nevermore Oluşturma zamanı: Kasım 25, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Kasım 25, 2009 NOT: biraz uzun gelebilir ama okadar güzel bir yazıki okumanızı tavsiye ederim Heraklit insanın en derin sorununa parmak basar; bu da, uyanıkken bile derin uykuda olduğudur. Uyurken uyursun ama uyanıkken de uyursun. Bunun anlamı nedir? Çünkü Buda bunu söyler, İsa bunu söyler, Heraklit bunu söyler. Uyanık gibi görünüyorsun ama bu sadece görüntüdür; içinin derinliklerinde uyku devam etmekte. Şu an dahi içinde rüya görmektesin. Bin bir tane düşünce akıp gitmekte ve sen ne olduğunun bilincinde bile değilsin, ne yaptığının farkında değilsin, kim olduğunun farkında değilsin. İnsanların uykusunda yaptığı şekilde davranıyorsun. Uykusunda dolanıp, şunu-bunu yapıp tekrar uykusuna dönen birilerini duymuş olmalısın. Uyurgezerlik denilen hastalık vardır. Bazı insanlar gece yataklarından kalkarlar; gözleri açıktır, hareket edebilirler. Dolaşabilirler, kapıyı bulabilirler. Mutfağa gidip bir şey yiyecekler; geri dönüp yatağa girecekler. Ve sabah onlara sorarsan gece hakkında hiçbir şey bilmezler. En fazla hatırlamaya çalıştıklarında, o gece uyanıp mutfağa gittiklerini rüyada gördüklerini söyleyeceklerdir. Ama her şeyden önce o bir rüyaydı; onu bile hatırlamak çok zordur. Pek çok suç işlemiş insan; pek çok katil mahkeme esnasında böyle bir şeyi yaptıklarını hatırlamadıklarını ve hatta neden bahsedildiğini dahi bilmediklerini söyler. Mahkemeyi kandırmaya çalışmamaktalar, hayır. Artık psikanalistler onların kandırmaya çalışmadıklarını bulguladılar, onlar yalan söylemiyor, tamamen doğru söylüyorlar. Cinayeti işlediler — çok derin uykudayken işlediler — rüyadaymış gibi. Bu uyku normal olandan daha derindir. Bu uyku sarhoşluk gibidir: Biraz hareket edebilirsin, biraz bir şeyler yapabilirsin, birazcık farkında da olabilirsin ama körkütük sarhoşsun. Gerçekten ne olduğunu bilmiyorsun. Geçmişinde neler yaptın? Aynı şekilde yeniden anımsayabilir misin onu, neden yaptığını, ne yaptığını? Sana ne oldu? O olurken uyanık mıydın? Neden olduğunu bilmeden âşık oluyorsun; neden olduğunu bilmeden kızıyorsun. Bahaneler buluyorsun elbette; yaptığın her şeyi mantıklı hale sokuyorsun ama mantıklı olmak farkındalık değildir. Farkındalık, anda olan her şeyin tam bir bilinçlilikle gerçekleşiyor olması anlamına gelir; sen orada mevcutsun. Kızgınlık gerçekleşirken sen orada mevcut olursan kızgınlık oluşamaz. O sadece sen derin uykudayken gerçekleşebilir. Sen orada olursan varlığında hemen bir dönüşüm olmaya başlar çünkü sen oradaysan, farkındaysan pek çok şey mümkün değildir. Günah denilen tüm şeyler sen farkındaysan mümkün değildir. Dolayısıyla gerçekte sadece tek bir günah vardır o da farkında olmamaktır. İngilizce’si “sin” olan günah sözcüğünün orijinali kaçırmak anlamına gelir. Yanlış bir şey yapmak anlamına gelmez; kaçırmak, orada olmamak anlamına gelir. “Sin” sözcüğünün İbranice’deki kökü “miss” (kaçırmak) anlamına gelir. Bu bazı İngilizce sözcüklerde geçer: “misconduct, (zina, ahlaksızlık, görevi kötüye kullanmak) misbehavior (terbiyesizlik, kötü davranış)” Kaçırmak, orada olmamak demektir, bir şeyi kendini tam vermeden yapmaktır; tek günah budur. Ya tek erdem? Bir şey yaparken tamamıyla dikkatlisin; Gurdjieff’in kendini-anımsamak dediği şey, Buda’nın doğru şekilde dikkatli dediği şey, Krishnamurti’nin farkındalık dediği şey, Kabir’in surati dediği şey budur. Hiçbir şeyi değiştirmeye ihtiyacın yok ve değiştirmeye çalışsan da zaten yapamazsın. Kendinde pek çok şeyi değiştirmeye çalışıp duruyorsun. Başarılı oldun mu? Kaç sefer tekrar kızgın olmamaya karar verdin? Kararına ne oldu? Zamanı geldiğinde tekrar aynı tuzaktasın: Kızarsın ve kızgınlık gittiğinde tekrar pişmanlık duyarsın. Bu bir kısırdöngüye dönüştü: Kızıyorsun ve sonra pişman oluyorsun ve sonra da tekrar aynı şeyi yapmaya