schizophrana Oluşturma zamanı: Aralık 2, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 2, 2009 Siz hiç öteki olmanın ıstırabına gark olmuş bir vaziyetteyken etrafınıza doluşan meraklı bakışlar arasında nefessiz kalıp, boğulacak gibi oldunuz mu? Peki ya üzerinize düşen işaret parmaklarının gölgesi altında insan olduğunuzu ispatlamak isterken insanüstü bir çaba göstermekle mükellef tutuldunuz mu? Ya da sırtınıza yüklenmiş yükün altında ezilen yüreğiniz yetmezmiş gibi bir de ona ulanan titreyen dizlerinizin dermanı tükendiğinde feryat figan "Ben hayvan değilim, insanım!" diye haykırmak zorunda bırakıldınız mı? Hala çetin bir hayat yaşadığınıza inanıyorsanız Merrick'in keşmekeş hayat öyküsüne buyurun, tabii buna hayat denildiği müddetçe... http://saysomethingfunny.files.wordpress.com/2009/01/elephant-man.jpg Joseph Merrick 1862 yılında Leicester'da normal bir çocuk olarak dünyaya gelir. İsmini babasından alan Joseph'in annesinin ismi Mary Jane Potterton'dır ve bir kız bir de erkek kardeşi vardır, Joseph ailenin en büyük çocuğudur. Yaşantısının ilk dönemlerine ait kesin bilgiler yoktur fakat otobiyografisinde Merrick henüz üç yaşındayken vücudunun sol tarafında küçük şişliklerin çıkmaya başladığından bahseder. On iki yaşına geldiğinde ise, ailenin açıklamalarına dayalı olarak fiziksel açıdan engelli olduğu düşünülen annesi vefat eder. Kendisine karşı iyi bir anne olduğunu zikreden Merrick, onun ölümünü hayatında bir dönüm noktası olarak görmektedir. Zira babası Merrick'le ilgilenmesi için başka bir kadınla evlendiğinde işler beklendiği gibi gitmez ve kadın çok geçmeden Joseph'e tırpan atmaya başlar. Çünkü kadının da zaten çocukları vardır ve üstelik Joseph de onlar kadar yakışıklı değildir. Evinde huzur bulamayan Merrick sokaklarda çalışmaya başlar, fakat büyüyen kafası ve sol eli peşine takılan büyük güruhlar şeklinde kendini gösteren bir soruna dönüşmüştür bile... Çevredeki çocukların da verdiği rahatsızlıklardan ötürü bulunduğu civardan uzaklaşmak ister. Uzaklaşır da. Yalnızca karnını doyurmak için ara sıra uğradığı eve de hiç gelmez olur zamanla. Evden uzaklarda bir ara pazarlamacılığı da deneyen Joseph, "korkunç" görünümü sebebiyle satış yapamaz, bırakın satışı kapılar dahi açılmaz yüzüne. Ve Joseph de o günden itibaren kafasına maske niyetine geçirdiği bir şapka ve bez parçasıyla yaşamak zorunda kalır. Takdir edersiniz ki kafasına geçirdiği bir parça kumaş, Joseph'in derdini çözemeyeceği gibi onun daha iyi hissetmesine de sebep olmaz. İşsizlikten hala muzdarip olan evsiz Joseph için geriye tek bir seçenek kalmıştır: Kendini pazarlamak... Bir sirkte eşi benzeri görülmemiş bir "mahlûkat" olarak hem de (1884). Bu işten hatırı sayılır ölçüde para kazanır Joseph ve o vakte dek en huzurlu olduğu yer de orası olur. Eksikliğini bir ayniyat gibi afişe ederek huzuru bulabilir ancak. İnsanların ona hayretle bakması, yolda yürürken peşine takılmasından daha yeğdir, daha bir lütuftur çünkü. Bir süre daha orada çalışır. Şimdilerde London Sari Centre diye adlandırılan Mile End Road'daki boş bir mağazada "sahne alırken" fizyolojist Frederick Treves tarafından fark edilir. Treves Joseph'e