nevermore Oluşturma zamanı: Aralık 3, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 3, 2009 Zaman enerjisinin hızlanmasıyla orantılı olarak son yıllarda tüm dünya, şiddeti ve kapsamı giderek artan olaylara sahne olmaya başladı. Dünyanın neredeyse her yerinde depremler meydana geliyor; pek çok yerde yanardağlar harekete geçmiş durumda; bunun yanı sıra seller, kasırgalar ve mevsim normallerininin dışında meydana gelen meteorolojik olaylar dünya insanlığını adeta şaşkına çevirmiş durumda. Buna paralel olarak sosyal ve toplumsal olaylar da şiddeti artarak devam etmekte. Olayların ardından, herkes kendine düşen sonuçları çıkartma çabasına girişiyor, fakat yapılan yorumlar, çıkartılan sonuçlar oldukça yüzeysel ve işin yalnızca maddesel yönüyle sınırlı kalıyor. Oysa her türlü olay karşısında görünenden ziyade, görünenin ardına uzanmaya çalışmak tekamülün gereğidir. OLAYLAR ve İNSAN Her şeyden önce, olaylar ve insan arasında önemli bağlantılar vardır. “Bu bağlantıları kurmak tekamül yolunda çok daha sağlıklı bir şekilde ilerlemek anlamına gelmektedir. İnsan, dünyadaki yaşantısının ötesinde ruhsal bir varlık olduğu için, hem ruhsal hayatı yaşamak zorunda olan, hem de maddenin kendisine getirmiş olduğu her türlü sınırlamayı veya yozlaşmayı da göğüslemek zorunda olan bir varlıktır. İnsanın gelişmesi ve doğuş hedeflerini gerçekleştirebilmesi, onun tatbikat yapması yani olaylarla iç içe yaşaması demektir. İnsan, olaylar aracılığıyla kendisini tanıyor. Rahatlık içerisinde yaşamak dünyanın icapları sonucunda unutmuş olduğumuz ruhsal kimliğimizi tamamen unutmamıza neden oluyor. Duyu ve duygularımızla hissettiğimiz her türlü baskı, bütün zorlayıcı olaylar insan için kapasite artırıcı, insanın iç yapısını güçlendirici olaylardır. Bu nedenle olaylara sıkı sıkıya sarılmak ve bizi gelişimin bir üst basamağına taşımasına izin vermek gerekmektedir. DOĞAL AFETLER GÜNAHLARIN CEZASI DEĞİLDİR Zorlayıcı olaylarla karşılaştığımız zaman, genel tepkimiz, “Allahım, ben ne yaptım da bunlar geldi başıma?”, “Ben ne şanssız bir insanım!” şeklinde olur. Veya zorlayıcı olaylar ve özellikle de ağır afetlerle karşılaşan insanlar başlarına gelenin, günahlarının cezalandırılmasına yönelik bir hareket olduğunu düşünebilirler. Sınırlı bir bakış açısı ve daralmış bir şuur bizi bu şekilde düşünmeye iter, fakat kötü olarak gördüğümüz olaylar zannettiğimiz gibi ceza veya şanssızlık değildir. Evrende hataları cezalandıran bir sistem yoktur. İnsanların şu an korku yoluyla doğru yola kanalize olmaya değil, olayları daha geniş açılardan anlamaya ihtiyacı bulunmaktadır. Sebep sonuç yasası kusursuz bir şekilde işlediği için, her varlık kendi seçimlerinin doğal sonuçlarıyla zaten karşılaşmaktadır. Herkes kendi seçmiş olduğu yolda ilerlemekte ve kendi kaderini kendisi çizmektedir. DÜNYA GEZEGENİNİN KENDİ HAYATI VAR Doğal afetler ilk etapta, gezegenin kendi hayatıyla ilgili olaylardır. Dünya, canlı bir gezegendir ve onun da kendi