Locked Oluşturma zamanı: Ekim 7, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Ekim 7, 2009 http://h2.haberturk.com/Resimler/Yazi_Resim_324.gif "Jurassic Park”ın yazarı Michael Crichton imzalı eser, tamamı androidlerden oluşan bir western kasabasına ‘tatil amacı’yla gitme sonucunda yaşananlara odaklanıyor. Bu yönüyle de ‘distopik evren’i ve ‘kurmaca coğrafyası’yla ‘teknoloji insanı yarattı’ meselesi adına ilk duraklardan biri. Peter Martin (Richard Benjamin) ve John Blane (James Brolin), tatillerini ‘yüksek teknoloji ile donatılmış bir eğlence parkı’nda geçirmek isterler. Westworld adlı bu bölge, onların kovboyları canlandırdıkları, diğer bireylerin ise insan şeklindeki robotlar olduğu bir mekandır. İlk günlerde her şey iyi gitse de bir teknik karışıklık sonucu robotlar insanlara saldırmaya başlayınca bu bir ‘ölüm-kalım mücadelesi’ne dönüşecektir. ‘Biri Bizi Gözetliyor’ meselesinin ilk esin kaynaklarından olan eser, androidlerin yerleştirildiği dünyadan yabancılaştırılmış bir ‘western kasabası’ndaki “Truman Show”vari distopyaya odaklanıyor. Böylece teknoloji-insan çatışmasında bu gözetleme konusundaki ilk denemelerden biri oluyor. Bu konuda da bir hayli devrimci. İşte beş maddede bunun sırrı. 1-Zamanının önünde bir bilimkurgu Günümüzde ciddi bir ‘yaratılmış dünya’ meselesi baş göstermiş durumda. Bu da son 15 senede TV, medya ve sinemada fazlasıyla hakim. Bunun bilgisayar oyunu ve sanal gerçeklikle geldiği de düşünülüyor aslında. “Westworld” de, ‘yaşadığımız her şeyin bir yaratımdan ibaret olduğu’ durumunu sinemada ilk kez uygulayan yapıt olarak gösterilebilir. Böylece daha ilk paragraftan zamanın ilerisinde olduğunu kanıtlıyor. Bu yönüyle Orwell’in ‘1984’ romanının da etkisiyle “The Matrix” gibi bilimkurgularda veya TV dünyasıyla ilgili 90’larda patlayan filmlerde önemli bir iz bıraktığı düşünülebilir. Öyle ki burada tamamen distopik bir yaratım söz konusu. Bir diğer taraftan da “Westworld”, 70’lerde gelişerek ‘robot’luktan androidliğe terfi eden ‘makine-insan’ meselesini ilk başlatan eserlerden biri. Bunun için de androidlerin ikamet ettiği üç şehir kuruyor. ‘Batı Dünyası’ (Westworld), ‘Orta Çağ Dünyası’ ve ‘Roma Dünyası’ olmak üzere üç farklı yaratım söz konusu. Bunlardan birincisinde bir western kasabası, ikincisinde bir şato, üçüncüsünde ise sadece geniş bir bahçe görüyoruz. Öyle ki bunlar, dünyanın çok uzak yerinde yaratılmış bölgeler. Amaçsa, buralara ‘resort’ adı vererek tatil küsvesi altında insanlardan para almak. Bu da aslında ‘Disneyland Oyun Parkı’nın otel geleneğinin önünü açan devrimci bir fikir. Uzun lafın kısası, teknolojiyi paraya çevirme meselesi hakim. Bu doğrultuda da buraya gelenlerden 1.000 dolar alınması, filmin bir şekilde teknoloji-insan denkleminde farklı metinler açmasına sebep oluyor. Michael Crichton’ın romanı da zaten daha çok ‘yaratılmış bir bölgeye tıkılan insanlar’ ile ilgili. Öyle ki “Westworld”e giren iki arkadaşın, çatışmalar, düellolar, kavgalar ve güzel android kızlar arasındaki geçen yaşamları gösteriliyor