kartını bırakır, tıbbi bir testten geçmek istemesi ihtimaline karşın. Sirk gösterilerinin İngiltere'de yasaklanmasının akabinde Joseph'in hem doktorla hem de sirkte birlikte çalıştığı gözetmeni Tom Norman ile yolları ayrılır ve iş bulmak için Belçika'ya yolculuk eder. Burada bir sirk müdürü tarafından aşırı taşkın bir minvalle hor görülür, kötü muameleyle karşılaşır. Tüm bunlar yetmezmiş gibi adam bir de Joseph'in o vakte dek biriktirmiş olduğu parasını çalar. Yüz yüze kaldığı aşağısamanın ardından tekrar Londra'ya geçmek zorunda kalır Joseph. Dönüş yolunda elinde olmadan bir kargaşaya da neden olan Merrick peşine takılan bir öbek insan tarafından linç edilmeye çalışılır. Bereket versin ki, polislerin olaya zamanında müdahale etmesiyle bu yanlış anlaşılma çözülür. O sırada rahatsızlığından dolayı doğru düzgün konuşamayan Merrick'in cebinde Doktor Treves'ın kartını bulurlar. Ardından Merrick London Hospital'a kaldırılır ve bu noktada işleri iyi gitmeye başlar. Çok geçmeden İngiltere'nin muhafazakâr Victoria sosyetesinin bir numaralı gözdesi olur, her ne kadar hastanede yatıyor olsa da gösteri dünyasındaki yeri ve sahnesi hala devam etmektedir. O; sıradan, niteliksiz bir insan olmak için çaba gösterir iken, insanlar için meraktan fazla önem taşımadığını idrak edemez. Sırasıyla Alexandra, Büyük Britanya Prensesi, Kral'ın karısı ve en nihayetinde de Kraliçe Victoria'nın ulvî ilgisine mazhar olur. Aşktan yana da yüzü gülmeyen Merrick'in bir diğer arzuhali de kendisini sevebilecek bir kadındır, sırf bu yüzden Doktor Treves'ten kendisini görme özürlülerin kaldığı bir hastaneye yerleştirmesini de istemiştir. En azından görüntüsünden iğrenemeyecek bir kadına ihtiyaç duymuştur. Bu arzusu cevapsız kalan Merrick son günlerini yazı yazarak, kırsal kesimleri gezerek geçirmekte teselli bulur.(Merrick'in genital bölgesinde herhangi bir deformasyon olmadığını not düşelim.) Şehirden uzakta geçirdiği gezilerde fazlasıyla eğlenen Merrick buralarda görme özürlü olan birçok yeni arkadaş edinir fakat yakaladığı mutluluğun son günlerine tekabül etmesi hayatındaki o kısacık memnunluğu da boğazına dizer. Henüz yirmi yedi yaşındayken, 11 Nisan 1890 tarihinde hayatı sona eren Merrick'in ölümü de en az hayatı kadar trajedidir. Kafasının aşırı ağırlığından dolayı normal bir insan gibi boylu boyuna uzanıp uyuyamayan Merrick'in uykuya daldığı bir gece aynı sebepten boynunda bir çıkık oluşur. Ölüm nedeni ise normal bir insan gibi yatmayı "taklit" etmiş olması olarak öngörülür. Yapabileceği en iyi şey taklit etmektir... Ölümünün ardından Merrick'in kemiklerinin bir süre öncesine kadar Royal London Hospital'da sergileniyor oluşu ömrü boyunca yaşadığı teşhir edilmek talihinden kolay kolay kurtulamadığını anlatıyor. Yaşarken rahat bırakılmadığı yetmiyormuş gibi kemikleri dahi çıkar sağlamak için kullanılmaya devam edilir. Hatta Merrick'in kemiklerinin Michael Jackson ile birlikte anılan bir dedikoduya dâhil olduğuna da rastlamak mümkün. Rapor edilen bilgiye göre Michael Jackson Merrick'in kemiklerini satın almıştır. Merrick'in hikâyesinde kendinden çok şey bulduğunu itiraf eden Jackson bu iddiayı yalanlar. Bir bakıma