hayatı vardır. Biz nasıl değişim içerisindeysek, o da kendi değişimini yaşamaktadır. Tabiatta hiçbir hadise insanlara ıstırap vermek için meydana gelmez. O, tabiatın kendi yapısıyla bağlantılı olarak, bünyesinde mevcut birtakım değişikliklerin sonucunda ortaya çıkar. Zaten onun gerçek adı tabiat hadisesidir. Ona “afet” ismini takan bizleriz. Bunlar doğal ayıklanma süreçleridir. Sadıklar Planı Tebliğleri’nde; böyle bir tabiat hadisesinde yaşamını yitiren varlıkların, aldıkları tesirle yeniden enkarne (bedenlenme) oldukları ifade edilmektedir. Ölüm de doğum gibi yine varlığın kendi seçimidir. Varlığın tek bir enkarnasyonla sınırlı olmayan hayatına devam etmesi söz konusudur ve bu da varlıkların ihtiyaçlarıyla bağlantılı olarak bir bahane ile gerçekleşir. Biz dünya ile ortak bir hayat yaşıyoruz. Dünya Ana bize tatbikatlarımızı gerçekleştirebilmemiz için fedakarca kucak açmış durumda; dolayısıyla biz onun yaşantısına o da bizim yaşantımıza ortak olmuş oluyor. Yardımlaşma ve dayanışma yasası gereği onun bize sunduğu imkanlardan faydalanırken, onun gelişimine yardımcı olduğumuz gibi, değişimini de hızlandırıcı hareketler yapıyoruz. OLAYLARIN ENKARNE VARLIK İÇİN ÖNEMİ Bu ortak yaşam esnasında kendi değişimimizin gerçekleşebilmesi için de sürekli sınav-olaylarla karşılaşıyoruz. Her olay bizim için bir sınavdır. İdrak sınırlarımızın dışında olsa da, her birimiz Ruhsal bir Organizasyon’un fertleri olarak varoluşumuzu sürdüren varlıklarız; bireyler olarak acaba bu varoluşa ne kadar katılabiliyoruz? Üstlendiğimiz vazifeleri idrak edip, şuurlu olarak ne kadar uygulayabiliyoruz? İşte hayatlarımız içerisinde karşılaşmakta olduğumuz her olay bizi bu soruların cevabına doğru götürmektedir. Şuurumuz, olayların yardımıyla dünyasal otomatizmadan biraz olsun sıyrılıp, bazı şeyleri düşünmeye ve sorgulamaya uygun hale gelebiliyor. Karşılaştığımız olayların, özellikle gözlem yapma imkanına sahip olanlar için çok önemli olduğu, Sadıklar Planı Tebliğleri’nde şu şekilde ifade edilmiştir: “... tabiat hadiselerinde büyük imkana kavuşacak olanlar, bizzat o hadiseyi yaşayanlardan çok, onu müşahede edenlerdir. Çünki müşahede edenler, o hadiseyi yaşayanlardan, rikkat bakımından daha üstündür. Öbürleri onlara bir misal teşkil edecek derecede kapalı ve hareketsiz kimselerdir.” O halde olayları gözlemleyen konumundaki varlıklar için, olayların görünen sebepleriyle oyalanmak yerine, daha derin sebeplerin neler olabileceğini anlamaya çalışmaları ve bu doğrultuda hareket etmeleri, genel gidişatın şekillenmesi bakımından bir kez daha gözden geçirilmeye değer bir konudur. EN BÜYÜK TEHLİKE ATALETTİR Olayların bize işaret ettiği yönleri görmeye çalışmak gerekir; çünki, Sadıklar Planı Tebliğleri’nde de ifade edildiği gibi, “herhangi bir varlığın karşılaşacağı ve karşılaşmakta olduğu hadiseler, yüzde 90 onun ihtiyaçları ve liyakatiyle alakadardır.” Bizim yürüyüş şeklimiz ve hızımız çok önemlidir. Eğer gidişimizde durağanlık