cıvayı temsil etmektedir.

Alşimistlerin yöntemleri ile Hermetik Öğretilerin yakın benzerliklerinden ötürü, sonraki çağlarda alşimi Hermetik Sanat olarak da anılmaktadır.

Hermetik Öğretide, Hermes Trismegisthos’un 42 kitabından en önemlisi olan Makrokozmos Evren ile Mikrokozmos İnsan arasındaki benzerliklerin ilginç karşılaştırmalarla sergilendiği Zümrütler Tablosu’nda:

Güneş=Ateş=Erkek ve insanın sağ gözü,

Ay=Su=Kadın ve insanın sol gözü olarak temsil edilmektedir.

Yunan Mitolojisi

Yunan Mitolojisinde güneş “Helios” adını almaktadır. Helios, güçlü, kuvvetli ve yakışıklı bir delikanlı olarak canlandırılır, başı saç biçiminde ışınlarla çevrilidir. O her şeyi gören, dünyanın gözü sayılmaktadır.

Titanlar soyundan olan Helios, Olimpos’la Apollon’dan ayrı bir tanrıya da doğal bir güç yani güneşin kendisi sayılır. Kaynağını yeni Plâtonculukta bulan “Güneş Tektanrıcılığı” Zeus’la birleştirilmiş ve Zeus-Helios-Serapis adını almıştır.

Değişik çağlarda doğanın kutsallaştırılması olayı özellikle dinsel doğmalara kişisel yakınlık duyan tarihçiler tarafından yanlış yorumlanmış, bir putlaştırma olarak nitelendirilmiştir.

Hititliler

Mısırlılarla aynı devirlerde yaşayan, diğer güçlü bir kavim, Hititliler güneşe ilahi bir nitelik kazandırmışlardır. Yaşam boyunca en önemli köşelerde sakladıkları, dini törenlerde kullandıkları “Güneş Kursları”nın, bu dünyadan göç ettikten sonra da kendileri ile birlikte gömülmesi bu simgeye verilen önemi anlatmaktadır.

Altın, gümüş ve genellikle bronzdan olan değişik şekillerdeki “güneş kursları” bereketi, bolluğu, yaşamı, aydınlığı ve adaleti simgelemektedir.

Hititliler, büyük krallarına ”güneşim” diye hitap ederlerdi. Bugün hala Japon krallarına Güneşin Oğlu denilmektedir.

Türk Mitolojisi

Türklerde genel olarak güneş doğunun, ay da batının sembolüdür. Teleüt Türklerine ait bir efsanede, ay kuzeyin, güneş de güneyin sembolüydü. Bu yönleme göğün en üst katında duran gök kartalının duruşuna göre yapılmıştı. Bu kartalın sol kanadı ayı, sağ kanadı da güneşi örtüyordu.

Oğuz Destanında bütün hayat gün ve güneşle başlıyor, güneş battıktan sonra ise her şey duruyordu.

Gerek Yakut Türklerinde, gerekse Altay Yaradılış Destanında “Cennet ile hayat Ağacı” da doğu bölgelerinde bulunuyordu.

Masal ve efsanelerde güneşin dişi, ayın da erkek olarak rol aldığını görüyoruz.

Mısırdaki Türklerin menşei ile ilgili efsanede “güneş saratan burcuna girdiği sırada suyu ve toprağı ısıtmaya başlıyor. Bu sular ile balıkçılar bir mağarada toplanır ve mağara onlara ana rahmi görevini görür. Bu balıkçılardan meydana gelen Türklerin ilk atası da Ay-Ata adını alıyor.

Altay Türklerine göre ay ve güneşi yaratan tanrı Ülgen’di. Bunların oluşum efsanelerine göre, ay ve güneşin tek başına bir güçleri olmayıp, sadece tanrının verdiği ışık ve sıcaklığı yansıtan bir aynadan başka bir şey değildiler.

Diğer bir Türk Boyu olan Göktürklerde, güneşin değeri çok büyüktür. Kağan sadece siyasi ve askeri bir şef değil, aynı zamanda dinsel bir şefti. Kağan kutsal Ötügen dağında oturur, çadırın kapısı ise güneşin doğduğu yöne, saygı için doğuya açılırdı.

Kağan tahta çıkınca ileri gelen kişiler tarafından bir keçe üzerine oturtularak havaya kaldırılır ve güneşin hareketine göre doğuya açılan, olasılıkla gök simgesi gök rengindeki çadırın etrafında 9 kez güneş yönünde döndürülürdü.

9 sayısı, Hint, Çin ve Uygur kozmolojilerinde, gezegenlerin ve onların gökteki ordularının ve güneşin simgesidir.

İran’da Zerdüşt dininde, Ahuramazda, kötülük güçleriyle savaşan yüce tanrı olarak ateşin ve güneşin, sığırın ve boğanın temsilcisi olmuştur.

İran’da gelişip, Roma’da yayılan “Mithra Dini” de bir güneş dini idi. İran inançlarına göre, bir kayadan doğan “Işık Tanrı”Mithra, kozmik boğayı kurban ederek dünyayı yaratmıştır. Bütün canlı varlıklar bu boğanın kanından meydana gelmiştir. Mithra, bu dinde, güneş tanrıyla, insanlar arasında aracılık eden bir peygamber durumundadır. Gözlerin bakmaya dayanamayacağı parlaklıkta bir ateş kılığına bürünüp, karanlıkları yakacak, insanları aydınlığa ve ölümsüzlüğe kavuşturacaktır. Böylece tanrılaşacaktır.

