Jump to content

Jackson Pollock


fotonkedi

Önerilen Mesajlar

http://www.monroegallery.com/showcase/images/MH_JacksonPollock2.jpg

 

Jackson Pollock (d. 28 Ocak 1912, Wyoming, ABD11 Ağustos 1956, New York, ABD), soyut dışavurumcu ressam, 20. yüzyılın en önemli sanatçılarındadır. Damlatma tekniği (drip painting) ile boya karıştırma, fırça kullanımı gibi alışılagelmiş uygulamaları bir kenara bırakmış, yere serdiği devasa boyutlardaki tuval bezleri üzerinde hareket ederek boyayı dökme, damlatma, fırlatma suretiyle sonradan aksiyon/hareket resmi adı verilen resimler yapmıştır. Bu özelliğinden ve 'kötü adam' imajından ötürü Jack the Dripper lakabıyla da anılmıştır.

1951'den sonra koleksiyonerler ve galerilerden daha değişik resimler yapması için baskılar gelmeye başlamış, bu baskılar karşısında Pollock'un varolan alkol sorunu daha da büyümüş, resimleri karanlıklaşıp figüratif öğeleri de kapsamaya başlamıştır. 1956'da yaptığı araba kazası sonucu ölmüştür.

Harekete ve sürece verdiği beden sanatı, süreç sanatı, performans sanatı, Fluxus, happening'ler gibi birçok çağdaş akımın temelini hazırlamıştır.

"Pollock" adlı filmde de ünlü ressamın fırtınalı hayatı ele alınmıştır. Bu film ile Ed Harris en iyi erkek oyuncu dalında 2000 yılı akademi ödülü almıştır .

*viki

--------------------

http://www.dist46.org/pages/uploaded_images/jackson-pollock-art.jpg

 

 

http://images.artnet.com/artwork_images_1108_357488_jackson-pollock.jpg

 

 

 

http://www.dist46.org/pages/uploaded_images/jackson-pollock-art.jpg

--------------------

http://www.coverbrowser.com/image/books-about-art/429-3.jpg

--------------------

http://img.amazon.ca/images/I/51DQ5vedxZL._SS500_.jpg

--------------------

Boşluğun Önünde Çaresizlik: Jackson Pollock

Yavuz Erten

Anahtar Kelimeler: Jackson Pollock, modern sanat, özdeşleşme, ölü anne

"Travma ve Yaratıcılık Sempozyumu"nun son günündeki "Jackson Pollock" isimli filmi seyrederken ister istemez Fransız psikanalist Florence Guignard'ın son Istanbul seyahati sırasında söylediklerini anımsadım. Guignard, Paris'teki sanatçılar ve entellektüellerle psikanalistlerin, diğer bir kültürde az rastlanacak yakın ilişkilerinden sözederken, "herş eyi herzaman analizle anlayamazsınız; yetenek ve yaratım bazen onun ötesindedir" demişti. Psikanalizle düşüp kalkan herkes, sanatçı ve sanat eseri ile karşılaştığı zaman benzer bir ikilemi yaşıyor galiba: Yeteneği, yaratımı ve onların sonucu olan üretimi, yani eseri psişik determinizm çerçevesinde, semptomlar, aktarım, düş gibi bir uzlaşım ve/veya yüceltme olarak değerlendirmek mi, yoksa Guignard'in işaret ettiği gibi onu psikanalitik okumanın erişimi dışındaki bir alana kaldırmak mı?

Aklıma Heinz Kohut'un 1960'larda Freud'un Üçlü Yapısal Modelini yorumlarken yaptığı bir katkı geliyor. Kohut, bilinçdışı ve önbilinç arasındaki ilişkiyi irdelemiş ve bilinçdışı ve önbilinç arasındaki alanın tamamının bastırma bariyerinden oluşmadığını söylemişti. Ona göre bastırma bariyeri dışında kalan bir alan vardı. O bu alana "ilerleyici nötralizasyon bölgesi" adını vermişti. Bilinçdışı ve önbilinç arasındaki ilişkinin bu alana denk düşen kısmında bilinçdışı ve önbilinç birbirlerine daha fazla karışıyorlar ve bastırma bariyerli ilişkideki çatışma ürünleri karakterinin dışında özellikler sergiliyorlardı. Bilinçdışındaki potansiyellerin bilinçte performansa dönüşmesi, topografik ve intrapsişik etkileşim ve haberleşmelerin mümkün olabilmesi, bu çatışma dışındaki alan sayesinde bastırma dolayımsız olabiliyordu. Bu cümleden hareketle, sanatçının esin ve ilhamları sadece çatışan tarafların uzlaşımları sonucunda doğan olgular değildi. Çatışma ürünü olmayan malzemeler de bilinçdışı ve önbilinç arasındaki bu dağınık ve belirsiz geçişi kullanarak günışığına kavuşuyorlardı.

Bu tanımlama tabi ki, yaratım süreçlerinde çatışma odaklı bir tarafın da sıklıkla olduğu gerçeğini gözardı etmemeli. Peki niye tüm bunları söyledim? Belki biraz sonra söyleyeceklerimin yarattığı suçluluk hissinden. Sanatçılar ve onların eserleri üzerine psikanalitik yorumlama yapanların, sanatçının kişiliği ve üretimini parçalara ayırırken gösterdikleri acele ve şevk beni her zaman biraz irkiltmiştir. Psikanalitik çözümlemenin yaratım sürecine yönelik bir hasetin güdümüne girmesinden korkarım.

Tekniği "show and conceal" (göster ve gizle) olarak tanımlanan bir sanatçının, yani Jackson Pollock'un psikanalitik bir irdeleme için çok çekici olabileceğini söylemem gerek. "Göster ve gizle. Göstererek gizle. Gizleyerek göster".

