nevermore Oluşturma zamanı: Aralık 5, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 5, 2009 Kehanet, geleceğin bilinmesidir. Geleceğin bilinmesi demek, insan şuurunun ötesinde (yani anlayabilme, kavrayabilme, tahmin, realiteyle olan ilgisi) bir şuur faaliyetinin mevcut olduğunu gösterir. Yani bizim şuur halimiz, zihnimizin çalışış şekli, olayların tarafımızdan kavrandıktan sonra bitmediği, bir sebep-sonuç zincirine bağlı olmak üzere sürüp gitmekte olduğunu, evrensel bir determinizmin (ama daha ziyade dünya şartları ve bizim sistemimize bağlı olmak üzere) sürüp gittiğini gösterir ve aynı zamanda “rastlantı” veya “tesadüf” ismiyle söylenen hiçbir şeyin mevcut olmadığını gösterir. Ters anlamıyla, tesadüf ve rastlantı yoktur. Tesadüf ve rastlantı olarak ileri sürdüğümüz iddialar bir olayın geçmişiyle alakalı sebep ve sonuçları izleyemeyişimizden ve anlayamayışımızdan ve hatta bizim şuur bütünlüğümüzün çok dar alanlar içinde, basit aydınlanmalar içerisinde mevcut olduğunu gösterir. Eğer geniş bir aydınlanma içerisinde bir şuura sahip olsaydık, geçmişle ilgili sebep ve sonucu izler ve şimdiden ileriye doğru uzanabilirdik. Demek ki bizim şuurumuz sadece şimdi ve burada mevcut olan varlığı aydınlatabiliyor. O varlıkla ancak meşgul olabiliyor. Geçmişle ya da gelecekle ilgili aydınlatma yeteneğine sahip değil. Hatta onu da bırakalım, şuur alanımızın enerji etkinliği şimdi ve burada dediğimiz halde bile gayet keskindir. Eğer böyle bir şey olabilmiş olsaydı. Yani sürekli bir şimdi ve burada’yı sürekli bir şekilde izleyebilseydik, hepimiz “şuurlu varlıklar” olurdur. Daha başka bir deyişle, kendi varlığımız, kendi bütünlüğümüz hakkında gayet kesin, iyi bir şekilde bir “kendi kendini hatırlama” halimiz sürekli olurdu. Örneğin ben kendimden pay biçeyim: bu satırları yazmaya başladığım an, sadece yazmak istediğim konuyla ilgiliyim ve şahsiyetim hakkında hiçbir bilgim kalmıyor. Ben ne yapıyorum, niçin yapıyorum, gözümün önünden hepsi siliniyor. Görüyor musunuz, birden bire ne kadar dar bir alana giriveriyoruz. Halbuki kendini hatırlayan bir insanda, yani bu tarzda bir şuur düzeyine ulaşmış bir insanda, realite içerisinde kendisi ve realite arsındaki farkı her an görebilir. Buna eski dilde “dildaşt” derler. Farsça bir sözcüktür. Ve “her an kendini hatırlamak” demektir. Kuşkusuz onların çalışma sistemi de her an Tanrıyı hatırlamakla başlar dolayısıyla bu işi yürütebilmek kendi varlığını hatırda tutmaktır ve büyük bir mesafedir. Onun için o insanlar kolay kolay kendi realitelerinin kurbanı olmazlar. Herhalde duygusal realite, heyecan realitesi ve bunun içerisinde nefis v.s. tüm aldanmalara karşı kendi realiteleri daima uyanıktır. Bunun için ayrıca “agah olma” tabirini de kullanırlar. Şimdi bizler için böyle bir durum söz konusu olmadığına göre, geleceğin bilinmesi gerçekten harika oluyor. Normal ötesi bir şey oluyor. Yukarıdaki türden insanlar için geleceği bilmek, o kadar önemli değildir. Çünkü şuur bütünlüğü bakımından geçmişi de geleceği de kendi alanı içerisinde tutabilmektedir. Onlar aynı zamanda ‘kaza’ ve ‘kaderi’ bildikleri için hem kendilerine, hem başkalarına ait olan geleceğe olduğu gibi boyun eğerler. Çünkü hiçbir şekilde bu yasaların dışında hareket edilemeyeceğini de bilirler. Kehanetler yaygın olarak herkes tarafından gerçekleştirilemediğine göre, bizim irademiz dışında bir güç tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu aynı zamanda, bu