Mevlevilikte Sema, Feleklerin, gezegenlerin, yıldızların ve dünyanın güneşin çekim kuvvetiyle hem kendi, hem de güneşin etrafında döndükleri gibi Sema bütün âlemlerin güneşi tanrı huzurunda bir devri âlemdir.

Eski Amerika yerlilerinden Maya’lar, Güneş’i baba, Ay’ı ana saymışlardır. Doğa güçlerini ve kozmik güçleri cisimleştiren bir çoktanrıcılık geliştirmişlerdir.

Ay-Tanrıça’yı, Güneş-Tanrı’nın karısı sayarlar ve ona anamız derlerdi.

Alevilikte ise simgesel olarak Ay, Hz. Ali’dir. Gün ise Muhammed’dir.

AY

Güneşten aldığı ışığı dünyaya, dolaylı olarak yansıtan bu gök cismi, eski devirlerden itibaren “tanrı ve tanrıça” olarak algılandığı için, kutsal bir nitelik kazanmıştır.

Ay tapımı, Sümer uygarlığında başlamış, Hitit uygarlığından geçerek ilk çağın bütün ülkelerine yayılmıştır.

Ayın gökyüzündeki hareketi değişik fazlar halinde olduğundan, ilk çağlardan beri, ayın hareketlerine göre eylem yapma inancı vardır. Savaşa girme, kazanıp yenilme hep bu harekete göre fal açılarak değerlendirilmiştir.

Ay ile ilgili inançların çoğu, eski Anadolu dinlerinden kalmadır. Sonralara Asya’dan Türklerle Şaman dinini benimseyen topluluklarla gelmiştir. Bunun bir kısmı Şaman, bir kısmı Hint inançlarına dayanır.

Hititlerde, ay ile ilgili birçok tören düzenlenir, adaklar sunulur, o tanrı olarak nitelendirilir. Aynı inançlar, Lidya, Frigya, Bergama, Roma, Yunan ve Fenike uluslarında da görülmüştür. Olympos tanrıları arasında ayın önemli bir yeri vardır.

Yunan Artemis’i ve Roma Diana’sı çoğu kez elinde ve saçlarının arasında bir hilal taşır. Artemis analığın belirgin özelliği olan koruyuculuk ve şefkatle özdeşleştirilir. Ayın simge olarak önemi, onun kadın yaşamını denetlediğine inanıldığı dönemin bir kalıntısı olarak da değerlendirilebilir.

Bir efsaneye göre Leto bir ay tanrıçasıydı. Kuğu şekline girerek Artemis ve Apollon’u doğurdu ve Artemis’in annesinin yerini aldı. Artemis ve Apollon ikiz kardeştiler, biri batarken diğeri çıkıyor, birbirlerini kovalıyorlardı.(Güneş ve ay)

Sümerlerde ibadetlerini Ay’ın hareketlerine göre ayarlarlardı. İslam da ki kameri takvim Sümer’den alımadır. Minare ve camilerin kubbelerinde ki HİLAL simgeseli Sümer inancında alındığı kuvvetle muhtemeldir.

Tasavvufta ay, sevgilinin yüzüdür. Mutluluğun görünüşüdür. Güzelin alnı, göğsü, yanağı Ay’dır. Barış, seviş, gönüldeşlik Ay’la yansıtılır.

Ayın bir başka özelliği de “yaşam devrelerini” simgelemesidir. Önce doğar, sonra büyür, bir süre ayakta kalır ve nihayet batar yani ölür. Ama ertesi akşam tekrar doğarak evrenin kesin kuralını kanıtlar.

Ay, sürekli yer değiştirdiğinden, “bağımsızlığı” da sembolize eder.

Ay, eski çağlardan bu yana başlıca “zaman sembollerinden biri” olmuştur. Her ay dönemi sonunda üç gün kaybolur, sanki ölmüştür. Ancak yeniden tüm parlaklığıyla ortaya çıkıverir. İlk takvimler güneşten çok, ayın hareketleri izlenerek yapılmıştır.

Gökyüzü sayfa olarak nitelendirilirse, hilal şeklindeki ay bu sayfadaki nurani bir satır, yıldızlar da noktalardır. Dolunay parlaklığı ve beyazlığı ile kâğıda benzetilmiştir. Ay kâğıdı güneş ile mühürlendiği için parlamaktadır. Utarit kâtip, kayan yıldız kalem, gökyüzü kâğıt olarak hayal edildiğinde ay da divit olur.

Güneşin şekli sabittir, her zaman vardır, uzaklaşır ama kaybolmaz. Güneş, yaratıcı esrarlı, aydınlatıcı ancak yakıcı güçtür.

Ay, bazen yaklaşır, bazen uzaklaşır, büyür, küçülür, bazen vardır, bazen kaybolur değişir, ölür, dirilir. Ay gece gezegenidir, dünyada büyüyüp küçülen şeylerin imajıdır.