mevcutsa, bu gelişim açısından tehlikeli bir durumdur. Atalet ruhun yapısında olmadığı için, varlık bu duruma asla izin vermez. Varlıksal alanımız hemen tehlike sinyalleri göndermeye başlar. Bu sinyaller bizi bu ataletten çıkartacak olaylarla karşılaşmamız demektir. Tebliğ şöyle devam ediyor:”... hadiselerin, varlığın yakınında vuku bulması ve de onun şuur sahasında, onun dahilinde vuku bulması, tekamül hızı bakımından ümit verici bir durumdur.” Olaylardan korkmamalı ve gelen etkiyi kendi lehimize çevirme çabasında olmalıyız. Hayatın koşuşturmacası içerisinde durağan halde olmadığımız yanılgısını yaşayabiliriz. Söz konusu yalnız fiziksel aktiviteye sahip olmak değildir. Fizik bakımdan çok aktif olmamıza rağmen miskin bir zihinle dolaşabiliriz. Zaten madde her türlü olanağıyla bu durağanlık için biçilmez kaftandır. Her türlü maddi konfor, bütün teknolojik harikalar aslında insanlığı büyük bir atalete sevk etmiş durumdadır. Zihnimizdeki en ön sırayı maddiyat tutuyor. Zihnimizdeki fazlasıyla katılaşmış inançlar, bilgiler, düşünceler, dünyasal her türlü eş koşma ve alışkanlıklar da durağanlığı oluşturan önemli etkenlerdir. Bunlar değişime ve gelişime köstek olmaktadır. Çünki bu durum yeni olan her şeye kapalı olmak demektir. Zihnin olabildiğince özgür olması varlığın gelişmeye açık olması demektir. İnsanın özgür olabilmesi için de ihtiyaçlarını çok iyi tespit etmesi gerekir. YAPAY İHTİYAÇLARI GERÇEK İHTİYAÇLARA TERCİH EDİYORUZ İhtiyacımız olanla yetinmeyi bilmediğimiz zaman, yapay hedeflere daha fazla ilgi duymaya ve kendi varlıksal hedeflerimizden giderek uzaklaşmaya başlıyoruz. Yaptığımız ve önem verdiğimiz şey, ihtiyaç yelpazemizi geliştirmek, benliklerimizi giderek daha fazla şişirmek. Üç tane şeye ihtiyacımız varsa, onun yanına bir üç tanesini daha katmak. Mutluluğun kredi kartları ve son model arabalarla sınırlı olduğu yanılgısını yaşıyoruz. İç huzurumuz yerinde mi? Hayır! Çünki ruhun yapısında almak değil, vermek var. Dünya yaşantımız içerisindeki tatbikatlarımız otomatizma realitesi içerisinde sürmektedir. Bu nedenle de giderek daha fazla durağanlaşma, buna bağlı olarak ıstıraplı olaylar ortaya çıkıyor. Istırabın kaynağı kendi egomuz. Yetinmek, gerçekten ihtiyacımız olanı, kendimizi geliştirecek olanı istemek işimize gelmiyor. Fakat insanın bu şekilde atalete düşmesi, bu dengesiz gidişi de, bu okulun organizatörlerinin, eğitim ve gözetiminden sorumlu planların işine gelmemektedir. RİM’İN ŞEMSİYESİ Ruhsal İdare Mekanizması, aşağıdaki varlıkların ihtiyaçlarını, onların hayat planlarına ne derecede uyumlu hareket ettiklerini dünyada tecrübe yapmakta olan varlıklardan çok daha iyi bilmektedir. Buna bağlı olarak da Yüksek İdareci Mekanizma, aşağıda tecrübe yapmakta olan varlıkların ihtiyaçları ile olaylar arasında büyük irtibatlar kurar. İnsanların ihtiyaçlarıyla doğa olaylarını senkronize eder. Felaketlerin çoğu sabit duran insanların harekete geçmesi içindir. Bu tarzda bir uyanmaya ihtiyacı