lightshadow Yanıtlama zamanı: Mart 18, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 18, 2015 her şey cern de kara deliğin oluşturulup incelenmesine bağlı. Kilit nokta bu. Eğer dünyayı yok etmeden bir kara deliği kontrol altına alabilir vfe inceleme imkanı bulabilirlerse ; solucan deliği oluşturma ve zamanda yolculuk bile mümkün olabilir. Tabi bu söylediğiniz, deneyin, insanlara açıklanmasında bir mahsur görülmeyen sebebi. Gerçek amaç bu mu peki? Gerçek amaç bu olsaydı eğer, bu olay yaşanır mıydı peki? http://tr.wikipedia.org/wiki/Atlasjet%27in_4203_sefer_say%C4%B1l%C4%B 1_u%C3%A7u%C5%9Fu İki fotoğraf paylaşıyorum. İlk fotoğraf CERN'e ait logo. Bu logoda gizlenmiş bir rakam var. 666 Bir de CERN girişinde yer alan bir heykelin fotoğrafı var. Bu deneyin pek insancıl bir deney olduğu, evrenin sırlarını öğrenme amacı taşıdığı söylenemez. Çember içerisinde dans eden Şiva, neyi temsil ediyor? Hadron çarpıştırıcısı bir çember, peki bu çember içerisinde açılmaya çalışılan yıldız kapısı yani stargate ne işe yarayacak? Biz mi bu kapıdan geçip boyut değiştireceğiz yoksa kapının önünde yığılmış olanlar mı bizim boyutumuza geçecek? Ah şu komplo teorileri yok mu? Ne güzel yaşayıp gidiyoruz işte. Cehalet mutluluktur. Bilmesek daha iyi. Böyle daha rahatız. Ya da... Open your mind. https://www.youtube.com/watch?v=2u8p3VCFOgA Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalfikir Yanıtlama zamanı: Mart 18, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 18, 2015 Büyük çaptaki kuruluşların, özellikle bilimsel kuruluşların logolarında genelde böyle mesajlar bulunur. Tübitak'ın logosunda da var benzeri bir mesaj. Bunları dile getirince aklını yitirmiş komplocu olunsa da; bunlar birer tesadüf müdür? sorusuna mantıklı bir cevap veremezler. Tamam 100 komplonun 99'u hurafe olsun, ama en azından bir tanesi mutlaka doğrudur. Onun için, yine ne varsa komplo teorilerinde var. Tabi bu söylediğiniz, deneyin, insanlara açıklanmasında bir mahsur görülmeyen sebebi. Gerçek amaç bu mu peki? Gerçek amaç bu olsaydı eğer, bu olay yaşanır mıydı peki? Atlasjet'in 4203 sefer sayılı uçuşu - Vikipedi İki fotoğraf paylaşıyorum. İlk fotoğraf CERN'e ait logo. Bu logoda gizlenmiş bir rakam var. 666 [ATTACH]13705[/ATTACH] Bir de CERN girişinde yer alan bir heykelin fotoğrafı var. [ATTACH]13706[/ATTACH] Bu deneyin pek insancıl bir deney olduğu, evrenin sırlarını öğrenme amacı taşıdığı söylenemez. Çember içerisinde dans eden Şiva, neyi temsil ediyor? Hadron çarpıştırıcısı bir çember, peki bu çember içerisinde açılmaya çalışılan yıldız kapısı yani stargate ne işe yarayacak? Biz mi bu kapıdan geçip boyut değiştireceğiz yoksa kapının önünde yığılmış olanlar mı bizim boyutumuza geçecek? Ah şu komplo teorileri yok mu? Ne güzel yaşayıp gidiyoruz işte. Cehalet mutluluktur. Bilmesek daha iyi. Böyle daha rahatız. Ya da... Open your mind. https://www.youtube.com/watch?v=2u8p3VCFOgA Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
DemirD Yanıtlama zamanı: Mart 18, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 18, 2015 Gerçekten sıkıntılı bir bilim adamına denk gelip gelmeyeceğimize bağlı her şey. Ya da hesaplamalar yanlış gidebilir. Cern de sandığın kadar masum olmayabilir. Dünyanın kaderi sıkıntılı bir bilim adamına yada hata yapma olasılığı yüzde yüz olan matematiksel hesaplara bırakılırmı sence? Bence bırakılmaz. Cerni masum sanmak mı? Yok artık. Sanıyorum mesajımı yanlış anlamışsın ben orada bambaşka birşey kastetmiştim Cernde deney yapılırken orda bir felaket olabilir, sonuçları insanlık için ağır olabilir, etkileri uzun yıllar sürecek olabilir, ama asla dünyanın sonu orada olamaz. Parapiskoloji diye bir bilim varsa eğer insanlıkta bu deneyi asla yanlız yapıyor olamaz.Tabi bu benim düşüncem. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Mart 20, 2015 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 20, 2015 Evren neden var oldu? Araştırmacılar, bu sorunun yanıtını "Her Şeyin Teorisi" adını verdikleri bir evren formülüyle yanıtlamayı umuyorlar. İngiliz astrofizik uzmanı Stephen Hawking, yeni bulgularıyla, içinde eşizlerimizin bulunduğu fantastik bir "hiper uzay"ın kapılarını açıyor. Biz diğer evrenleri göremiyoruz; ancak, Hawking teorisinde, paralel evrenlerde olanların bizim korkularımızı, becerilerimizi ve özlemlerimizi etkileyebileceğini ileri sürüyor Diğer boyutlar, yuvarlanmış küçük küreler şeklinde uzay-zamanın bütün noktalarında yer alıyor Şu sırada, siz bu cümleleri okurken, paralel evrenlerdeki eşizleriniz de bu cümleleri okuyor olabilirler. Onlar da, bu teoriyi okuyunca, büyük olasılıkla sizin gibi inanmayacak ve başlarını sallayacaklardır. İlk bakışta çılgınlık ya da bir bilimkurgu fantezisi gibi görünse de, bu teori tamamen matematiksel temellere dayanıyor. Stephen Hawking, "Sonsuz sayıda eşiz evrenler var" diyor. Hawking, Cambridge Üniversitesi'nin Matematik Bilimleri Merkezi'nde profesör olarak görev yapıyor. "Amyotrofik lateral skleroz" adı verilen bir sinir hastalığı nedeniyle, ünlü fizikçinin vücut kasları her geçen gün biraz daha eriyor. 1986'da bir soluk borusu ameliyatı sonucu sesini de kaybetti. O günden bu yana bilgisayar aracılığıyla iletişim kuruyor. Şu anda tamamen felçli, ancak zihni, inanılmaz bir hareketliliğe sahip. 59 yaşındaki astrofizikçi, evrenin var oluşunu açıklamak amacıyla yıllardır üstünde çalışılan "Her Şeyin Teorisi"sinin (Theory of Everything) formülünü oluşturmayı başardı ve buna "M-teorisi" adını verdi. Buradaki "M" (magic, mysterios, mother) büyülü, esrarengiz ya da her şeyin (bütün teorilerin) anası olarak değerlendirilebilir. Teori, uzayı, içlerinde bizim eşizlerimizin bulunduğu başka evrenlerden oluşan çok boyutlu bir labirent olarak görüyor. Hawking, bu "kobold evrenler"in yaşayanlarını "gölge insanlar" olarak nitelendiriyor. Yani, bizim evren olarak tanımladığımız belki de, gerçekte iç içe geçmiş, birbirini şekillendiren ve hatta belki birbiriyle iletişim halinde olan, birbirine paralel çok sayıda evrenlerin bulunduğu sonsuz bir uzayın minik bir kesiti. Bu, sadece birçok esrarengiz olguya aniden bambaşka bir açıdan baktığı için değil, aynı zamanda sıradan yaşamımızın bu kadar basit olmadığını göstermesiyle de büyüleyici bir evren tasviri. Birçoğumuz, yaşadığımız olaylara hep daha fazla anlam yükleme eğilimindeyiz. "Yaşamımda, ne olduğunu bilmediğim bir değişiklik olacağını hissediyorum" dediğimiz anları hepimiz yaşamışızdır. Korkular, hayaller, özlemler, fikirler... Ortada neden yokken, birden bire nasıl çıkıyorlar, nereden geliyorlar? Genç iş adamı, her pazar sabahı eşiyle birlikte tenis oynuyordu. O gün de, bütün diğer pazar sabahları gibiydi. Daha farklı geçeceğini gösteren en ufak bir belirti yoktu. Ancak, bir süre sonra iş adamı oyunu savsaklamaya başladı. Servis atışları hep fileye takılıyordu. Konsantrasyonu tamamen dağılmıştı. Huzursuzluğu giderek arttı. Birden aklına annesi geldi ve bu düşünceyi bir türlü kafasından silemedi. Eve döndüklerinde telefonları çaldı, arayan babasıydı. Öğlene kadar her yerde onu aramıştı. Annesi bir kalp krizi geçirmiş ve hastaneye kaldırılmıştı. İş adamının konsantrasyonu, bu olayı sezinlediği için mi dağılmıştı? Peki nasıl sezmişti bunu? Böyle bir olaya, şimdiye kadar sadece parapsikoloji uzmanları açıklama getiriyorlardı. Bilim adamları, ciddiyetsizlikle suçlanmamak için böyle konuların üstünde durmamayı tercih ettiler. Uzay-zamanın bükülmesiyle oluşan "solucan delikler"in zaman yolculuğunu mümkün kılabileceği düşünülüyor. Stephen Hawking'in geliştirdiği evren teorisi, hesaplamalara dayalı yepyeni bir açıklama getiriyor. Hawking, mantıksal olarak, beynimizde hiçbir şeyin bir bütünden bağımsız gerçekleşmediğini ileri sürüyor. Yani, tenis kortundaki olayları şöyle açıklayabiliriz: Görülebilir evrenimizin dışında, iç içe geçmiş ve eşizlerimizin bulunduğu, görülemeyen daha çok sayıda evren var. İş adamı, annesinin geçirdiği kalp krizini telefonla öğrenmediğine göre, dolaylı yollardan öğrendi; yani eşizlerinden biri aracılığıyla. Eğer Hawking haklıysa, daha pek çok olgu paralel evren teorisiyle açıklanabilecek. Hiçbir neden ya da