KAYNAKLAR:

1. DÜNYA İNANÇLARI SÖZLÜĞÜ : Orhan Hançerlioğlu

2. SİMGELER: Necip Arıduru

3. EZOTERİK VE BATINİ DOKTRİNLER TARİHİ: Cihangir Gener

4. KAYIP KITA MU: James Churchward

5. DOĞA BİLİMLERİ TARİHİ: Osman Gürel

6. ASTROLOJİ: Suzel Fuzeau-Braesch

7. SEMBOLLER VE YORUMLARI: Mehmet Erkal

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

En temel ikilem eril-dişil olguları...Kadim sırların esası tüm Tanrıları bir ve tek müteal bir Tanrı haliene inkılap ettirmektir, görünen yüzde gezegenlere tapınmak olarak algılanan bu inançların derin sembolik anlamlar ve alegoriler içerdiğini gözardı etmek büyük bir hata olur. Güzel paylaşım never teşekkürler

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Dinler eril ve dişil kökenli, kozmik ve tabii işleyişli,ay ve güneş geleneklerine bağlı vb. pek çok hususta kategorize edilmiştir.Kuşkusuz bilge ruhban sınıfı bütün bu ayrımların ve tasniflemenin mutlak ve tek tanrıyı irdelemenin farklı yöntemleri olduğunu biliyorlardı.Lakin farklı ekollere tabi olan her okulun, her bir tapınağın farklı bir itikatı ön plana çıkartmasının sebebi, insanların mutlak olanı irdelemekte kullandıkları metod olan dini, en doğru şekilde kendi öğretileriyle kavrayabileceğine ve uygulayabileceğine olan inancıydı. M.Ö. 15.yy dolaylarından itibaren dinler kişisel hırslara ve iktidar kavgalarına alet edildi, bundan önce genel itibariyle tapınakların yegane amacı insiyelerin bilgilerinin şiirsel bir işleyişle nakledildiği bir felsefe kurabilmekti...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Çok güzel bir yazıydı. Nesneler insanoğlunda farklı duygular uyandırır... Ay şefkat dolu bir anneyken, Güneş despot bir babaydı... Despottu, çünkü dengede tutmak zorunda olduğu gezegenleri vardı...

 

 

"...Ayın bir başka özelliği de “yaşam devrelerini” simgelemesidir. Önce doğar, sonra büyür, bir süre ayakta kalır ve nihayet batar yani ölür. Ama ertesi akşam tekrar doğarak evrenin kesin kuralını kanıtlar.

Ay, sürekli yer değiştirdiğinden, “bağımsızlığı” da sembolize eder.

Ay, eski çağlardan bu yana başlıca “zaman sembollerinden biri” olmuştur. Her ay dönemi sonunda üç gün kaybolur, sanki ölmüştür. Ancak yeniden tüm parlaklığıyla ortaya çıkıverir. İlk takvimler güneşten çok, ayın hareketleri izlenerek yapılmıştır.

Gökyüzü sayfa olarak nitelendirilirse, hilal şeklindeki ay bu sayfadaki nurani bir satır, yıldızlar da noktalardır. Dolunay parlaklığı ve beyazlığı ile kâğıda benzetilmiştir. Ay kâğıdı güneş ile mühürlendiği için parlamaktadır. Utarit kâtip, kayan yıldız kalem, gökyüzü kâğıt olarak hayal edildiğinde ay da divit olur.

Güneşin şekli sabittir, her zaman vardır, uzaklaşır ama kaybolmaz. Güneş, yaratıcı esrarlı, aydınlatıcı ancak yakıcı güçtür.

Ay, bazen yaklaşır, bazen uzaklaşır, büyür, küçülür, bazen vardır, bazen kaybolur değişir, ölür, dirilir. Ay gece gezegenidir, dünyada büyüyüp küçülen şeylerin imajıdır."

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Nevermore hocam, güzel bir yazıydı ama benim okuduğum bazı kaynaklar eski dönemlerde insanların güneş diye tabir ettiği gezegenin bugün kü Satürn olduğunu söylüyor. David Icke'a göre daire içerisinde nokta olan sembol aslında Satürn'ü sembolize ediyor. Ve Satürn içinde bulunduğumuz bu frekansı yani Ay matrix'ini yaratıyor (sonra anlatacağım). Icke'a göre Satürn gezegeninin önceden halkaları yoktu. Daha sonra bir felaket meydana geldi ve Satürn belli bir frekansı yayarak biz insanları içinde bulunduğumuz sahte bir gerçekliğe hapsetti.

 

 

Icke'a göre bu dalgalar Satürn'ün halkalarıyla bağlantılı. Onun dediğine göre Satürn'ün halkalarına sürekli olarak Dünya dışı/boyutlar arası zeki varlıklar su kristalleri ekliyor ve bu eylem Satürn'ün yaydığı frekansı daha da güçlendiriyor. Bu frekans dalgası ise Ay tarafından emiliyor ve Ay bu dalgaları Dünya'ya yayıyor. Bu frekansta sıkışan biz insanlar sürekli olarak illüzyonda yaşıyoruz ve sanal bir ortamda sürekli manipüle ediliyoruz.

 

 

Buraya kadar eminim siz de zaten bir sanal ortamda, Maya'da yaşadığımızı, çevremizin illüzyon olduğunu biliyorsunuzdur. Fakat ilginçtir ki David Icke ve bazı diğer kimseler bu sanal ortamdan(onların tabiriyle matrixten) kurtulmanın yolunun Güneş'e, Satürn'e veya Ay'a saygı duymak veya tapmak değil onun yerine onların insanlığı manipüle eden, yöneten, ne yapacağını söyleyen boyutlar arası varlıkların merkezi olduğunu söylemek gerek...

 

 

İzin verirseniz şimdi asıl yazıya giriyorum. Yazacaklarım bizim kutsal sandığımızı düşündüğümüz ama aslında bizden beslenen ilahların/boyutlar arası zeki varlıkların bizi nasıl bir illüzyona hapsettiğine dair olacak. Lütfen sonuna kadar okuyun...