Jackson Pollock Amerikan Modern Resim Sanatının öncüsü olan bir isim. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Avrupa'dan Amerika Birleşik Devletleri'ne göçen sanatçılar ve sanat akımları, Amerika'nın fakir resim sanatını ekspresyonizmle, kübizmle, dadaizmle, fütürizmle tanıştırıyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin doğu yakası, özellikle New York'un resim sanatının yeni başkenti olması süreci böylece başlıyordu. Aradan geçen on yıllık sürede bu süreç tamamlandı. İkinci Dünya Savaşı sonrası New York resim sanatının üretimi, eğitimi, pazarı, pazarlaması ve piyasası ile merkezi haline geldi. Tabi ki bu gelişmede Nazi işgali ile birlikte New York'a göçen zengin sanatseverlerin etkisini de unutmamalı. Filmde Pollock'a verdiği büyük destekle ön plana çıkan Peggy Guggenheim, New York'a göçettikten sonra Avrupalı sanatçıların resimlerini zengin Amerikalılara sergilediği "Art of This Century" isimli galerisini açmıştı. Bayan Guggenheim savaş bittiğinde Paris'e dönerken bu sefer, başta Pollock olmak üzere, Amerikalı modern ressamları Avrupa'daki galerilere götürdü. Pollock, Avrupalıların biraz şaşkınlıkla ve garipseyerek kabul ettikleri ilk Amerikalı ressam oldu. Sadece üst düzey sanatın değil, modern akımların lateral yayılımı sayesinde popüler kültürün de malı haline gelen has be has Avrupalı Picasso'nun yanına, Amerikalı bir kovboy Pollock da eklenmiş oldu. Ne var ki, Pollock, yoğun bir kateksisle bağlandığı Picasso'nun -ki bu yatırım bir karşı-aşktı, yani nefretti- sergilediği dünya vatandaşı karakterini ortaya koyamadı. Yaşamı boyunca Amerika Birleşik Devletleri dışına çıkmadığı gibi, kendi ruhsal sarmallarını da hiçbir zaman aşamadı.

Onun sanatı, Avrupalı sürrealist etkilerin, Meksika duvar resimlerinin, Amerikan yerlilerinin figürasyonlarının, Jungien Arşetiplerin bir "kırkyama"sı (patchwork) olarak kabul edilir. Bilinçdışı otomatizm adını verdiği bir teknikle kendini hareketsel bir serbest akışa bırakmakta ve böylece bilinçdışı ögelerin tuala yansıdıklarına inanmaktaydı. Resim yapma tüm vücudun bu salınıma bırakıldığı bir ayindi. Bu yüzden büyük ölçekli bir bez yere seriliyor ve Pollock bu bezin etrafında adeta bir ayin yapıyordu. "Damlatma" (dripping) tekniğini "eğitimsiz çılgınlık" olarak değerlendirenlere, "bunun öze dair bir şey olduğunu, bu sebeple de hangi eğitimden bahsettiklerini anlamadığını" söyleyerek yanıt veriyordu. Yaptıklarının rastgele şeyler olduğunu önesürenleri de, "tesadüf, kaza yoktur" diye yanıtlıyordu.

Ağır bir duygulanım bozukluğunu düşündüren tablo içinde ciddi bir alkolizm. Çok sayıda intihar girişimi. Çevresindeki insanları yıldıran ve bıktıran saldırgan dışavurumlar. İnsanların beklenti ve gereksinimlerine karşı aşırıya varan kayıtsızlık ve ilgisizlik. Uzun süren içe kapanma ve dış dünya ile iletişim kurmama. Bupsikiyatrik tabloya, salonda bulunan çok sayıda uzman tanılar koyacaklardır. Birinci eksenler, ikinci eksenler, prognostik değerlendirmeler aşikar olanla ilgili pek çok şeyi söyleyecektir.

Kapsamlı bir biyografisi temel alınarak çekilmiş bu film ve Pollock'un eseri, bize olası psikiyatrik değerlendirmeler dışında, onun hakkında ne söylemektedir ?

Filmi Joseph Lichtenberg'un, çağdaş psikanaliz ekollerince çok tutulan "model sahne" kavramı ile incelemeye çalışacağım. Lichtenberg'e göre "model sahne" açıklayıcı gücü yüksek kondanse yani yoğunlaştırılmış özettir, özet şeklinde "sahneye koyma"dır.

Beni en çok etkileyen sahnelerden biri, filmin başında, Pollock'un sonrasında karısı olacak Lee Krasner ile birlikte erkek kardeşinin evinde yenen yemek. Hatırlayacağınız gibi sofrada anne de baş köşede oturmaktadır. Sofradaki yemek paylaşımının parodisel görüntüsünün yanında, annenin dalgın ve donuk yüzü resimi tamamlamakta. İletişimin iyice koptuğu ve buluşmanın artık olanaksız hale geldiği noktada, müziği sonuna kadar açan ve hareketleri aşırılaşan Pollock ve yemek yemeye devam eden annenin duygusal sağırlığı bir Samuel Beckett metninden fırlamış umutsuzluk gibi. Pollock'un biyografisinden annesinin çocuklarını küçükken terk edip gittiğini öğreniyoruz. Demek ki, ileriki yıllarda dalgınlığı ile orada olmayan anne, bir zamanlar fiziksel olarak da orada değilmiş.