burada. Bu yönleriyle de aslında, ‘Biri Bizi Gözetliyor’ (Big Brother) geleneğini başlatan film olduğu söylenebilir. Zira sonlara doğru bu dünyanın ‘kurmaca’ hali ‘gerçek’e dönünce teknolojinin insanı kemirmesi de başlıyor. Çatışma, düello ve kavga sahnelerine, yukarıdan gözetleyip kurgulayarak müdahalede bulunan bilim adamları da aslında bunu bir ‘bilim deneyi’ olarak görüyorlar. Ki bu durum sonradan ‘teknolojik deney’e dönüştü. Bu mantığın oluşmasının ana sebebi ise o zamanlar TV’nin yeni yeni piyasaya girmesi ve onun getirdiği gelişmelerden korkulması. Açılıştaki TV reklamının da sebebi bu aslında zira. Nasıl şimdi piyasaya giren bilgisayardan korkuyorsak, o zamanlar da TV ile yerlebir olan sinema piyasasının getirdiği korkular vardı. Böyle olunca da ister istemez, böyle bir ‘dışarıdan tehdit gerilimi’ kavramını doldurmayı da beceriyor film bir taraftan da. 2-Bilimkurgu-western örneği mi, bilgisayar oyunlarının atası mı? Filmin girdiği alt tür için ise ‘uzay westerni’ veya ‘bilimkurgu-western’ gibi alanlara gidebiliriz. Bunlardan birincisi uzayda geçen ve western atmosferi aşılayan filmler için kullanılırken, ikincisi western ile bilimkurguyu iç içe geçeren eserleri anlatmak için var. Bu doğrultuda da bu yapıtın, zaman zaman Orta Çağ dönemine uzansa da bilimkurgu-western örneği olarak özümsenmesi mümkün. Bunun yanında ‘distopik bilimkurgu’ adı altında da “Soylent Green”, “Otomatik Portakal”, “Zardoz” gibi aynı dönemde çıktığı yapıtlarla akrabalık bağları kurulabilir. Zira sadece açılış sekansında bu programın reklamla sunumunu görmemize karşın, devamında gerçek dünyaya dair herhangi bir detay plan veya geniş açıya tanık olmuyoruz. Bu da filmin sadece tüketim toplumunun böyle ‘resortlar’ üzerine gittiği bir distopya yarattığına dair düşüncelerimizi kuvvetlendiriyor. Tabii bir diğer taraftan bakınca da bir western kasabasına veya Orta Çağ şatosuna bırakılan gerçek insanların, yaşam mücadelesini anlatan bir simülasyon olarak da görülebilir bu yapıt. Bu yönüyle de zaten bilgisayar oyunu estetiğini benimseyen bir yönelimi de var. İster istemez de üç ana karakterin robotlarla ve teknoloji ile mücadelesi, oyunun sonlanmasıyla birlikte gerçek dünyaya transfer olmalarına yol açıyor. Robotların asla ölmemesi veya deneyci doktorların oyun dünyasına dahil olması da bu gerçek/kurmaca denklemine dair de çeşitli alt metinler sunuyor ister istemez. Ancak yılanın ısırması, realist çatışma sahnesi gibi öğelerden sonra oyun, gerçek oluyor ister istemez. Bu da ileride ‘bilgisayar oyunu estetiği’ni benimseyecek filmlerin zihin yapısının da ilk olarak bu yapıtta cereyan ettiği gerçeğine götürüyor bizleri. Öyle ki reklamın ardından filmin açılışı, oyun ve resort bölgesine gidilen bir uçakta oluyor. Orada da sadece ikisi western, ikisi Orta Çağ dünyasına gidecek dört karakter üzerine yoğunlaşılıyor. Geçmişler veya dünya ile ilgili bilgi almıyoruz. Sonrasında ise zaman zaman bilim adamlarının laboratuarlarına sarkıyoruz. Bu biraz ‘tek göz’ olayını bozuyor. Ancak o zaman için de yine devrimci bir hareketin önünü açıyor. 