doğruluk payı da vardır bu haberin. Yani Merrick açısından... Bir şekilde sergilenmekten vazgeçildiyse birilerine satılmış olması kuvvetle muhtemel çünkü bunca zaman kendisini rahat bırakmayan insanların bu betimlemeden yoksun meraklarından vazgeçmiş olmalarını düşünmek pek kolay değil. Merrick'in popüler kültürle alakası bunlardan ibaret değil elbette. Yine The Elephant Man adında Lynch'in filminden bir yıl önce oynanan bir sahne oyunu da mevcut. Allen ve Albert Hughes'ın Karın Deşen Jack karakteri üzerine kurulu filmi From Hell'de ise kısa bir süreliğine kendini gösterir Merrick karakteri. Çünkü Merrick ile Jack aynı zamanlarda aynı muhitte yaşamışlardır. Jack sokaklardayken, Merrick hastanede son günlerini uğurlamaktadır: Bir nevi Merrick'e uygulanan zulmün toplum üzerindeki adil tecellisidir, geri bildirimidir Jack. Birçok şarkıya da konu olan Merrick The Mars Volta'nın Goliath klibinde de canlandırılır. Kendisine yakıştırılan fil adam lakabı ise aslında onun sağlık durumunu açıklamaz. Uzunca bir süre Merrick'e konulan teşhis fil hastalığı (elefantiyazis) olsa da daha sonraları Ashley Montagu'nun "The Elephant Man: A Study in Human Dignity" isimli kitabında durumu bir çeşit nörofibromatozis hastalığı olarak değerlendirilmiştir. Aslında Joseph'in hastalığından çok yaşadıklarına bir isim koymak gerekir şu noktadan sonra! İsterseniz Merrick'in hayatını onun sözleriyle üç nokta koyarak sonuca bağlayalım. "Görünüşümün biraz tuhaf olduğu doğrudur. Fakat beni suçlamak Tanrı'yı suçlamak demektir. Kendimi yeni baştan yaratabilseydim, sizi memnun etmek konusunda başarısız olmazdım. Eğer bir kutuptan diğerine uzanabilseydim, ya da bir karışımla okyanusu kavrayabilseydim, ruhum tarafından ölçülü olurdum. Akıl bir insanın ortalamasıdır." The Elephant Man David Lynch'in Fil Adam yorumu ise gerek yönetmenin filmografisinde ayrıksı bir konumda yer almasıyla gerekse de melodram ana akım sinemasına sıkı sıkıya bağlı oluşuyla dört başı mamur, evlâdiyelik bir vurun abalıya istismar sinemasına dönüşür: Öyle olduğu halde film tam anlamıyla Lynch'in üslubuna sırt dönmüş de değildir. Straight Story ile birlikte Lynch'e ait değilmiş gibi duran iki filmden ilki olmasına karşın karanlık yanlarıyla, insanlığın açmazlarına yöneltilen suallerin cevapsız bırakılmasıyla, her anına/çerçevesine çökmüş kasvet ve aynı iç sıkıntısının karakterlerinde karşılık bulması üzerinden sergilenen "bohem hayat" tasarlamasıyla Lynch'in film familyasına ihanet etmez, diğerleri arasında kahramanı gibi özürlü bir "ötek"ye dönüşmez The Elephant Man. Diğer yandan Lynch'in ilk uzun metraj denemesi olan Eraserhead ile de göbekten bağlıdır, tek eksik yanı Lynch denilince mevzubahis olan indeterminizmin The Elephant Man'deki noksanlığıdır. Aslında bu yokluk durumuna da şaşırmamak gerek çünkü The Elephant Man her şeyden önce bir Mel Brooks projesi! En nihayetinde buncağız Joseph Merrick'in öyküsünü perdeye geçirmek için David Lynch ile ortaklığa giren Brooks'un elbette kendince şartları var olmuş ki sonuç biraz "ithal" hissi uyandırır. Film tematik düzeyde incelendiğinde bol gözyaşından başka bir şey vaat etmez fakat Lynch'in tek