nevermore Oluşturma zamanı: Aralık 3, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 3, 2009 Çalışmalar, büyüme ve öğrenmenin, çocuğun “doğal” ruhsal güçlerini bastırıp bastırmadığını saptamaya çalışıyorlar.“Hepimiz ruhsal güçler ile doğarız ve bunu zamanla ve öğrenim süreci içinde kaybederiz.” Bu tanıdık ve etkileyici bir görüştür. Birçok aile kendilerini bebeklerine o kadar yakın hisseder ki normalüstü bir ilişkileri olduğuna inanırlar. Eğer böyle bir bağlantı var ise bunun bebeklikten çocukluğa geçişte kaybolduğu görülmektedir. Bu yüzden bazı aileler, çocuklarının aldığı eğitimin bu bağı ortadan kaldırdığını düşünmektedir. Okul, çocuğa rasyonel düşünmeyi öğretirken, bir şekilde de sezgisel olarak dünya algılamasını yok etmektedir. Nitekim eğitimin, doğuştan gelen ruhsal güçlerimizi bastırdığı konusu hep tartışılır. Bu faktör, sık sık iddia edilen, bizim eğitimimize, zorlamalarımıza veya rasyonelliğimize sahip olmayan ilkel insanlar arasında ruhsal fonksiyonların daha çok görüldüğü savıyla bağlantı kurulabilir. Acaba DDA ile mi doğarız? Öğrenimlerimiz ve eğitim bunu bastırır mı? Bu sorular sınanabilir sorulardır ve parapsikoloji ile uğraşan kişiler uzunca bir süre bunlarla uğraşmışlardır. 1937 yılında deneysel parapsikoloji yeni bir araştırma alanı iken, Dr. J.B. Rhine’nın eşi Dr. Louisa Rhine, yetişkinlere göre daha saf ve daha az analitik olmaları sebebiyle çocukların daha özel bir ruhsal yeteneğe sahip süjeler olabilecekleri hipotezini öne sürmüştür. Duke Üniversitesi’nde 3 ile 15 yaşındaki çocuklarla sürdürdüğü deneylerde, en küçük olanların en yüksek DDA notu aldığını bulmuştur. Fakat bu çalışmalar yeterli kontrolden geçmediğinden sonuçları güvenli değildir. 30 sene sonra Psikiyatrist Jan Ehrenuald, anne ile çocuk arasındaki özel ortak yaşamın “DDA’nın beşiği” olabileceğini iddia etmiştir. Meslektaşı Psikiyatrist Berthold Schuarz, küçük kızı ile arasında bir dizi kendiliğinden telepatik olayların olduğunu bildirmiştir. Fakat hiçbir deney yapılmamıştır. Daha sonra Dr. Schuarz 1971 yılında yayınladığı “Aile-Çocuk Telepatisi” adlı kitabında kendisi ve/veya karısı ve büyümekte olan iki çocuğu arasında DDA olduğu varsayılan 505 olayı örneklemektedir. Daha ciddi varsayımlar DDA’nın 7-8 yaş altı çocukların düşünme sistemine benzediğini ileri süren ve buna göre, DDA yeteneğinin bu yaşlardan sonra azalması gerektiğini söyleyen psikologlardan gelmiştir. Bazıları ise DDA’nın inanç faktörünün önemine işaret etmişlerdir. Çocuklar DDA’nın olabilirliğine daha gönülden inandıkları için bu özelliklerini göstermede bu inançları yardımcı olmuş olabilir. 1950’lerde, Hollandalı bir parapsikolog ve aynı zamanda okul müfettişi olan J.G. Van Busschbach, binlerce çocukla sınıfta yapılan bir dizi DDA testi gerçekleştirmiştir. Çocukların öğretmenlerinin “gönderici” olarak görev aldığı bir tahmin etme prosedürünü uygulamıştır. İlk testleri süresince ilkokul öğrencileri başarılı olurken, ortaokul öğrencileri iyi sonuçlar elde edemedi. Ulaştığı sonucu Hollanda’da ve Duke Üniversitesi görevlilerince paralel olarak Amerika’da yürütülen çalışmalar ile teyit etti. Busschbach bu sonuçları ilkokulda öğretmenlerin çocuklar ile kurduğu daha iyi ilişkiye ve ortaokulda oluşmaya başlayan