YankeeRose Oluşturma zamanı: Kasım 26, 2006 Paylaş Oluşturma zamanı: Kasım 26, 2006 Cadılık ile ilgili bir yazı Cadı, içinden gelen bir güçle doğrudan doğruya hareket ederken, büyücü kural olarak sipariş üzerine iş görür ve kendiliğinden gizli güçlerini harekete geçirmesi ancak kendi doğrudan amaçları için olabilir. Ne olursa olsun büyünün bilinebilen, görülebilen amaçları vardır. Cadılığın ise böyle diğer insanlara da makul gelebilecek bir amacı olmaz. O sadece dürtüsel olarak kötülük yapmak isteğindedir ve amacı sadece kötülük isteğini doyurmaktır. Büyücü müşterisini kendi büyüsünün olası zararlarından korur, onu gerektiği şekilde uyarır, yani bir çeşit meslek etiği uygular. Ama buna karşılık cadı, belli bir süre işbirliği yaptığı kişiye de kötülük eder. Ancak gene de Ortaçağ Avrupasında olduğu gibi kimi kültürlerde Ak-cadılık da sözkonusu olabilir. Bunlar da temelinde kötü olan ve günah sayılan bir işlemi, bir kişinin belli bir andaki çıkarı için kullanmayı kabul edenlerdir. Örneğin kilise için günah ve yasak olan çocuk düşürme işlemini cadı, gayrımeşru gebe kalan genç kadınları kurtarmak için de uygulayabilir. Fakat bunda asıl kazancı, büyüleri ve cadılık işlemleri için gereksindiği cenin cesedini elde etmektir. Zehirlerini, isteyen bir müşterisinin hedefi doğrultusunda da kullanabilir. Onun bir düşmanını zehirleyebilir, fakat asıl kazancı öldürme zevkinin doyumudur. Cadılık da tarih kadar eskidir ve eğer mağara resimlerinin belli bir bakış açısından yorumuna bakılırsa tarih öncesinde bile olmuştur. Ancak cadı fenomeni, büyünün aksine bütün kültürlerde bulunmaz. Örneğin Kalahari Çölünde yaşayan Bushmanlar ve Andaman Adaları yerlilerinde cadı inancı hiç yoktur. Java yerlileri büyüye inanırlar fakat teknik olarak cadılığı kabul etmezler. Araplar ve Müslüman toplumların çoğunda kemgöz inancı olmasına rağmen, hatta hortlak inançları bulunmasına rağmen klasik bağlamda cadı inancı yoktur. Türk toplumunda ise Büyü sözcüğü eski Türkçe'de bir çeşit gelecekten ve tanrıların isteklerinden haberler veren şaman türü olan Bökü, Bögü sözcüğünden geldiği halde cadı sözcüğü Farsça Câdû kelimesinden doğrudan doğruya alınmıştır. O halde kültür olarak cadıyı yaratmamış, komşu kültürlerden almıştır. Ama gene de bugünkü Türk halkı için cadı sözcüğünün belli bir anlamı vardır. Dolayısıyla kültürümüze yerleşmiş bir kavram sayılmalıdır. Cadı tipi uygarlık bakımından fazla gelişmemiş ve teknolojik olarak geri konumdaki küçük toplumlarda oldukça önemli bir işlev görür. Böyle topluluklarda ilişkiler kişiden kişiye ve doğrudandır. Kurulan ilişkiler uzun sürelidir ve kolay kolay bozulmaz. Böyle durumlarda bir cadı, bir kem göz inancı ilişkiler içindeki olumsuzlukları, beklenmedik çatışma ve sürtüşmeleri açıklamak için bir çaredir. Örneğin birdenbire kocasını bırakarak başka bir erkeğe kaçan ya da başkasıyla ilişki kuran bir kadına büyü yapıldığının kabulü ailenin iç yapısının saydamlaşmasını engeller. Bu büyüyü bir cadının yapmış olması ise olayı "Faili Meçhul" hale getirir. Böylece küçük kabile ya da köyde kimse suçlanmamış olur. Cadı, inançların çoğunda kadındır. Ama genel olarak bakıldığında bu cins ayrımının pek tutulmadığı, erkeklerin de oldukça sık olarak cadılıkla suçlandığı görülmektedir. Avrupa kültüründe cadı yaşlı, zayıf bir kadındır. Fakat oldukça genç ve etli butlu kadınların da cadı olarak yakıldığı biliniyor. Birçok siyah Afrika kültüründe ise cadı, yediği insan eti nedeniyle şişman birisi olarak düşünülür. Cadılık, büyüler ve lanetlenmeyi kapsayan inanç sistemlerinin belki en önemli özelliği, bunların kapsadığı unsurlar arasında kurulan süreklilik ve dengedir. Sir Edward Evan Evan-Pritchard'ın 1937'de yayınlanan yapıtı "Azande Arasında Cadılık, Kehanet ve Büyü"de verdiği ana mesaj şudur; Zande halkı başlarına gelen herşeyi büyü ve cadılıkla açıklamaktadırlar. Bu inanç onlara herşeyi açıklayan bir sistem sağlamaktadır. Böyle bir nedensellik sistemi onları güvensizlik ve şaşkınlıklardan korumakta, toplumdaki gerilimleri yönlendirmek olanağı sağlamaktadır. Örneğin birisi hastalandığında bu mutlaka büyü sonucudur ve bu büyü daha güçlü büyülerle ortadan kaldırılmalıdır. Bu daha güçlü büyü işe yararsa hasta iyileşir. (Aslında hastalıkların büyük çoğunluğu zaten kısa zamanda iyileşir ya da akut tablodan çıkarlar). Eğer beklenen iyileşme olmazsa o zaman bu, karşı büyünün yetersizliği, uygunsuzluğu ya da araya düşmanca büyüler girmiş olmasındandır. Polonya asıllı bir İngiliz antropoloğu olan Michael Polanyi, cadılık gücüyle ilgili Zande halkının inançlarını bu dolambaçlı düşünceyle karakterize olarak tanımlamakta ve buna "episiklik özen" adını vermektedir. Önceden bilinebilen başarısızlığın ikincil açıklanması demek olan bu özellikten başka ona göre bu inançlarda "bastırılmış nüveleme" adını verdiği, cadılık gücüne karşı itirazların teker teker geçersiz kılınarak ileride büyü ve cadı gücüne karşı yeniden bir tehlike oluşturmalarının engellenişi de ikincil bir özellikti. Böylece dolambaçlılık, episiklik özen ve bastırılmış nüveleme Polanyi'ye göre modern bilimsel kuramların da özelliğidir. Bir başka çağdaş düşünür olan Thomas Khun da bilimsel paradigmaların, yani egemen kuram sistemlerinin, kendilerini tahrip edebilecek istisnalardan daha dayanıklı olduklarını ve ancak yeni bilim kuşaklarının sahneye çıkmalarıyla terkedildiklerini belirtmektedir. Cadılığın açıklanmasına yönelik kuramsal yaklaşımlar da büyü ile birlikte anlatılanlar gibi ve çok çeşitlidir. Eski Ortadoğu'da büyü inançları, daha önce anlatıldığı gibi çok canlı olarak yaygındı. Beyaz büyü sayılabilecek olan bir çok olay eski Mezopotamya, Mısır ve Kenaniler'de tanrılara, kahramanlara ve sıradan insanlara bağlı olarak tanımlanmaktaydı. Özellikle Mezopotamya'da karabüyü korkusu da çok yaygındı ve bu konu yasalara da girmişti. Bu arada ölülerin diriltilmesi ya da dirilebileceği inancıyla birlikte ölümle yargılanan bu cadıların dirilerek intikam alabileceği, çeşitli nedenlerle hortlayan ölülerin yaşamlarında karşılaştıkları haksızlıklar ve düşmanlıklardan öç almak için etkin olabilecekleri inancı da Mezopotamya'daki kötü ruh kavramının önemli bir parçasıydı. Böylece kötü ruhlar, kötü ruhların ele geçirdiği insanlar, ölümle yargılanmış karabüyücüler kavramları biraraya getirildiğinde "Cadı" kavramının bütün tarihsel ögeleri de biraraya gelmiş oldu. Aynı bölgede gelişmeye başlamış tektanrılı inanç, yani Musevilik de, İbrani halkının da zengin bir tektanrı öncesi inanç sistemi ve tıpkı öbür Mezopotamya inançları gibi kötü tanrılar ve kötülük yapan ruhlar kavramı olduğu için, bu inançları yadsımamış, onlarla mücadeleyi iş edinmiştir. Böylece tek tanrılı dinler de kötü ruhların ve doğaüstü güçlerin varlığını yadsımamakta, tersine bunları var kabul ederek onlarla savaşa girmektedir. Bu tutum cadıların kötücül gücünün tasdik edilmesi ve ispatı anlamını da içermektedir. Kutsal kitapta Samuel'in 1. kitabında 28. bapta anlatılan En-Dor'lu cinci kadın tipik bir cadıdır ve Kral Şaul'un isteği üzerine Samuel'i diriltmektedir. Hezekiel kitabında