Bu sahne ve Pollock'un kadınlarla kurduğu ilişkilerin perspektifi bana Andre Green'in "Ölü Anne" makalesini düşündürtüyor. Green depressif annenin çocukta yarattığı kara deliği ayrıntılı anlattığı makalesinde özellikle şu noktayı vurgular: Burada söz konusu olan nesne ilişkilerindeki bir deliktir/oyuktur; onun çevresinde anne ve çocuk günlük yaşamlarına ve onun içindeki ilgi ve bakımlarına devam etmektedirler. Ancak özellikle anneden konuşmak gerekirse yüreği orada değildir. Anne canlı değildir ancak "ölü" kelimesinin çağrışımlarına karşın tam anlamıyla ölü de değildir. Ne ölüdür, ne sağdır. Bu özelliği ile tam anlamıyla terkedilip, bırakılamaz. Green'e göre, o geveze olsa bile sessiz bir annedir. (Pollock için sıkça kullanılan bir tanımlama var: "Boşluktan önceki/önündeki çaresizlik" (helplessness before the void)).

Çocuğun iç dünyasını bir "nekropolis"e (ölüler şehri) çeviren bu ilişkinin temel özelliklerinden biri çocuğun anne ile özdeşleşmesidir. Çocuk görünüşte anneden yatırımını çeker ancak yatırım çekmenin bir diğer yönü bunun nesne ile bir ana özdeşleşme yolu olduğudur. Bu ayna özdeşleşmesinin ortaya çıkışı, tamamlayıcılık reaksiyonları (ajitasyon, sahte neşe vs.) başarısızlığa uğradıktan sonra neredeyse mecburidir. Bu reaktif simetri anne ile tekrar bir birlik kurmanın tek yoludur. Aslında gerçekten bir onarım yoktur, fakat nesne gibi olmak değil nesnenin kendisi olmak yolunu izleyen bir taklitçilik vardır. Bu özdeşleşme, hem bir düzeyde nesneden vazgeçmeyi, hem de kannibalistik olarak nesneyi korumayı içerir ve başlangıçtan itibaren bilinçdışıdır. Bu manevradaki ikinci hakikat anlamın kaybıdır. Anlamın 'inşası' ki, haz, onun sebebi, amacı ve güvenliğidir; herhangi bir mantık olmaksızın, bir anda çöker.

Çocuk entelektüel ve düşlemsel kapasiteleri ile kaybolmuş anlam yapılarını aramaya başlar. Kendinden geçmiş bir oynama kompülsiyonu, bir oynama özgürlüğünden ziyade, bir hayal etme ve düşünme kompülsiyonudur. Çocuk bu performansı ile bir kendini onarım çabasına girişir. Ve böylece kaybedilmiş nesnenin yarattığı dehşetin üzerine çıkmayı amaçlar. Kaybedilen memenin yerine kırkyama bir meme koyma çabasıdır bu. Ne var ki bu hala bilişsel bir fabrikasyondur. Bu yama ile yatırım çekiminin geride bıraktığı boşluk umutsuzca kapatılmaya çalışılır.

Pollock'un karısı Krasner, Pollock'un annesinin tersine sütü ve anaçlığı bol olan bir kadın. Yaşamını kocasına vakfetmesi, kendi hırs ve arzularını geriye itmesi özellikle Amerikan toplumunun ancak feminizm-öncesi mümkün olan olgularından biri gibi duruyor. Bu fedakar kadının Pollock'a çok yardım ettiği ve onun yaşamını uzattığını kabul edebiliriz. Krasner, Pollock için vazgeçilmezdir. Ancak bu kadının vazgeçilmezliği, Pollock'a düzeltici bir ortam yarattığı kadar, bir paradoks olarak, yenemediği ambivalent anne bağımlılığını da çağrıştırmaktadır. Ayrıca Pollock'un, kaçınılmaz şekilde ortaya çıkan empatik kopuşları bu şiddetli bağımlılık yüzünden çarpık bir şekilde değerlendirdiğini de söyleyebiliriz. Krasner'in, Pollock çocuk istediği zaman verdiği yanıt, kariyerinde geri kalmış olma ile ilgili rekabetçi rahatsızlığı vs., Pollock'un bu ilişkide uzun süredir beklediği terk ve ihanetler gibi görünmüş olabilir. Pollock'un gelişmemiş psişik yapıları, bağımlılık ve bağlılığı birbirinden ayıracak özellikte değildir. İlişkideki gerekli fren mesafelerini terk, onun sınırsızlığı için gerekli olan sınırlamaları sevgisizlik olarak değerlendirmektedir. Pollock'un bünyesinde ölü anne özdeşleşmesini taşıdığını unutmamak gerekir. Ancak bu özdeşleşme onun varlığının tamamını tutmaz. Aynı zamanda bu "beyaz (boş) depresyonla" (depression blanc-depression blank) boğuşan ajite bir taraf da vardır. Onun patolojisini iki fazlı olarak görebiliriz: İçine kapalı ve donuk dönemler ve ajite dönemler. Ajite taraf "ölü anne"ye karşı kin doludur. Ondan kurtulmaya çalışır. Ancak onu tamamen öldürmenin kendini de öldürmek olduğunu farkettikçe umutsuzluğa kapılır. Bu ikili adeta bir çuvala konmuş iki kedi gibidir. Pollock'un bu intrapsişik boğuşması, bu ölümcül oyunu bozmaya çalışan Krasner'le dış dünyadan yalıtılmış Long Island yaşamında kişilerarası hale gelir. Bunun sonucunda ne olur? Ya Pollock onu boş depresyonunda rahat bırakmayan Krasner'e inat, kapandıkça kapanır ya da Pollock ilişkiden yorgun düşen Krasner'i dalgın ve depressif algıladığı zaman ona saldırır.