olan varlıkların hepsi bir araya toplanıyorlar ve saati saatine o olayla karşılaşmaları söz konusu oluyor. Tabiat hadisesinin yaşanacağı yere o gün başka bir şehirden gelip de hayatını kaybedenler olabildiği gibi, o gece sebebini bilmedikleri birtakım itilimlerle oradan ayrılan insanlar da olabilmektedir. Bu tip doğal afetlerde güdülen amaç, insanlardaki eskimiş anlayışları sarsmak, onları içinde bulunulan otomatizmadan çıkartıp düşünmeye sevk etmek ve zihinlerde yeni bilgilere yer açmaktır. Esas olarak da, şu an içinde bulunduğumuz devrenin eğitim sisteminin ve devreye ait tesirlerin, dünya okulunda tatbikat yapmakta olan varlıkların tesir ihtiyaçlarıyla uyumlu hale gelmesini sağlamaktır. Tatbikatta bu ikisinin dengesinde bazen bozulmalar veya seviye farkları ortaya çıkabiliyor. Bu durum iradenin, vicdanın, sezgilerin ve aklın dengesini kuramamanın bir sonucudur. Doğal afetler bu tür bir dengeleme hareketidir. Sadıklar Planı Tebliğleri’nde de ifade edildiği gibi, “Mekanizma’nın insanlara sindirmeye çalıştığı tesirlerin de insan ruhunda aynı seviyeyi bulması gerekir. Bulduğu zaman, siklus tamamlanmıştır. Buluncaya kadar geçen devre ise, işte meşakkatli ve ıstıraplı ve bin bir mücadeleli tekamülün bir safhasıdır.” Tabiat hadiseleri, Yukarıdan gelen geliştirici, pozitif etkileri almadaki yetersizliğimizi, kabiliyetsizliğimizi, tembelliğimizi giderecek tertiptedir. Onlar bizler için gerekli, hayırlı olan tedavi süreçleridir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Aralık 3, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 3, 2009 KABUKLAR KIRILIYOR Bütün tabiat hadiseleri, etki sahası çok geniş olaylardır. Hem fiziksel açıdan, hem de psişik açıdan. İnsanların özdeş oldukları şeyler onların ellerinin altından kayıp gidiyor. Bütün güvendiğimiz her şey, evimiz, eşyalarımız, paramız, servetimiz bir anda yok oluveriyor. Özdeşleştiğimiz değerler avcumuzdan uçup gittiği zaman, taze bilgiye ulaşmamız daha kolaylaşır, kaybettiğimiz maneviyatın yeniden ortaya çıkışı söz konusu olur. Yoksa “Benim kapı gibi maddiyatım var.” diye düşünmeye devam edecek olursak, ilerlememiz mümkün olmaz. İnsanlar bakıyorlar ki bütün güvendikleri şeyler toz olup gidiyor, onların kendisine hiçbir şekilde yardımcı olamadığını fark ediyor. Madde insanın tekamül yolculuğunda sadece bir araçtır. Biz dayanağımızı nereden alıyoruz? Maddeden mi, öz varlığımızdan mı? Madde sonuç itibarıyla dağılmaya meyilli bir yapıya sahip. Bir sallantının, akan bir suyun karşısında darmadağın olup gidiyor. Burada insanın kendi varlığı giriyor devreye. Dayanağımız kendimiziz. Geçici maddi ihtiyaçlar ruhsal varlık için asla amaç olamaz; çünki insanın, basit dünyasal amaçlarının üzerinde çok daha yüce hedefleri söz konusudur. Bu varlıksal hedeflere ulaşabilmemiz için yukarısı bizi bu olaylarla karşılaştırarak bizlere yardım eli uzatmış oluyor. OLAYLAR KARŞISINDAKİ HALETİMİZ NASIL OLMALI? Bu basınçlarla, bu geliştirici tesirlerle