 

 

Öncelikle biliyoruz ki semboller ve ses, her ikisi de aynı şeyin farklı bir tezahürü. İçinde bulunduğumuz evren ışık hızıyla sınırlı ve sıradan bir insan bu duvarın dışına çıkamıyor, algılayamıyor. Bunu zaten biliyorsunuzdur ama daha fazla bilgi için bu kaynağı okuyabilirsiniz. Bir çok mitte Tanrı başlangıçtan önce sonsuzlukta bir ruhtu. İnsan ise başlangıçtan önce Tanrı'nın nefesiydi, sözüydü. İşte bu yüzden o Söz bizim içinde bulunduğumuz frekans bandı ve ışıkla yani titreşim olan sesin en yüksek bandıyla çevrili. Yani Tanrı'nın sözü insandı, kısıtlanmış, Matrix'e hapsolmuş insan...

 

 

İşte bu Tanrı Satürn diyor David Icke. Masonların Demiurge'si evrenin ulu mimarı, bir çok dinde bu evreni şekillendiren demiurge aslında yüce değil insanı belli bir frekansa hapseden, insanın enerjisini sömüren ve kendine bir de yüce sıfatını yakıştırıp insanlara kendisine hürmet etmesini isteyen bir varlık!

 

 

Konumuza dönersek semboller de bildiğimiz gibi içinde bulunduğumuz bu hologramın yani evrenin bilgi taşıyan enerji alanları ve temsil ettikleri şey ile bağlantılılar. Ve bu titreşimler yani enerji alanları en kolay göz aracılığıyla bilinçaltı ile kontakt kuruyor.

 

 

Asıl problem şu, bu sembollerin çoğu bizim Witchcraft'da, ayinlerde, ritüellerde kullandığımız semboller ve bizi temsil ettikleri şeyler ile doğrudan bağlıyorlar. Fakat(!) ne yazık ki biz bu sembolleri kullanırken onlar bizim davranışlarımızı etkiliyor, enerjimizi çekiyorlar, çünkü frekansları aynı. David Icke diyor ki "Energy flows where attention goes", yani "enerji dikkatin yoğunlaştığı yöne akar". Eğer insanları bir ritüel ile belli sembollerin temsil edildiği bir yere odaklatırsanız siz onların değil(!), o semboller sizin enerjinizi emer ve sizin de kişiliğinizi değiştirir ve kendine bağımlı hale getirir. Yani bir devlet törenin de veya dini bir ayinde insanlar odaklandıkları şey ile bir bağlantı kuruyorlar ve semboller aynı frekansı kullanarak onların enerjisini emiyorlar, enerji vermiyorlar(!). Mekke'de insanlar Kabe'ye odaklanmışken veya bir pagan ayin yaparken, bu varlıklar onları kendi frekanslarına semboller aracılığıyla kitliyorlar ve yaydıkları vibrasyonlardan besleniyorlar.

 

 

Şimdi gelelim Güneş yani aslında Satürn sembolizmine...

 

 

David Tolbert'a göre aslında Solar sistem bugün olduğu düzende değildi. Dünyanın heryerinde Atlantis gibi Mu gibi uygarlıkların batışını, çöküşünü duyuyoruz. İşte bunun asıl nedeni Solar sistemde ki aksaklıktı, çünkü o zaman Satürn bugün bulunduğu yerde değildi. Daha sonra elektromanyetik bir müdahale sonucu bulunduğu konuma getirildi ve yeniden dizayn edildi (halkalar eklendi). Asıl önemli nokta, eskiden Satürn'ün halkaları yoktu ve Dünya'ya çok daha yakındı. Tolbert'a göre semada ki en parlak ve en dominant gök cismiydi. Satürn'ün diğer adları Kara Lord, Kara Güneş[(!)( Schwarz Sonne?)], Boynuzlu Tanrı(!), Boğa(!) ve Halkaların(yüzük/halka=ring) efendisidir diye ekliyor Icke. Satürn bir göz(!) olarak ta sembolize edilir diyor Icke...

 

 

Screenshot_20180427-160050.jpg

Yukarıda gördüğünüz resim, Satürn'ün halkalarının ilk ortaya çıktığında dünyadan nasıl gözüktüğünü temsil ediyor. Fakat bu halkaların açısı gezegen hareket ettikçe değişiyor. Aşağıda ki resimlerde sırasıyla değişimden sonra ki açıları gösteriyor...( resim 1,2 ve 3) Ve daire içinde ki nokta sembolü işte bu Yeni Güneş'i sembolize ediyor.

20180427_215636.jpg

Resim 1

20180427_215650.jpg

Resim 2

20180427_215704.jpg

Resim3

 

 

(Resimler simetrik olmadığı için özür dilerim)

 

 

Fakat aralarında en önemlisi halkanın altta olduğu en yukarıda ki sembol. Çünkü bu sembol aynı zamanda Beyaz Sakallı adam(Alttaki halkalar sakal olarak sembolize ediliyor) ve Güneş Diski(!) olarakta biliniyor.

 

 

SmartSelectImage_2018-04-27-15-42-31.jpg

Güneş diski sembolü ise sizin de yazıda bahsettiğiniz gibi Mısır'da epey kullanılıyordu. Dikkat edilmesi gereken bir diğer detay ise Satürn'ün halkasının burada boynuz olarak tabir edilmesi. Zaten Satürn'ün bir diğer adı ise boğa demiştik.

SmartSelectImage_2018-04-27-15-43-11.jpg

Aynı şekilde burada da Mısır boğa tanrısı ve güneşi temsil etmekte.

SmartSelectImage_2018-04-27-15-42-41.jpg

Evet, bu sahne Yüzüklerin Efendisi'nden ve konuyu hepimizin duyduğu komplo teorilerine çevirmek istemiyorum ama ortada ki herşeyi gören göz ki bu sizin dediğiniz gibi RA MU'nun sembolü. Burda ki boynuz ve halka benzerliğine dikkatinizi çekerim. Bundan sonra da ortada ki göz klasik Reptilian teorisini açıklarken epey yardımcı olacak, o yüzden bu resmi de buraya koydum...