Her buluşma bir yeniden buluşmadır ve Pollock'un yaşamında güncel olan uzun süre direnmesine rağmen geçmişe yenilmiştir. Krasner herşeye tahammül etse de, ihanete tahammül edemez. Krasner gibi dirençli bir kadını yenen Pollock'un patolojisi için, Krasner'in yerini alan genç sevgili kolay bir rakibedir. Pollock'un uzmanı olmayan bu genç kadın sarmalın içine kolayca girer. Ölü Anne'den kurtulmanın yolu, bir türlü aşılamayan ne onunla ne onsuz ikilemi içinde beraber ölüme atlamaktır. Başlangıçta söylediğimiz gibi, Pollock resmi ile ilgili "tesadüf" nitelemesini yapanlara hep aynı şeyi söylermiş. "Ne kazası, ben kazaya inanmam".

Üzerinde durmak istediğim ikinci grup model sahneler, Pollock'un filminin çekilmesi ile ilgili olanlar. Hatırlayacağınız gibi, Hans Nemuth isimli bir sanatçı Pollock'un filmlerini çekmektedir. Halen Pollock'la ilgili en değerli belgesellerden sayılan, sanat yönü de kuvvetli bu çekimler sırasındaki Nemuth-Pollock ilişkisi dikkate değerdir. Bu model sahneler aracılığıyla, Pollock'la ilgili bir diğer yönü sorgulayabiliriz. "Ölü Anne"ye ipotekli kalan çocuk için babanın işlevi nedir, anlamı nedir? Baba nerededir?

En kapsamlı Pollock biyografisini yazan Naifeh ve Smith'e göre, Pollock'un hiçbir zaman açık hale gelmeyen ancak kuvvetli bir itki yaratan eşcinsel eğilimleri vardır. Bu eşcinsel olarak adlandırılan eğilimlerin kurtarıcı bir babaya duyulan gereksinim olduğunu düşünüyorum. Onu nekropolis'ten kurtaracak kahraman bir baba. Picasso'nun Pollock'un kahramanı veya anti-kahramanı olduğunu söyleyebiliriz. Bir türlü gelmeyen, erişilemeyen, hep özlenen kahraman. O içip içip Picasso'ya küfrederken, sarhoş yürüdüğü sokaklarda "Allah'ın belası Picasso" diye bağırırken aslında onu çağırmaktadır. Ünlü Yönetmen Bertolucci'nin "La Luna" filminin son sahnesinde oğulun tokadı yediği anda babasını tanıması gibi, küstahlığının ve sınırsızlığının umutsuzluğunda "artık yeter!" diyecek erkek kahramanını aramaktadır. O kahraman gelmez. Bu kurtarıcının gelmeyişi zaman zaman erkek kardeşiyle, zaman zaman ressam arkadaşlarıyla telafi edilmeye çalışılır. Bu dekor genellikle alkollü erkeklerin birbirlerinin üstüne yığıldıkları hüzünlü bir sahneyi hazırlar.

Nemuth kısa süreli bile olsa o kurtarıcı sanılmıştır. Pollock, Life dergisine verdiği röportajda, muhabir "resmin bittiğini nasıl anlarsınız?" diye sorduğunda, şaşırır ve karşı bir soru sorar: "Sevişmenin bittiğini nasıl anlarsınız ?". Bu sekansı Nemuth'la film çekimi yaparken oluşan iki sekansa bağlayalım. O resim yapmaya, yani sevişmeye devam ederken, Nemuth "film bitti! " der ve onun hala devam ediyor olmasına biraz şaşkınlıkla bakar ve arkasını dönüp gider. İkinci sekansta, evin içinde herkes şükran günü yemeğine oturmak için onların çalışmasının bitmesini beklerken, Nemuth ve Pollock bahçede çok soğuk bir havada ilginç bir düzenekle çalışmaktadırlar. Pollock camın üzerini boyarken Nemuth camın altından çekim yapmaktadır. Bir önceki sekanstakine benzer bir şey olur. Nemuth aniden camın altından kalkar ve uzaklaşır: "Işık gitti" der. Pollock eve geldiği anda şişeye sarılır ve Nemuth'u taciz etmeye başlar. Sonrasında öfkesi artar ve sofrayı devirir.

Modern sanat eleştirmenleri şöyle bir şey söylerler. Modern akımlar hep resmi tahrip etmeye çalışmışlardır. Onlar üretimi tahribatta aramışlardır. Bu tahribat yapının çözülmesidir. Pek çok eleştirmen, Pollock'u bu tanımlamaya dahil etmenin bir yanlışlık içerdiğini düşünür. Onlara göre, Pollock zaten tahrip olmuşluktan, bir tür yapısızlıktan başlar. O yapıyı çözmez. O yapısızlığın içinde kırkyama ile nesneye ulaşmaya çalışır. Büyük bir enerjiyle dışarıya doğru bir yanardağ gibi patlayan yeteneği, bu yanardağın üstünde bir yapı oluşturmasını engeller gibidir. O sabırsızdır, huysuzdur, tahammülsüzdür. Yapıyı biriktirmekte ve geliştirmekte zorlanır. Yapısızlıktan nesneye ulaşma çabası, yaşamının son döneminde sürpriz bir figüratif resimle somutlaşır. Karışıklığın ortasında bir kadın silüetinin belirdiği bir resimdir bu.

Teşekkür ederim.