karşılaşmayı istemek, ıstıraplar karşısındaki manevi tutumlarımızı öğrenmek açısından önemlidir. Potansiyelimizi nereye kadar sürdürebiliyor ve ne dereceye kadar esneklik gösterebiliyoruz? Bu esnekliği kırılmadan, isyan etmeden ne kadar götürebiliyoruz? Ama bu körü körüne bir dayanıklılık değildir. O olayla karşılaştığımız andan itibaren zihnimize gelen çağrışımlar çok önemlidir. Sarf edilen isyankar ifadeler, sayıp sövmeler, öfkelenmeler tamamen duygusal tepkilerdir ve insana gerçekten hiçbir şey kazandırmaz. Yukarıda insanlardan intikam alan bir Tanrı yok. Sebep sonuç yasası işliyor ve ne ekiyorsak onu biçiyoruz. Şundan kesinlikle emin olmak lazım, İdare Mekanizması bizi bizden daha fazla düşünüyor, daha çok seviyor, gelişmemizi, ataklar yapmamızı istiyor. Bunun için de bizi hiç boş bırakmıyorlar. Bu nedenle olayları çok daha farklı bir gözle görmeye çalışmamız bizim için daha faydalı sonuçlar getirecektir. Olayları her ne türde olursa olsun, bizi daha ileriye taşıyacak bir etki, bir güç olarak görmek ve onun bizi ileriye taşımasına izin vermek gerekiyor. Bütün bu sınav olayların birer vasıta olduğunu unutmamak gerekir. Her birey ve her toplum bu olayların meydana getirdiği yön bulucu ve sevk edici etki sayesinde hedefi yönünde ilerleyebilmektedir. Bu etkiler olmasa dağılıp, başka yönlere kaymamız an meselesidir. HER ŞEY POZİTİFE HİZMET EDER Olaylar ne kadar yıpratıcı görünse de, herşey pozitife hizmet etmektedir. Bu açıdan olaylara daha sempatiyle bakmamız ve yukarıdan bizlere uzanan bu yardım eline uzanmaya çalışmamız gerekmektedir. Felaket olarak nitelendirdiğimiz olaylar çok olumlu hareketlere vesile oluyor. O günleri hatırlayacak olursak, deprem sonrası, ilk şoku atlattıktan sonra herkes kendi derdini bir kenara bırakıp, kaybettikleri yakınlarının acısını bağırlarına basıp, olabildiğince insan kurtarabilmek için canla başla uğraşmaya başlamışlardı. O kutsal Birlik Ruhu, yıkıntıların arasından bütün heybetiyle yeniden çıkıvermişti. Olayın kaynağı pozitif olduğu için, pozitif etki ve enerji olayın hemen ardından ortaya çıkmıştı. ORTAK YALANLAR YARATILMASI O sarsıcı gecenin ardından, bütün Türkiye, tek yürek halinde atmaya başlamıştı. Bu denli ürkütücü olan bir şey, milyonlarca insanın normal hayatlarının hengamesi içerisinden sıyrılıp, bir anda tek yürek halinde atmasına sebep olabilmişti. Birbirini hiç tanımayan insanlar, parklarda, sokaklarda bir araya gelip birbirleriyle hissiyatlarını paylaşmışlar, yardımlaşarak sırt sırta vermişlerdi. İnsan böyle bir şokun ardından düşmanını görse sevinecek bir halet içerisine giriyor. Bir arada olmanın değerini anlıyor. Felaket olarak nitelendirdiğimiz bu olay, normal zamanda yapmayı aklımıza getirmediğimiz hareketlere sevk ediyor bizleri; sevgi enerjisinin insanlar arasında kolayca dönmesini sağlıyor. MEDENİ CESARETİN ORTAYA ÇIKIŞI Yine felaketin ardından, düşman bildiklerimiz “Dayan Komşu” diyerek yardımımıza koşmuşlardı. Maddi ve manevi