SmartSelectImage_2018-04-27-15-42-53.jpg

Yine Mısırda uçan bir disk. Kanatlar aslında Satürn'ün halkaları ve Disk ise güneşimiz yani Satürn.

 

 

Peki nedir Satürn ile ilgili bu kadar önemli olan? Satürn dediğim gibi içinde bulunduğumuz evreni yaratan, bizi kısıtlayan, enerjimizi kullanmamızı engelleyen ve bu matrix'e bizi esir eden frekans bandının yayın merkezi ve halkaları çoğunlukla elektromanyetik uzay gemilerinin su kristallerini eklemesiyle daha da güçleniyor.

 

 

Screenshot_20180427-152242.jpg

Evet yukarıda gördüğünüz bu fotoğrafta bir uzay mekiği Satürn'e yanaşıyor ve halkalarını elektromanyetik bir şekilde etkiliyor ve yeniden düzenliyor.

Screenshot_20180427-152249.jpg

Evet yine başka bir fotoğraf Hubble teleskopu tarafından çekilmiş fakat NASA bu fotoğrafı resmi olarak yayınlamamış. Bu fotoğrafları yayınlayan ise eski bir NASA çalışanı Norman Bergrun.

 

 

Screenshot_20180427-152340.jpg

Evet yine Norman Bergrun'un yayınladığı başka bir fotoğraf. Bergrun "The Saturn Myth" kitabında Satürn'ün halkalarının 100 milyon yıllık olması gerektiğini söylüyor ama Bergrun NASA tarafından paylaşılmayan başka görüntüler olduğunu da söylüyor. Hem yukarıda ki fotoğraflarda hem de başka fotoğraflarda Satürn'ün halkalarının genişlediğine(!) dikkat çeken Bergrun Voyager 1'in 1980'de ki geçişi esnasında alınan fotoğraf ile Cassini uydusunun 2004'te aldığı fotoğrafı karşılaştırıyor. Ve Satürn'ün halkalarının bu kadar kısa bir süre içerisinde çok değiştiğini söylüyor. Ve Icke ise bu değişimin hala daha sürdüğünü iddia ediyor.

 

 

Peki insanlar neden tarih boyunca Satürn'e tapıyor ve adaklar sunuyor?

 

 

Bazı kültler daha da ileri gidip Güneş tanrılarına kurbanlar veriyorlar, Hatta bazı Latin Amerika ve ortadoğu halkları çocuklarını kurban ediyorlardı. Örneğin Mezopotamya'da insanlar Boğa(!) ile sembolize edilen kafasında güneş diski(!) taşıyan Güneş(Satürn) tanrısı Moloch'a çocuklarını kurban ediyorlardı. Ama neden?

 

 

Çünkü Satürn aslında bu varlıkların merkez üssü ve bu varlıklar insanların düşük seviyeli enerjileri ile besleniyorlar, bizim düşük vibrasyonel enerji dalgalarımız (acı, üzüntü, korku vs.) onların besin kaynağı ve bu yüzden savaşlar oluyor, dünya hiç olmadığı kadar çıldırıyor çünkü Satürn'ün halkaları sürekli çoğalıyor...

 

 

Ne yazık ki birçok kişi, masonlar, satanistler ve Icke'a göre paganlar (lütfen yanlış anlamayın ama bu yazıyı zaten pagan kelimesini duyduğum için yazıyorum) bunun farkında değiller. Satürn bizi bu boyuta koyan, neredeyse sahip olduğumuz herşeyi alan, bizi sürekli manipüle eden tanrı. Ve birçok insan hala ona ve Ay'a saygı duyuyor, yakarıyor. Oysa bu bizden yüzlerce dolarımızı alan devletin yakarış, şükran ve tapımlardan sonra ve elbette semboller ile enerjimizi emmesinin karşılığı olarak paramızın birazını geri vermesi gibi bir durum diyor Icke.

 

 

Evet doğru, bu gezegenler ritüeller aracılığıyla bize güçler verebilir ama bizi bu güçlere mecbur kılan Matrix'i yaratan da onlar. Zaten bizi bu duruma getirenler yine onlar ve aldıklarının bir kısmını ancak hürmet karşılığı veriyorlar...

 

 

SmartSelectImage_2018-04-27-15-45-37.jpg

Satürn zaman ve uzayın yani maddenin tanrısı, bizi bu boyutta esir tutuyor ve buna rağmen Kabalistik hayat ağacında yüksek mertebelerde temsil ediliyor, birçok gelenektede kendisine hürmet ediliyor. Kendisine hürmet edildikçe güçleniyor, daha doğrusu bu varlıklar belli sembollerle bizim yaptığımız ritüellerde kontakt kurup, enerjimizi emiyorlar ve çok azını ritüelde yer alan halka değil düzenleyenlere güç olarak geri veriyorlar. Tabi asıl güç yine onların oluyor.

SmartSelectImage_2018-04-27-15-45-49.jpg

Satürn biz insan DNA'sını kısıtlayan ve bizi bu boyuta hapseden elektromanyetik dalgalar yayıyor. Bu yüzden insan DNA'sının 98%'i bilim adamları tarafından çöp olarak nitelendiriliyor, çünkü DNA'mız sadece bu boyutta değil diğel boyutlarda da bizim varolmamız için gereken tüm yazılıma sahip. Ne yazık ki hayvanların bile, örneğin kediler, algıladıkları frekansları biz Satürn halkalarının yaydığı ses yani dalgadan dolayı algılayamıyoruz. Çünkü Tanrı Satürn bizi bu simülasyona sadece kendisine ve altındaki Archon'lara besin olalım diye hapsetti.