katmanlı bir sinema yaratmamasından kaynaklanan bir haz alış da vardır seyirci için; temanın ötesinde kendini ifade ediş... The Elephant Man ilginç bir biçimde birbirinden bağımsız iki ya da daha fazla yöntembilim ile ilgilenirken, bütün yorumlar ele alınış biçimine göre bambaşka öyküler sunar. Keza tematik düzeyde Joseph Merrick'in trajik öyküsüyle bütün duygularımız tarumar olmuş, sinirlerimiz bozulmuş, en takatsiz duygularımız talan edilmiş bir vaziyette rahat bir nefes çekmeye çalışırken bu duygu yoğunluğunda sanayi devriminin duyumuna ulaşmak zor bir hal alır. Filmin, daha doğrusu hikâyenin 1880'ler İngilteresi'nde geçiyor oluşu, Fil Adam'ın öyküsünü sanayi devriminin çocuğuna dönüştürerek ilk aşamada sunulan duygu sömürüsünü sahici bir temele oturtma fırsatı tanır Lynch'e. Evet, filmden oluk oluk duygu akar, ama hiçbiri filmin soğuk pitoresk haline sinmeyi başaramaz. Bu sevimsiz tablonun açılışı Victoria dönemine ait İngiltere'nin tipikliğine ters düşen bir sirkte gerçekleştirilir. Treves sanki istençli olarak Fil Adam'ı arıyor gibidir, sirkin derinliklerine dalar, bir tablonun hemen yanından geçer. "İlk Günah'ın Meyvesi" yazıyordur hemen üzerinde ve aklımıza ilk soru işaretleri serpelenir. Hangi günah? Bu yukarıda değindiğim yorumlama biçimine göre değişken bir sonuç çıkartıyor meydana. Elbette Merrick'in annesinin bir filin tecavüzüne uğramış olabileceğini düşünmeden önce filmde sanayileşmenin taksirat olarak sunuluşu üzerinde durmak gerekiyor. Sanayileşmenin, makineleşmenin burada işlenen ilk günah olduğuna inanabiliriz pekâlâ. Doktor Treves bu günaha da meyvesine de aldırmadan sirkin daha da derinine iner. O gün Fil Adam'ı, gösterisinin etiğe uygun bulunmaması gerekçesiyle yasaklanmasından ötürü gözlemlemek nasip olmasa da ikinci girişiminde o şerefe bir damla gözyaşı ile birlikte nail olur. Şimdiye dek katharsis kurmak için, Merrick'in öyküsüne ilk ihanetler yapılmıştır bile. Her şeyden önce ne Treves filmde gösterildiği gibi Merrick için özel bir ilgi duymuştur ne de Merrick kötü adam Bytes (Tom Norman ismi kullanılmamıştır) tarafından zorbalıkla ve işkencelerle sirkte çalışmaya mecbur tutulmuştur. Dahası Merrick bizzat doktorun yanına gidip, kendi durumu hakkında yardım istemiştir. Bundan sonra Merrick hastaneye tedavi olmaya da gitmez, Belçika'ya gider çalışmak için. Ve filmde olduğu gibi Merrick'in hastaneden kaçırılması gibi bir durum söz konusu değildir. Bu olay kronolojik olarak bir kafa karışıklığına mahal verir. Filmde kaçırılma olayı ve tekrar hastaneye dönüş esasında Merrick'in Belçika'dan kötü muamele sebebiyle dönüşüdür ve sözüm ona kaçış hastaneye ilk kez yatışından önce vuku bulur gerçekte. Yani tren istasyonunda yaşanan kaos Merrick'in ilk defa hastaneye kaldırılmasına neden olur. Gittiği yerlere bela taşıyan bu adamın sirklerde çalışması ise bir zorlamadır fakat kırbaçla, sopayla yapılanlardan değil. Evet, bizzat kendi rızasıyla çalışmaya başlamıştır Merrick buralarda. Fakat bu rıza dediğimiz kavram ilk akla gelen özgürlüğün değil, soğuk savaş gibi Merrick'in üzerinde süre giden despotluğun gölgesidir. Kim hür iradesiyle bedenini, utancını pazarlamak