Rimmon Oluşturma zamanı: Ekim 10, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Ekim 10, 2009 Edinburgh’da cinayet Floransa’da kolera Ve Barselona’da açlık hüküm sürüyordu Venedik’te gondollar paslı iskelelerinde çürümeye terk edileli uzun bir süre olmuştu. Paris’te tek bir aşık yoktu,New York yok yere ışıl ışıldı.... Kaygılarla hayatı ıskalamak Hayatı yakalamak aşkı yakalamaktır Kimlik kazanma kaygısıyla kendine yalandan bir dünya kurma -Ve o dünyanın içersine hapis olma- Bütün acılara göğüs gerebildiğimizde hayatı gerçekten yakalarız Hayatı yakalamaya çalışırken anı kaçırmak en büyük acıdır Bir yaprak süzülür yere,siyah beyazdır görüntü büsbütün,yavaş yavaş düşer,adeta rüzgara son valsini sergiler hayatla vedalaşırken,yere yaklaştıkça sararır,sararır ve sonra renkler gelir yere çarptığı anda.Renkler dalga dalga yayılır sepyalığına dünyanın,renklerle gerçeklenenin rüyalar değil kabuslar olduğunu kimse bilmemektedir.... Ve sonra... Gece gelir: Hastalıklı florasanların öğrencilerin yüzüne vuran ışıklarıyla aydınlanmış görüntüler bir belirip bir kaybolurlar.Asıl görüntü kadehtir.içi viski dolu bir kadeh,ve hemen dibine ilişmiş bir kül tablasında; Külüyle baş başa bırakılmış bir puro.... Görüntü uzaklaşır,kadehle sigaranın arkasında son sayfasına gelinmiş,kapakları yırtılmış bir defter varıdır,açık pencereden gelen rüzgarla sayfalar çevrilmeye başlar..... Lise hayatlarının son yıllarının verdiği bezginlikle karışık vakur bir eda ile bakarlar yeni öğrencilere.Toplum artık onlara erkek olma rolü biçmiştir.Üstelik onlar 3 saatlik bir sınavla hayatlarını şekillendirebilecek(!) kadar olgun bireylerdir ailelerinin gözünde.Oysa sadece üzerlerine biçilen kaftanı taşımaktan başka yapacak hiçbir şeyleri olmadığına inanmış zavallılardan ibaret bir grup olduklarını sezerler,kendilerine yediremezler,susarlar içlerinde en protest intiharlarını... Nitekim hayatlar yaşanmak zorundadır.... Dolunay zamanında bir sahne,Şehr-i Rum’un bilmem kaç bin yıllık lanetinden bir sayfadır adeta bu sahil imajı.İçlerinden biri der ki; Ne garip yer şu şehir 500 metre sağımız gecekondu semti,500 metre solumuzda villalar yükseliyor.Şehrin yarısı aç,yarısı tok.Ve biz tam da ortasındayız,bu mezbeleliğin. Bir başkası atılır sessizliğine gecenin,en az konuşan odur aslında; Bütün bu nefes alış verişlerimiz bunun için mi?Gecekonduyla villa arasında mıdır bütün hareket alanımız? Diğer taraftan,ölüp gitmek de hüner değil hani.... Quo Vadis.....(Nereye gidiyorsunuz) (Bütün dünya unutuş ülkesinde koşarken en sorulmayacak soru ve basit bir tespittir bu.) Ve polis gelir.İçki içmenin yasak olduğunu söyler gençlere,halka açık yerlerde yasak.Biri yaşlarını sorar,görmüş geçirmiş edasıyla,sonra erkeklere döner, “Hadi siz zıkkımlanıyorsunuz,kızlara neden içiriyorsunuz?Ayıp değil mi?” Frengi çıkmazında bir akşamüstü,kim bilir neredeler?Sıralar boş,yatakhane boş,şehir bomboş... -Yine kadeh ve kül tablasıyla başbaşa bırakılmış defterin görüntüsü belirir, kadeh boşalmıştır- Öğrencinin sadece öğrenci olması istenir.Kimlikleri,karakterleri silinmelidir onların.Ders çalışmalılardır.Hem ailelerin de istediği budur.Onlar henüz durumun önemini kavrayacak kadar olgun değillerdir.Onlar nasıl iyi vakit geçireceklerini de bilmezler henüz; Oysa ki yönetmelikte öğrencinin boş vakitlerini nasıl değerlendirmesi gerektiği açıkça yazılıdır.... Yıllarca komünizmle savaşmış bir ülkede,öğrenciler bir örnek giydirilir.