güce sahip varlıklar için bize kendilerini hatırlama, tanıtma yolu olmaktadır. Onlar daha serbest bir şuurda oldukları için, bedene bağlı olmadıkları için, geniş bir şuur aydınlanması içinde olduklarından geçmişi ve geleceği gayet mükemmel bir şekilde bilebilmektedirler. Tıpkı çok yüksekten bir yolu, elinde dürbün ve telsizle izleyen bir pilotun durumu gibi. Örneğin, “yoldan gitmekte olan araba şuradadır. İki dakika sonra gizlemiş olduğumuz çukurun içine düşecektir.” Diyor. Arabanın içindekiler için söz bir kehanettir. Ama uçaktan onları seyreden pilot için bir kehanet değil, bir realitedir. Pilot daha üst bir plandadır. Gerçekten de hiçbir şeyden habersiz olarak (tuzağa) düşer. Aşağıdakiler için bu olayın gerçekleşmesi bir “kader”di: “Nereden bilebilirdik? Kırk yıldır oradan geçeriz, meğer orada çukur varmış, ne bilelim kardeşim, biz kahin miyiz? Diyebilirler. Ama yukarıdaki için kahin yoktur. Aşağıdakilerin o olayı nasıl yaşayacaklarını aynısıyla çok önceden bilir. Arada işte böyle bir incelik var. Bundan da anlaşılacağı gibi, ne maddesel evrende, ne de manevi evrende yalnız değiliz. El elden üstündür. Onlar geleceği bilirler. Bazen insanların gidişini doğru yolda tutabilmek için geleceği yer yer bildirmek suretiyle bir üst kudretin mevcut olduğunu göstermek, bu şekilde de insanların uyurgezerlikten kurtulmalarına yardım etmek isterler. Kuşkusuz insanların böyle bir bilgiye göre hareket etmeleri kendi çıkarları içindir, onlara yardam olması içindir. Güçlüklerden daha kolaylıkla kurtulabilmeleri içindir. Kısmen, ama ruhsal evrimin gereği olmak üzere bir ıstırap eprövünden geçilmesi gerekiyorsa, aksine, o yoldan da çevrilmez. Kehanetler literatüründe bunun örnekleri de vardır. Bazı olayların içinden muhakkak geçeceksinizdir. Yani insan iradesi artık orada tamamen acz içindedir, güçsüzdür. Bu nedenle, insan hiçbir zaman, “benim iradem var, ben bunu yapıyorum, ben ötekini de yapabilirim…” dememelidir. Bizim yaptığımız şeyler hep Mekanik İdare Sistemi’ne ait şeylerdir. Yoksa Ruhsal İdare Mekanizması’na ait işleri biz hiçbir şekilde anlayamadığımız gibi, onlara müdahalede bulunacak herhangi bir girişimimiz de olamaz. Ancak Mekanik Sistem’e bağlı olmak üzere bir takım değişiklikler yapmamız mümkün olabiliyor. Şimdi bana diyebilirsiniz ki: “tıpta çok harika şeyler yapılıyor. Adam ilecekti, tuttular başka bir kalp bağladılar, adam iki gündür yaşıyor. Şimdi kaderi bozduk mu bozmadık mı?” hayır, bozmazsınız. Sadece Mekanik İdare Sistemi’ne bağlı bir varlığı ayakta tuttunuz, kaderi değiştirmediniz. Kader zaten değişmez, vücut oraya bağlıdır. Ama gerçekten ruh varlığına ait bir değişiklik, hiçbir zaman yolundan alıkonulmaz. İnsanın edebini bilmesi lazım. Hayatın birçok olayları, eğer gerçekten olayı yaşıyorsak, bizim boyumuzun üstünde hareket eder. Ama biz gerçekten doğru dürüst olay yaşamıyoruz. Normal hayatımız içerisinde yaptığımız işler hep yürümek gibi, uyuyup, yemek yemek gibi, televizyon seyredip kavga etmek gibi hareketlerle geçiyor. Dünya hayatımızın büyük bir kısmını gerçekten uykuda geçiriyoruz. Çoğu zaman uyanık sandığımız zamanlarda da uyuyoruz. Esasında gerektiği gibi hayatı yaşamıyoruz. Realiteyle olan ilişkimiz, normal halde zayıftır. Çünkü realiteyle olan ilişkimizin güçlü olması demek, onunla şuurlu bir işbirliği içinde olmamız demektir. Halbuki hayatımızın üçte ikisi hayatla şuurlu olmadan devam eden Mekanik bir sisteme bağlı bir hayat