çocuklardaki sezgisel düşünmenin teşvik edilmemesine bağladı. Fakat bu çalışmaların bazı deneysel eksiklikleri mevcuttu. Bu yüzden sonuçların DDA nedeni ile oluşmadığı da iddia edilebilir. Son testleri için Amerika’da prosedürü değiştirdiği zaman sonuçlar rastlantıya oldukça yakın bir seviyede çıkmıştır. Yine de yapılan bu ilk çalışmalar, çocuklardaki DDA’nın araştırılması ile ilgili çalışmaların yapılmaya değer olduğunu göstermiştir. Sonraki 20 yıl boyunca başta öğretmenler ve öğrenciler arasındaki deneyler olmak üzere çocukları konu alan birçok deney yapıldı. Bazı deney yapan kişiler olumlu sonuçların dışardan bir deneğin değil de öğretmenin vasıta olarak yer almasıyla elde edildiği sonucuna varmıştır. Diğer bazı araştırmacılar ise özel kişilik değişkenliklerinin başarılı DDA sonuçlarında rol oynadığı kanaatindedir. Fakat bu sonuçlar tekrarlanamamıştır. Diğer bir deyişle, ilk deneysel parapsikoloji uzmanları küçük çocukların DDA yeteneği gösterdiği sonucuna varsa da, yaptıkları testler her zaman başarılı değildi ve hiç biri başarı elde etmek için sihirli bir yöntem bulamamıştır. Bazı araştırmacılar daha küçük çocukların özellikle DDA testlerinde başarılı olduğuna dair ipuçları yakalasa da, hiç biri bu teoriyi resmi olarak test edemedi. Bu aşamada çocuklardaki DDA hala yanıtlanmamış bir soruydu. 1970 ve 1980’lerde yapılan çalışmalar, DDA’nın psikolojik veya kavramsal algılamayla ilişkisi ve çocuğun düşünmesindeki olgunlukla ilişkisini içerecek şekilde yaş ve ruhsal işlevlerin bağlantısı üzerinde yoğunlaşmıştır. Parapsikolog Sally Ann Drucker ve onun çalışma arkadaşları New York’ta bir grup çocuk üzerinde, evlerinde veya günlük bakım merkezlerinde (çocuk yuvası) testler uyguladı. Testten önce her çocuğun kavrama yeteneği basit bir psikolojik teknik uygulanarak tespit ediliyordu. Daha sonra çocuklar mantıklı, mantıklı düşünme öncesi grup ve karışık olmak üzere test sonuçlarına göre gruplara ayrıldı. Gelişme psikolojisi ile uğraşan kişiler 5-7 yaş arasında düşüncelerinin daha analitik ve mantıklı hale gelmesi ile değişikliklerin oluştuğuna inanmaktadır. Her çocuğa uygulanan DDA testinde, çok renkli şekerlerin bulunduğu bir torba kullanılıyordu. Deneyi yapan kişi tarafından bir tane şeker rastgele torbadan çekiliyordu ve çocuk bu şekerin rengini bilmek zorundaydı. Eğer seçim doğru ise, çocuk şekeri yiyordu. Araştırmacılar mantıklı düşünme öncesi çocukların daha yüksek sonuçlar elde edeceğini ummuşlardı. Fakat önemli sonuç elde eden grup “karışık” grup olmuştu. Bundan anlaşıldığı kadarıyla halen bu çocukların mantıklı düşünmeden, mantık öncesi düşünmeye geçişler yaptığı düşünülebilir. Fakat deneyi yapan kişiler, bu makul derecede başarılı sonuca, deneyi tekrarladıklarında ulaşamadılar. DDA ile kavramsal gelişme arasında hiçbir ilişki kurulamamıştır. 