ister ki? Merrick'in gerçekteki bu mecbur kalış hali, kırbaçla sağlanandan çok daha dokunaklıdır. Filmin seyirciyi yanlış bilgilendirdiği bir diğer husus da Merrick'in konuşmasının Dr Treves'in ufak uğraşısı sonunda gerçekleşmesidir. Oysaki hakikatte Merrick bir seri ameliyat geçirmiş ve yüzünden alınan bir miktar et parçası sayesinde konuşabilmiştir. Filmde Merrick konuşmaya başladıktan sonra ağzından nazik bir centilmen ifadesiyle şu iki cümleyi hiç düşürmez. "Merhaba, ben John Merrick. Tanıştığımıza memnun oldum!" İlk dönemlerden itibaren yazılan biyografilerde özellikle de Ashley Montagu'ın çalışması "The Elephant Man: A Study in Human Dignity"de Merrick için hatalı bir biçimde John önadı kullanılır ve bu birçok kitapta tekrar eder filmde de görüldüğü üzere. Yine Merrick "Arkadaşım" diye hitap ettiği doktorun evine çay içmeye davet edildiği sırada annesini bulabilmek ve ona nasıl da güzel arkadaşlıklar kurduğundan bahsetmek istediğini dile getirir. Oysa biz biliyoruz ki Merrick'in annesi o henüz çocukken ölmüştür. Bahsi geçen hatalı bilgiler Merrick'in öyküsünü bambaşka bir boyuta taşımaz, amacından saptırmaz elbette fakat kötü karakter tiplemesiyle Bytes, filmi biraz da Oliver Twist şekilciliğine yaklaştırır. Lakin yalınç bir iyi kötü ikileminde kalmak üzere olan The Elephant Man'deki duygu sömürüsü hikâyede kabul edilebilir bir kalıpta verilir. Şayet Merrick'in öyküsü bunu yapamayacaksa, daha başka hiçbir film için bu denli yoğun duygu istismarı meşru görülemez. Kötü halleriyle duygu istismarına katkıda bulunan karakterler balon değiller kesinlikle, hepsi de ayrı ayrı işlevlere sahiptirler. Örneğin şöyle bir tespitte bulunmamıza yardımcı olurlar: Biz de film boyunca kınadığımız meraklı insanlarla aynı gaflete düşmemiş miydik filmin ilk yarım saati boyunca? Lynch'in itinayla göstermekten sakındığı Merrick'i bir an önce görmek için nasıl da sabırsızlandığımızı inkâr mı edeceğiz şimdi? Film bu biçimde seyirciyi kahraman ile özdeşleştirmekten çok ona "karşı güç" olanlarla seyirci arasında bağ kurmak derdinde olduğunu gözle görülür biçimde belli eder. Olayların akışı boyunca gördüğümüz ve kızmaktan kendimizi alamadığımız karakterlerden hiç farkımızın olmadığını anlamak zor değil, hele ki Lynch'in seyirciye kurduğu tuzaktan sonra inkâr ayaklarına yatmak pek inandırıcı değil. Merakımız, ilgimiz gözyaşlarına dönüyor tıpkı o ilk sahnede Fil Adam'ı gören kadının akmasına engel olamadığı gözyaşları gibi. Treves'ın karısı gibi biz de Merrick'in annesinin güzelliği karşısında şaşalıyor, bu denli güzel bir kadının -Merrick'in deyimiyle melek yüzlü- çocuğunun nasıl böyle bir "istisna" olabildiğini düşününce acımasız yazgı karşısında sinirlerimizin boşalmasına engel olamıyoruz... Filmin siyah beyaz (gri de denebilir) oluşuyla dışarıdan alıcı gözüyle bakıldığında mesafeli gibi görünmesine karşın izleyeni duygusal açıdan bu denli rahatsız edebilmesi ilginç bir detaydır. İlginçtir çünkü film sırf Merrick'i oynayan John Hurt'e yapılan makyajın -bizzat Lynch tarafından- renkli halinin ekranda yeterince iyi durmaması yüzünden siyah beyaz olarak peliküle aktarılmıştır. Bu kasıt dışı yapılmış tercih