da Pagan tanrılara bağlı olan ve her türlü mekruh işi yapan ruhlara egemen olan kadınlardan sözediliyor. Bu da açıkça cadılık ve büyücülük demektir. Bunlar tanrının istek ve emirlerine açıkça karşı koymaktadırlar. Kitab-ı Mukaddes'te daha bir çok yerde büyücülerden sözedilmektedir. Onlara Yahvenin gazabıyla ölüm bildirilmektedir. Yeni akitte de bu tür eylemler ahlakdışı ve tanrıya karşı olarak belirtiliyor. Buna karşılık eski Yunan ve Roma'da yalnızca kara büyü cezalandırılmakta ve iyicil olan ise tersine faydalı bulunmaktaydı. Mezopotamya tanrıları gibi Yunan ve Roma tanrıları da insanlarla aynı duyguları taşıyabilir, kıskanabilir, öfkelenebilir ve kin güdebilirdi. Diana, Selene, Hecate gibi tanrıçalar tıpkı yeryüzü büyücüleri gibi belirli törenler ve tekerlemelerle kara büyü uygulamaktaydılar. Roma İmparatorluğu sınırları içinde ve çevresinde yerleşik olan Germen halkları arasında cadı kavramı aynen daha sonraki dönemlerde olduğu biçim ve özüyle çok yaygındı. Kara büyü gücü, sosyal sınıflara bakmaksızın birçok ailenin bireylerinde kalıtsal olarak bulunmaktaydı. Bu yaygın inanışın ardında aynı bölgelere yayılmış olan bir önceki kültür olan Kelt Druidleri'nin efsanelerinin bulunması büyük bir olasılıktır. Yaklaşık olarak Germenlerin cadı kavramı kapsamındaki etkinlik ve eylemleriyle Kelt Druidlerinin etkinlikleri çakışmaktadır. Özellikleri de aynı gibidir. Özellikle kadınların cadı olarak itham edilmesi Germenlerde sözkonusuydu. Onların çizmiş olduğu cadı tipi daha sonra Avrupa'da yaygın olan tiptir. Germenlere doğuda komşu olan Slav halklarında da aşağı yukarı aynı nitelikte cadı inancı yayılmıştı. Hıristiyanlaştırılmaya başlanan İspanya ve Galya'da gerek sivil yasalar gerekse kilise yasaları erkenden cadılık ve büyücülüğü cezalandırmaya başladı. Frank kralları ve bu arada özellikle Şarlman bu tür uygulamalara karşı ölüm cezası başta olmak üzere ağır cezalar uyguladılar. Özellikle hızla Hıristiyanlaştırma işleminin yürütülüşü sonucunda yeni gelişen feodalite eski mülk sahiplerini sık sık büyücülükle ve cadılıkla itham ederek devlet kuvvetleriyle ortadan kaldırabiliyordu. Şarlman, imparatorluğu içinde çok sıkı bir haberalma örgütü kurmuştu. Her taraftan gelen ihbarlar kolaylıkla değerlendiriliyor ve böylece yeni düzenin, imparatora ve onu himaye eden kiliseye sadık kimse ve ailelerin kadrolaşmasına çalışılıyordu. Putperestlik, cadılık ve büyücülük bu kadrolaşmanın en kolay bahanesiydi. Kilise bu konuda cadılık ve büyücülüğü, bazen eski putperest inançların yürütülmesi olarak, fakat çoğu zaman da şeytanla gerçek işbirliği olarak mahkum ediyordu. Ama genellikle kilisenin tutumu, mensuplarını cadılık ve büyücülük gibi halk inançlarına karşı uyarmak ve korumaya çalışmak şeklindeydi. Bu tür uygulamalara karşı kuşkuculuk St. Boniface ve St. Agobard gibi kilise önderlerinin etkileriyle kilise hukukuna egemendi ve bu yüzden kilisenin tutumusivil devletinkine oranla çok daha yumuşak sayılabilirdi. Thomas, Aquinas ve Augustine gibileri ise şeytanla daha acımasız bir savaşı öngörüyorlardı. XII. yüzyıl sonrasında kilisenin tutumunda büyük değişim oldu. XII. yüzyılda Arap kültürüyle temasın, alşemi ve astroloji üzerinde çalışmaların başlaması artık daha okur yazar kesimlerde ve kentsel bölgelerde de büyü benzeri uğraşlarla "doğanın büyüsü" gibi kavramlarla uğraşılmasına yolaçtı. 1484 yılında iki Dominiken keşişi, Heinrich Kraemer ve Johann Sprenger, Papa VIII. Innocent'ten Almanya topraklarında cadılıkla savaşmak için bir izin aldılar. İki yıl sonra bu ikisi "Malleus mateficarum" (Cadı Çekici) adıyla bir kitap yazdılar. Bu kitap Hıristiyanlık içinde demonolojinin, yani cin ve şeytan bilgisinin klasik ansiklopedisi oldu. Bu kitap halk inançlarıyla cin ve şeytanların ortaya çıkarılması yöntemlerinin ayrıntılı bir kılavuz kitabıydı. Bu kitabın otoritesi üç yüzyıl boyunca tüm Avrupa'da sürdü. Malleus Maleficarum'da anlatılan demonoloji, cadıların gücünü onların şeytanla ilişkilerine, özellikle de cinsel ilişkilerine bağlayan sistematik bir kurum oluşturuyordu. Şeytan cadılarla, eğer kadınsalar erkek görünüşüyle (Incubus), erkekseler kadın vücudu içinde (Succubus) ilişki kurmaktaydı. Kitap bu cinsel ilişkinin çeşitli ayrıntılarını anlatıyor ve şeytan ve cinlerin kontrolü altına girmiş olan kişiden bu bilgilerin alınması için yol ve yöntemleri öneriyordu. Bunlar ağır işkence yöntemlerinden önce şeytanın önce tatlı dille, daha sonra tahkir ve korkutmayla kendini göstermesini sağlama yöntemleriydi. Avrupa görüşünde cadılar şeytanın, özellikle en büyük şeytanın yeryüzündeki akraba ve temsilcileri oluyorlardı. Cadılar Avrupa kilise anlayışına göre vücutlarına çeşitli merhemler sürerek ve bazı şuruplar içerek havada uçabilir hale geliyorlardı. İstedikleri yöne uçmalarını sağlayan araçlar kullandıkları da olurdu. En bilineni süpürge sopasıdır. Cadılar buna ata biner gibi binerek havada hızla yol almaktaydılar. Bu uçuş genellikle "Cadı Sabbatı" denilen toplantıya gitmek için olurdu. Sabbat sözcüğü herhalde Yahudilerin haftanın yedinci gününe verdikleri addan alınmıştır. Ancak bu haftanın her günü olabilir. Sabbatı, cadılar hemen yakınlarda, ormanlık ya da tepelik bir yerde yapabilecekleri gibi, büyük toplantılar için bütün Avrupa'da tercih ettikleri belli yerler de vardı. Süpürge sopasının dışında teke, koç ya da köpek de taşıt aracı olarak kullanılıyordu. Cadıların özellikle sevdikleri yerler Almanya'da Hartz dağları üzerinde Brocken, İsveç'te Blocula, Rusya'da Kiev yakınlarındaki Çıplak Dağ, Fransa'da Auvergne'de Département du Puy-de Dôme idi. Özellikle toplandıkları tarihler de vardı. Bunlar 30 Nisan, 31 Ekim, 2 Şubat, 23 Haziran, 1 Ağustos ve 21 Aralık günlerinin geceleriydi. Gerek bu toplantı yerleri olarak bildirilen yerlere, gerekse ve özellikle tarihlere bakıldığında Avrupa cadı inançları üzerinde Kelt geleneklerinin, daha doğrusu o geleneklere karşı Hıristiyan misyonerlerinin ve ilk Hıristiyan cemaatlerin tepkilerinin ne denli önemli olduğu daha kolay anlaşılıyor. Adı geçen yerler Kelt döneminde Druidlerin ünlü toplantı yerleriydi ve verilen tarihler de Kelt inanışlarında kutsal olan bayram günleriydi. Teker teker söylemek gerekirse 30 Nisan günü Mayıs günü olan 1 Mayıs'ın arefesidir; 31 Ekim ise İngilizcesi All Hallows Eve (Tüm Mübarekler Yortusu) denilen günlerdir. O gecelerde Kelt Druidleri özgün toplantı festivallerini yapmaktaydılar. Bunlardan 1 Mayıs bilindiği gibi bugün de Chicago grevinin yıl dönümü olarak kutlanmasının dışında aynı zamanda Bahar Bayramı olarak kutlanmaktadır. 