hazırsın. Unutma, pişmanlık duyarken dahi orada değilsin, pişmanlık da günahın parçası. Bu nedenle hiçbir şey olmaz. Denemeye ve denemeye devam eder durursun, pek çok kararlar alırsın ve yeminler edersin ama hiçbir şey olmaz; sen aynı kalırsın. Doğduğun zamankiyle tamamen aynısın, küçücük bir değişiklik dahi gerçekleşmedi sende. Denemedin değil, yeterince denemedin değil; denedin ve denedin ve denedin. Başaramazsın çünkü bunun gayret etmekle bir alakası yok. Daha çok çaba yardımcı olmaz. Çabayla değil, dikkatli olmakla ilgisi var. Dikkatli olursan pek çok şey senin onları bırakmana gerek kalmadan gider. Farkındalıkta belli şeyler mümkün olmaz. Ve bu benim tanımlamamdır, başka bir kriter de yoktur. Eğer farkındaysan aşka düşemezsin; bu durumda aşka düşmek bir günahtır. Aşık olursun ama bu düşüş gibi olmaz, yükselmek gibi olur. Neden aşka düşmek terimini kullanırız? O düşmektir; yükselmezsin, düşersin. Farkında olursan düşmek mümkün olmaz, âşıkken bile. İmkânsızdır; yalnızca imkânsız. Ve aşkta yükselmek aşka düşmekten tamamıyla farklı bir olgudur. Aşka düşmek bir rüya halidir. Bu nedenle âşık insanlar diğerlerine nazaran daha fazla uykudadır, sarhoştur, rüya alemindedir; bunu gözlerinden anlayabilirsin. Bunu gözlerinden anlayabilirsin çünkü gözleri uykuludur. Aşkta yükselen insanlar tamamen farklıdır. Onların artık rüyada olmadıklarını görebilirsin, onlar hakikatle yüzleşirler ve onun aracılığıyla gelişirler. Aşka düşerek bir çocuk olarak kalırsın; aşkta yükselerek olgunlaşırsın. Ve yavaş yavaş aşk bir ilişki olmaktansa varlığının bir parçası haline gelir. O zaman onu sevmek ve bunu sevmemek yoktur, hayır; sevgisin sadece. Yakınına gelenler kim olursa olsun onlarla paylaşırsın. Ne olursa olsun sevgini verirsin ona. Bir taşa dokunursun ve ona sanki sevdiğinin bedenini okşar gibi dokunursun. Ağaca bakarsın ve sanki sevgilinin yüzüne bakıyormuşsun gibi bakarsın. Bu bir varoluş şekli haline gelir. Sevmiyorsun; artık sen sevgisin. Bu yükselmektir, düşmek değil. Onun aracılığıyla yükselirsen aşk güzeldir ve aşk onun aracılığıyla düşersen kirli ve çirkin hale gelir. Ve er ya da geç onun zehirli olduğunun kanıtlarını göreceksin. Kölelik haline gelir. Ona yakalanmış durumdasın, özgürlüğün ezilmiş durumda. Kanatların kesilmiştir; artık özgür değilsindir. Aşka düşerek bir mülkiyete dönüşürüsün; sahip olursun ve birisinin de sana sahip olmasına izin verirsin. Bir nesneye dönüşürsün ve aşka düştüğün diğer kişiyi de bir nesneye dönüştürmeye çalışırsın. Bir karı-kocaya bak: Her ikisi de birer nesneye benzemişlerdir, artık birer kişi değillerdir. Her ikisi de birbirine sahip olmaya çalışıyorlar. Sadece nesnelere sahip olunabilir, kişilere asla! Bir kimseye nasıl sahip olabilirsin? Nasıl bir insanı baskılarsın? Nasıl bir kimseyi bir mülkiyete dönüştürebilirsin? İmkânsız! Ama koca karısına sahip olmaya çalışıyor; karısı da aynı şey için uğraşıyor. O zaman çarpışma vardır, birbirlerine düşman oluverirler. O zaman birbirleri için ölümcül hale gelirler. Nasreddin Hoca mezarlığın müdürlüğüne gitti ve müdüre şikâyette bulundu: “Çok iyi biliyorum ki eşimin mezarı bu mezarlıkta ama bir türlü bulamıyorum.” Müdür kayıtları açtı ve, “Eşinizin ismi neydi?” diye sordu. Nasreddin Hoca da: “Bayan Nasreddin Hoca,” dedi. Müdür kayıtlarına baktı ve, “Bayan Nasreddin Hoca yok ama bir Nasreddin Hoca var. Özür dileriz galiba kayıtlarda bir karışıklık olmuş.” dedi. Nasreddin Hoca: “Yanlışlık falan yok. Nasreddin Hoca’nın mezarı nerede? Çünkü her şey benim adıma yapılmıştır.” Karısının mezarı bile! Sahiplenmek... Herkes sevdiğine, sevgilisine sahip olmaya çalışıyor. Artık bu aşk değildir. Aslında birisine sahip olduğunda ondan nefret edersin, onu yok edersin, onu öldürürsün: Aşk özgürlük vermelidir; aşk özgürlüktür. Aşk sevileni çok, daha çok özgürleştirecektir, aşk kanatlar takacaktır ve aşk