Viktoryan dönem İngilteresi'nin donuk ve cansız tablosunu yaratırken filme olgunluk katmakla kalmaz, aynı zamanda film boyunca süregelen ikiliğin vurgusunu yapma görevini de üstlenir. Film tamamen birbirine zıt durumların kesişmesi, birilerinin galip gelmesi ya da bükülemeyen bileği öpmesi üzerinden ilerler. İki ucu çoklu denklem de olsa ya çubuğun bir ucundasınızdır, ya da diğer ucunda. Ya iyi ya da kötü olmalısınızdır. Ya siyah, ya beyaz... Ya fil, ya insan... Merrick'in hastaneye kabulü konusunu tartışmak için toplanan heyetteki aykırı görüşlü doktor (ya da bilim adamı artık ne derseniz) bile utançla çoğunluğa uymak zorunda kalır. Genelin uzağına düşmek kolay taşınabilecek bir yük değildir elbette, keza arada kalmak da aynı derecede tehlikelidir. Kendi seçenekleri dâhilinde olmadan iki arada bir derede kalmış Merrick'in trajedisi insanı imana getiren cinstendir. Doktor Treves'ten öğrendiğimize göre ağlayabilmesine rağmen Merrick yüzündeki deformasyondan ötürü gülemez. Yüzündeki biçimbozumu buna izin verseydi ne değişirdi, tartışılır. Tartışılmayan tek şey Merrick'in meşakkatlere karşın verdiği centilmence mücadele. İnsanların kendisini gördüğü an korkudan çığlık çığlığa bağırmalarını, hakkında konuşurlarken hitap kelimesini seçmekte tereddüde düşmelerini, kapitalist dünyada onu ruhundan bağımsız bir meta olarak görmelerini, kimilerinin kendisini değerlendirilecek bir çeşit menkul olarak görmesini, kimilerinin de iyilik ve bilim kisvesi altında bedenini anadan üryan teşhir etmesini görgülü bir biçimde alttan almasını becerebilecek kadar erdemli bir insanken hala kendisine atılan bakışları yumuşatamamış olması film sürecinde ortaya atılan sorunları da çözümsüz bırakıyor. Gerçi filmin değişmezlikten yana tavır aldığını, Merrick'in tedavisinin mümkün olmadığını duyduğumuzda çoktan anlamışızdır. Bu şaşırtıcı olmaz, asıl hayret veren Merrick'in ısrarlı insanlık kokan güdülerine karşılık bulamamasıdır. Tek dostu belki de bir sirk cücesidir, ama o inatla sıradan olmak ister, haklıdır da. İstisna olmanın bedelini ödeyeli çok olmuştur, bu canhıraş yazgının ana kahramanı olmaktan sıkılmıştır. Ve esasında da zaten ait olmadığı bir yerdedir, o son derece terbiyeli, efendi bir İngiliz centilmenidir. Kadınlarla iletişimi hat safhadadır, romantikse romantik, kibarlıksa alası ondadır. Hatta bir İngiliz kadını için aranan bütün özelliklere sahiptir. Fakat ruh güzelliğinin eksikliğinden muzdarip kadınlar neden ikiyüzlülük edip Merrick'in bu karakterine itibar etmez, anlamak zor. Hayır, aslında şöyle bir düşününce hiç de zor değil. Hele ki günümüzün zengin görsel dünyası içerisindeki estetiğin yükselişi göz önünde tutulacak olursa, bilakis çok kolay. Birçok komedi film/dizilerinin şişman, eşcinsel, çirkin, uzun boylu gibi olağandışı karakterler üzerinden mizah yönünü inşa etmesini gözlemlemek de, bu riyakâr tavrı anlamak da kolaydır. Hem Merrick'inki de olmayacak duaya el açmak gibidir. Ne kadar iyimser olunursa olunsun içindeki ukde asla silinmeyecektir. Aynasızlık gerçeği yok saymak için yeterli bir kaynak sunamaz. Merrick'in noksanlığı pencerede yansıyan aksinde, duvarda asılı tablolarda ve