31 Ekim de, İngilizce adının zaman içinde kısalmış biçimi olan Haloween olarak İngiltere ve Amerika'da halen de kutlanmaktadır. Belirtilen diğer günlerden 2 Şubat Kış, 23 Haziran İlkbahar, 1 Ağustos Yaz, 21 Aralık da Sonbahar bayramı olarak Keltlerin kutsal günleridir. O halde ya Kelt inançlarını temizlemeye çalışan Hıristiyan misyonerleri o günlerde çevrelerinde yapılan putperest toplantıları için bu korkuyu yaymışlardır ya da yayılan Hıristiyanlığa karşı bilinen lanetlerini yağdıran Druidler o günleri özellikle lanetleyerek çevrelerine korku yaymaya çalışmışlardır. Cadıların uçabilmek için kullandıkları merhemlere ilişkin olarak Malleus Maleficarum'un yazılışını izleyen üç yüzyıl boyunca sürüp giden ve yüzbinlerce insanın ölümüne neden olan cadı davalarında mahkeme kayıtlarına geçen birçok formül vardır. Bunlar incelendiğinde hemen hepsinin merkez sinir sistemine etki eden güçlü psikotrop maddeler içeren bitki özleri ya da tohumlarının, gene çok uyarıcı olan ve bu arada afrodizyak olarak da kullanılan bitki özü ve tohumlarıyla karışımlarının bir takım yağlarla karışımı yoluyla elde edildiği görülür. XIV. yüzyıl mahkeme tutanaklarından korunabilen bir tanesinde şöyle bir karışım sözkonusudur; 2 gr. Güzelavratotu, 3 gr. ayçiçeği çekirdeği, 5 gr sarmısak ve 5 gr. Banotu, 6 gr. Callamus, 6 gr. Cannabis yani esrar, 10 gr. buğday, 25 gr. kenevir yaprağı, 25 gr. Afyon, darağacında asılmış bir adamın iç yağıyla iyice karıştırılır ve bütün vücut bu merhemle ovulur. İnsan yağı kullanılmasının esrarengiz etkisi hariç, içyağı kullanımı bu maddelerde bulunan etkin alkaloidlerin deri yoluyla vücuda girmesini sağlayan bir yöntem oluşturur. Bu kadar maddenin birbiriyle karışarak oluşturduğu etki, bugünkü farmakolojik bilgiyle, kişinin çeşitli hezeyanlar ve halusinasyonlar yaşamasını gerçekten sağlar. Cadı davaları, adı geçen kitap tanıklığıyla ve Papa VIII. Innocent'in buyruğuyla başlamıştır. Temeli İncil'deki "Efsuncu kadını yaşatmayacaksın" buyruğuna dayalıdır. Tipik bir davada bir başkan yönetimindeki yargıçlar kurulu karşısında Cadı yakalayıcı inquisition memuru, rahip-savcı olarak rol alır. Suçlanan kişi uzun süren işkencelerle yeterince konuşturulmuştur. Onun ifadesinin yargıçlar kurulunu gerçekte tatmin edecek açıklıkta olması zorunludur. Bunun için her denileni kabul edecek, hatta kendiliğinden saçmalayacak kadar "yumuşatılmış" olması zorunludur. En küçük falsoya yer bırakılmaz. Artık kişi bir an önce ölmeyi diler haldedir. Mahkeme önünde iki de avukat-rahip bulunur. Bunlardan birisi Advocato Diaboli (Şeytanın Avukatı), diğeri Advocato Dei (Tanrı'nın Avukatı) dır. Dava sonucunda cadı odun yığınları üzerinde yakılır. Cadıların kalbine kazık çakarak öldürmek, Nürnberg'in demir kızı adıyla ünlenmiş insan şeklinde demirden yapılmış ve iç tarafında sivri çiviler bulunan bir heykel içine kapatarak öldürmek, gözleri, ağzı ve alnı üzerinde demir çiviler bulunan bir maskeyi yüzüne kapatarak suertiyle öldürmek de kullanılan yöntemler arasındaydı. Bu davalarda hemen hemen 1000 yıllık bir dönemde yaklaşık 55 milyon insan yokedilmiştir. Bu sayı 2. Büyük Savaş'ın ölü sayısına eşittir. A.D.J. Macfarlane adında çağdaş bir İngiliz tarihçi İngiltere'nin Tudor ve Stuart dönemlerini incelemiş, 1560'ı izleyen 120 yıl içinde Essex'te görülmüş 1200 davayı gözden geçirmiş ve bu cadı çılgınlığıyla ülkenin ve kıtanın içinde bulunduğu sosyo-ekonomik değişim arasındaki ilintiyi açıkça ortaya koymuştur. Davalar hep aynı modele göre işlemekte, davalar sonucunda bölgede servet hep aynı biçimde el değiştirerek yeni sosyal sınıflar oluşmaktadır. Hemen not etmek gerekir ki cadı davaları yalnızca Katolik Kilise'ye özgü olmakla kalmamış, Protestan kilisesi de aynı tempoyla cadı davaları işletmiştir. Kiliseler zaman zaman bu davaların çok güçlü muhalifleri ve eleştirmenleri olmuşsa da davalar, Hıristiyan Ortaçağ yaşam görüşü tümüyle değişinceye, toplum yapısı değişinceye ve bilimlerle yeni gelişen endüstriyle bu inançlar temellerini tümden yitirinceye kadar sürmüştür. Protestan toplumununcadı çılgınlığına en iyi örnek iyi bilinen ve bir çok kez filme de alınmış olan Salem davalarıdır. Amerika'nın Massachusets devletinde bulunan Salem kasabası ilk Püriten Protestan kolonilerindendir. 1692'de bu kasabanın Protestan cemaat liderleri birdenbire böyle bir davalar dizisi başlatmış ve büyük bir toplumsal teröre neden olmuşlardır. Cadwick Hansen adında Amerikalı tarihçi bu konuyu yeniden ele almış ve Salem'de gerçekten büyük ölçüde büyücülük uygulandığı sonucuna varmıştır. Ama bu davalarda bir çok suçsuz insan da mahkum edilmiş ve tıpkı Avrupa'daki kader yoldaşları gibi odun ateşleri üzerinde can vermiştir. Son cadı yakma infazları 1749'da Würzburg'ta, 1751'de Endingen'de, 1775'te Kempten'de, 1782'de Glarus ve 1793'te Posen'de yapılmış olan 5 infazdır. Cadı davaları ilk olarak XIX. yüzyıl başında Prusya Brandenburg'ta resmen yasaklanmıştır. Ancak sivil davaların, işkence ve infazların yasaklanmasına rağmen, kanonik cadı davaları halen de sürmektedir. Vatikan'ın resmi bir dairesi olan Inquisition, halen de şeytanın yeryüzündeki işlerini takip edip durmaktadır. ALINTI 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Kasım 3, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 3, 2009 Cadı, içinden gelen bir güçle doğrudan doğruya hareket ederken, büyücü kural olarak sipariş üzerine iş görür ve kendiliğinden gizli güçlerini harekete geçirmesi ancak kendi doğrudan amaçları için olabilir. Ne olursa olsun büyünün bilinebilen, görülebilen amaçları vardır. Cadılığın ise böyle diğer insanlara da makul gelebilecek bir amacı olmaz. O sadece dürtüsel olarak kötülük yapmak isteğindedir ve amacı sadece kötülük isteğini doyurmaktır. Büyücü müşterisini kendi büyüsünün olası zararlarından korur, onu gerektiği şekilde uyarır, yani bir çeşit meslek etiği uygular. Ama buna karşılık cadı, belli bir süre işbirliği yaptığı kişiye de kötülük eder. Ancak gene de Ortaçağ Avrupasında olduğu gibi kimi kültürlerde Ak-cadılık da sözkonusu olabilir. Bunlar da temelinde kötü olan ve günah sayılan bir işlemi, bir kişinin belli bir andaki çıkarı için kullanmayı kabul edenlerdir. Örneğin kilise için günah ve yasak olan çocuk düşürme işlemini cadı, gayrımeşru gebe kalan genç kadınları kurtarmak için de uygulayabilir. Fakat bunda asıl kazancı, büyüleri ve cadılık işlemleri için gereksindiği cenin cesedini elde etmektir. Zehirlerini, isteyen bir müşterisinin hedefi doğrultusunda da kullanabilir. Onun bir düşmanını zehirleyebilir, fakat asıl kazancı öldürme zevkinin doyumudur. Cadılık da tarih kadar eskidir ve eğer mağara resimlerinin belli bir bakış açısından yorumuna bakılırsa tarih öncesinde bile olmuştur. Ancak cadı fenomeni, büyünün aksine bütün kültürlerde bulunmaz. Örneğin Kalahari Çölünde yaşayan Bushmanlar ve Andaman Adaları yerlilerinde cadı inancı hiç yoktur. Java yerlileri büyüye inanırlar fakat teknik olarak cadılığı kabul etmezler. Araplar ve Müslüman toplumların çoğunda kemgöz inancı olmasına rağmen, hatta hortlak inançları bulunmasına rağmen klasik bağlamda cadı inancı yoktur. Türk toplumunda ise Büyü sözcüğü eski Türkçe'de bir çeşit gelecekten ve tanrıların isteklerinden haberler veren şaman türü olan Bökü, Bögü sözcüğünden geldiği halde cadı sözcüğü Farsça Câdû kelimesinden doğrudan doğruya alınmıştır. O halde kültür olarak cadıyı yaratmamış, komşu kültürlerden almıştır. Ama gene de bugünkü Türk halkı için cadı sözcüğünün belli bir anlamı vardır. Dolayısıyla kültürümüze yerleşmiş bir kavram sayılmalıdır. Cadı tipi uygarlık bakımından