3-Robotların gelişimi Sinemanın ilk robotu, bilimkurgu, korku ve fantezinin atası olarak görülen Alman dışavurumcu sinemasından çıktı. Sessiz dönemde, 1927’de Fritz Lang’ın çektiği “Metropolis”teki robot, konuşma yetisine bile sahip değildi. 1930’larda ise ABD’de üretilen filmlerde, böyle robotlar aktif hale geldi. 50’lerin B tipindeki bilimkurgularından “Dünyanın Durduğu Gün”ün Gort’u ile “Yasak Gezegen”in (“Forbidden Planet”) Robby’si robotlara yavaş yavaş konuşma yetisini getirdi. 1960’larda yine ilginç filmlerde ve farklı denemelerle gördük robotları. Godard’ın “Alphaville”inde ve “Dr. Goldfoot and the Bikini Machine”de, farklı vücutlar giydiler. 70’lerde ise robotun yerini android alıyordu. “Westworld”de tamamen insan kılığındaki ilk robot üretildi. Tabii bunu Yul Brynner’ın canlandırması ve oyuncunun daha önce “The Magnificient Seven” ve “Sabata”da yine Vahşi Batı’da kötü adam rolleri oynaması bir hayli önemliydi. Tabii burada androidin yarattığı izlenim, asla yıkılmayacak olmasıydı. Ancak yanarak veya suyla ölebilirdi. Fakat yine de rahatsız edici bir görünüme bürünebiliyordu. Tabii bir diğer gelişme de ilk kez bir robotun gözünden birkaç kere de olsa dünyayı görmemiz. Bunun bu ‘yenilikçi’ yaklaşımının, küçük kareler üzerine kurulması ise robotun yani ‘makine-insan’ın biraz ilkel kaldığını vurguluyor aslında. Bu konuda da esas adımlar, 80’ler ve 90’larda atıldı aslında. 1975 tarihli “Stepford Wives” ise androidlerin yaşadığı bir banliyö portresi çiziyordu. Onların yapay hallerini, teknoloji temsili olarak vurguluyordu. Ancak orada olduğu gibi yine robot, insanların ürünüydü. Daha uzaylılar bu kadar akıllanmamıştı. Bundan sonrasında “Star Wars”, “Star Trek” gibi filmlerde ‘eski robotlar’ daha konuşkan ve üç boyutlu halleriyle aktif oldular. 1982’de ise “Ölüm Takibi”nde (“Blade Runner”) klonlanan androidler vardı. 1982 tarihli Klaus Kinski filmi “Android”de de yine bu robot tipi hakimdi. Ancak artık yarı insan yarı robot tiplerinin hakimiyetine ihtiyaç vardı. Zira androidlerin kafasını açınca içinden mekanizma çıkıyordu. 1984’de “Terminator”, piyasaya bunu kazandırdı. Ardından “Robocop”ta (1987) da benzer bir şey denendi. Zira “Terminator”un ikinci filmi esaslı ‘cyborg’ geçişini tamamladı. Tabii 1989 tarihli “Cyborg” da bu mantığı kullanan filmlerdendi. Ancak “Terminator” serisinin özelliği uzaylıların gelecekte onu üretmiş olmalarıydı. Zaten dördüncü Terminator filmi de robotların gelişimi üzerine bir egzersiz sunuyordu. Akılda kalıcı robotların en son örneği ise “Vol.i” (”Wall.E) olarak görülebilir. Bu da zaten her türün hala aktif olduğunu ve duruma göre işlevkar hale geldiğini kanıtlıyor. 4-Bir yazar: Michael Crichton 1960’da eğitimine Harvard Üniversitesi’nde başlayan Michael Crichton, George Orwell’in işlerinin hayranıydı. Ancak çok önemsenmedi ve biyolojik antropoji ile tıp alanına atlamak zorunda kaldı. 