bulgu olmadığı halde neden bazen korkuya kapılıyoruz? Eşizlerimiz o anda bu korkuları yaşadıkları için mi? Neden bazı insanlarla ilk kez tanıştığımız halde, sanki onu uzun süredir tanıyormuşuz duygusuna kapılıyoruz? Başka bir dünyada onu uzun süredir tanıdığımız için mi? Ya ilk bakışta aşk? Aslında böyle bir şey belki de yok ve her şey başka bir evrende yaşanan bir aşkın o an için hissedilmesinden ibaret. Gerçekten de, bir bilimkurgu senaryosuna benziyor. Stephen Hawking, bu fantastik fikre nasıl ulaşmıştı acaba? Bilim adamı, böyle bir evren teorisine nasıl ulaştığını, "Ceviz Kabuğundaki Evren" adını verdiği son kitabında açıklamış. Bu adı verirken İngiliz oyun yazarı William Shakespeare'in "Hamlet"inden esinlenmiş. Eserde Hamlet, "Ey Tanrım, ceviz kabuğunun içine hapsolsam da, kendimi bütün âlemlerin kralı gibi görebilirdim, keşke şu kötü rüyalarım olmasaydı..." diyordu. Hamlet'in bu derin iç çekişi, sanki düşünür Hawking'i tarif ediyor. Hastalığı onu, ceviz kabuğu olarak nitelendirilebilecek hareketsiz vücudunun içine hapsetmiş. Ancak, o aklıyla, sonsuzluğa, yani evrene hakim olmak istiyor. Hawking, Hamlet'in sözlerini şöyle yorumluyor; bütün fiziksel engellere karşın, sadece beynimizin gücüyle uzayı araştırabilir ve teknik açıdan ulaşılması mümkün olmasa da, teorik olarak, ilginç bölgelerin kapılarını aralayabiliriz. Hawking'in geliştirdiği formül, makroskobik evreni ve temel parçacıkların mikroskobik dünyasını tanımlamakla kalmayacak, "Büyük Patlama" ve onunla birlikte zaman ve uzay boyutlarının başlangıcını da hesaplanabilir hale getirecek. Böylece insan, evrenin en büyük gizemine, daha doğru bir yaklaşım gösterebilecek: Evrenin, var olmak için bir tanrıya ihtiyacı var mı? Yoksa varlığı, tamamen bilinen fiziksel yasalara mı dayanıyor? Bugün 59 yaşında olan fizikçi, bazı basın organları tarafından Albert Einstein ile bir tutuluyor. Ancak birçok meslektaşı, bu karşılaştırmanın Einstein için bir haksızlık olduğunu belirtiyor. Ne de olsa bilim adamı, evreni açıklamaya yönelik geliştirdiği "görelilik teorisi"yle, tam bir devrim yaratmıştı. Ama Hawking yeni bir teori kurmamış, Einstein'ın kuramını temel alan bir teori geliştirmişti. Bilim olimpiyatında Hawking, 1974'te keşfettiği ve kendi adını verdiği ışınım ile ön plana çıktı: Fizikçi, temel parçacık demetinin bir kara delik yakınında bulunduğunda, nasıl davranacağını hesapladı. Belirli kütleye sahip bir yıldız, ömrünün sonunda, kendi çekim kuvvetinin etkisiyle çöküyor ve uzay ile zamanın anlamını yitirdiği, yani kaybolduğu, sonsuz yoğunluğa sahip bir yapıya, yani kara deliğe dönüşüyor. Kara deliğin çekim alanı o kadar güçlü ki, ışın da dahil hiçbir şey çekim alanından kurtulamıyor. Fizikçiler bu duruma "tekillik" adını veriyorlar. Hawking, çevresindeki her şeyi yutan bu tuzakların tamamen karanlık olmadıklarını, ışın yaydıklarını gösterdi. İçinde yaşadığımız evrenin de, "tekillik" durumundayken, Büyük Patlama ile birlikte şekillenmeye başlaması, Hawking'in buluşunu daha da önemli kıldı. Bu sayede bir gün, belki de yaratılış hikâyesinin sıfırıncı saniyesine ulaşılabilirdi. Hawking, "hiçlik" ile "varlık" arasındaki geçiş anının aydınlatılmasının, "Tanrı'nın planı"nı ortaya çıkarmak anlamına geldiğini düşünüyor. Bilim adamları, bir "tekillik" durumunun olup olmadığını; bir büyük patlamanın yaşanıp yaşanmadığını; zaman ve uzay boyutlarının bu patlama sonucu ortaya çıkıp çıkmadığını uzun süre tartıştılar. Çünkü, İngiliz fizikçi Isaac Newton'ın 300 yıl önce kabul ettiği gibi, zamanın sonsuz bir geçmişten sonsuz bir geleceğe uzandığına inanıyorlardı. Stephan Hawking Newton'ın teorisi, Albert Einstein tarafından geliştirilen "Genel Görelilik Teorisi"yle geçerliğini kaybetti. Yeni teori, zaman, uzay ve maddeyi bir birinden ayrılamaz bir bütün olarak düşünüyordu. Bütün kütleler, ister dev gökadalar ister küçücük asteroitler, uzay-zamana şekil veriyorlar. Bu şekillenme, madde ve ışığın uzaydaki hareketini belirliyor. Önce Roger Penrose, sonra da Hawking, 1969'da Büyük Patlama'nın gerçek olduğunu ispatladıktan