içerisindedir. Yatmamız, kalkmamız, sigara içmemiz, gevezelik yapmamız, iş yerimizdeki çalışmamız vs. Dikkat ederseniz, arada hep minik minik, birbiriyle ilişkisi çok zayıf bir takım küçük pırıltılar halinde şuur aydınlıkları mevcut. Külli bir şey yok. Bir günlük hayatınızı gözünüzün önünden geçirin. Birbirleriyle ilişkisi olmayan, münferit olaylar. Bir sütun halinde akıp geçmiyorlar. Yani şuur içeriği bakımından gayet zayıf varlıklarız. Şuur bakımından zengin değiliz. Zenginlik demek, bir takım lafları, bir takım bilgileri kafamın içerisinden geçiriyorum anlamına gelmez, sakın ola… Ansiklopedici zihniyeti terk etmek en güzeli. Maalesef tüm eğitim ve öğretim de gençleri ve hatta altı yaşındaki çocukları ansiklopedist yetiştiriyorlar. Yani bundan 150 yıl önce başlamış olan bir akım, Türkiye’de yeni yeni ortaya çıkıyor yazık. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Eylül 30, 2010 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 30, 2010 Kehaneti, en yalın anlamıyla, duyular dışı bir sezgi yoluyla, doğrudan doğruya geleceğin bilinmesi olarak tanımlayabiliriz. Kehanet olgusuna en ilkel kabile kültürlerinden en gelişmiş diyebileceğimiz uygarlıklara kadar her toplumda rastlamak mümkündür. Örneğin Eski Yunan'ın Delf şehrinde bulunan Apollon Mabedi'ndeki "piti" ismi verilen kahinelerin özellikle Apollon'dan ya da evrendeki merkezi bir ilahtan geleceği bildiren cevaplar aldıkları ve bunları aktardıkları bilinmektedir. Bu gelenek, o dönemde Eski Mısır'da, Hindistan'da, Mezopotamya'da, İslamiyet'ten önceki Güney Arabistan'da ve Çin'de çok yaygın bir sanattı. Ayrıca Asya, Afrika ve Amerika'daki Şamanizm uygulamalarında da mevcuttu. Eski çağlarda krallar önemli kararlarını kahin veya kahinelerine danışmak suretiyle alırlardı. Bu toplumlarda çok çeşitli kehanet yöntemleri kullanılır ve günlük yaşamın önemli bir bölümünde kehanetlere başvurulurdu. Kehanette bulunan kişilere her çağda, her toplumda farklı isimler verilmiştir. Bu isimlerden dilimizde en yaygın olarak yerleşmiş olanı "kahin" (erkek) veya "kahine"dir. Kahin sözcüğünün anlamı, gaipten haber veren habercidir. Burada kullanılan “Gaip"in kelime anlamı, göz önünde bulunmayan, nerede olduğu bilinmeyen veya görünmeyen alemdir. Buradaki görünmezlik beş duyu ile algılanamayan anlamındadır. Duyuların algılama sınırlarının dışında olan bu görünmez alem, ruhsal alem veya ruhsal boyut olarak da ifade edilmektedir. "Kehanet" ve "kahin"in sözlük anlamları ise şu şekilde ifade edilmiştir: Meydana gelecek olaylar hakkında önceden hükümde bulunma. Kehanette bulunanlar dört grupta ele alınabilir: 1- Çok eski çağlardan beri var olan, birtakım yöntemlerle (divination) gelecekteki olayları bulmaya çalışan kahinler. 2- ‘İlham’a dayalı vizyonlar veya ‘vahiy’ yoluyla gelecekten söz etmiş peygamberler. 3- ‘Premonisyon’ sahibi kimseler. 4- ‘Prekognisyon’ medyomları. Kahin: Meydana gelecek olayları birtakım yöntemlerle önceden bilmeye çalışan kimse. Kahinlik çok eski uygarlıklardan beri var olan bir uzmanlık alanıdır. Kahinlikteki yöntemler iki gruba ayrılır: 1- Psişik yöntemler. İstiareye yatarak veya kendiliğinden görülen rüyalar, zihinde aniden çakan düşünceler, önseziler sezgiler, ilhamlar, uyanıkken görülen düşler, halüsinasyonlar, vizyonlar, ekstatik translar ve çeşitli psişik yetenekler yoluyla edinilen verilen yorumlama. 