*içgörü

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Boşluğun Önünde Çaresizlik: Jackson Pollock

Yavuz Erten

Anahtar Kelimeler: Jackson Pollock, modern sanat, özdeşleşme, ölü anne

"Travma ve Yaratıcılık Sempozyumu"nun son günündeki "Jackson Pollock" isimli filmi seyrederken ister istemez Fransız psikanalist Florence Guignard'ın son Istanbul seyahati sırasında söylediklerini anımsadım. Guignard, Paris'teki sanatçılar ve entellektüellerle psikanalistlerin, diğer bir kültürde az rastlanacak yakın ilişkilerinden sözederken, "herş eyi herzaman analizle anlayamazsınız; yetenek ve yaratım bazen onun ötesindedir" demişti. Psikanalizle düşüp kalkan herkes, sanatçı ve sanat eseri ile karşılaştığı zaman benzer bir ikilemi yaşıyor galiba: Yeteneği, yaratımı ve onların sonucu olan üretimi, yani eseri psişik determinizm çerçevesinde, semptomlar, aktarım, düş gibi bir uzlaşım ve/veya yüceltme olarak değerlendirmek mi, yoksa Guignard'in işaret ettiği gibi onu psikanalitik okumanın erişimi dışındaki bir alana kaldırmak mı?

Aklıma Heinz Kohut'un 1960'larda Freud'un Üçlü Yapısal Modelini yorumlarken yaptığı bir katkı geliyor. Kohut, bilinçdışı ve önbilinç arasındaki ilişkiyi irdelemiş ve bilinçdışı ve önbilinç arasındaki alanın tamamının bastırma bariyerinden oluşmadığını söylemişti. Ona göre bastırma bariyeri dışında kalan bir alan vardı. O bu alana "ilerleyici nötralizasyon bölgesi" adını vermişti. Bilinçdışı ve önbilinç arasındaki ilişkinin bu alana denk düşen kısmında bilinçdışı ve önbilinç birbirlerine daha fazla karışıyorlar ve bastırma bariyerli ilişkideki çatışma ürünleri karakterinin dışında özellikler sergiliyorlardı. Bilinçdışındaki potansiyellerin bilinçte performansa dönüşmesi, topografik ve intrapsişik etkileşim ve haberleşmelerin mümkün olabilmesi, bu çatışma dışındaki alan sayesinde bastırma dolayımsız olabiliyordu. Bu cümleden hareketle, sanatçının esin ve ilhamları sadece çatışan tarafların uzlaşımları sonucunda doğan olgular değildi. Çatışma ürünü olmayan malzemeler de bilinçdışı ve önbilinç arasındaki bu dağınık ve belirsiz geçişi kullanarak günışığına kavuşuyorlardı.

Bu tanımlama tabi ki, yaratım süreçlerinde çatışma odaklı bir tarafın da sıklıkla olduğu gerçeğini gözardı etmemeli. Peki niye tüm bunları söyledim? Belki biraz sonra söyleyeceklerimin yarattığı suçluluk hissinden. Sanatçılar ve onların eserleri üzerine psikanalitik yorumlama yapanların, sanatçının kişiliği ve üretimini parçalara ayırırken gösterdikleri acele ve şevk beni her zaman biraz irkiltmiştir. Psikanalitik çözümlemenin yaratım sürecine yönelik bir hasetin güdümüne girmesinden korkarım.

Tekniği "show and conceal" (göster ve gizle) olarak tanımlanan bir sanatçının, yani Jackson Pollock'un psikanalitik bir irdeleme için çok çekici olabileceğini söylemem gerek. "Göster ve gizle. Göstererek gizle. Gizleyerek göster".

Jackson Pollock Amerikan Modern Resim Sanatının öncüsü olan bir isim. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Avrupa'dan Amerika Birleşik Devletleri'ne göçen sanatçılar ve sanat akımları, Amerika'nın fakir resim sanatını ekspresyonizmle, kübizmle, dadaizmle, fütürizmle tanıştırıyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin doğu yakası, özellikle New York'un resim sanatının yeni başkenti olması süreci böylece başlıyordu. Aradan geçen on yıllık sürede bu süreç tamamlandı. İkinci Dünya Savaşı sonrası New York resim sanatının üretimi, eğitimi, pazarı, pazarlaması ve piyasası ile merkezi haline geldi. Tabi ki bu gelişmede Nazi işgali ile birlikte New York'a göçen zengin sanatseverlerin etkisini de unutmamalı. Filmde Pollock'a verdiği büyük destekle ön plana çıkan Peggy Guggenheim, New York'a göçettikten sonra Avrupalı sanatçıların resimlerini zengin Amerikalılara sergilediği "Art of This Century" isimli galerisini açmıştı. Bayan Guggenheim savaş bittiğinde Paris'e dönerken bu sefer, başta Pollock olmak üzere, Amerikalı modern ressamları Avrupa'daki galerilere götürdü. Pollock, Avrupalıların biraz şaşkınlıkla ve garipseyerek kabul ettikleri ilk Amerikalı ressam oldu. Sadece üst düzey sanatın değil, modern akımların lateral yayılımı sayesinde popüler kültürün de malı haline gelen has be has Avrupalı Picasso'nun yanına, Amerikalı bir kovboy Pollock da eklenmiş oldu. Ne var ki, Pollock, yoğun bir kateksisle bağlandığı Picasso'nun -ki bu yatırım bir karşı-aşktı, yani nefretti- sergilediği dünya vatandaşı karakterini ortaya koyamadı. Yaşamı boyunca Amerika Birleşik Devletleri dışına çıkmadığı gibi, kendi ruhsal sarmallarını da hiçbir zaman aşamadı.