her türlü destek, yardım kendi içimizden ve dışımızdan bu yarayı kapatmak için adeta yarışırcasına bu bölgeye yönelmişti. Her varlık canla başla üzerine düşeni yerine getirmeye çalışıyordu. Olaya maruz kalan insanların yaşadıkları ıstırap, yabancısı, Türk’ü herkesi derinden sarsmıştı. Hele o yardım kampanyaları, yalnız kendi halkımız değil, tüm dünyadan yapılan yardımlaşma ve dayanışma uygulaması çok etkileyici ve ümit doluydu. Felaket bize, “İnsanlık Ailesi” olduğumuzu hatırlatmıştı. Katılaşmış yanlarımız bir anda yumuşayıvermişti. Bütün bu olanların üstüne kapı komşumuzun başına gelen felaketi kendi derdimiz bilerek biz de onların yanına koşmuştuk. Bütün bunlar içinde bulunduğumuz korkunç yanılsamayı bize biraz olsun fark ettirebilmişti. Bazı şeyleri değiştirip, yeniden tanzim etmek için değerli bir fırsat yaratılmıştı. Aslında, bütün kavgaların, anlaşmazlıkların, çıkar hesaplarının ötesinde, belki de kendisinin bile bilmediği bir yerlerde, insanlar en zor anlarında birbirini yalnız bırakmayacak bir birlik şuuru taşıyor. İnsanlık gerçekten birlik ve beraberlik şuuru içinde yaşamanın hasretini çekiyor. Fakat her şey çok çabuk külleniyor, dünyanın özelliğinden ötürü hemen her şeyi bir süre sonra unutuyoruz, konsantrasyonlarımız başka yönlere kayıyor. Çünki duygularımız fazlasıyla ön planda, bilgiyi alıp daha yukarılara çıkarabilmemiz gerekiyor, fakat bilgi duygular seviyesinde takılıp kalıyor. Heyecanlar yatışınca da olay artık önemini yitirmiş oluyor. Duyguların, kontrol altına alınması gereken bir mekanizma olduğunun farkında değiliz. Pek çok şeyin gerçek anlamda halledilebilmesi için öncelikle bu problemi halletmemiz gerekiyor. OLAYLARIN DİLİNİ ANLAMALIYIZ Olaylar sürekli olarak, dikkat çekici bir tarzda tekrar ediyor. Bireysel yaşantılarımızda da bu böyle, dış olaylarda da. Sürekli aynı yerlerde dönüp dolaşıyoruz. Kendimizi yenilemememiz için sürekli fırsatlar yaratılmaya çalışılıyor. Yaşadığımız ikinci deprem bunun yakın zamanda yaşadığımız en sıcak örneğidir. Üç ay arayla benzer bir olay çıktı dayandı karşımıza. Çadırlarda üst üste yangınlar çıktı, aynı şekilde bebekler yanarak öldüler. “İşte yine bir başkası” diye düşündüğümüz pek çok olay, kılıf değiştirmiş olarak önümüze yeniden geliyor. Neden sürekli olaylar tekrarlanıp duruyor? Acaba, gerçek anlamda alınması gereken bilgi alınıp, çıkarılması gereken sonuçlar çıkarılabilse, olaylar tekrar eder mi? Yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi, bilgi alışımız duygusal seviyenin üzerine çıkamıyor, mantale ulaşamadığımız için de oldukça yüzeysel bilgi ve yorumlar bizi tatmin eder oluyor, bu da bize çok fazla yarar sağlamıyor. Olayların tek bir anlamı yoktur. Sonuç almak istiyorsak, basamakları tırmanır gibi, daha derin sebeplere üşenmeden, yorulmadan tırmanmamız gerekiyor. Ama önce üzerimizdeki uyku mahmurluğundan kurtulmamız gerekiyor. Sağlıklı düşünüp, hareket edebilmek için, öncelikle dış realitelerin üzerimizdeki