2- Maddi yöntemler. a–Fallar (el falı, yüz falı, su falı, kitap falı, sayı falı, nekromansi vb.) b– İşaretlerin gözlemi (astrolojik gözlem, nümerolojik gözlem, doğa olaylarını sosyal olayları ve diğer olayları gözlem, v.s.) DURUGÖRÜ Akademik dünyada, daha doğrusu parapsikoloji biliminde kehanet olgusu Klervoyance yani durugörü başlığı altında incelenmektedir. Durugörü (Clairvoyance) beş duyunun dışında eşyaları ve fikirleri algılama ve görmedir diyebiliriz. Ruhsalgörü de denebilir. Esas itibariyle duyularla ilgisi olmayan ruhsal bir yetenektir. Durugörünün sınıflandırılması ile ilgili ilk çalışmayı ünlü Fransız metapsişikçi Dr. Eugene Osty yaptı. Onun yapmış olduğu gayet basit olan sınıflandırmada durugörü üç ana kısımda incelenmiştir. 1- Basit Durugörü: Süjenin veya medyomun gözleri kapalı bir şekilde sadece etrafındakileri görebilmesidir. 2- Mekan İçinde Durugörü: Medyomun, uzakta meydana gelen olayları ya da yerleri algılaması ve gözlemesi demektir. Normal olarak gözlenmesi mümkün olmayan uzak mesafedeki veya kapalı, saklı olan eşyalar medyom tarafından görülür ve ayrıntıları hakkında bilgi verilir. 3- Zaman İçinde Durugörü: Kısaca, geçmiş ve gelecek hakkında bilgi sahibi olabilmektir. Görücü medyomun, uzakta olan eşyaları ve olayları görme yeteneğidir. KEHANET TÜRLERİ Kehanetler akılsal ve sezgisel olmak üzere iki bölüme ayrılmıştır. Akılsal kehanetlerde genelde zihin yoluyla bir sonuca ulaşma mevcuttur. Akılsal kehanetlerin başlıcalar astroloji, el çizgilerini inceleme (şiromansi ya da kiromansi), yazıyı inceleme (grafoloji) ya da yüz hatlarını inceleme (fizyonomansi) olarak sayılabilir. Ayrıca bunların yanı sıra ikinci dereceden pek çok kehanet yöntemi de bulunmaktadır ve bunlar oldukça yaygındır. Bu konuya birazdan değineceğiz. Sezgisel olanlar asıl kehanetleri teşkil ederler. Bunlar duygu olarak, fikir ve zihni aniden aydınlatan "önceden biliş" (prekognisyon) şeklinde ifade edilmektedir. Bu bir medyomluk türüdür ve burada herhangi bir biçimde aklı kullanma ve mantık yürütme söz konusu değildir. Bu gibi kehanetlerin bazıları akla ters düştüğü için zihin tarafından reddedilse bile yine de gerçekleşmektedir. Peygamberane kehanetler de bu gruba dahildirler. ATİK ÇAĞDA KEHANET MERKEZLERİ Eski çağlarda, kahinlerin yetiştiği özel kehanet merkezleri vardı. Bu kehanet merkezlerinin yerlerinin, yapılan araştırmalar sonunda son derece ince hesaplarla seçildiği ortaya çıkmıştır. Orta Doğu’daki bu merkezler ilk bakışta rastgele, oraya buraya serpiştirilmiş gibi görünür. Oysa, dağılımları bir model oluşturmaktadır. Bu durum eski devirlerde hayli ileri bir coğrafya bilgisinin mevcut olduğunu gösterir. Bir teoriye göre bu kehanet merkezleri ley hatlarının yani belli başlı enerji hatlarının kesişme noktalarına kurulmuşlardır. Günümüzden yaklaşık 2500-300 yıl önce ortadoğuda bulunan önemli kehanet merkezlerinin bazıları şunlardır: Dodona, Delf, Kythrea (Thera), Girit adasındaki Omfalos, Güney Kıbrısta bulunan fakat henüz bulunamamış Paphos kenti, Libyadaki Triton Gölü, El Mare (Barce) KEHANET YETENEĞİ HERKESTE VARDIR Bu olgu insan şuuruna özgü bir yeteneğin eseridir ve bazı insanlarda doğuştan mevcut olmakla beraber aslında hepimizin içinde saklı durmaktadır. Nitekim hemen hepimiz yaşamlarımızda en azından birkaç kez geleceğe ait ani sezgiler ya da rüyalarımızın gerçekleşmesi gibi -gerek kendimizde, gerekse çevremizde- olaylara rastlamışızdır. Ancak genellikle bu tipten olaylara ya önem vermez ya da rastlantı deyip geçiştiririz. Oysa bu olaylar bize