sonra, çekim kuvvetine dayalı teoriyi daha da geliştirdiler. Yoğunluk, Büyük Patlama sırasında kuşkusuz çok daha fazlaydı; ne de olsa, evrendeki bütün kütleler bir aradaydı. Patlama gerçekleşince, çevreye hayal edilmesi güç büyüklükte bir enerji yayıldı. Bu ilk enerji, temel parçacıklara ve maddenin kaderini belirleyen dört kuvvete dönüştü. Kozmologlar asıl sorunu, işte bu dört kuvvet konusunda yaşıyorlar. Bir evren formülü, bütün zamanlar ve evrendeki bütün olaylar için geçerli olmalı; yani son bir denklem, mikrokozmoz ve makrokozmozda etkili bütün kuvvetleri içermeliydi. Bugüne kadar yapılan matematiksel hesaplamalar, sadece üç kuvveti kapsıyordu: elektromanyetik kuvvet (elektronları atom çekirdeğine bağlıyor), "güçlü kuvvet" (atom çekirdeğini bir arada tutuyor) ve "zayıf kuvvet" (radyoaktif parçalanmayı sağlıyor)... Buna karşılık, bütün çabalara rağmen, dördüncü kuvvet olan kütle çekimi, bir türlü "Her Şeyin Teorisi" ne dahil edilemedi. Nedeni ise, çekim gücünün sadece maddelerde bulunması. Büyük Patlama sırasında kütle, maddesel olmayan bir nok-tada, "hiçlik"i ifade eden bir kuvantumda yoğunlaşmıştı. Araştırmacıların, "tekillik" durumunu daha iyi anlayabilmeleri için her iki teoriyi "Kuvantum Çekim Kuvveti"nde birleştirmeleri, yani "Çekim Kuvvetinin Kuvantum Teorisi"ni geliştirmeleri gerekiyordu. Ancak, bunu bir türlü başaramıyorlardı. "Her Şeyin Teorisi"ne giden yolda başka bir sorun da, atomun standart modelinde yaşanıyordu. Parçacıklar, bazı matematiksel işlemlere tabi tutulduklarında, ortaya anlamsız ve sonsuz değerler çıkıyordu. Ayrıca standart model, ne parçacık kütlelerini ne de doğal kuvvetlerin şiddetini açıklıyordu. Bunlar formülde sabit değerler olarak yer alıyordu. 80'li yılların ortalarında, fizik uzmanları John Schwarz ve Michael Green'in uğraşıları sonucu bir çözüm yolu bulundu. Onlara göre anlamsızlıklar, parçacıkların, denklemlerde sonsuz küçük noktacıklar olarak ele alınmasından kaynaklanıyordu. Peki ama, parçacıkların iplikçikler gibi esneme yetenekleri olsaydı ne olurdu? Yaklaşık 10 yıl önce geliştirilen, ancak daha sonra hesapları çıkmaza sokan "sicim teorisi", atomaltı parçacıkları nokta şeklinde değil, iplik (sicim) şeklinde tanımlıyordu. Sicimler, bir kemanın telleri gibi salınan, 10 (üzeri -33) santimetre uzunluğunda, minicik iplikçiklerdi. Sicimler şimdiye kadar gözlenemedi; ancak, büyüklüğü matematiksel olarak hesaplanabiliyor: Bir sicimin bir atomun büyüklüğüne olan oranı, bir atomun bütün Güneş Sistemi'ne olan oranına eşit. Ayrıca, belirli bazı sicimlerin, kütle çekimine sahip olduğu ve sicimlerin, aynı zamanda kuvantlar oldukları da bilinenler arasında. Hawking, buradan yola çıkarak "kütle çekiminin kuvantum teorisi"ni geliştirdi. Stephen Hawking, sicimlerle ilgili çok sayıda hesaplama yaptıktan sonra şu sonuca ulaştı: Evreni üç veya dört boyutlu kabul ettiğimiz sürece, geliştirilen "Kütle Çekiminin Kuvantum Teorisi" bizi tek bir evren formülüne götürmüyor. Dolayısıyla çözümü, çok boyutlu alanlarda aradı. Bu nedenle de sicimde takılıp kalmadı ve hesaplar yaparak, sicimlerden çok boyutlu kuvantlar elde etti. Bunlara "membran" adını verdi ve daha da kısaltarak "bran" olarak kullandı. Bu bran'lar, birden fazla boyutta varlık gösteriyorlardı. Hesaplamalarına devam ederek bir sınıra ulaştı: Evrende on bir boyut vardı. Peki bütün o boyutları neden algılayamıyoruz? Hawking nedenini şöyle açıklıyor: Büyük Patlama'nın ardından, zaman boyutu ile üç tane uzaysal (uzunluk, genişlik, yükseklik) boyut açılarak kozmik büyüklüğe dönüştü. Kalan yedi boyut, konumlarını değiştirmeden, yani sicim kadar bir alanı kaplayacak büyüklükte, bir gonca gibi sarılı olarak kaldılar. Bilim adamına göre, böyle yedi boyutlu bir yumak, evrenin her noktasında mevcut. MTeorisi'ne göre, evren iki boyutlu bran'larla kaplı. Bu branlar için üçüncü boyut, bran'ların frizbi plakları gibi, içinde oradan oraya uçtukları ve hiç birbirlerine çarpmayacakları büyüklükte bir "hiper uzay". "Üç boyutlu kütlecikler" hiç fark edilmeden dört boyutlu bir uzaya, "dört boyutlu