1970’lerin ortaları itibarıyla, çocuklardaki DDA’yı konu alan testlerin sonuçları görünen bir başarı, başarısızlık ve karışıklık idi. Fakat bu İngiltere’deki Surrney Üniversitesi’nden mezun Ernesto Spinelli’nin başlattığı bir araştırma ile değişecekti. Geliştirdiği “normalüstü kavrama” adlı teorisinde iç düşünme süreçleri çok az gelişmiş, olgunlaşmamış organizmalarda DDA’nın daha iyi işleyeceğini söylüyordu. Bu dış veya normalüstü etkilerin organizmanın normal düşünme sürecini etkileme ve kaydetme bakımından daha fazla bir faaliyet alanı bırakacaktı. Bunun yanında 8 yaş altı çocukların benlik duygularının ruhsal iletişimi kesecek derecede gelişmemiş olması nedeniyle DDA görevlerinde daha başarılı olacaklarını söylemiştir. Spinelli 1000 deneği çiftler halinde ayırdı. Çiftlerden biri gönderici, diğeri ise alıcı görevi üstleniyordu. Hedefler geometrik semboller yerine resimlerdi. Ve denekler, 3 yaşındaki oyun grubu çocuklarından, yaşlı emeklilere kadar geniş bir yelpazedeydi. Sonuçlar çok belirgin bir şekilde dikkate değerdi. Seçilecek beş resim arasından deneklerin % 20 oranında şans eseri bulma payları vardı. Fakat en küçük çocuklar (3–4 arası) % 45 gibi bir sonuç elde ettiler. Bu, oluşması 1/1000 olan bir olasılıktı. İkinci grup, daha büyük çocuklar (4–5 yaş arası) biraz daha düşük bir yüzde tutturdu; fakat halen şans oranının üzerindeydi. Daha büyük çocuklar (5-8 yaş arası), yetişkinlerle eşit şekilde şans yüzdesinde bir sonuç elde ettiler. En sonunda kronolojik yaş ile DDA arasındaki temsili bağ kurulmuş gibi gözüküyordu. Bu çalışması ile doktora derecesi kazanan Spinelli, diğer bazı önemli keşifler de yapmıştı. Örneğin, en iyi sonuçların, çocuk çiftlerinin aynı IQ derecesinde ve aynı yaşta olduğu zaman elde edildiğini buldu. Diğer bir deyişle çocukların aynı kronolojik ve entelektüel gelişme basamağında olduklarında, daha yüksek sonuç elde edilmekteydi. Fakat Spinelli’nin kullandığı deneysel yöntemin içeriği ile ilgili sorunlar vardı ve eleştirmenler bunları hemen ortaya çıkardı. Çocukların test ile ilgilenmesini sağlamak amacı ile göndericiyi hedef resmi seçerken özgür bırakmıştı. Bu bütün deneyi geçersiz kılabilecek derecede önemli bir kusurdu. Göndericinin seçtiği resimlerin sırası ile alıcıların tahmin etme eğilimleri arasında bir benzerlik bu sonucu ortaya çıkarmış olabilir. Yani gönderici ve alıcı aynı resimleri aynı sıra ile sadece normal eğilimlerden dolayı, aynı resimden hoşlandıkları için, seçmiş olabilirler. Bu aynı zamanda Spinelli’nin ikinci çıkarımını da açıklar. Çünkü aynı yaş ve gelişme düzeyindeki çocukların benzer beğenilere sahip olma olasılıkları daha yüksek olacaktır. Buna cevap olarak Spinelli deneklere eşit derecede çekici gelecek resimleri belirlediğini ifade etmiştir. Fakat sonraki deneyleri için yöntemini değiştirdi. Bu testlerde hedef resimler rasgele seçiliyordu. Daha az denek ile yapılmasına rağmen sonuçlar hala önemliydi. Bazı eleştirmenler Spinelli’nin bu sonuçlarla ilişkisinin olabileceğini iddia etti. Bu sebeple Spinelli’nin yokluğunda, tamamen kontrollü bir ortamda birkaç test yapıldı. Sonuçlar önemli bir şekilde düşüş göstermekle birlikte hala şans yüzdesinin üzerindeydi. Diğer parapsikologlar hemen Spinelli’nin etkileyici buluşlarını teyit etmek istedi. Boston yakınlarında bir ilkokulda çalışan Susan Shargal biraz farklı bir metot kullandı. Birinci, üçüncü ve beşinci sınıf öğrencileri üzerinde resimler yerine boş saatleri kullanarak testler yaptı. Bu deneyde kendisi de, üzerinde bir rakam işaretlenmiş saate bakarak, gönderici olarak görev almıştı. Çocuklardan numarayı tahmin etmeleri isteniyordu. Tahmin ettiği gibi sadece en küçük çocuklar iyi sonuç elde etmişti. 