Onun sanatı, Avrupalı sürrealist etkilerin, Meksika duvar resimlerinin, Amerikan yerlilerinin figürasyonlarının, Jungien Arşetiplerin bir "kırkyama"sı (patchwork) olarak kabul edilir. Bilinçdışı otomatizm adını verdiği bir teknikle kendini hareketsel bir serbest akışa bırakmakta ve böylece bilinçdışı ögelerin tuala yansıdıklarına inanmaktaydı. Resim yapma tüm vücudun bu salınıma bırakıldığı bir ayindi. Bu yüzden büyük ölçekli bir bez yere seriliyor ve Pollock bu bezin etrafında adeta bir ayin yapıyordu. "Damlatma" (dripping) tekniğini "eğitimsiz çılgınlık" olarak değerlendirenlere, "bunun öze dair bir şey olduğunu, bu sebeple de hangi eğitimden bahsettiklerini anlamadığını" söyleyerek yanıt veriyordu. Yaptıklarının rastgele şeyler olduğunu önesürenleri de, "tesadüf, kaza yoktur" diye yanıtlıyordu.

Ağır bir duygulanım bozukluğunu düşündüren tablo içinde ciddi bir alkolizm. Çok sayıda intihar girişimi. Çevresindeki insanları yıldıran ve bıktıran saldırgan dışavurumlar. İnsanların beklenti ve gereksinimlerine karşı aşırıya varan kayıtsızlık ve ilgisizlik. Uzun süren içe kapanma ve dış dünya ile iletişim kurmama. Bupsikiyatrik tabloya, salonda bulunan çok sayıda uzman tanılar koyacaklardır. Birinci eksenler, ikinci eksenler, prognostik değerlendirmeler aşikar olanla ilgili pek çok şeyi söyleyecektir.

Kapsamlı bir biyografisi temel alınarak çekilmiş bu film ve Pollock'un eseri, bize olası psikiyatrik değerlendirmeler dışında, onun hakkında ne söylemektedir ?

Filmi Joseph Lichtenberg'un, çağdaş psikanaliz ekollerince çok tutulan "model sahne" kavramı ile incelemeye çalışacağım. Lichtenberg'e göre "model sahne" açıklayıcı gücü yüksek kondanse yani yoğunlaştırılmış özettir, özet şeklinde "sahneye koyma"dır.

Beni en çok etkileyen sahnelerden biri, filmin başında, Pollock'un sonrasında karısı olacak Lee Krasner ile birlikte erkek kardeşinin evinde yenen yemek. Hatırlayacağınız gibi sofrada anne de baş köşede oturmaktadır. Sofradaki yemek paylaşımının parodisel görüntüsünün yanında, annenin dalgın ve donuk yüzü resimi tamamlamakta. İletişimin iyice koptuğu ve buluşmanın artık olanaksız hale geldiği noktada, müziği sonuna kadar açan ve hareketleri aşırılaşan Pollock ve yemek yemeye devam eden annenin duygusal sağırlığı bir Samuel Beckett metninden fırlamış umutsuzluk gibi. Pollock'un biyografisinden annesinin çocuklarını küçükken terk edip gittiğini öğreniyoruz. Demek ki, ileriki yıllarda dalgınlığı ile orada olmayan anne, bir zamanlar fiziksel olarak da orada değilmiş.

Bu sahne ve Pollock'un kadınlarla kurduğu ilişkilerin perspektifi bana Andre Green'in "Ölü Anne" makalesini düşündürtüyor. Green depressif annenin çocukta yarattığı kara deliği ayrıntılı anlattığı makalesinde özellikle şu noktayı vurgular: Burada söz konusu olan nesne ilişkilerindeki bir deliktir/oyuktur; onun çevresinde anne ve çocuk günlük yaşamlarına ve onun içindeki ilgi ve bakımlarına devam etmektedirler. Ancak özellikle anneden konuşmak gerekirse yüreği orada değildir. Anne canlı değildir ancak "ölü" kelimesinin çağrışımlarına karşın tam anlamıyla ölü de değildir. Ne ölüdür, ne sağdır. Bu özelliği ile tam anlamıyla terkedilip, bırakılamaz. Green'e göre, o geveze olsa bile sessiz bir annedir. (Pollock için sıkça kullanılan bir tanımlama var: "Boşluktan önceki/önündeki çaresizlik" (helplessness before the void)).

Çocuğun iç dünyasını bir "nekropolis"e (ölüler şehri) çeviren bu ilişkinin temel özelliklerinden biri çocuğun anne ile özdeşleşmesidir. Çocuk görünüşte anneden yatırımını çeker ancak yatırım çekmenin bir diğer yönü bunun nesne ile bir ana özdeşleşme yolu olduğudur. Bu ayna özdeşleşmesinin ortaya çıkışı, tamamlayıcılık reaksiyonları (ajitasyon, sahte neşe vs.) başarısızlığa uğradıktan sonra neredeyse mecburidir. Bu reaktif simetri anne ile tekrar bir birlik kurmanın tek yoludur. Aslında gerçekten bir onarım yoktur, fakat nesne gibi olmak değil nesnenin kendisi olmak yolunu izleyen bir taklitçilik vardır. Bu özdeşleşme, hem bir düzeyde nesneden vazgeçmeyi, hem de kannibalistik olarak nesneyi korumayı içerir ve başlangıçtan itibaren bilinçdışıdır. Bu manevradaki ikinci hakikat anlamın kaybıdır. Anlamın 'inşası' ki, haz, onun sebebi, amacı ve güvenliğidir; herhangi bir mantık olmaksızın, bir anda çöker.