kütlecikler" beş boyutlu bir uzaya vb. giriyorlar. Hawking, bu noktada kendi kendine şu soruyu sormuş: "Üstünde yaşadığımız Dünya nasıl yorumlanmalı?" Yanıtını ise şöyle vermiş: "Bizim gözlemleyebildiğimiz evren, belki de hiper uzayda süzülen üç boyutlu bir bran'dan öte bir şey değil. Ve evrenimiz bu uzayın içinde yalnız değil. Çünkü, sürekli yeni evrenler, yeni bran'lar doğu-yor. Fizikçiler, bu olaylara "kuvantum fluktuasyonu" adı veriyorlar. Hawking, böyle bir kuvant oluşumunu, kaynayan sudaki hava kabarcığı oluşumuna benzetiyor. Bu kabarcıklardan bazıları patlıyor, bazıları da içinde bulunduğumuz evren gibi esneyerek genişliyor. Bilim adamı, sürekli bir üst boyuta geçen branlar'la ilgili, insanın başını döndüren bu varsayımı biraz daha somutlaştırabilmek için, hologram örneğini veriyor: Hologramlarda, doğru açıdan bakıldığında, iki boyutlu bir yüzeyde, üç boyutlu bir nesnenin görüntüsü fark ediliyor. Başka bir deyişle, daha yüksek boyuttaki bilgiler, daha düşük boyuttaki bir oluşumun içine kodlanıyor. Öyleyse, üç boyutlu dünyamızda gerçekleşen her şey, aslında daha yüksek boyutlu bir dünya tarafından üretilmiş olabilir mi? Ya da bir paralel dünyanın sadece yansıması olabilir miyiz? Hawking'e göre bu soruların yanıtı evet! Yaşamımız, dünyalı olmayan yaratıklar tarafından oynanan bir bilgisayar oyunu, biz de bilgisayarlarla üretilmiş oyuncular olabiliriz. Belki de, sadece bakıp eğlendikleri hologramlarız. Hawking'in teorisiyle, kehanet ve telepati gibi metafizik konular da belki daha doğru yorumlanabilir: Bir hologramda, üç boyutlu bilgiler, iki boyutlu yüzeyin her noktasında kodlanmış olarak bulunuyor. Hologram levhasını kırdığınız ve parçalardan birini ışık altında incelediğiniz zaman, içinde kodlanmış olan üç boyutlu nesnenin yine tamamını görürsünüz. Çünkü, nesneye ait üç boyutlu bilgilerin tamamı, yüzeyin her noktasında ayrı ayrı kodlanmış bulunuyor. Dünyamız eğer bir hologram ise, bütün bilgiler, yine Dünya'nın her yerinde ayrı ayrı bulunuyor olmalı. Bu açıdan bakıldığında, bu matris bütününün bir parçası olan kişinin, normalde görülemeyen bilgileri bazen fark etmesi çok da olağanüstü sayılmaz. Belki de kâhinler, böyle bilgileri algılayabilen ve okuyabilen insanlardır. Hawking bu düşüncesinde yalnız değil. Bu varsayımı geliştirirken Hawking'e eşlik eden evrenbilimci Alexander Vilekin, "Uzayda, Al Gore'un ABD başkanı olduğu ya da Elvis Presley'nin hâlâ yaşadığı paralel evrenler olabilir" diyor. Hawking daha da ileri giderek paralel başka bir evrene geçmeyi hayal ediyor. Fizikçi, bilimkurgu dizisi "Star Trek"e, konuk sanatçı olarak katıldığı bölümünde, Isaac Newton ve Albert Einstein ile poker oynamış, Marylin Monroe da dizinde oturarak ona şans dilemişti. Bilim adamı "Her türlü hikâye gerçek olabilir; bir evrende Marylin Monroe, diğer evrende de Kleopatra ile evli olabilirim. Böyle olduğuna dair elimizde bir kanıt yok. Keşke olsaydı, o zaman poker oyununda çok para kazanabilirdim" diyor. Sicimler ve branlar'dan oluşan bu fantastik bakış açısı gerçek olabilir mi? Hawking, evrenin varlığını tek bir formülle açıklayacak "Her Şeyin Teorisi" nin henüz tamamlanmadığını, bunun belki de ancak 21. yüzyılın sonuna doğru mümkün olacağını belirtiyor. Ancak formül tamamlandığında da Tanrı'nın evren formülüne ulaşmış olacaklarını, bu noktanın da insan aklının nihai zaferi olacağını belirtiyor. Focus dergisinde bir yazıydı çok anlaşılır ve şaşırtıcı geldi bana Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