şuurumuzun derinliklerinden göz kırpan muazzam yeteneklerin minik belirtileridir ve varlığımızda ve evrende işlemekte olan, duyularımızla algılayabildiğimiz şeylerin çok daha ötesinde, son derece derin ve şimdiki halde saklı bir düzenin küçük pırıltılarıdır. Bazı bireylerin psişik yetenekler konusunda oldukça fazla yetenekleri mevcuttur. Bu kimselere genel olarak medyom ismini veriyoruz. Medyom, ruhsal varlıklarla bağlantı kurup, fizik boyutla ruhsal boyut arasında iletişim kurulmasını sağlayan, hassas yapılı, duyular dışı yeteneklere sahip insandır. Genel olarak ruhsal varlıklardan etki alabilen herkes medyomdur. Buna göre her insan veya her bedenli varlık ruhsal etkilere açık bir durumda olduğu için, her insan genel anlamda medyomdur. Bu, insan varlığının en önemli özelliklerinden biridir. Toparlayacak olursak medyomluk özelliği her insanda bulunmaktadır. Fakat bazı kişilerde bu yetenek daha ön planda, daha gelişmiş durumdadır. Psişik yetenekler veya duyular dışı algılamalar her insanda bulunan yeteneklerdir. Fakat medyomluk ise bunun çok daha ötesinde olan özel bir durumdur. Görevleri ruhsal dünyadan aktarılan bilgileri insanlara ulaştırmaktır. Onlar da insanlığın genel gelişim süreçlerinin biraz daha hızlanabilmesi için ellerinden geleni yaparlar. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Eylül 30, 2010 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 30, 2010 FAL VE FALCILIK Bugüne kadar kehanetler hep eksik incelenmişlerdir. Çoğunlukla inanmayanlarca inkar edilmiş ve sistemli olarak alay konusu olmuştur. Halbuki iyi bir araştırmacı her türlü veriyi gözden geçirir. Söylenenlerin karakteristiği, genellikle tarihlerinin söylenip söylenmediği üzerinde durur ve düşünür. Kahinlere eskiden “gaipten haber veren müneccim” derlerdi. Kehanet doğal bir yetenektir. İster müneccimlik, ister remmallik (Remmal: Remil döken, fal açan) olsun, isterse el falı, kahve veya diğer fallar olsun geleceğin bilinmesinin ancak özel bir konsantrasyon ve gevşeme hali içinde gerçekleşebileceğini söylemeliyiz. Fal, tarihin her döneminde devlet adamlarının, idarecilerin, kumandanların hareketlerine etken olmuştur. Eski Mısır’da, Roma’da, Yunan’da ve Osmanlı döneminde kişileri yönlendirmiştir. Eski Selection dergileri ABD’nin başkenti Washington’da Dikson adlı bir bakıcı kadına ait dikkate değer bilgiler vermektedir. Bu kadın falcıdır, geleceğe ait keşifleri olmaktadır. Kendisine müracaat edenlerden bu keşifleri için ücret almıyor. Bayan Dikson bir çeyrek asır öncesinden Çinin komünist olacağını, uzaya birinci Sputnik’in yollanacağını ve nihayet Başkan Kennedy’nin öldürüleceğini haber vermiştir. Bu gerçekleşen kehanetleri tüm dünyada şaşkınlık yaratmıştır. Önemli liderler ve devlet büyükleri, kendisiyle sürekli olarak konuşmaktaydılar. Mesela Roosevelt soruyor: -Rusya ile Amerika’nın uyuşması devam edecek mi? -Hayır, fakat sonra Komünist Çin’e karşı birleşecekler. -Hangi Komünist Çin? Tamamen geleneklerine bağlı olan Çin... -Evet, komünist olacak. Bayan Dikson’un kehanetinin hepsi gerçekleşmiştir. Bayan Dikson, ikinci defa Beyaz Saray’a davet edilmiştir. Roosevelt soruyor: -Üstlendiğim vazifeyi tamamlamak için ne kadar zamanım kaldı? -Parmaklarınızın ucuna dokunabilir miyim? Başkan ellerini uzatıyor. Bayan Dikson parmaklarını dokunduruyor, fakat söylemek istemiyor, Roosevelt ısrar ediyor. Nihayet: -Altı ay, hatta daha az... Dediği gibi de oluyor. Geleceğimizi, şimdiki