yaptırımcı baskısını diskalifiye etmemiz gerekir. Fizik plandan derece derece gelen etki ve empozisyonlar, varlığımızdan bize ulaşmaya çalışan uyaranları ya kısıtlar ya da tamamen engeller. Bu da insanın uyku içinde yaşaması için yeterlidir. Ne derecede uyku derinliğine sahipsek, doğal olarak o derecede bir uyarana ihtiyacımız olacaktır. Bu bağlamda olayların birbirinden farkı yoktur. Amaç uyandırmaktır. Her türlü olay, iç dünyalarına kapanıp kalmış, kabuklaşmış realitelere gömülmüş insanlara zorunlu esnemeler yaptırır. Bir şok, o güne kadar bizi esir almış her türlü alışkanlıklarımızı darmadağın etmeye yeter. Olay yoksa farkındalık da yoktur, uyku vardır. Olaylardaki anlamları çözmek farkındalığımıza ve uyanıklığımıza bağlı olarak dereceli anlamlar kazanmaya başlayacaktır. BİRLİK ŞUURU YARATILMALI Varlığımızın çevresine örüp, kendimizi hapsetmemize neden olan fiziksel ve zihinsel her türlü kabuk başta kendimizle ve derece derece diğer varlıklarla, yaşamla, evrenle olan sağlıklı iletişimimizi engelleyen menfi tortulardır. Oysa iletişim, varlıklar arasındaki enerji alışverişleri, gelişimimizde önemli bir yere sahiptir. İnsan tek başına gelişemez. İçine düşülen en büyük yanılgı ve bu yanılgımızda büyük payı olan teknolojinin getirdiği imkanlar insanı insandan kopararak bugünkü gelişimini hızla sürdürmektedir. Sonuç; insanların, karşısındakinin yaşamış olduğu olay karşısında, “Bana ne, benim sorunum değil, senin sorunun.” tarzındaki anlayışıdır. Bu, her türlü bağlantıyı, dostluğu, ortak alanı ortadan kaldıran bir dirençtir. Bu dirençlerin en büyüğü ve hatalarımızın en büyük sebebi de, karşımızdakileri anlamaya çalışmamak, her zaman anlaşılmayı bekleyen taraf olmaktır. Oysa bizler bu dünyaya anlaşılmaya değil, anlamaya geldik; paylaşmayı, yardımlaşma ve dayanışmayı, hoşgörmeyi, anlayışı, sabrı tatbik etmeye çalışarak, gerçek sevginin, gerçek birlik ve beraberliğin yaşanacağı zamanlara hazırlanmaya geldik. Evet, başkasının sorunu bizim de sorunumuzdur. Anadolu insanının en büyük özelliği, işte tüm bu insani değerleri her zaman ön planda tutmuş olmasıdır. O, “Senin sorunun benim de sorunum.” demiştir. Fakat her yerde oduğu gibi, insanımız da yozlaşmadan nasibini almaktadır ve sonuç olarak da, “Senin sorunun, benim sorunum değil.” anlayışı hakim realite olmuştur. Bu nedenle de olay üstüne olay yaşıyoruz. Olaylar bize ısrarlı bir şekilde gösteriyor ki, hepimiz her şeyden ve her birimizden sorumluyuz. İnsanlara hizmeti canı gönülden yerine getirdiğimiz zaman varlığımıza, diğer varlıklara, planımıza ve Ruhsal Dünya’ya olan sorumluluğumuzu yerine getirmiş oluruz. Hizmet anlayışı insanlar için en üst merhaledir. Temiz bir kalple hizmet anlayışı oluşturmalı ve iyi niyetin en üst noktasına çıkabilmeliyiz. Ruhsallık Işığı’nın tekrar dünya üzerinde parlamasında bütünün değerli parçaları olarak üzerimize düşeni yapmak hepimizin vazifesidir. IRAD Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.