AbraKadabra Yanıtlama zamanı: Mart 21, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 21, 2015 [h=3]Son yıllarda ortaya çıkan Sicim Teorisi, M Teorisi ve Görelilik Teorisi ile Kuantum mekaniğini içine alarak birleşen yeni bakış açısına göre, bizim çok sayıda paralel evrenimiz ve bu evrenlerde yaşayan diğer eş benlerimiz var.[/h]http://indigodergisi.com/wp-content/uploads/2012/04/paralel-evren-fringe-bishop-peter.jpg Bu anı daha önce yaşamıştım… Buraya daha önce gelmiştim… Bu olayı rüyamda birebir görmüştüm… Bu cümleler sayısız insanın kullandığı sıra dışı bir olayı anlatır. Ve bu olaya Dejavu adı verilir. Sıra dışı olmasının nedeni bilimin bunu tam olarak açıklayamamış olmasındandır. Laboratuvar çalışmaları ve Beyin MR’ı ile yapılan incelemelerde, beynin önbellek ve uzun süreli belleği arasındaki kayıt alışverişi sırasında yaşanan mikro saniyelik gecikme olduğu söylenmiştir. Beynin sağ lobu ile sol lobu arasındaki bilgi, alışverişinin gecikmesi nedeniyle olduğu da iddia edilir. Bazı epilepsi hastalarının kriz geçirmeden önce Dejavu hissi yaşamış olmaları diğer ilginç tespittir. Hatta bazı doktorlar sık Dejavu hissi yaşayanların sağlıksız olduğunu ve tıbba başvurmaları gerektiğini söyler. Lakin beyin dalgaları ile ilgili bilgilere baktığımızda ilginç bir gerçekle karşılaşırız. Durugörü, medyumluk, şifacılık gibi uygulamalar sırasında beyinden dağılan dalga boyları ile epilepsi krizi sırasında dağılan beyin dalgaları aynı frekanslardadır. Yoga ve pek çok İnisiyasyon uygulamasında deneysel olarak çalışan para psikologlar, Alfa dalga durumunun Telepati, Duru görü ve Kehanetlerle alakası olduğunu bilmektedirler. Bu dalgaların düzene konulması için önerilen çalışmaların başında ise nefes egzersizleri geliyor. Çünkü nefes egzersizleri ile beyin dalgaları değiştirilebilir ve yönetilebilir. Bilimin klasik açıklamaları kimi ne kadar tatmin ediyor bilemem. Ama Dejavu örneklerini incelerken, bu açıklamalar anlık yaşanan Dejavu’ları açıklamaya belki yeterli olabilir. Buna karşın daha kapsamlı Dejavu örnekleri için yetersizdir bilimin izahları. Şimdi bildiğimiz klasik bilgileri bir tarafa bırakıp zihnimizi özgürleştirelim ve Dejavu’ya başka açılardan bakmayı deneyelim. Bu açılar da yine bilimsel teorilere dayanıyor aslında. Tek farkı, bu teorilerin henüz klasik bilim bakışına sahip sabit fikirli diğer bilim adamları tarafından kabul edilmemiş olmasıdır. Bilim adamları arasında birbirini çekememe gerçeğinin herkese göre daha çok olduğunu da unutmadan ekleyelim. Son yıllarda ortaya çıkan; Sicim teorisi, M Teorisi (Her şeyin Teorisi) ve Görelilik Teorisi ile Kuantum mekaniğini içine alarak birleşen yeni bakış açısına göre baktığımızda işler değişiyor. Bu birleşik teoriye göre bizim çok sayıda paralel evrenimiz ve bu paralel evrenlerde yaşayan diğer eşbenlerimiz var. Bu birleşik teoriye göre; evrendeki her şey titreşimlerden oluşuyor. Bu birleşik teoriye göre; atom altı parçacıklar evrenin her yerinde aynı anda bulunabiliyor. Bu birleşik teoriye göre; bu parçacıklar arasında telepati mevcut yani haberleşebiliyorlar. Bu teoriye göre biz, bir başka evrenin yansıma evreninde olabiliriz. Yine bu teoriye göre; zaman ve bilgi aynı anda bizim olduğumuz noktada zaten mevcut. Tıpkı gözümüzün ve kulağımızın görüp duyamadığı ses ve ışık dalgaları gibi… Yani üç boyutlu algılama kapasitemiz yanı başımızda duran bilgiyi ya da titreşimi alamıyor. http://indigodergisi.com/wp-content/uploads/2012/04/duality2.jpg“The Fabric of The Cosmos” kitabının yazarı Brian Greene, sicimlere ait kanıtın kozmik mikrodalga fonda (gökyüzünün her yerinden görülebilen ışınım) bulunabileceğini düşünüyor. Greene, “Sicimlerin bize verdiği mesajı anlamayı öğrenmemiz gerekiyor” diyor. Bu birleşik teoriyi anlayabilmek için sayfalar dolusu bilgi anlatmak gerekiyor. Bu kadar kalabalık bilgi ağının içinde beynin devreleri karışıp, içinden çıkılmaz hale gelebiliyor her şey. Bu yüzden meraklısına mutlaka Kuantum mekaniği, parçacık fiziği, uzay fiziği, paralel evrenler teorilerini ayrıntılarıyla incelemelerini öneriyorum ve Dejavu’yu bu bilgiler prizmasından geçirip biraz sadeleştirerek ele almak istiyorum. Özellikle paralel evrenlerimiz olduğunu düşündüğümüzde birçok şey için kendimize izahlar bulabiliyoruz. [h=2]Paralel Evrenler[/h]Paralel evrenlerimizin hepsi aynı anda vardır. Buna rağmen biz içinde olduğumuzu sandığımız tek bir evrenimizdeki farkındalığımızı yaşarız. Potansiyel diğer evrenlerimizde yolculuk yapan diğer ben’lerimiz bize uyarı mesajları gönderebilir. Bu paralel evrenin birinci gerçeğidir, çünkü titreşim ve sicim teorisi ile fotonların