1. sınıf çocukları şans yüzdelerinin üzerinde sonuçlara ulaşmışlardı. Bu çalışmanın da bazı noksanları yok değildi. Shargal, test çalışmasını sürdürürken çocuklarla aynı odada kalma yanlışını yapmıştı. Bu yüzden normal, duyusal yollardan, doğru cevapla ilgili bazı ipuçlarını açığa vurmuş olabilir. Bu olasılık, Shargal’ın gerçekleştirdiği takip eden çalışmasıyla daha da artmıştır. 1.sınıf çocuklarını tekrar test eden Shargal, bu sefer hedef resme kimsenin bakmaması ile duyusal ipucu verilmesini önledi. Test sonuçları şimdi daha düşüktü ve müstakil olarak önemli değildi. Shargal’ın ilk deneyindeki zayıf bir şekilde kontrol edilen koşulların olumlu sonuca yol açmış olabileceği söylenebilir. Spinelli’nin buluntularını tekrarlamak üzere İngiltere’de daha dolaysız girişimler yapılmıştı. Edinburg’da Hilary Henegaw, Spinelli’nin yöntemine benzer bir şekilde 3–5 yaş arası 150 çocuk üzerinde test uyguladı. Fakat elde ettiği sonuçlar tutarsızdı. Bu onu kendi motivasyonunun Spinelli’ninki kadar yüksek olmamasından böyle bir sonucun elde edilmiş olabileceği üzerinde düşünmeye sevk etti. DDA hakkında özel ve kişisel bir teori geliştirmeye çalışıyordu. Böylece, kişisel olarak daha çok ilgilendiği bir deney tasarladı. Çocukların anneleriyle beraber, annelerinin gönderici olarak yer aldığı deneyler planladı. Bir kontrol olması bakımından bir araştırma görevlisi bazı deneylerde annelerinin yerine çocuklarla deneye katılmıştı. Doğal olarak, Henegan anne-çocuk çifti ile yapılan deneylerin daha başarılı olmasını bekliyordu. Fakat gerçekte tam tersi oldu. Ben de Spinelli’nin çalışmasını tekrar etmeye çalıştım ve hatta çalışmamı onun buluşlarını yaptığı Surrey Üniversitesi’nde gerçekleştirdim. Onun yaptığı şekilde aynı yaş grubundaki çocuklarla çalıştım ve Sally Drucker’ın renkli şekerlerle yaptığı deneysel yöntemi denedim. Bu testler, hem kimsenin rengini bilmediği şekeri hem de bir gönderici ve ona eş yaşta başka bir çocuğun alıcı olduğu telepati şartlarının sağlandığı iki deney türünü de içeriyordu. Sonuçlar hep aynı şekilde şans rakamlarına yakındı. İkinci deneyim Spinelli’nin deneyine daha çok benziyordu. Hedefler resimlerdi ve yaşları 3 ile 5 arasında değişen çocuklar çiftler halinde çalışmıştı. Her denemede hedef resim rastlantısal olarak, bilgisayarla belirleniyordu. Böylece herhangi bir kişisel eğilimin deneyin sonuçlarını karalaması önlenmişti. Benim bulduklarım Spinelli’ninkilerden oldukça farklı idi. Hiçbir DDA işareti ve yaş ile DDA arasındaki herhangi bir bağlantıya rastlayamadım. Küçük çocuklar oldukça düşük, hatta büyüklerinden de düşük sonuçlar elde etmişlerdi. Bu çalışmadaki uyuşmazlık nasıl açıklanabilir? Spinelli çocukları ile yaptığı deneylerde, her zaman için tahmin ettiği şekilde beklenmedik önemli sonuçlar elde ediyordu. Fakat buluşlarını kontrollü bir ortamda tekrarlayan bizler başarısız olmuştuk. En iyi sonuçların tekrarlanamaması parapsikoloji için aşina bir durumdur. Birkaç tane olası açıklama vardır. Ben şahsen Spinelli’nin deneylerini yakından izledim ve hatta bazı testleri yapılırken gözlemledim. Deneylerinin çoğu, “tahmin etme sırası”nın uyuşabilmesi etkisinden dolayı kusurluydu. Spinelli, bu kusurun önemini reddetti ve daha sonra