 

 

SmartSelectImage_2018-04-27-15-46-33.jpg

Bu arada çok enteresandır ki NASA'nın uydularından biri Satürn'ün frekansını yakalıyor ve bunu sese dönüştürüyor(elbette uzayda ses yok). Ve bu sesi Saymetik (bu bilim dalı ses dalgalarını bazı partiküllere bir platformda vererek şekil yaratma olarak tanımlanabilir) olarak yani ses ile yaratılan şekillere dönüştürdüğümüzde neredeyse yukarıdaki sembolü elde ediyoruz yani daire içinde nokta, gerçek güneş!

Screenshot_20180427-150656.jpg

Paganizm ve Satanizm kesinlikle aynı şey değil biliyoruma ama Müslümanların, Satanistlerin ve Paganların(!) ayinlerinde koç kurban etmelerinin bir nedeni de koçun Satürn'ün temsili bir hayvanı olması. Icke'a göre ne yazık ki biz bu sembole veya Archon'a Pan diyoruz ve ona tanrılık atfediyoruz ve bazılarımız ona hürmet ediyoruz. Oysa ki o bizi bu evrene veya illüzyona hapseden varlığın bir hizmetkarı veya tezahürü...

SmartSelectImage_2018-04-27-15-45-15.jpg

Icke'a göre ayrıca bu varlık, yani Satürn, Demiurge veya evrenin ulu mimarı gerçek anlamda hiç birşey yaratamıyor ama onun yerine yaratılanı çarpıtıyor. Çarpıttığı için evrenimiz yani bizim içinde hapsolduğumuz frekans bandı sürekli daha kötü yani daha doğal olmayan, yapay, bir hal alıyor. Çünkü Archon'lar devamlı olarak kendilerini bizle besleyebilmek için bu boyutu sürekli güncelliyorlar. Yeni illüzyonlar yaratıyorlar...

SmartSelectImage_2018-04-27-15-48-04.jpg

Eski ahitte, İncilde, ve daha birçok gelenekte, örneğin babil tabletleri gibi, sürekli Tanrı ışık olsun diyor. Evet bunu diyen Tanrı sanki iyi birşey yapmış gibi birde biz insanlar tarafından ister tektanrılı ister çoktanrılı dinlerde büyük hayranlık ve hürmet görüyor. Oysa ki Icke bunun sonun başlangıcı olduğunu söylüyor. Ona göre Tanrı ışık olsun dedi ve ve bu tanrı yani Satürn/Demiurge ışığı yaratarak bizi bu frekans aralığına kısıtladı. Yani aslında Tanrı ışığı yaratarak hapsolduğumuz bu evrenin limitlerini, bu boyutun sınırlarını çizdi ve fizik yasalarının da dediği gibi bu frekansta olduğumuz için hiç bir şekilde buradan dışarı çıkamıyoruz....

SmartSelectImage_2018-04-27-15-48-15.jpg

Evet yine Icke'ın dediği gibi. Işık yaratıldığından beri ve bizde onu yaratanı, Demiurge'yi yüceltip onun adına ritüeller yaptığımız boyunca gerçek anlamda tam olarak veya ölmeden bu boyuttan kurtulamayacağız. Çünkü ışık hızı, Matrix'in duvarıdır.

SmartSelectImage_2018-04-27-15-48-27.jpg

Biliyorum internette zaten abuk subuk bir sürü komplo teorisi var ama Matrix filminin bu sahnesinde işte bu beyaz sakallı adamın aslında Demiurge'yi yani Satürn'ü sembolize ettiğini söylüor Icke. Bu adam filmde kendini Matrix'in mimarı olarak tanımlıyor. Aynı şekilde bir çok örgüt, masonlar gibi, mutlak Tanrı'ya evrenin ulu mimarı gibi isimler veriyorlar, oysa ki bu mimar onları limitleyen hapishanenin mimarı ve yine Icke'a göre Archon'lar da bu sistemi denetlemekle yükümlü, bir nevi gardiyan gibi....

 

 

Zaten Satürn'ün diğer adı Kronos zaman Tanrısı ve Satürn'ün sihirli karelerinin toplamıda bize 15 değerini yani numerolojik olarak 6 sayısını veriyor ve 6'da sizin bildiği gibi Küp ve altıgen sembolü yani zamanı temsil ediyor, bizi kısıtlayan gücü, maddeyi yaratan zamanı...

 

 

Peki tamam, Satürn insanoğlunun kozmik potansiyelini kısıtlayan ve onu zeka ve ruh potansiyelinin çok altında kalmasını sağlayan bir vibrasyon yayıyor. Peki Ay ne yapıyor???

 

 

Zaten Ay kültü özellikle bu sitede bilindiği üzere meşhur ve bu yüzden sanırım örnek vermeye gerek yok. Ama Ay ile ilgili sadece şu bilgiler bile şoke edici;

 

 

Ay Dünya'dan 400 kat daha küçük ve Dünya'dan 400 kat daha uzakta. Ayrıca bizim açımızdan bakınca Ay Güneş'in üstünü tam örtecek boyutta. Ayrıca Dünya'nın Ay'dan hızlı döndüğü zamanların sayısı da 400.

 

 

Daha fazla bilgi için şu kitabı okumanızı tavsiye ederim, Türkçe'si "Ay'ı kimler yaptı?".