kendisine hediye edilen aşk kitaplarında kinayesiz hükmünü sürdürür. O ezikliğin unutulması tıbben mümkün değildir... Öldükten sonra bile. Bu konuda kötü adamımız Bytes'ın manidar sözleri hala kulaklarımızı çınlatır. "Bu et parçasını gömeceğimi sanma sakın!" The Elephant Man bilim, tıp, sanayi, endüstri düşmanlığı sergiler basbayağı, gözünü budaktan sakınmadan. Merrick'in huzura ermesinin dinde, doğada olduğunu imler sürekli. Film koyu bir doğacılık yanlısıdır. Bu konumda Merrick'in hastane kapılarını kendisine açarken kurtuluşu İncil'de bulması tesadüf eseri değildir pek tabi, aynı şekilde Merrick'in bir katedral inşa etmesi de öyledir. Merrick'i genellemenin dışında tutacak olursak Tanrıdan, kitaptan bahseden yoktur zaten bu filmde... Sanayileşme de bir şekilde dinden ve doğadan uzaklaşmakla patlak verir ve en çirkin biçimde resmedilir: Fil Adam ile. Evet, Merrick bu haliyle, toplumun işlediği bahsi geçen ilk günahtır. Sanayileşmenin genel olarak evren üzerindeki yansımasıdır. İnsanların Merrick ile alay etmeleri dolaylı olarak toplumun kendi günahlarıyla eğlenmelerine dönüşür. Ve insanlık günahından utanmayan, utanmadığı gibi bu haliyle eğlenen, mutlu görünen bir güruh şeklinde işlenir. Cahil, ne olduğundan ve olacağından bihaber insanlar alabildiğince sert eleştirilir. Kötü huylu bekçi de, aynayı Merrick'e acımasızca tutarken esasında Lynch'in seyircilere yaptığından fazlasını yapmaz. Gerçekler göze sokulduğunda dahi, idrak edilemez. Lynch'inkiler de edilemedi zaten. Anlaşıldı, o ayrı. Ama değişen ne oldu, o seçilemedi. Merrick'in doğumu ekranı dolduran gaz bulutu ile temsil edilir. O aynı zamanda annesini korkutan fillerden birisidir. Hayat başladığı yere döner çünkü. O da korkuyla istasyonda kaçarken küçük bir kızı çiğneyip geçer, istemeden... Değişmezlik ve kör talih bir kez daha vurgulanır bu karede. Hayatın tekerrürden mütevellit olduğu, haliyle sanayileşmenin, beraberindeki kirlenmenin yok olmayacağı belirtilir ısrarla. Zaten tıbben de Merrick'in hastalığının çözümü yoktur. "Asla. Asla hiçbir şey ölmeyecek. Nehir akacak, rüzgâr esecek, bulut gökyüzünde yüzecek, kalp atacak. Hiçbir şey ölmeyecek." Bu teselli eden sözlerin iyimserliğine inanmak da zorlaşıyor haliyle. Tüm olan biteni ister "Biz insan olarak doğarken Merrick'in insan olduğu vakit ölüşü ne trajedi ama!" şeklinde insancıl bir tavırla, istersek Lynch'in sanayinin kuruluşunu lanetlerken günümüzde de hüküm süren sistemle hırlaşması olarak değerlendirelim film her haliyle, başından sonuna harikalar yaratan bir zenginlikle/sinematografiyle kendini pazarlar. İlk başta Akademi üyeleri en iyi film ve yönetmen ödülünü kadın düşmanı Robert Redford ve filmi Ordinary People'a, en iyi aktör ödülünü de John Hurt yerine Raging Bull'daki Robert De Niro'ya vererek ayıp etmiş olsa da, bu zenginliğe çok uzun süre kayıtsız kalamaz ve nihayetinde ertesi yıl filme En İyi Makyaj ödülünü verir hem de tarihinde bir ilke imza atarak. Bu kategorinin doğuşu Fil Adam sayesinde gerçekleşmiş olur. http://www.sinemaestro.com/page,2,1921-fil-adam-degildi-adam-fil-idi-joseph-merrick-.html Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.