haberleşmesi gerçeği bunu mümkün kılar. Varlığımızın öz gücü, tüm paralel evrenlerimizdeki farkındalıklarımıza dağıtılarak kullanılır. Bu güç varlığımızın dalga formunda olan öz varlığımızın kullandığı güçtür. Yani her evrenimizdeki eşbenimiz, ana kaynaktan gelen bir güç kullanarak yaşar. Birden fazla eşbenin olması, her benin belli miktarda gücü olması demektir. Diğer evrenlerden bazılarının iptal edilmesi, var olan özgücün daha az sayıya bölünmesi demektir. İptal edebildiğimiz paralel evrenimiz için kullandığımız güçler tek bir evrende kullanılırsa o evrenimizdeki benimizin yetkileri çoğalır. Bazı insanlar bunu yapabilmiştir. O evrenler bazen erkli rüyalarda iptal edilir, bazen bilinçaltı zihin kayıtları temizlenerek iptal edilir. Yani bağlı olduğumuz geçmiş hikâyelerimizden özgürleşerek yaparız bunu. Bir takım çalışmalarla o paralel koridorumuza gideriz ve orada biriken enerji telciklerini geri alırız. Psikanaliz, hipnoz, Toltek özetlemesi ile yapılan şey tam da budur. Geçmişten gelen ve acısını çektiğimiz seçimlerimizin enerji kayıtlarını temizlemek bizi diğer paralel evrenlerimizden de özgürleştirir ve güçlendirir. Yani diğer bir paralel evrenimiz iptal etmiş oluruz. Kendi koridorumuzun içindeki güç yeterli duruma geldiğinde zamanın lineer çizgisinin büyülü tutukluluğundan kurtulabiliriz. Yanlara doğru dağılıp, diğer koridorlara akıp giden enerji tek bir koridor içerisinde toplandığında o koridor içerisindeki zamanı görme yeteneği artar. Böylelikle ‘özben’e’ biraz daha yaklaşmış olan ben, zaman çarkının ortasında oturarak kendi bütün zamanlarını görebilir. Yani, gelen zamanı ve giden zamanı… Bu görme; bazen durugörü, bazen şifa, bazen rüya erki olarak kullanılır. Şifacıların, durugörücülerin, Rüyacıların yaptığı şey tam da budur… Artan bu erkin nasıl kullanacağına ben’in kendisi karar verir. Bu aşamada Ben ile Özben arasındaki bağlantı sağlamlaşmış, kuvvetlenmiş ve temizlenmiş olduğundan varlık kendi öz amacını daha iyi bilir ve anlar ve kendi öz amacına uygun çalışır ve yaşar. Bu çalışma sonrası bir koridor içinde yaşayan ben, Özbeni ile gitgide daha fazla yakınlaşır. Yolculuk öze doğru olmaya başlar. Vuslat denilen şey budur. Kavuşmak… Zaman aslında bir çark gibidir, bizim zihnimizdeki boyut kapasitesiyle ancak buna benzetebiliriz. Bu çark aynı anda, sonsuz sayıda koridor içererek döner. Bu koridorların her biri bizim seçimlerimizin koridorlarıdır. En kuvvetli koridorlar önemli seçimlerimizi yaparak oluşturduğumuz koridorlardır. Evlilik, meslek, eğitim seçimleri gibi seçimlerimiz sırasındaki seçmediğimizi düşündüğümüz alternatif şıklar diğer en kuvvetli paralel evrenimizi oluşturur. Hayatımızdaki bu seçimleri yaparken hissederiz bu seçimlerin önemli birer köşe başı olduğunu… Hani böyle önemli her seçim sonrası aklımızın bir köşesinde kalır diğer seçenek ile ilgili duygularımız. İşte o duygular bir taraftan akmaya devam eder ve paralel diğer evrenimizi besler. Varlığımızın içinden akıp giden o enerji, yürüdüğümüzü sandığımız evrenimizin içindeki ben’i zayıflatır. Geçmiş hikâyelerimizin duygu kayıtlarını temizlemek bu nedenle bizi güçlendirir. Hayatımız boyu kaç önemli seçim yaparız, bir düşünsek. Şu cümle çok şey anlatıyor: “Kuantum evreninde ne zaman bir seçim yapılsa bir evren daha doğar” Asıl olan öz varlık zaman çarkının çarkın ortasında oturur ve bütün koridorları görür. Yani onun için her şey ŞİMDİ’ dir. Bütün koridorlarda dolaşan sayısız eşben vardır. Ama o benler sadece kendi koridorunun içini görür. Yani kendi lineer zamanını… Özbeniyle irtibat kurabilen eşbenlerden herhangi birisi böyle bir gerçeğin farkına vardığında bu bilgiyi kullanabilir. Kullanmak için seçenekleri vardır. 