SmartSelectImage_2018-04-27-15-47-28.jpg

 

 

Icke'a göre Ay uzaylıların, daha doğrusu sürüngenler dediğimiz varlıkların uzay gemisi. Biz Dünya'dan Ay tanrıçası, Diana veya Ay'ın hanımı diye ona hürmet ederken, o aslında bizim enerjimizi çeken ve Satürn'ün yaydığı yayını Dünya'yanın çevresinde dönerek sürekli bizi manipüle eden asıl güç. Bu arada Ay'ın diğer gezegenlerin uydularına göre bir hayli büyük olduğunu ve bir o kadar da hafif olduğunu belirteyim.

 

 

Evet uçuk gelebilir ama Ay bir uzay gemisi ve sürekli olarak bize Satürn'den aldığı frekansı yayınlıyor...

SmartSelectImage_2018-04-27-15-47-45.jpg

 

 

Ay'ın uzay gemisi olduğuna dair kanıtlar ise bitmek bilmiyor...

 

 

Kasım 1969'da NASA Ay'a Lunar görev için kapsül yolladığında, kapsül Ay'a 1 ton TNT'ye eşdeğer güçte çarpmıştı ve NASA çalışanları Ay'ın tıpkı içi boş bir çan gibi hiç beklenmedik bir olay olarak tam 30 dakika(!) çınladığını söylüyor. Ayrıca bir çok astronom Ay'ın yüzeyinde ki kraterlerin çapına göre çok az derin olduğunu belirtiyor ve açıklayamıyor. Icke'a göre bunun nedeni Ay'ın dış katmanının sağlam doğal bir maddeden olmaması ve bu yüzden hiç bir meteor o katmanı delip daha derine inemiyor.

 

 

MIT çalışanı Dr. Sean C. Solomon ayın delikli (hollow) olduğunu söylüyor ve bunun Ay'ın yerçekimini etkilediğini öne sürüyor. Onun dışında iki Sovyet uzay bilimcisi Mikhail Vasin ve Alexander Scherbakov 1970'te Ay'ın uzaylı zekasının ürünü olduğuna dair çok kapsamlı bir kitap yazdı. Resmi birçok kaynağa göre Ay'ın yüzeyinde Uranyum 236 ve Neptunium 237 var, ve bu elementler asla doğal olarak bulunamaz diye ekliyorlar. Ayrıca Neptuniyum 237 bugün nükleer reaktörlerin ve plütonyumun yan ürünü olarak ortaya çıkıyor...

 

 

Ayrıca şu an adını hatırlayamadığım bir başka NASA çalışanı Ay'ın kayalarının olması gerekenden 10 kat daha fazla titanyum içerdiğini söylüyor ki bu element süpersonik jetlerde, uzay mekiklerinde ve deniz altılarında kullanılıyor... Ayrıca Ay'ın metalleri, ısı kondaktörü olarak çok zayıf ki bu da ısının içeride kalmasını sağlıyormuş. Ve bunlar gibi bir sürü Türkçe bilgi ve kitap var.

 

 

Dr, D. L. Anderson. California İnstitue of Technology, diyor ki "Ay'ın içi dışına çıkmış". Ayrıca başka bir araştırmacı Ay'ın olması gerektiğinden daha büyük, daha yaşlı, daha hafif ve yörüngesinin açıklanamaz bir şekilde mükemmel bir dizayna sahip olduğunu söylüyor. Tabi Ay için uzay gemisi diyenlerin sayısıda hayli fazla....

 

 

Şimdi Ay'ın görevine gelelim. Ay Güneş'ten aldığı ışığı yansıttığı gibi aslında Satürn'den gelen düşük frekansıda doğruca Dünya'ya yoluyor ve tam anlamıyla bir amplifikatör görevi görüyor. Siz Nevermore bu yazınızda Ay'ın dişi prensip olarak eril prensip Güneş'ten aldığı ışığı yansıttığını söylemiştiniz, evet bu doğru. Ay Güneş'i yansıttığı gibi aslında Satürn'ün emisyonlarınıda bize elekromanyetik olarak yansıtıyor.

 

 

Ve Icke'a göre bir çok kadim kültürün Tanrı veya Tanrıça diye benimsediği ve hürmet edip saygı gösterdiği Ay aslında bizi gerçeklerden, dış realiteden soyutlayan bir kalkan.

SmartSelectImage_2018-04-27-15-45-27.jpg

Görünen ışığın ötesinde ki kodlar Ay tarafından gerçek anlamda hackleniyor ve yeniden kodlanıyor. Biz ise bu kodları içinde bulunduğumuz frekansın titreşimlerine bağlı olarak farklı ve eksik algılıyoruz...

 

 

SONUÇ OLARAK dış Dünya'dan, boyutlar arası veya değil, varlıklar Satürn'ü çok büyük bir gezegen olduğu için değiştiremiyor ve onun yerine ona halkalar ekliyor. Bu sayede Satürn'ün yaydığı frekans hem limitleniyor hem de dalgaboyu güçleniyor. Sürüngen ırk diye tabir edilen bu ırk bunu su kristallerini kullanarak yapıyor. Bu değişim doğal olmadığı için Dünya'da büyük çaplı olaylar tetikleniyor.

 

 

Bu olaylar bitince çökmüş olan büyük uygarlıkların insanları daha toparlanamadan sahte bir simülasyona maruz kalıyorlar ve bunu Sürüngenler dediğimiz ırk Ay ile başarıyor. Bazı yazarlar Ay'ın antik bir uzay gemisi veya Nuh'un gemisi olduğunu söylüyor. Icke ise Ay'ın baştan beri Satürn'ün emisyonlarını emip bize doğrulttuğunu, bu yüzden uzaylıların Ay'ı mükemmel bir şekilde tasarlayıp yıllarca arkasını göremeyeceğimiz bir yörüngeye getiriyorlar. Arkasında bu varlıklar istediği gibi çalışabiliyorlar bu şekilde.