düşünce ve Fiillerimizin mantıksal bir biçimde geliştiği fikrinden uzak tutmalıyız. Kahinler ve bazı falcılar büyük bir mozaik tablo içinden bir kesiti görür ve söylerler. Bize mantıksızmış gibi görünen olaylar olabilir. Kahinler diğer insanlardan daha geniş bir ruhsal görüş sahibidirler. Vagna Dimitrova bu tip kişilere güzel bir örnektir. Yugoslavya ve Yunanistan sınırlarına yakın Petriç’de yaşayan, kehanetleri olan kör “görücü” bir kişiydi. Şu ifadeleri ilginçtir: “Gördüklerimi insanlara söylemekten korkmuyorum, ama genellikle karı-koca meselelerinden söz etmeyi sevmiyorum. Evli insanların geçmiş ve geleceği hakkında birçok şeyler görüyorum; onlara yardım etmek istiyorum, fakat bunun onlara hiç faydası olmuyor.” Ayrıca geleceğin bilinmesi, kişilerde teşevvüşe sebep olabilir. İnsanlar başlarına gelecek olayları bilselerdi iradelerini kullanmaz ve şaşkına dönerlerdi. Dünyanın her yerinde Vagna ile görüşmeye gelen kişiler vardı. Dr. Lozanov’un yaptığı araştırma da kehanetlerin % 80 gerçekleştiğini göstermektedir. Ruhsal tahminleri şaşırtıcı olarak gerçekleşen kişilerden biri de Clarisa Bernhard’dır. Hiç şaşmaksızın depremleri önceden bilmektedir. Söz konusu üç deprem şunlardır: 1. 26 Mayıs 1975’de (Pasifik saatiyle) gece yarısı 01. 11 ‘de Azor adalarını sallayan deprem. Bayan Bernhard bu depremin bir gün hata ile 25 Mayıs’ta olacağını bildirmişti. 2. 29 Kasım 1975’de Hawaii’yi sallayan deprem. Bu depremi medyom tam gününde tahmin etmiştir. 3. 25 Haziran 1 976’da Yeni Gine’deki depremin Richter ölçeğine göre 7 şiddetinde olacağını bile önceden bildirmiştir. Ve deprem 7,1 olarak ölçülmüştür. Fal ve kehanetleri yalanlıyor ve dikkate almıyoruz. Ancak çoğu kez kendimizi, “saçma” ya da “olmaz böyle şey” dediğimiz olaylar içinde buluyoruz. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Eylül 30, 2010 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 30, 2010 Birde Sayın Ergün ARIKDAL'ın Kehanetlere bakış açısını paylaşalım ; Kehanet, geleceğin bilinmesidir. Geleceğin bilinmesi demek, insan şuurunun ötesinde (yani anlayabilme, kavrayabilme, tahmin, realiteyle olan ilgisi) bir şuur faaliyetinin mevcut olduğunu gösterir. Yani bizim şuur halimiz, zihnimizin çalışış şekli, olayların tarafımızdan kavrandıktan sonra bitmediği, bir sebep-sonuç zincirine bağlı olmak üzere sürüp gitmekte olduğunu, evrensel bir determinizmin (ama daha ziyade dünya şartları ve bizim sistemimize bağlı olmak üzere) sürüp gittiğini gösterir ve aynı zamanda “rastlantı” veya “tesadüf” ismiyle söylenen hiçbir şeyin mevcut olmadığını gösterir. Ters anlamıyla, tesadüf ve rastlantı yoktur. Tesadüf ve rastlantı olarak ileri sürdüğümüz iddialar bir olayın geçmişiyle alakalı sebep ve sonuçları izleyemeyişimizden ve anlayamayışımızdan ve hatta bizim şuur bütünlüğümüzün çok dar alanlar içinde, basit aydınlanmalar içerisinde mevcut olduğunu gösterir. Eğer geniş bir aydınlanma içerisinde bir şuura sahip olsaydık, geçmişle ilgili sebep ve sonucu izler ve şimdiden ileriye doğru uzanabilirdik. Demek ki bizim şuurumuz sadece şimdi ve burada mevcut olan varlığı aydınlatabiliyor. O varlıkla ancak meşgul olabiliyor. Geçmişle ya da gelecekle ilgili aydınlatma yeteneğine sahip değil. Hatta onu da bırakalım, şuur alanımızın enerji etkinliği şimdi ve burada dediğimiz halde bile gayet keskindir. Eğer böyle bir şey olabilmiş olsaydı. Yani sürekli bir şimdi ve burada’yı sürekli bir şekilde