fazla gelişmemiş ve teknolojik olarak geri konumdaki küçük toplumlarda oldukça önemli bir işlev görür. Böyle topluluklarda ilişkiler kişiden kişiye ve doğrudandır. Kurulan ilişkiler uzun sürelidir ve kolay kolay bozulmaz. Böyle durumlarda bir cadı, bir kem göz inancı ilişkiler içindeki olumsuzlukları, beklenmedik çatışma ve sürtüşmeleri açıklamak için bir çaredir. Örneğin birdenbire kocasını bırakarak başka bir erkeğe kaçan ya da başkasıyla ilişki kuran bir kadına büyü yapıldığının kabulü ailenin iç yapısının saydamlaşmasını engeller. Bu büyüyü bir cadının yapmış olması ise olayı "Faili Meçhul" hale getirir. Böylece küçük kabile ya da köyde kimse suçlanmamış olur. Cadı, inançların çoğunda kadındır. Ama genel olarak bakıldığında bu cins ayrımının pek tutulmadığı, erkeklerin de oldukça sık olarak cadılıkla suçlandığı görülmektedir. Avrupa kültüründe cadı yaşlı, zayıf bir kadındır. Fakat oldukça genç ve etli butlu kadınların da cadı olarak yakıldığı biliniyor. Birçok siyah Afrika kültüründe ise cadı, yediği insan eti nedeniyle şişman birisi olarak düşünülür. Cadılık, büyüler ve lanetlenmeyi kapsayan inanç sistemlerinin belki en önemli özelliği, bunların kapsadığı unsurlar arasında kurulan süreklilik ve dengedir. Sir Edward Evan Evan-Pritchard'ın 1937'de yayınlanan yapıtı "Azande Arasında Cadılık, Kehanet ve Büyü"de verdiği ana mesaj şudur; Zande halkı başlarına gelen herşeyi büyü ve cadılıkla açıklamaktadırlar. Bu inanç onlara herşeyi açıklayan bir sistem sağlamaktadır. Böyle bir nedensellik sistemi onları güvensizlik ve şaşkınlıklardan korumakta, toplumdaki gerilimleri yönlendirmek olanağı sağlamaktadır. Örneğin birisi hastalandığında bu mutlaka büyü sonucudur ve bu büyü daha güçlü büyülerle ortadan kaldırılmalıdır. Bu daha güçlü büyü işe yararsa hasta iyileşir. (Aslında hastalıkların büyük çoğunluğu zaten kısa zamanda iyileşir ya da akut tablodan çıkarlar). Eğer beklenen iyileşme olmazsa o zaman bu, karşı büyünün yetersizliği, uygunsuzluğu ya da araya düşmanca büyüler girmiş olmasındandır. Polonya asıllı bir İngiliz antropoloğu olan Michael Polanyi, cadılık gücüyle ilgili Zande halkının inançlarını bu dolambaçlı düşünceyle karakterize olarak tanımlamakta ve buna "episiklik özen" adını vermektedir. Önceden bilinebilen başarısızlığın ikincil açıklanması demek olan bu özellikten başka ona göre bu inançlarda "bastırılmış nüveleme" adını verdiği, cadılık gücüne karşı itirazların teker teker geçersiz kılınarak ileride büyü ve cadı gücüne karşı yeniden bir tehlike oluşturmalarının engellenişi de ikincil bir özellikti. Böylece dolambaçlılık, episiklik özen ve bastırılmış nüveleme Polanyi'ye göre modern bilimsel kuramların da özelliğidir. Bir başka çağdaş düşünür olan Thomas Khun da bilimsel paradigmaların, yani egemen kuram sistemlerinin, kendilerini tahrip edebilecek istisnalardan daha dayanıklı olduklarını ve ancak yeni bilim kuşaklarının sahneye çıkmalarıyla terkedildiklerini belirtmektedir. Cadılığın açıklanmasına yönelik kuramsal yaklaşımlar da büyü ile birlikte anlatılanlar gibi ve çok çeşitlidir. Eski Ortadoğu'da büyü inançları, daha önce anlatıldığı gibi çok canlı olarak yaygındı. Beyaz büyü sayılabilecek olan bir çok olay eski Mezopotamya, Mısır ve Kenaniler'de tanrılara, kahramanlara ve sıradan insanlara bağlı olarak tanımlanmaktaydı. Özellikle Mezopotamya'da karabüyü korkusu da çok yaygındı ve bu konu yasalara da girmişti. Bu arada ölülerin diriltilmesi ya da dirilebileceği inancıyla birlikte ölümle yargılanan bu cadıların dirilerek intikam alabileceği, çeşitli nedenlerle hortlayan ölülerin yaşamlarında karşılaştıkları haksızlıklar ve düşmanlıklardan öç almak için etkin olabilecekleri inancı da Mezopotamya'daki kötü ruh kavramının önemli bir parçasıydı. Böylece kötü ruhlar, kötü ruhların ele geçirdiği insanlar, ölümle yargılanmış karabüyücüler kavramları biraraya getirildiğinde "Cadı" kavramının bütün tarihsel ögeleri de biraraya gelmiş oldu. Aynı bölgede gelişmeye başlamış tektanrılı inanç, yani Musevilik de, İbrani halkının da zengin bir tektanrı öncesi inanç sistemi ve tıpkı öbür Mezopotamya inançları gibi kötü tanrılar ve kötülük yapan ruhlar kavramı olduğu için, bu inançları yadsımamış, onlarla mücadeleyi iş edinmiştir. Böylece tek tanrılı dinler de kötü ruhların ve doğaüstü güçlerin varlığını yadsımamakta, tersine bunları var kabul ederek onlarla savaşa girmektedir. Bu tutum cadıların kötücül gücünün tasdik edilmesi ve ispatı anlamını da içermektedir. Kutsal kitapta Samuel'in 1. kitabında 28. bapta anlatılan En-Dor'lu cinci kadın tipik bir cadıdır ve Kral Şaul'un isteği üzerine Samuel'i diriltmektedir. Hezekiel kitabında da Pagan tanrılara bağlı olan ve her türlü mekruh işi yapan ruhlara egemen olan kadınlardan sözediliyor. Bu da açıkça cadılık ve büyücülük demektir. Bunlar tanrının istek ve emirlerine açıkça karşı koymaktadırlar. Kitab-ı Mukaddes'te daha bir çok yerde büyücülerden sözedilmektedir. Onlara Yahvenin gazabıyla ölüm bildirilmektedir. Yeni akitte de bu tür eylemler ahlakdışı ve tanrıya karşı olarak belirtiliyor. Buna karşılık eski Yunan ve Roma'da yalnızca kara büyü cezalandırılmakta ve iyicil olan ise tersine faydalı bulunmaktaydı. Mezopotamya tanrıları gibi Yunan ve Roma tanrıları da insanlarla aynı duyguları taşıyabilir, kıskanabilir, öfkelenebilir ve kin güdebilirdi. Diana, Selene, Hecate gibi tanrıçalar tıpkı yeryüzü büyücüleri gibi belirli törenler ve tekerlemelerle kara büyü uygulamaktaydılar. Roma İmparatorluğu sınırları içinde ve çevresinde yerleşik olan Germen halkları arasında cadı kavramı aynen daha sonraki dönemlerde olduğu biçim ve özüyle çok yaygındı. Kara büyü gücü, sosyal sınıflara bakmaksızın birçok ailenin bireylerinde kalıtsal olarak bulunmaktaydı. Bu yaygın inanışın ardında aynı bölgelere yayılmış olan bir önceki kültür olan Kelt Druidleri'nin efsanelerinin bulunması büyük bir olasılıktır. Yaklaşık olarak Germenlerin cadı kavramı kapsamındaki etkinlik ve eylemleriyle Kelt Druidlerinin etkinlikleri çakışmaktadır. Özellikleri de aynı gibidir. Özellikle kadınların cadı olarak itham edilmesi Germenlerde sözkonusuydu. Onların çizmiş olduğu cadı tipi daha sonra Avrupa'da yaygın olan tiptir. Germenlere doğuda komşu olan Slav halklarında da aşağı yukarı aynı nitelikte cadı inancı yayılmıştı. Hıristiyanlaştırılmaya başlanan İspanya ve Galya'da gerek sivil yasalar gerekse kilise yasaları erkenden cadılık ve büyücülüğü cezalandırmaya başladı. Frank kralları ve bu arada özellikle Şarlman bu tür uygulamalara karşı ölüm cezası başta olmak üzere ağır cezalar uyguladılar. Özellikle hızla Hıristiyanlaştırma işleminin yürütülüşü sonucunda yeni gelişen feodalite eski mülk sahiplerini sık sık büyücülükle ve cadılıkla itham ederek devlet kuvvetleriyle ortadan kaldırabiliyordu. Şarlman, imparatorluğu içinde çok sıkı bir haberalma örgütü kurmuştu. Her taraftan gelen ihbarlar kolaylıkla değerlendiriliyor ve böylece yeni düzenin, imparatora ve onu himaye eden kiliseye sadık kimse ve ailelerin kadrolaşmasına çalışılıyordu. Putperestlik, cadılık ve büyücülük bu kadrolaşmanın en kolay bahanesiydi. Kilise bu konuda cadılık ve büyücülüğü, bazen eski putperest inançların yürütülmesi olarak, fakat çoğu zaman da şeytanla gerçek işbirliği olarak mahkum ediyordu. Ama genellikle kilisenin tutumu, mensuplarını cadılık ve büyücülük gibi halk inançlarına karşı uyarmak ve korumaya çalışmak şeklindeydi. Bu tür uygulamalara karşı kuşkuculuk St. Boniface ve St. Agobard gibi kilise önderlerinin etkileriyle kilise hukukuna egemendi ve bu yüzden kilisenin tutumusivil devletinkine oranla çok daha yumuşak sayılabilirdi. Thomas, Aquinas ve Augustine gibileri ise şeytanla daha acımasız bir savaşı öngörüyorlardı. XII. yüzyıl sonrasında kilisenin tutumunda büyük değişim oldu. XII. yüzyılda Arap kültürüyle temasın, alşemi ve astroloji üzerinde çalışmaların başlaması artık daha okur yazar kesimlerde ve kentsel bölgelerde de büyü benzeri uğraşlarla "doğanın büyüsü" gibi kavramlarla uğraşılmasına yolaçtı. 