1966’da John Lange adı altında romanlar yayınlamaya başladı. Bir soygunu anlatan “Odds On”, ilk romanı idi. “Scratch One”, “Easy Go”, “A Case of Need” gibi ilginç gerilim romanları yayımladı. 1969’da ise “Zero Cool”, “The Andromeda Strain” ve “The Venom Business”ı yazdı. “The Andromeda Strain”, bir grup bilim adamının bir ‘uzay mikroorganizması’ ile mücadelesini anlatıyordu. Böylece aslında o zamanların ‘uzaydan gelenlere karşı insan’ meselesini ele alıyordu. 1971’de Robert Wise imzalı bir filme dönüşen roman, yazarın en çok ses getiren işi oldu. Crichton’ın bilimkurgunun ‘klasik’ alanına odaklanan eserler üreteceğini de kanıtladı. 1970’de “Drug of Choice”, “Dealing” ve “Grave Descend” geldi. 1972’de yazdığı “The Terminal Man”, 1974’de Mike Hodges tarafından sinemaya uyarlandı. Yapıt, ölümden kurtarmak için beynine küçük bir bilgisayar yerleştirilmek durumunda kalınan bir adamın hikayesiydi. Böylece Crichton, ‘bilgisayar’ın ve ‘teknoloji’nin insan hayatına etkilerini taşlamaya ve bu duruma zamanının ilerisinde bir bakış atmaya devam ediyordu. 1975’de yazdığı “The First Great Train Robbery” romanını ise 1979’da sinemaya uyarladı. Böylece 19. Yüzyılla da ilişkisi olduğunu ispatladı, Viktoryen İngiltere’de geçen bir suç hikayesine imza atarak... 1976’da yazdığı “Easters of The Dead”, “13. Savaşçı” adıyla 1999’da; 1980’de yazdığı “Congo”, 1995’de; 1987’de yazdığı “Küre” (“Sphere”), 1997’de; 1990’da yazdığı “Jurassic Park”, 1993’de; 1992’de yazdığı “Rising Sun”, 1993’de; 1994’de yazdığı “Taciz” (“Disclosure”), aynı yıl içinde; 1995’de yazdığı “Kayıp Dünya” (“The Lost World”), 1997’de; 1999’da yazdığı “Timeline” ise, 2003’de sinema filmlerine uyarlandılar. Bunların yanında Crichton, “Looker” ve “Runaway” gibi bilimkurgu; “Coma” ve “Psychical Evidence” gibi gerilim filmlerinin de senarist/yönetmenliğini yaptı. Ancak 1970’lerden sonra gelişen teknolojiye ayak uyduramadığı söylenebilir. Sadece “Jurassic Park” romanının eski geleneklerden bir ‘A sınıf iş’ çıkarma konusunda Spielberg’ün payıyla büyük başarı yakaladığını söyleyebiliriz. Ama onun asıl vizyonu 1970’lerden günümüzü görebilmesiydi. 5-Takipçileri “Dark City”, “Logans Run”, “1984”, “Sihirli Şehir” gibi distopik dünyalar yaratan bilimkurguları etkilemiştir. Tabii android kullanan bütün tür örneklerinin de kaynağı “Westworld”dür. Bunların yanında TV ile ilişkide bulunan ve bu durumu zamanla farklı kalıplara oturtan “Robocop”, “My Little Eye”, “Truman Show”, “Pleasantville”, “EDTV”, “Halloween: Resurrection” gibi filmlerde de önemli etkisi vardır. Bir de bunların yanında “Battle Royale” gibi ‘çocuk oyuncuları’nı bir alana tıkıp ölüm mücadelesine sokarak bilgisayar oyunu estetiğini benimseyen bir yapıt da “Westworld”e çok şey borçludur. Tabii bu estetikten “Koş Lola Koş”, “Tetikçi” gibi örneklere de çıkılabilir. kaynak Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
ensiferum13 Yanıtlama zamanı: Ekim 7, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 7, 2009 yapay zeka filmi de bayağı bir ilham almış denilebilir bu durumda. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.