 

 

Screenshot_20180427-152717.jpg

Fotoğrafta görüldüğü gibi Ay'ın kraterleri genişliğine göre hiç te derin değil...

Screenshot_20180427-152711.jpg

Ay'ın arka yüzünde çekilmiş, hiç doğal olmayan enerji patlamaları...

Screenshot_20180427-152704.jpg

Yine sanırsam Ay'ın arka yüzeyinde bir uzay gemisi...

 

 

Kısacası Nevermore'un ve birçok Pagan'nın, Alşimist'in,Hermesçi'nin kısacası pek çok kişinin dediği gibi eril Güneş enerjisini dişil Ay üzerinden bize yansıtıyor. Fakat işte Icke'a göre bunu bize hayat vermek için değil tam tersine bizi sınırlandırmak ve tutsak etmek için yapıyorlar. Zaten Güneş bize bu sanal hayatlarımızda ısı ve ışık veren Güneş değil, Satürn, yani ışığı, zamanı ve bu hapishaneyi yaratan, bizi ışık hızıyla sınırlandıran yayın merkezi...

 

 

Icke'a göre pek kişi bu durumu yanlış anlıyor, bizi kısıtlandıranı ilah olarak tanımlıyor insanlar ve hala ondan medet umuyor. Bildiğimiz gibi bazı tradisyonlarda bu ilahlara tapmak, adak sunmak zorunlu ve kabul etmeyen ne yazık ki acı çekiyor ve öldürülüyor. Oysa onlara adak sunup, kurban vereceğimize, çocuklarımızı öldüreceğimize onlara bir şey vermesek, ritüellerimizi onlar için düzenlemesek, onlar bizden aldıklarının çok azını bize vermek yerine kontrolü kaybedecekler ve bu matrix, bu illüzyon sona erecek... Yani Ay'ın veya Güneş'in ilahi olan herhangi bir durumu yok aksine zeka ürünü bir makine o, ve aslında onlar bir simülasyonda olan bizler tarafından öyleymiş gibi algılanıyorlar, gerçekte bu benim bazı insanları bir oyuna hapsedip istediğim şeyleri onlardan alıp vermeme benziyor. Bu durumda ben ilahi değil zeki bir varlığım ama oyundaki bilinçler o ortamda hapsolduğu için benim ilahi olduğumu sanıp olayları bu şekilde açıklıyorlar...

 

 

Siz Nevermore, Sirius, Hektor, Aurora, Boynuzsuz Geyikler başta olmak üzere herkese soruyorum, siz bu görüşler hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben de kişisel ve spiritüel gelişimimi tamamlamak isteyen biriyim ve bunu sizleri eleştirmek için değil, inanın(!) doğru yolu bulmak ve en uygun sistemi öğrenmek için yazdım... Dilerim kalbinizi kırmamışımdır ve inançlarınızı sarsmamışımdır ama lütfen bana da istekli birisi olarak kendimi geliştirebileceğim bir sistem önerin, dediklerim deli saçması gibi olabilir ama lütfen uzunca bana neden yanıldığımı izah edin, lütfen(!)... Umarım Icke yanılıyordur ve ben de kendinden emin bir Pagan olarak sizler gibi Okültizm'e girebilirim ... Bu şekilde gönlüm rahat bir şekilde Witchcraft'da, Hermetizm'de ve diğer ekollerde ilerleyebilirim... Yaşım daha 19, çok gencim ve bu yola şimdiden girmek istiyorum, yanlış yollara girmek istemiyorum, geleceğim pek bi parlak olsun diye:derisive::derisive:...

 

 

BU UZUN YAZIYI OKUYUP, CEVAP VERDİĞİNİZ İÇİN ŞİMDİDEN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM :no::no:

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Komplo teorileri her zaman popülerdir. Her bir teori de kendisininkine benzeyen teorileri delil olarak sunar. Enerjinin ne olduğunu az çok deneyimlemiş insanlar için bunlar palavra kalıyor. Bu teoriler paranoyadan beslenirler ve belirli bir kitle tarafından her zaman kabul görürler ama ne hikmetse kimse bu teorilerin varlığından emin olamaz. Neyse, sonuç olarak bu teoride de bir çok “pratik” eksikliği var. Herhangi bir inanca inanıyorsan inanıyorsundur, inanmıyorsan da inanmak zorunda değilsindir. İyi Pagan, kötü Pagan falan bu bilgiler illüzyondur. Ben her zaman bu gibi teorilere karşı şu soruyu sormanı tavsiye ederim, “Madem evrensel bir sistem üzerinde böyle büyük teknoloji ve etki sahibi varlıklar var, o halde neden sistemi bozmaya çalışan bu mikrobu bir çırpıda yok etmiyorlar?” Bu soruyu ve cevapları iyi irdelemek gerekiyor.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

David Icke göre ay yapay olarak oluşturulmuş bir uydudur ve bunu yapanlar aydaki yer altındaki üsleri aracılığıyla dünyaya gerçekliği belli bir seviyede algılmaya yarayan yayın yapmakatalar buna ay matrixi diyor aslında bu yayın güneşten gelen gerçeklik yayınını haklemek şeklinde oluyor,bu durum insanlığı düşük seviyede tutuyor.bir nevi matrix filmindeki yaşıyoruz,sanal bir realite yaratılmış ay aracılığı ile bu 200 yada 300 bin yıl önce yapılmış bir operasyon.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...