sonsuz gökyüzünü açacaktır. O bir hapishane, hücre haline gelemez. Ama bu aşkı sen bilmiyorsun çünkü sadece sen farkındaysan gerçekleşir; aşkın bu niteliği sadece sen farkında olduğunda gelir. Sen günah olan bir aşkı biliyorsun çünkü uykudan çıkmadır o. Ve bu yaptığın her şey için böyledir. İyi bir şey yapmaya çalışsan bile zarar verirsin. İyilikseverlere bak: Onlar her zaman zarar verirler, onlar dünyadaki en zararlı insanlardır. Sosyal reformcular, sözde devrimciler; bunlar en zararlı insanlardır. Fakat onların zararlarının nerede yattığını görmek zordur çünkü onlar iyi insanlardır, onlar her zaman insanlara iyilik yaparlar; onların başkaları için hapishane yaratma yöntemi de budur. Eğer onların sana bir iyilik yapmasına izin verirsen, sahip olunacaksın. Ayağına masaj yaparak başlayacaklar ve er ya da geç ellerinin boynuna uzandığını fark edeceksin. Ayaktan başlarlar ve boyunda bitirirler çünkü farkında değiller; ne yaptıklarını bilmiyorlar. Bir üçkâğıt öğrenmişler: Birini eline geçirmek istersen ona iyilik yap. Bu numarayı öğrendiklerinin dahi bilincinde değiller. Ama zarar vereceklerdir çünkü ne olursa olsun — ne olursa olsun — birisine sahip olmaya çalışmak, adı ya da şeklinin ne olduğu önemli değil, dindışıdır, günahtır. Kiliselerin, tapınakların, camilerin, hepsi sana karşı günaha girdiler çünkü hepsi sahip oldular, baskıcı hale geldiler. Tüm kiliseler dine karşıdır çünkü din özgürlüktür! Peki bu neden olur? İsa sana özgürlük vermeye, kanatlar takmaya çalışır. Öyleyse ne olur, bu kilise nasıl araya girer? Bu olur çünkü İsa tamamıyla farklı bir varoluş düzleminde yaşar, farkındalık düzleminde ve onu dinleyenler, onu izleyenlerse uyku düzleminde yaşar. Duydukları, anladıkları her ne ise, kendi rüyaları aracılığıyla yorumlarlar. Ve onlar ne yaratırlarsa yaratsınlar bir günah olacaktır. İsa sana bir din verir ve derin uykuda olan insanlar da onu bir kiliseye çevirir. Söylendiğine göre şeytan bir gün çok üzgün bir şekilde bir ağacın altında oturuyordu. Bir aziz geçiyordu ve şeytana bakıp dedi ki: “Duyduğumuza göre sen hiç dinlenmezmişsin, sürekli birtakım kötülükler yaparmışsın. Burada ağacın altında oturmuş ne yapıyorsun?” Şeytan gerçekten depresyondaydı. Dedi ki: “Görünen o ki benim işimi papazlar ele geçirmiş ve ben hiçbir şey yapamıyorum; ben tamamen işsiz kaldım. Bazen intihar etmeyi bile düşünüyorum çünkü bu papazlar işimi o kadar iyi yapıyorlar ki!” Rahipler çok başarılı çünkü özgürlüğü hapishaneye çevirdiler, hakikati dogmaya çevirdiler; farkındalığın düzlemindeki her şeyi uykunun düzlemine dönüştürdüler. FARKINDALIK Ganj Kitap Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
purplewind Yanıtlama zamanı: Kasım 25, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 25, 2009 Tek kelimeyle muhteşem bir yazı! Çok teşekkürler nevermore "Aşka düşmek - Aşkla yükselmek" Aşk hakkında okuduğum her şey beni hızla Tasavvufa götürüyor: Mecazi aşk ve İlahi aşk. Tasavvufun kapısını çalanlara "hiç aşık oldun mu" diye sorarlarmış evvela. Olana ne mutlu ama onunla yükselmeyi başarana bütün kapılar sonuna kadar açık. Ve evet bugün Tasavvuftan çok da dem vurmak istemeyen hatta onu batıni kabul edebilen din adamlarımızca dinden din adına uzaklaştırılıyoruz. Ama ben artık kovsalar da gitmem Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
tears_of_rain Yanıtlama zamanı: Kasım 25, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 25, 2009 ben ki uzun yazılara tahammül edemem ama öyle yalın bir üslupla herşey okadar güzel anlatılmış ki yazarını ve paylaştığın içi seni tebrik ediyorum Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Manje_Loa Yanıtlama zamanı: Kasım 25, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 25, 2009 Hoşuma gitti yazı ve Manje der ki: Ben bir nesne değilim dostum! ihi 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.