izleyebilseydik, hepimiz “şuurlu varlıklar” olurdur. Daha başka bir deyişle, kendi varlığımız, kendi bütünlüğümüz hakkında gayet kesin, iyi bir şekilde bir “kendi kendini hatırlama” halimiz sürekli olurdu. Örneğin ben kendimden pay biçeyim: bu satırları yazmaya başladığım an, sadece yazmak istediğim konuyla ilgiliyim ve şahsiyetim hakkında hiçbir bilgim kalmıyor. Ben ne yapıyorum, niçin yapıyorum, gözümün önünden hepsi siliniyor. Görüyor musunuz, birden bire ne kadar dar bir alana giriveriyoruz. Halbuki kendini hatırlayan bir insanda, yani bu tarzda bir şuur düzeyine ulaşmış bir insanda, realite içerisinde kendisi ve realite arsındaki farkı her an görebilir. Buna eski dilde “dildaşt” derler. Farsça bir sözcüktür. Ve “her an kendini hatırlamak” demektir. Kuşkusuz onların çalışma sistemi de her an Tanrıyı hatırlamakla başlar dolayısıyla bu işi yürütebilmek kendi varlığını hatırda tutmaktır ve büyük bir mesafedir. Onun için o insanlar kolay kolay kendi realitelerinin kurbanı olmazlar. Herhalde duygusal realite, heyecan realitesi ve bunun içerisinde nefis v.s. tüm aldanmalara karşı kendi realiteleri daima uyanıktır. Bunun için ayrıca “agah olma” tabirini de kullanırlar. Şimdi bizler için böyle bir durum söz konusu olmadığına göre, geleceğin bilinmesi gerçekten harika oluyor. Normal ötesi bir şey oluyor. Yukarıdaki türden insanlar için geleceği bilmek, o kadar önemli değildir. Çünkü şuur bütünlüğü bakımından geçmişi de geleceği de kendi alanı içerisinde tutabilmektedir. Onlar aynı zamanda ‘kaza’ ve ‘kaderi’ bildikleri için hem kendilerine, hem başkalarına ait olan geleceğe olduğu gibi boyun eğerler. Çünkü hiçbir şekilde bu yasaların dışında hareket edilemeyeceğini de bilirler. Kehanetler yaygın olarak herkes tarafından gerçekleştirilemediğine göre, bizim irademiz dışında bir güç tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu aynı zamanda, bu güce sahip varlıklar için bize kendilerini hatırlama, tanıtma yolu olmaktadır. Onlar daha serbest bir şuurda oldukları için, bedene bağlı olmadıkları için, geniş bir şuur aydınlanması içinde olduklarından geçmişi ve geleceği gayet mükemmel bir şekilde bilebilmektedirler. Tıpkı çok yüksekten bir yolu, elinde dürbün ve telsizle izleyen bir pilotun durumu gibi. Örneğin, “yoldan gitmekte olan araba şuradadır. İki dakika sonra gizlemiş olduğumuz çukurun içine düşecektir.” Diyor. Arabanın içindekiler için söz bir kehanettir. Ama uçaktan onları seyreden pilot için bir kehanet değil, bir realitedir. Pilot daha üst bir plandadır. Gerçekten de hiçbir şeyden habersiz olarak (tuzağa) düşer. Aşağıdakiler için bu olayın gerçekleşmesi bir “kader”di: “Nereden bilebilirdik? Kırk yıldır oradan geçeriz, meğer orada çukur varmış, ne bilelim kardeşim, biz kahin miyiz? Diyebilirler. Ama yukarıdaki için kahin yoktur. Aşağıdakilerin o olayı nasıl yaşayacaklarını aynısıyla çok önceden bilir. Arada işte böyle bir incelik var. Bundan da anlaşılacağı gibi, ne maddesel evrende, ne de manevi evrende yalnız değiliz. El elden üstündür. Onlar geleceği bilirler. Bazen insanların gidişini doğru yolda tutabilmek için geleceği yer yer bildirmek suretiyle bir üst kudretin mevcut olduğunu göstermek, bu şekilde de insanların uyurgezerlikten kurtulmalarına yardım etmek isterler. Kuşkusuz insanların böyle bir bilgiye göre hareket etmeleri kendi çıkarları içindir, onlara yardam olması içindir. Güçlüklerden daha kolaylıkla kurtulabilmeleri içindir. Kısmen, ama ruhsal