1484 yılında iki Dominiken keşişi, Heinrich Kraemer ve Johann Sprenger, Papa VIII. Innocent'ten Almanya topraklarında cadılıkla savaşmak için bir izin aldılar. İki yıl sonra bu ikisi "Malleus mateficarum" (Cadı Çekici) adıyla bir kitap yazdılar. Bu kitap Hıristiyanlık içinde demonolojinin, yani cin ve şeytan bilgisinin klasik ansiklopedisi oldu. Bu kitap halk inançlarıyla cin ve şeytanların ortaya çıkarılması yöntemlerinin ayrıntılı bir kılavuz kitabıydı. Bu kitabın otoritesi üç yüzyıl boyunca tüm Avrupa'da sürdü. Malleus Maleficarum'da anlatılan demonoloji, cadıların gücünü onların şeytanla ilişkilerine, özellikle de cinsel ilişkilerine bağlayan sistematik bir kurum oluşturuyordu. Şeytan cadılarla, eğer kadınsalar erkek görünüşüyle (Incubus), erkekseler kadın vücudu içinde (Succubus) ilişki kurmaktaydı. Kitap bu cinsel ilişkinin çeşitli ayrıntılarını anlatıyor ve şeytan ve cinlerin kontrolü altına girmiş olan kişiden bu bilgilerin alınması için yol ve yöntemleri öneriyordu. Bunlar ağır işkence yöntemlerinden önce şeytanın önce tatlı dille, daha sonra tahkir ve korkutmayla kendini göstermesini sağlama yöntemleriydi. Avrupa görüşünde cadılar şeytanın, özellikle en büyük şeytanın yeryüzündeki akraba ve temsilcileri oluyorlardı. Cadılar Avrupa kilise anlayışına göre vücutlarına çeşitli merhemler sürerek ve bazı şuruplar içerek havada uçabilir hale geliyorlardı. İstedikleri yöne uçmalarını sağlayan araçlar kullandıkları da olurdu. En bilineni süpürge sopasıdır. Cadılar buna ata biner gibi binerek havada hızla yol almaktaydılar. Bu uçuş genellikle "Cadı Sabbatı" denilen toplantıya gitmek için olurdu. Sabbat sözcüğü herhalde Yahudilerin haftanın yedinci gününe verdikleri addan alınmıştır. Ancak bu haftanın her günü olabilir. Sabbatı, cadılar hemen yakınlarda, ormanlık ya da tepelik bir yerde yapabilecekleri gibi, büyük toplantılar için bütün Avrupa'da tercih ettikleri belli yerler de vardı. Süpürge sopasının dışında teke, koç ya da köpek de taşıt aracı olarak kullanılıyordu. Cadıların özellikle sevdikleri yerler Almanya'da Hartz dağları üzerinde Brocken, İsveç'te Blocula, Rusya'da Kiev yakınlarındaki Çıplak Dağ, Fransa'da Auvergne'de Département du Puy-de Dôme idi. Özellikle toplandıkları tarihler de vardı. Bunlar 30 Nisan, 31 Ekim, 2 Şubat, 23 Haziran, 1 Ağustos ve 21 Aralık günlerinin geceleriydi. Gerek bu toplantı yerleri olarak bildirilen yerlere, gerekse ve özellikle tarihlere bakıldığında Avrupa cadı inançları üzerinde Kelt geleneklerinin, daha doğrusu o geleneklere karşı Hıristiyan misyonerlerinin ve ilk Hıristiyan cemaatlerin tepkilerinin ne denli önemli olduğu daha kolay anlaşılıyor. Adı geçen yerler Kelt döneminde Druidlerin ünlü toplantı yerleriydi ve verilen tarihler de Kelt inanışlarında kutsal olan bayram günleriydi. Teker teker söylemek gerekirse 30 Nisan günü Mayıs günü olan 1 Mayıs'ın arefesidir; 31 Ekim ise İngilizcesi All Hallows Eve (Tüm Mübarekler Yortusu) denilen günlerdir. O gecelerde Kelt Druidleri özgün toplantı festivallerini yapmaktaydılar. Bunlardan 1 Mayıs bilindiği gibi bugün de Chicago grevinin yıl dönümü olarak kutlanmasının dışında aynı zamanda Bahar Bayramı olarak kutlanmaktadır. 31 Ekim de, İngilizce adının zaman içinde kısalmış biçimi olan Haloween olarak İngiltere ve Amerika'da halen de kutlanmaktadır. Belirtilen diğer günlerden 2 Şubat Kış, 23 Haziran İlkbahar, 1 Ağustos Yaz, 21 Aralık da Sonbahar bayramı olarak Keltlerin kutsal günleridir. O halde ya Kelt inançlarını temizlemeye çalışan Hıristiyan misyonerleri o günlerde çevrelerinde yapılan putperest toplantıları için bu korkuyu yaymışlardır ya da yayılan Hıristiyanlığa karşı bilinen lanetlerini yağdıran Druidler o günleri özellikle lanetleyerek çevrelerine korku yaymaya çalışmışlardır. Cadıların uçabilmek için kullandıkları merhemlere ilişkin olarak Malleus Maleficarum'un yazılışını izleyen üç yüzyıl boyunca sürüp giden ve yüzbinlerce insanın ölümüne neden olan cadı davalarında mahkeme kayıtlarına geçen birçok formül vardır. Bunlar incelendiğinde hemen hepsinin merkez sinir sistemine etki eden güçlü psikotrop maddeler içeren bitki özleri ya da tohumlarının, gene çok uyarıcı olan ve bu arada afrodizyak olarak da kullanılan bitki özü ve tohumlarıyla karışımlarının bir takım yağlarla karışımı yoluyla elde edildiği görülür. XIV. yüzyıl mahkeme tutanaklarından korunabilen bir tanesinde şöyle bir karışım sözkonusudur; 2 gr. Güzelavratotu, 3 gr. ayçiçeği çekirdeği, 5 gr sarmısak ve 5 gr. Banotu, 6 gr. Callamus, 6 gr. Cannabis yani esrar, 10 gr. buğday, 25 gr. kenevir yaprağı, 25 gr. Afyon, darağacında asılmış bir adamın iç yağıyla iyice karıştırılır ve bütün vücut bu merhemle ovulur. İnsan yağı kullanılmasının esrarengiz etkisi hariç, içyağı kullanımı bu maddelerde bulunan etkin alkaloidlerin deri yoluyla vücuda girmesini sağlayan bir yöntem oluşturur. Bu kadar maddenin birbiriyle karışarak oluşturduğu etki, bugünkü farmakolojik bilgiyle, kişinin çeşitli hezeyanlar ve halusinasyonlar yaşamasını gerçekten sağlar. Cadı davaları, adı geçen kitap tanıklığıyla ve Papa VIII. Innocent'in buyruğuyla başlamıştır. Temeli İncil'deki "Efsuncu kadını yaşatmayacaksın" buyruğuna dayalıdır. Tipik bir davada bir başkan yönetimindeki yargıçlar kurulu karşısında Cadı yakalayıcı inquisition memuru, rahip-savcı olarak rol alır. Suçlanan kişi uzun süren işkencelerle yeterince konuşturulmuştur. Onun ifadesinin yargıçlar kurulunu gerçekte tatmin edecek açıklıkta olması zorunludur. Bunun için her denileni kabul edecek, hatta kendiliğinden saçmalayacak kadar "yumuşatılmış" olması zorunludur. En küçük falsoya yer bırakılmaz. Artık kişi bir an önce ölmeyi diler haldedir. Mahkeme önünde iki de avukat-rahip bulunur. Bunlardan birisi Advocato Diaboli (Şeytanın Avukatı), diğeri Advocato Dei (Tanrı'nın Avukatı) dır. Dava sonucunda cadı odun yığınları üzerinde yakılır. Cadıların kalbine kazık çakarak öldürmek, Nürnberg'in demir kızı adıyla ünlenmiş insan şeklinde demirden yapılmış ve iç tarafında sivri çiviler bulunan bir heykel içine kapatarak öldürmek, gözleri, ağzı ve alnı üzerinde demir çiviler