Çocuk entelektüel ve düşlemsel kapasiteleri ile kaybolmuş anlam yapılarını aramaya başlar. Kendinden geçmiş bir oynama kompülsiyonu, bir oynama özgürlüğünden ziyade, bir hayal etme ve düşünme kompülsiyonudur. Çocuk bu performansı ile bir kendini onarım çabasına girişir. Ve böylece kaybedilmiş nesnenin yarattığı dehşetin üzerine çıkmayı amaçlar. Kaybedilen memenin yerine kırkyama bir meme koyma çabasıdır bu. Ne var ki bu hala bilişsel bir fabrikasyondur. Bu yama ile yatırım çekiminin geride bıraktığı boşluk umutsuzca kapatılmaya çalışılır.

Pollock'un karısı Krasner, Pollock'un annesinin tersine sütü ve anaçlığı bol olan bir kadın. Yaşamını kocasına vakfetmesi, kendi hırs ve arzularını geriye itmesi özellikle Amerikan toplumunun ancak feminizm-öncesi mümkün olan olgularından biri gibi duruyor. Bu fedakar kadının Pollock'a çok yardım ettiği ve onun yaşamını uzattığını kabul edebiliriz. Krasner, Pollock için vazgeçilmezdir. Ancak bu kadının vazgeçilmezliği, Pollock'a düzeltici bir ortam yarattığı kadar, bir paradoks olarak, yenemediği ambivalent anne bağımlılığını da çağrıştırmaktadır. Ayrıca Pollock'un, kaçınılmaz şekilde ortaya çıkan empatik kopuşları bu şiddetli bağımlılık yüzünden çarpık bir şekilde değerlendirdiğini de söyleyebiliriz. Krasner'in, Pollock çocuk istediği zaman verdiği yanıt, kariyerinde geri kalmış olma ile ilgili rekabetçi rahatsızlığı vs., Pollock'un bu ilişkide uzun süredir beklediği terk ve ihanetler gibi görünmüş olabilir. Pollock'un gelişmemiş psişik yapıları, bağımlılık ve bağlılığı birbirinden ayıracak özellikte değildir. İlişkideki gerekli fren mesafelerini terk, onun sınırsızlığı için gerekli olan sınırlamaları sevgisizlik olarak değerlendirmektedir. Pollock'un bünyesinde ölü anne özdeşleşmesini taşıdığını unutmamak gerekir. Ancak bu özdeşleşme onun varlığının tamamını tutmaz. Aynı zamanda bu "beyaz (boş) depresyonla" (depression blanc-depression blank) boğuşan ajite bir taraf da vardır. Onun patolojisini iki fazlı olarak görebiliriz: İçine kapalı ve donuk dönemler ve ajite dönemler. Ajite taraf "ölü anne"ye karşı kin doludur. Ondan kurtulmaya çalışır. Ancak onu tamamen öldürmenin kendini de öldürmek olduğunu farkettikçe umutsuzluğa kapılır. Bu ikili adeta bir çuvala konmuş iki kedi gibidir. Pollock'un bu intrapsişik boğuşması, bu ölümcül oyunu bozmaya çalışan Krasner'le dış dünyadan yalıtılmış Long Island yaşamında kişilerarası hale gelir. Bunun sonucunda ne olur? Ya Pollock onu boş depresyonunda rahat bırakmayan Krasner'e inat, kapandıkça kapanır ya da Pollock ilişkiden yorgun düşen Krasner'i dalgın ve depressif algıladığı zaman ona saldırır.

Her buluşma bir yeniden buluşmadır ve Pollock'un yaşamında güncel olan uzun süre direnmesine rağmen geçmişe yenilmiştir. Krasner herşeye tahammül etse de, ihanete tahammül edemez. Krasner gibi dirençli bir kadını yenen Pollock'un patolojisi için, Krasner'in yerini alan genç sevgili kolay bir rakibedir. Pollock'un uzmanı olmayan bu genç kadın sarmalın içine kolayca girer. Ölü Anne'den kurtulmanın yolu, bir türlü aşılamayan ne onunla ne onsuz ikilemi içinde beraber ölüme atlamaktır. Başlangıçta söylediğimiz gibi, Pollock resmi ile ilgili "tesadüf" nitelemesini yapanlara hep aynı şeyi söylermiş. "Ne kazası, ben kazaya inanmam".

Üzerinde durmak istediğim ikinci grup model sahneler, Pollock'un filminin çekilmesi ile ilgili olanlar. Hatırlayacağınız gibi, Hans Nemuth isimli bir sanatçı Pollock'un filmlerini çekmektedir. Halen Pollock'la ilgili en değerli belgesellerden sayılan, sanat yönü de kuvvetli bu çekimler sırasındaki Nemuth-Pollock ilişkisi dikkate değerdir. Bu model sahneler aracılığıyla, Pollock'la ilgili bir diğer yönü sorgulayabiliriz. "Ölü Anne"ye ipotekli kalan çocuk için babanın işlevi nedir, anlamı nedir? Baba nerededir?

En kapsamlı Pollock biyografisini yazan Naifeh ve Smith'e göre, Pollock'un hiçbir zaman açık hale gelmeyen ancak kuvvetli bir itki yaratan eşcinsel eğilimleri vardır. Bu eşcinsel olarak adlandırılan eğilimlerin kurtarıcı bir babaya duyulan gereksinim olduğunu düşünüyorum. Onu nekropolis'ten kurtaracak kahraman bir baba. Picasso'nun Pollock'un kahramanı veya anti-kahramanı olduğunu söyleyebiliriz. Bir türlü gelmeyen, erişilemeyen, hep özlenen kahraman. O içip içip Picasso'ya küfrederken, sarhoş yürüdüğü sokaklarda "Allah'ın belası Picasso" diye bağırırken aslında onu çağırmaktadır. Ünlü Yönetmen Bertolucci'nin "La Luna" filminin son sahnesinde oğulun tokadı yediği anda babasını tanıması gibi, küstahlığının ve sınırsızlığının umutsuzluğunda "artık yeter!" diyecek erkek kahramanını aramaktadır. O kahraman gelmez. Bu kurtarıcının gelmeyişi zaman zaman erkek kardeşiyle, zaman zaman ressam arkadaşlarıyla telafi edilmeye çalışılır. Bu dekor genellikle alkollü erkeklerin birbirlerinin üstüne yığıldıkları hüzünlü bir sahneyi hazırlar.