1- Tüm eşbenlerini aynı tek koridora toplamak, 2- Evrenleri arasında geçiş yapabilmek, 3- Diğer eşbenlerinden mesaj almak, 4- Özbeninden mesaj almak… Benliğimizde çeşitli yetkide direksiyonlar vardır. Biz arabamızın tek olduğunu ve düz bir yolda gittiğimizi sanırız. Direksiyona sıkıca hâkim olduğumuzu düşünürken asıl direksiyonun hangi elimizde olduğunun gerçek farkındalığını yakalarsak elbette bilinçli ve gerçek seçimi yaparız. Gerçek direksiyonun hangisi olduğunu anladığımız an büyülüdür, anlatılamaz, ancak yaşanır. Bu büyüyü yaşamak için varlığımız olduğunu sandığımız tüm şeylerden özgür olmak şartı vardır. İsmimiz, cismimiz, kütlemiz, malımız, mülkümüz, zincirlerimiz, sevgilerimiz, düşkünlüklerimiz vs vs sonsuz sayıda bizi biz yapan ŞEY vardır. Kolay değildir HİÇ olmak… Bu arada bu HİÇ olma halinin sürekli olmasına gerek de yoktur, bu da işin kolaylaştırıcı yanıdır. Bir saniyeliğine bile bunu yakalayıp kullanabilen çok şey yapabilir. Çünkü o bir saniye, bizim ölçüp biçtiğimiz bir saniyenin yetkilerinden çok daha fazlasına sahiptir ve zaman kanunları bunu açıklamaya yeterlidir. Aslında birçok insan bu geçişleri yaşıyor, farkında değil. Matrix filminde ilginç bir sahne vardı, hatırlayalım. Trinity ve Neo kaçıyorlardı. Merdivenlerden çıkarken Trinity bir kedinin geçişini gördü. Trinity, bu kedinin geçişini ikinciye gördüğünün farkına varıp; “Bir şeyleri değiştirdiler acele edelim” diye bağırıyordu. İşte o değişim dediği şey bir geçiştir… Geçiş sırasında üst üste bindirilemeyen bir yaşam karesi iki kez görülür. (Dejavu’ların bir kısmı budur) Filmde değişimi yapan Matrix’tir. Matrix denilen ana kaynak program; Özben’e denk bir yapıdır. (Bu arada Kurandaki Rab kelimesi ile Matrix kelimesi aynı anlamdadır.) Farkında olmadan yapılan geçişler; Özbenin (ana program) müdahalesi ile yapılan geçişlerdir. Anlık hissedişler dışında uzun sürelerle tanımlanan Dejavu’lar vardır. Örnek olarak benim hem de bugün yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum. Üç gündür gözümün önüne gelip duran bir mekân görüyordum. Beyaz ve metalik gri tonlarında döşenmiş, beyaz jaluzi storları olan geniş bir salon ve bir çok odası olan bir işyeri idi gördüğüm yer. Bugün bir arkadaşımın bir işyeri açtığını bir diğer arkadaşımdan duyunca, gözümün önünde birkaç gündür duran manzarayı hatırlayıp kendisine tarif ettirdim, acaba gördüğüm yer orası mı diye. Tarifi sonunda yanıldığımı düşündüm çünkü benim gördüğüm işyeri değildi. Derken aynı gün diğer bir arkadaşımla iş görüşmesi yapmak için yola çıktım. Oradan da başka bir arkadaşımı yeni taşındığı başka bir işyerinde ziyaret etmek için uğradım. İşyeri yeni hazırlanmış ve döşenmişti. Ben de hayırlı olsun ziyaretine gitmiştim kendisine. Kapıyı bana açtığında çığlık attım çünkü üç gündür sürekli gözümüm önüne gelip duran manzaranın tıpatıp aynısıydı. Bu yeni yer hakkında kendisiyle de tek bir kelime bile konuşmamıştık şimdiye kadar. Bu yaşadığımı bana bir bilim adamı hangi teoriyle açıklayacak merak ediyorum. Bu olay için, anlık hafızanın gecikmeli kaydı diyebilir mi acaba? Ya da şizofreni… Diyemez, çünkü bu olay anlık değil üç dört günde yaşanan bir deneyimdir. Hem de kanıtlarıyla, tanıklarıyla. Çünkü ben ilk konuştuğum arkadaşıma gördüğüm yeri ayrıntılarıyla anlatmıştım. Koltuklar beyaz, duvarda gri metalik tuğlalar, camda ise beyaz storları var, bir sürü de oda var demiştim. Bu deneyim bir anlık değil, uzun bir süre içeren bir Dejavu ’dur ve bana kendi eşbenimden hem de rüyada değil, güpegündüz uyanıkken gelen bir mesajdır bana göre… Benim gibi bu tür olayları yaşayanlar, bilimin yetersiz eski açıklamalarının doğru olmadığını iyi biliyorlar. Çünkü yaşadıklarının daha kapsamlı gerçekleri içerdiğinin farkındalar. Ve bu gerçekler, yanı başımızda duran ama çoğunlukla göremediğimiz kendi gerçeklerimizdir. Tıpkı Matrix’teki gibi; Yaşam sizden size yansıyandır… İndigo Dergisi sayı 79 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adife38 Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2015 yıldızların arasında filmini izleyin bu konuyuda izafiyet teorisinide en iyi anlatan film bence Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
susul27 Yanıtlama zamanı: Şubat 20, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 20, 2018 Fringe dizisi dünya ile diğer paralel evrenin çakışmasını engelleyecek makineyi bile gösteriyor. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.