bulunan bir maskeyi yüzüne kapatarak suertiyle öldürmek de kullanılan yöntemler arasındaydı. Bu davalarda hemen hemen 1000 yıllık bir dönemde yaklaşık 55 milyon insan yokedilmiştir. Bu sayı 2. Büyük Savaş'ın ölü sayısına eşittir. A.D.J. Macfarlane adında çağdaş bir İngiliz tarihçi İngiltere'nin Tudor ve Stuart dönemlerini incelemiş, 1560'ı izleyen 120 yıl içinde Essex'te görülmüş 1200 davayı gözden geçirmiş ve bu cadı çılgınlığıyla ülkenin ve kıtanın içinde bulunduğu sosyo-ekonomik değişim arasındaki ilintiyi açıkça ortaya koymuştur. Davalar hep aynı modele göre işlemekte, davalar sonucunda bölgede servet hep aynı biçimde el değiştirerek yeni sosyal sınıflar oluşmaktadır. Hemen not etmek gerekir ki cadı davaları yalnızca Katolik Kilise'ye özgü olmakla kalmamış, Protestan kilisesi de aynı tempoyla cadı davaları işletmiştir. Kiliseler zaman zaman bu davaların çok güçlü muhalifleri ve eleştirmenleri olmuşsa da davalar, Hıristiyan Ortaçağ yaşam görüşü tümüyle değişinceye, toplum yapısı değişinceye ve bilimlerle yeni gelişen endüstriyle bu inançlar temellerini tümden yitirinceye kadar sürmüştür. Protestan toplumununcadı çılgınlığına en iyi örnek iyi bilinen ve bir çok kez filme de alınmış olan Salem davalarıdır. Amerika'nın Massachusets devletinde bulunan Salem kasabası ilk Püriten Protestan kolonilerindendir. 1692'de bu kasabanın Protestan cemaat liderleri birdenbire böyle bir davalar dizisi başlatmış ve büyük bir toplumsal teröre neden olmuşlardır. Cadwick Hansen adında Amerikalı tarihçi bu konuyu yeniden ele almış ve Salem'de gerçekten büyük ölçüde büyücülük uygulandığı sonucuna varmıştır. Ama bu davalarda bir çok suçsuz insan da mahkum edilmiş ve tıpkı Avrupa'daki kader yoldaşları gibi odun ateşleri üzerinde can vermiştir. Son cadı yakma infazları 1749'da Würzburg'ta, 1751'de Endingen'de, 1775'te Kempten'de, 1782'de Glarus ve 1793'te Posen'de yapılmış olan 5 infazdır. Cadı davaları ilk olarak XIX. yüzyıl başında Prusya Brandenburg'ta resmen yasaklanmıştır. Ancak sivil davaların, işkence ve infazların yasaklanmasına rağmen, kanonik cadı davaları halen de sürmektedir. Vatikan'ın resmi bir dairesi olan Inquisition, halen de şeytanın yeryüzündeki işlerini takip edip durmaktadır. alıntı Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paganlaw Yanıtlama zamanı: Mart 11, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 11, 2011 Yazının tamamını okudum. Gnoxis cadılığa taraf olmasına rağmen(witchcraft ve paganizm bölümü) böyle bir yazıyı nasıl barındırmış anlayamadım. Tam bir engizisyon kafasıyla yazılmış. Cadı şeytanla işbirliği yapar,temsil eder,paganlar druidler kötülük peşinde,cadılar süpürgeyle uçar,vs. yazmakla bitmeyecek bir sürü suçlama ve bazıları gerçekten çocukça... Bilgisayardan yazmadığım için tek tek alıntılayamadım,okursanız ne demek istediğim anlaşılır.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
egos58 Yanıtlama zamanı: Mart 14, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 14, 2011 (düzenlendi) Mesajımı düzeltiyorum özür dilerim. O an bana ne oldu anlayamadım çok pardon Mart 15, 2011 egos58 tarafından düzenlendi Hakaret içerikli bir mesaj yazmıştım,düzeltme gereği duydum Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Adramelech Yanıtlama zamanı: Mart 14, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 14, 2011 Nerden buldun bunu? İsayatapariz.biz??? Yazının kaynağı sihirbaşlasın diye bir site harry potter sitesi diye hatırlıyorum normaldir. Onun dışında herhangi bir dini aşağılayıcı ifadeler kullanmayın. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
cemsit Yanıtlama zamanı: Mart 26, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 26, 2011 (düzenlendi) Çok güzel bir paylaşım Nevermore çok teşekkür ederim hepsini okudum. Mart 27, 2011 sirius tarafından düzenlendi düzenlendi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nihatkutlu Yanıtlama zamanı: Mart 27, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 27, 2011 güzel bir paylaşım. ++ Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
seithr Yanıtlama zamanı: Nisan 20, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 20, 2011 eline sağlık ama benm sormak istediğim bişey var herangi biri pisişik yeteneklerini nasıl test edebilir? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sirius Yanıtlama zamanı: Nisan 21, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 21, 2011 eline sağlık ama benm sormak istediğim bişey var herangi biri pisişik yeteneklerini nasıl test edebilir? kendini gözlemleyerek. En kolay ve kesin yöntemi budur. Özellikle duygusal patlamaların yaşandığı anlarda (öfke sevgi vb.) izlersen farkedebilirsin Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
UsagiNarciss Yanıtlama zamanı: Nisan 22, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 22, 2011 evet... . . Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
seithr Yanıtlama zamanı: Nisan 22, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 22, 2011 peki ne tür davranışlarıma göre anlıyacağım bu durumu aşırı tepkilerim gibi mi? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sirius Yanıtlama zamanı: Nisan 23, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 23, 2011 peki ne tür davranışlarıma göre anlıyacağım bu durumu aşırı tepkilerim gibi mi? hayır tabi ki. bir duruma aşırı tepkin vermen senin yeteneğin değil kusurundur. Verdiğin tepkiler sırasında etrafta enerjisel değişimler meydana geliyor mu? veya o dönemlerde rüyalarında mesajlar alıyor musun? Mesela kimisinde öfke sırasında çevresinde ki insanlarda ağrılar meydana gelir, kimisi aşırı sevgide fark etmeden insanların düşüncelerini değiştirir vb. gibi. Bunları farketme sürecinde bol bol meditasyon yaparak içe dönüşler yapman gerekiyor. Böylelikle zihninin gereksiz kalabalığından kurtulup daha objektif ve dingin bir şekilde kendini ve çevreni izleyebilirsin. Bunların hepsi birbirini tamamlayan şeyler. Gözlem+meditasyon+bilgi = farkındalık =) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
seithr Yanıtlama zamanı: Nisan 23, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 23, 2011 hmm anladım teşekkürler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