Öğrencilerin hepsi bir kabul edilir.Tek tiptir işte,olması gerektiği gibi.Yegane ayrım vardır bu kalabalıkta; Başarılı-Başarısız Arkadaşlığın sınırları koyu kırmızı kalemlerle çizilmiştir,kurallar açıktır,bir üst jenerasyondan eğitimciler öğrencilerini sosyal anlamda “kendilerindenleştirmek” ister adeta ve bunu pervasızca yapar.Öğretmen Tanrıdır,öğretmene karşı gelinmez,öğretmen ne söylerse haklıdır ve en ironik kısmı da işin; Yakalanmadığınız sürece kopya çekmek serbesttir.... Ve evlerden bir tutam..... Bir baba oğluna bağırmaktadır: “Aferin oğlum,böyle devam et.Aferin o it arkadaşlarınla git sahilde bira iç,sen de it olacaksın "onlar" gibi.Senin gibilerden sokaklarda çok var.İt olmak istiyorsan söyle alayım seni okuldan bi işe vereyim de hayatı tanı biraz.Senin yaşındaki insanlar dağda ülkeyi korumak için ölüyor haberin var mı?Sen ne işe yarıyorsun? Git üniversitede ne bok yersen ye,karışmayacağım sana.Ama 18 yaşını doldurana kadar benim evimde yaşadığın sürece benim kurallarıma uyacaksın.Senden istediğimiz hiç birşey yok,sadece şu sınavı kazan,geleceğin buna bağlı....” Peki ya benim isteklerim? Peki ya şimdi istediklerim? Geleceğim dedin değil mi? Peki ya şimdim baba? Peki ya 17 yaşım ne olacak? Sen değil miydin bi dönebilsem o yıllara diyen? Şimdi neden bana aynı pişmanlığı yaşatmak istiyorsun baba? Ve bir anne-kız “Kızım neden biraz olsun dinlemiyorsun beni?Verdiğimiz para yetmiyor mu sana neden çapulcular gibi deniz kenarında ne olduğu belirsiz insanlarla içki içiyorsun?Neden eskiden gittiğin yerlere gitmiyorsun?Neden eski arkadaşlarınla görüşmüyorsun?Okulundaki çocukların hepsi serseri,tiplerinden belli zaten,başını belaya sokacaksın.Ailelerinin de ne olduğu belirsiz.Keşke seni hiç dinlemeyip yurt dışına gönderseydik lise eğitimin için.Bak yarın öbür gün,bu yaptıkların etrafta bir duyulursa dillerinden kurtulamazsın hayatın boyunca pişman olursun” Ben insanların benim hakkında ne düşündüğü müyüm anne? Hayatımı kendim şekillendirmedikten sonra nasıl ben olabilirim? Kendi seçimlerimde yürürken düşmezsem; Kendimi sorgulamayı nasıl öğrenirim anne? Zengin olmayan insanlar sadece bela mı getirir? Tek kıstasın para mı anne? Yoksa sen babamla sadece parası için mi evlendin anne? Yoksa ben senin babamın başına açtığın bela mıyım anne? Ya babaannem senin bana direttiklerini babama diretip başarılı olsaydı? Ve daha neler neler konuşulur evlerde... Anne babanın her sözü incitir bazen,koca koca kalkanları varmış gibi dursa da çocuk,her söylediğine cevap verse de ailesinin,kanar-çocuktur çünkü hala biraz,ne mutlu ki içindeki çocuğu korumayı başarabilmiştir,herkesten saklamak pahasına da olsa- Ama okulda gözükmez hiçbir aile tartışmasının izi,kimse ailesinden azar işittiğini anlatamaz,anlatsa bile umursamazlığa vurur mutlaka.Ve kavganın gecesinde,çocuk,yarın okulda anlatamayacaklarını düşünür kendi içinde.Kimileri katışıksız bir öfke büyütür o gece kendisini anlamayanlara karşı,kimileri itiraz etse de içten içe kendini suçlar,kimileri her şeye lanet okur,kimileri sessiz sedasız ağlar değiştiremeyeceğini bildiği bu leş yiyici işleyişe.... "Şimdi nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Durmadan düşmüyor muyuz? Öne, arkaya, sağa, sola, her yere düşmüyor muyuz? Hâlâ bir yüksek ve alçak kavramı var mı? Sonsuz bir hiçlik içinde aylak aylak dolaşmıyor muyuz? Yüzümüzde boşluğun nefesine duyumsamıyor muyuz? Hava şimdi daha soğuk değil mi? Geceler gittikçe daha fazla karanlıklaşmıyor mu? Tanrı öldü! Tanrı öldü! Onu öldüren biziz!" Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.