Nemuth kısa süreli bile olsa o kurtarıcı sanılmıştır. Pollock, Life dergisine verdiği röportajda, muhabir "resmin bittiğini nasıl anlarsınız?" diye sorduğunda, şaşırır ve karşı bir soru sorar: "Sevişmenin bittiğini nasıl anlarsınız ?". Bu sekansı Nemuth'la film çekimi yaparken oluşan iki sekansa bağlayalım. O resim yapmaya, yani sevişmeye devam ederken, Nemuth "film bitti! " der ve onun hala devam ediyor olmasına biraz şaşkınlıkla bakar ve arkasını dönüp gider. İkinci sekansta, evin içinde herkes şükran günü yemeğine oturmak için onların çalışmasının bitmesini beklerken, Nemuth ve Pollock bahçede çok soğuk bir havada ilginç bir düzenekle çalışmaktadırlar. Pollock camın üzerini boyarken Nemuth camın altından çekim yapmaktadır. Bir önceki sekanstakine benzer bir şey olur. Nemuth aniden camın altından kalkar ve uzaklaşır: "Işık gitti" der. Pollock eve geldiği anda şişeye sarılır ve Nemuth'u taciz etmeye başlar. Sonrasında öfkesi artar ve sofrayı devirir.

Modern sanat eleştirmenleri şöyle bir şey söylerler. Modern akımlar hep resmi tahrip etmeye çalışmışlardır. Onlar üretimi tahribatta aramışlardır. Bu tahribat yapının çözülmesidir. Pek çok eleştirmen, Pollock'u bu tanımlamaya dahil etmenin bir yanlışlık içerdiğini düşünür. Onlara göre, Pollock zaten tahrip olmuşluktan, bir tür yapısızlıktan başlar. O yapıyı çözmez. O yapısızlığın içinde kırkyama ile nesneye ulaşmaya çalışır. Büyük bir enerjiyle dışarıya doğru bir yanardağ gibi patlayan yeteneği, bu yanardağın üstünde bir yapı oluşturmasını engeller gibidir. O sabırsızdır, huysuzdur, tahammülsüzdür. Yapıyı biriktirmekte ve geliştirmekte zorlanır. Yapısızlıktan nesneye ulaşma çabası, yaşamının son döneminde sürpriz bir figüratif resimle somutlaşır. Karışıklığın ortasında bir kadın silüetinin belirdiği bir resimdir bu.

Teşekkür ederim.

*içgörü

--------------------

Who the #$&% Is Jackson Pollock?

 

http://4.bp.blogspot.com/_Yxqhjx6UBag/SVA47HmV5BI/AAAAAAAACXM/o-EhMJMZzns/s320/Who_the_bleep_is_jackson_pollock.jpg

 

 

 

Director:

 

Harry Moses

 

Writer (WGA):

 

Harry Moses (written by)

 

 

Runtime:

 

74 min Country:

 

USA

Language:

 

English

Color:

 

Color

 

 

 

 

Cast

 

 

http://i.media-imdb.com/images/tn15/addtiny.gifTeri Horton... Herselfhttp://i.media-imdb.com/images/tn15/addtiny.gifTod M. Volpe... Himself (as Tod Volpe)http://i.media-imdb.com/images/tn15/addtiny.gifBen Heller... Himselfhttp://i.media-imdb.com/images/tn15/addtiny.gifNick Carone... Himselfhttp://i.media-imdb.com/images/tn15/addtiny.gifJohn Myatt... Himselfhttp://i.media-imdb.com/images/tn15/addtiny.gifPeter Paul Biro... Himselfhttp://i.media-imdb.com/images/tn15/addtiny.gifThomas Hoving... Himselfhttp://i.media-imdb.com/images/tn15/addtiny.gifJeffrey Bergen... Himselfhttp://i.media-imdb.com/images/tn15/addtiny.gifJoseph D. Beam... Himself (as Joe Beam)http://i.media-imdb.com/images/tn15/addtiny.gifJudy Hill... Herselfhttp://i.media-imdb.com/images/tn15/addtiny.gifTeri Paquin... Herselfhttp://ia.media-imdb.com/images/M/MV5BMTM2NTM1ODkxOV5BMl5BanBnXkFyZXN1bWU@._V1._SY30_SX23_.jpg

Bill Page... Himselfhttp://i.media-imdb.com/images/tn15/addtiny.gifRon Spencer... Himself

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

evet. bir arkadaşına hediye olarak eskici dükkanından -ona göre resim bile olmayan -bu tabloyu alıyor. beğenmedikleri bu resmi elden çıkartmadan jackson pollock ismiyle tanışıyor...tanımaya ve milyon dolarlık değeri kanıtlamaya koşuyor teyze hanım,tabii katı bakışlı sanat camiasının pençeleri arasından :)

--------------------

teri horton: herkes peri masalı hikayelerinin evvel zaman içinde diye başladığını bilir.ama bir tır şoförünün hikayesi bu anlattığıma inanmayacaksın diye başlar...

http://www.artfagcity.com/wordpress_core/wp-content/uploads/blogger/blogger2/6780/1981/1600/Untitle-3.3.jpg

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...