perhaps Yanıtlama zamanı: Haziran 16, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 16, 2011 hayır tabi ki. bir duruma aşırı tepkin vermen senin yeteneğin değil kusurundur. Verdiğin tepkiler sırasında etrafta enerjisel değişimler meydana geliyor mu? veya o dönemlerde rüyalarında mesajlar alıyor musun? Mesela kimisinde öfke sırasında çevresinde ki insanlarda ağrılar meydana gelir, kimisi aşırı sevgide fark etmeden insanların düşüncelerini değiştirir vb. gibi. Bunları farketme sürecinde bol bol meditasyon yaparak içe dönüşler yapman gerekiyor. Böylelikle zihninin gereksiz kalabalığından kurtulup daha objektif ve dingin bir şekilde kendini ve çevreni izleyebilirsin. Bunların hepsi birbirini tamamlayan şeyler. Gözlem+meditasyon+bilgi = farkındalık =) Yani kızgınken insanların korkması güldüğünde insanların sıkıntılarından kurtulması hastalara neşe ve rahatlık vermek düşüncelerinin karşılığını hangi ruhhalinde olurlarsa olsun vermeleri psişik etkiye tepki sayılır değilmi? yani deyiminizle psişik yetenek? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sirius Yanıtlama zamanı: Haziran 17, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 17, 2011 Yani kızgınken insanların korkması güldüğünde insanların sıkıntılarından kurtulması hastalara neşe ve rahatlık vermek düşüncelerinin karşılığını hangi ruhhalinde olurlarsa olsun vermeleri psişik etkiye tepki sayılır değilmi? yani deyiminizle psişik yetenek? her an insanlarla auralarımız arasında enerji alış verişi yaparız. Çok hüzünlü bir ortama girdiğinizde büyük olasılıkla hüzünlenirsinzi ya da neşenin bol olduğu yerler tuhaf bir şekilde sizi çılgınlaştırır (mesela genelde lunapark gibi) Kısacası enerji alış verişi günlük hayatta çok sık meydana gelir ve her insanın arasında gerçekleşen bir fenomendir. Bu noktada aslında doğal olarak herkeste olan bir durumdur. Sadece enerjisi daha yüksek olan insanlar bu tür etkileşimlerde çok daha güçlü tepki verirler. Ve karşı tarafı çok daha güçlü etkilere maruz bırakırlar. Buna psişik yetenek diyebilirsiniz tabi ama yetenekten öte bu enerjiyi bilinçsizce yönlendirme ve arttırarak-odaklama kabiliyetinden öte gelir. Zaten duygular odaklanmanızı arttırır buna bir de ek olarak yüksek potansiyeliniz varsa, enerjileri değiştirmeye- yönlendirmeye başlarsınız. Genelde insanlar bu psişik alış verişten veya etkiden habersizdir. Tekrar söylemek gerkirse eğer potansiyeliniz yükseke, bu kontrolsüz etkiler hoş değildir, kontrollü hale gelmelidir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
perhaps Yanıtlama zamanı: Haziran 17, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 17, 2011 Anladım yorum için teşekkürler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
ahmetaktass Yanıtlama zamanı: Şubat 19, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 19, 2012 cok hatalı bır yazı bu sız ne olarak goruyorsunuz bılmıyorum ama bız sandıgınız o karekterde degılız. Filmlerdekı sahnelerı yazıya dokercesıne olmus bu paylasım, unutmıyalım gercek hayatta olen asla gerı gelmez... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sirius Yanıtlama zamanı: Şubat 19, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 19, 2012 (düzenlendi) Cadılık ile ilgili bir yazı Cadı, içinden gelen bir güçle doğrudan doğruya hareket ederken, büyücü kural olarak sipariş üzerine iş görür ve kendiliğinden gizli güçlerini harekete geçirmesi ancak kendi doğrudan amaçları için olabilir. Ne olursa olsun büyünün bilinebilen, görülebilen amaçları vardır. Cadılığın ise böyle diğer insanlara da makul gelebilecek bir amacı olmaz. O sadece dürtüsel olarak kötülük yapmak isteğindedir ve amacı sadece kötülük isteğini doyurmaktır. Büyücü müşterisini kendi büyüsünün olası zararlarından korur, onu gerektiği şekilde uyarır, yani bir çeşit meslek etiği uygular. Ama buna karşılık cadı, belli bir süre işbirliği yaptığı kişiye de kötülük eder. Ancak gene de Ortaçağ Avrupasında olduğu gibi kimi kültürlerde Ak-cadılık da sözkonusu olabilir. Bunlar da temelinde kötü olan ve günah sayılan bir işlemi, bir kişinin belli bir andaki çıkarı için kullanmayı kabul edenlerdir. Bu yazı nasıl bir mantıkla yazılmış anlamadım =)) Evet kabul etmek gerekir ki, ortaçağda kilisenin zulmüne karşı cadılar çok ciddi karanlık büyülerle karşılık verdiler ama buna rağmen hiçbir zaman cadılıarı kötü olarak nitelendiremeyiz. Cadılık iyi ve kötü kavramının ötesindedir ve asla ama asla bir gücü gereksiz yere karanlık amaçlarla kullanmaz. Bunu yapan ancak kara cadı dediğimiz kara büyüyle uğraşan kişilerdir. Hatta kara cadıların bile satanistlerden oldukça büyük farkları vardır. Örneğin kilise için günah ve yasak olan çocuk düşürme işlemini cadı, gayrımeşru gebe kalan genç kadınları kurtarmak için de uygulayabilir. Fakat bunda asıl kazancı, büyüleri ve cadılık işlemleri için gereksindiği cenin cesedini elde etmektir. Zehirlerini, isteyen bir müşterisinin hedefi doğrultusunda da kullanabilir. Onun bir düşmanını zehirleyebilir, fakat asıl kazancı öldürme zevkinin doyumudur. Eskiden beri cadılarğın çoğu ebelik görevini de yapmaktadır. Bunun sebebi insanların bebeklerinin düşmesine yardım etmek değil, doğanın ölüm ve yaşam dengesini sağlamak için doğuma yardım etmektir. Burada cadı doğan bebeği kutsar ve onun hayrını düşünür. Eğer bebek düşerse, tabi ki o cenini çeşitli güçlü iksirler ve büyüler yapmak için ayırır. Eğer kişinin bebeği doğurması riskliyse tabi ki düşmesi için cadı yardımcı olabilir, ama hiçbir cadı durduk yere kendi çıkarı için bir bebeğin düşmesine önayak olmaz çünkü bu doğanın dengesine terstir. Cadı, inançların çoğunda kadındır. Ama genel olarak bakıldığında bu cins ayrımının pek tutulmadığı, erkeklerin de oldukça sık olarak cadılıkla suçlandığı görülmektedir. Avrupa kültüründe cadı yaşlı, zayıf bir kadındır. Fakat oldukça genç ve etli butlu kadınların da cadı olarak yakıldığı biliniyor. Birçok siyah Afrika kültüründe ise cadı, yediği insan eti nedeniyle şişman birisi olarak düşünülür. ASlında ortaçağda kayıtlara bakıldığında erkek cadılar kadın cadılardan daha fazladır lakin Malleus Malificarum kitabından sonra kadın cadıların kaydı çoğalmış ve hristiyanlığın anti-feminist davranışı nedeniyle cadılık kadınlara özgüymüş gibi lanse edilmiştir. Avrupa kültüründe ortaçağda bir kadın çok güzelse cadı aynı şekilde yaşlı ve çirkinse yine cadı olarak sayılırdı. Bunun sebebi güzel kadınlara rahiplerin aşık olmasıydı, kilise rahiplerine bu sapkınlığı yakıştıramadığı için güzel kadınları büyü yapmakla suçlardı. Yaşlı ihtiyarlar ise çirkinse genelde cadı olarak direk yakılırdı... İşte yaşlı cadı motifi bu dönemde ortaya çıkmıştır. Afrika kültüründe insan eti yiyen cadı motifi ise aslında yine o kültürün voodoo rahibeleri ve rahiplerinden çıkmıştır. Bu şekilde ilkel büyü kabilelerinde "yediğin şeyin gücünü elde edersin" inancı vardır, ki bunu diğer bütün ekollerde bir şekilde görürüz. (Özellikle hindu cadılık-büyü geleneğinde de yoğundur) Haliyle o dönemin büyücüleri başka büyücüleri öldürüp veya güçlü savaşcıları öldürüp etlerini yerlerdi veya yakaladıkları hayvanın etlerini yiyerek onlarn enerjilerini bünyelerine aldıklarına inanırlardı. Eski Ortadoğu'da büyü inançları, daha önce anlatıldığı gibi çok canlı olarak yaygındı. Beyaz büyü sayılabilecek olan bir çok olay eski Mezopotamya, Mısır ve Kenaniler'de tanrılara, kahramanlara ve sıradan insanlara bağlı olarak tanımlanmaktaydı. Özellikle Mezopotamya'da karabüyü korkusu da çok yaygındı ve bu konu yasalara da girmişti. Bu arada ölülerin diriltilmesi ya da dirilebileceği inancıyla birlikte ölümle yargılanan bu cadıların dirilerek intikam alabileceği, çeşitli nedenlerle hortlayan ölülerin yaşamlarında karşılaştıkları haksızlıklar ve düşmanlıklardan öç almak için etkin olabilecekleri inancı da Mezopotamya'daki kötü ruh kavramının önemli bir parçasıydı. Böylece kötü ruhlar, kötü ruhların ele geçirdiği insanlar, ölümle yargılanmış