yaptığı deneylerin (başarılı olanlarının) bunu doğruladığını söyledi. Gerçekte Spinelli’nin kusursuz kontrol altında gerçekleştirdiği deneyler en son yapılan birkaç dizi deneydi ve bunlarda da en düşük sonuçlar elde edilmişti. Ayrıca şaşırtıcı çalışması kapsamlı olarak bir dergide yer almadığından dolayı diğer kişiler için değerlendirme yapmak zor olmaktadır. Fakat Spinelli, sonuçlarının DDA’yı gösterdiğine inanmakta ve çalışmasını tekrarlayıp aynı sonuca ulaşamayan kişilerin doğru kişiliğe, yeterli motivasyonlara sahip olmayanlar olduğunu iddia etmiştir. Bunlar bazı olasılıklardı. Fakat Hilary Henegon, Edinburg’da yaptığı çalışmada motivasyonu özel bir unsur olarak kullanması yüzünden bu iddialar buluntularla çelişmektedir. Ben de tüm varyasyonları kullanmama rağmen çocuklardaki DDA ile ilgili hiçbir belirti elde edememiştim. Açıkça böyle bir şeyin olmadığı söylenebilir mi? Eğer durum buysa, niye bu kadar çok insan, olduğuna inanmaktadır? Bu sorunun cevabı daha kolaydır. Ailelerin, özellikle annelerin çocukları ile çok özel bir ilişkileri vardır. Annelik tecrübesi, daha evvelki tecrübelerinin hepsinden daha farklı bir şey olabilir. Bebeği, tamamen korumasız ve tamamen ona bağımlı durumdadır. Her gün saatlerce bebeğini kucağında tutarak, onun küçük ve parlak gözlerine bakarak geçirir. Her hareketini takip eder ve her burun çekişini ve bağırmalarını dinler. Bebeğin ne hissettiğini ve bu kadar küçük olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışır. Bu kadar yakınlık ve sevgi yoluyla bu anlayışa ulaşılır. Aile ve çocuk bu kadar yakın olduğunda her biri diğerinin neye ihtiyaç duyduğunu, ne hissettiğini ya da ne yapmak üzere olduğunu öğrenmeye başlar. Bunu yüzün ifadelerinden ve vücudun duruşundan çıkarırlar. Bu hal içerisinde normalüstü bir şeyin olduğu hissine kapılanabilinir. Fakat şüphesiz ki olan, başka bir canlıyı severken yaşanılan özel, normal durumdur. Tabii ki DDA’nın yardımına ihtiyacımız yoktur. Öyleyse çalışmaya ve alternatif açıklamalara göz attıktan sonra başlangıçta sorduğumuz soruya cevap verebilecek miyiz? Hepimiz DDA ile mi doğuyoruz? Ve öğrenme ile eğitim bizim “doğal” ruhsal güçlerimizi bastırıyor mu? Ne kadar yakında ararsak cevaplar bizden o kadar uzaklaşıyor gibi görünmektedir. Eğer tek başına Spinelli’in sonuçlarına bakarsak buna içten bir “evet” cevabı verebiliriz. Fakat elde ettiği sonuçların tekrarlanması güç olmuştur. Bilim, başlangıçtaki buluntuları teyit etme, teorileri değişik açılardan test etme ve buluntuların altında yatan oluşumu anlamaya çalışma sürecidir. Bilimsel ilerleme bu şekilde olmaktadır. Parapsikologların çocuklardaki DDA’yı araştırma sonucu elde ettikleri sonuçlar birbirleriyle çelişir olmuştur. Çok az bir gelişme olmakla beraber Spinelli’nin çalışmasını teyit etmek amacıyla yapılan çok iyi kontrol edilmiş deneyler de sonunda başarısız olmuştur. Eğer çocuklar doğuştan ruhsal güçleri ile doğuyorsa, bunca yıllık araştırma bizi, 6. duyuyu anlamaya yaklaştırmış olmalıdır diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Çocuklardaki DDA ile ilgili buluntular, DDA’nın genelindeki buluntular kadar şaşırtıcı ve çelişkilidir. Dr. Susan BLACKMORE Çev: Özgür TOPAL Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.