karabüyücüler kavramları biraraya getirildiğinde "Cadı" kavramının bütün tarihsel ögeleri de biraraya gelmiş oldu. Mezopotamyada ve sümer kültürü gibi kültürde necromancy ile uğraşan kara büyücülere çok rastlarız. Hatta Antik Mısır'da yine bu kötü amaca hizmet eden seth rahipleri vardır ki, mitleri okursanız seth apep (Ra'yı öldürmeye çalışan büyük kötü yılan yaratık) ile anlaştıktan sonra seth rahipleri yılana dönüşme gücü kazanmışlardır... Yani eski zamandan beri karanlık rahipler ve yine tanrı-tanrıçaları onurlandıran bilgeliğe yürüyen rahipler sistemi vardır. İşte asıl cadı motifini ortaya çıkaran budur... Burada kötülüğün toplanmış halinin cadılık olduğunu söylemek çok yanlış... Evet sümerde, necromancy ile uğraşan kişilerin bilgileri günümüze kadar gelmiş ama bu dal kadar aydınlık uygulamalarda o dönemde yaygındı.. İkisi de cadılığın dallarını oluşturdu... Malleus Maleficarum'da anlatılan demonoloji, cadıların gücünü onların şeytanla ilişkilerine, özellikle de cinsel ilişkilerine bağlayan sistematik bir kurum oluşturuyordu. Şeytan cadılarla, eğer kadınsalar erkek görünüşüyle (Incubus), erkekseler kadın vücudu içinde (Succubus) ilişki kurmaktaydı. Kitap bu cinsel ilişkinin çeşitli ayrıntılarını anlatıyor ve şeytan ve cinlerin kontrolü altına girmiş olan kişiden bu bilgilerin alınması için yol ve yöntemleri öneriyordu. Bunlar ağır işkence yöntemlerinden önce şeytanın önce tatlı dille, daha sonra tahkir ve korkutmayla kendini göstermesini sağlama yöntemleriydi. Avrupa görüşünde cadılar şeytanın, özellikle en büyük şeytanın yeryüzündeki akraba ve temsilcileri oluyorlardı. Kilisenin o dönemki büyüye, paganizme ve yerel cadılık inancına olan saldırısı maalesef günümüzün kötü kavramlarını ortak bilince taşıdı. O karanlık çağlarda cinsellik çok büyük günah ve mahremdi.. Bu yüzden rahip ve rahibelerin cinsel dürtüleri bastırılyıordu ve en sonunda rahibeler histeri krizlerine girerek sapıkça davranışlar gösteriyor bunu da kilise şeytanın ele geçirmesine yoruyordu. Halbu ki bu histeri krizi rahibelerin bastırılmış cinsel dürtülerinin ortaya çıkmasına dayanıyordu. Bir kişinin cinsel anlamda histeri krizi geçirmesi toplu bir krize dönüşüyordu ve bütün rahibelerin soyunarak tabiri caizse bu krizlere girdiği biliniyor. Yine kilise bunu toplu posesyon olarak değerlendiriyor ve birşekilde cadılıkla ilişkilendiriliyordu. Gelişen psikoloji bilimi bunlarn posesyonlar değil bastırılmış cinsel dürtüler olduğunu ortaya çıkardı. Benzer durumlar rahiplerde de söz konusuydu. Böylece incubus ve succubuslar ortaya çıktı, rahip ve rahibeyi suçlamak yerine böyle varlıklara yüklenmek kilisenin işin geliyordu (kilisenin kutsallaığına leke sürülmediğine inanıyorlardı) ve böylece kilise git gide şeytan kavramını güçlendirdi.... Lakin cadılığın şeytanla ve kötülükle ilişkilendirilmesi sadece kiliseye özgü bir kavram bunu belirtmek isterim. Kilise öncesi dönemde cadılık doğayla ve bilgelikle özdeşleştirilirdi, ki hala daha bilen kesim tarafından öyle özdeşleştirilir. Bu konuda Haxan isimli belgeseili izlemenizi öneririm, belgesel cadılıkla ilgili yapılan ilk belgesel olma niteliğini taşıyor ve cadılardan çok kilisenin o dönemki tutumunu ve adaletsizliğini inceliyor. Belgesel 1922 yapımı olduğu için seslendirilme yapılamaımş, siyah beyaz görüntüler var ve yazılar ile anlatılıyor.. Ama ona rağmen oradaki çekilen görüntüler çok iyi =)) Şiddetle tavsiye ederim... Eylül 8, 2015 sirius tarafından düzenlendi 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
indigo55 Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2015 Paylaşım ve ilgi için teşekkürler bu arada bir sorum var cadılığın günümüzde siyasetle bir alakası var mı ? şimdi saçma bir soru gibi gelicek biliyorum ama sonuçta her inançdaki gibi topluca yapılan ritüeller ve aynı inançdan olana karşı bir tutum var yani modern dünyada cadılar metaryalist dünyaya uyum sağlamak için herhangi bir oluşum çabasında bulunuyorlar mı ? normalde yeri burası değil ama siriusun cevabından sonra merak ettim. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adife38 Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2015 içgüdüsel güçler ne kadar kuvettliyse başarı oranı okadar artar Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sirius Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2015 Paylaşım ve ilgi için teşekkürler bu arada bir sorum var cadılığın günümüzde siyasetle bir alakası var mı ? şimdi saçma bir soru gibi gelicek biliyorum ama sonuçta her inançdaki gibi topluca yapılan ritüeller ve aynı inançdan olana karşı bir tutum var yani modern dünyada cadılar metaryalist dünyaya uyum sağlamak için herhangi bir oluşum çabasında bulunuyorlar mı ? normalde yeri burası değil ama siriusun cevabından sonra merak ettim.H Hayır yok. Tek çaba olarak kendimizi gizliyoruz. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
MrFaziL Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2015 H Hayır yok. Tek çaba olarak kendimizi gizliyoruz. Yoksa Cadı Avı başlatır bu Engizisyoncular. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sirius Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2015 Yoksa Cadı Avı başlatır bu Engizisyoncular. Biraz zor bu saatten sonra. Engizisyoncu avı başlar denerlerse. Ciddi bir bilinçsel uyanış var tüm dünyada. Bİnlerce yıldır ezilmiş olanlar ayaklandı, insanlar özgürlük peşinde, sistemleri çökertme içgüdüsü herkeste var, para sisteminden sıkıldık. Baskı, otorite, zulüm, artık net görülüyor ve tepki veriliyor... Güçlü olan ve ayakta kalanlar, yüreklerindeki hakikatin arkasında durabilenler artık. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
MrFaziL Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2015 Biraz zor bu saatten sonra. Engizisyoncu avı başlar denerlerse. Ciddi bir bilinçsel uyanış var tüm dünyada. Bİnlerce yıldır ezilmiş olanlar ayaklandı, insanlar özgürlük peşinde, sistemleri çökertme içgüdüsü herkeste var, para sisteminden sıkıldık. Baskı, otorite, zulüm, artık net görülüyor ve tepki veriliyor... Güçlü olan ve ayakta kalanlar, yüreklerindeki hakikatin arkasında durabilenler artık. Mecazi olarak söyledim, zaten o zamanki cahillik yok artık. Dediğiniz gibi insanlar bilinçlendi, ülkemizdeki pek çok insan için geçerli olmasa da yurt dışındakiler daha bilinçli bu konuda. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sidar Yanıtlama zamanı: Haziran 30, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 30, 2015 Hristiyanlığın nasıl kilisesi varsa , Cadılığın da evrensel bir signatürü olsaydı keşke . Ya da vardır bilmiyorum neyse . Cadılıkta ; ritüellerin gerçekleştirildiği ortam ve Çalışılan tanrı kişiye has olduğu için . Yani bireysel disiplini diğer dinlerden daha fazla olduğu için . Birde insanların çoğu tek tanrılı tapınma biçimlerine ve Cahilliğe yatkın oldukları için , güçlerini koruyamamış olduklarını düşünüyorum cadıların . Hoşgörü ve Özgürlük yerine Açgözlülük yapan , Hakimiyet kurmak için yalana ve güce başvuran kazanıyor ne yazık ki ... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.