evrimin gereği olmak üzere bir ıstırap eprövünden geçilmesi gerekiyorsa, aksine, o yoldan da çevrilmez. Kehanetler literatüründe bunun örnekleri de vardır. Bazı olayların içinden muhakkak geçeceksinizdir. Yani insan iradesi artık orada tamamen acz içindedir, güçsüzdür. Bu nedenle, insan hiçbir zaman, “benim iradem var, ben bunu yapıyorum, ben ötekini de yapabilirim…” dememelidir. Bizim yaptığımız şeyler hep Mekanik İdare Sistemi’ne ait şeylerdir. Yoksa Ruhsal İdare Mekanizması’na ait işleri biz hiçbir şekilde anlayamadığımız gibi, onlara müdahalede bulunacak herhangi bir girişimimiz de olamaz. Ancak Mekanik Sistem’e bağlı olmak üzere bir takım değişiklikler yapmamız mümkün olabiliyor. Şimdi bana diyebilirsiniz ki: “tıpta çok harika şeyler yapılıyor. Adam ilecekti, tuttular başka bir kalp bağladılar, adam iki gündür yaşıyor. Şimdi kaderi bozduk mu bozmadık mı?” hayır, bozmazsınız. Sadece Mekanik İdare Sistemi’ne bağlı bir varlığı ayakta tuttunuz, kaderi değiştirmediniz. Kader zaten değişmez, vücut oraya bağlıdır. Ama gerçekten ruh varlığına ait bir değişiklik, hiçbir zaman yolundan alıkonulmaz. İnsanın edebini bilmesi lazım. Hayatın birçok olayları, eğer gerçekten olayı yaşıyorsak, bizim boyumuzun üstünde hareket eder. Ama biz gerçekten doğru dürüst olay yaşamıyoruz. Normal hayatımız içerisinde yaptığımız işler hep yürümek gibi, uyuyup, yemek yemek gibi, televizyon seyredip kavga etmek gibi hareketlerle geçiyor. Dünya hayatımızın büyük bir kısmını gerçekten uykuda geçiriyoruz. Çoğu zaman uyanık sandığımız zamanlarda da uyuyoruz. Esasında gerektiği gibi hayatı yaşamıyoruz. Realiteyle olan ilişkimiz, normal halde zayıftır. Çünkü realiteyle olan ilişkimizin güçlü olması demek, onunla şuurlu bir işbirliği içinde olmamız demektir. Halbuki hayatımızın üçte ikisi hayatla şuurlu olmadan devam eden Mekanik bir sisteme bağlı bir hayat içerisindedir. Yatmamız, kalkmamız, sigara içmemiz, gevezelik yapmamız, iş yerimizdeki çalışmamız vs. Dikkat ederseniz, arada hep minik minik, birbiriyle ilişkisi çok zayıf bir takım küçük pırıltılar halinde şuur aydınlıkları mevcut. Külli bir şey yok. Bir günlük hayatınızı gözünüzün önünden geçirin. Birbirleriyle ilişkisi olmayan, münferit olaylar. Bir sütun halinde akıp geçmiyorlar. Yani şuur içeriği bakımından gayet zayıf varlıklarız. Şuur bakımından zengin değiliz. Zenginlik demek, bir takım lafları, bir takım bilgileri kafamın içerisinden geçiriyorum anlamına gelmez, sakın ola… Ansiklopedici zihniyeti terk etmek en güzeli. Maalesef tüm eğitim ve öğretim de gençleri ve hatta altı yaşındaki çocukları ansiklopedist yetiştiriyorlar. Yani bundan 150 yıl önce başlamış olan bir akım, Türkiye’de yeni yeni ortaya çıkıyor yazık. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Eylül 30, 2010 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 30, 2010 Peki Sayın ARIKDAL'a göre kehanetlerin mekanizması nasıl işliyor ?? Kehanetler büyük ölçüde Akaşa Sistemiyle ilgili bir konudur. Akaşa sistemi, bize, doğu teozofisinden intikal eden bir kavramdır. Akaşa, bir kaşıt merkez sistemi, bir tür “Levh-i Mahfuz” yani bir yerde mevcut, saklı, örtülü, insanın gözünden uzak, insanın göremediği, hıfzedilmiş, insanın duyularıyla algılayamadığı bir şey. Kuşkusuz, akaşanın çeşitli düzeylerde anlamları vardır. Bireysel akaşalar olduğu gibi, toplumsal akaşalar da vardır. Nitekim, “Levh-i Mahfuz”da, bazı sufilerce bu anlamda kullanılmaktadır. Yani bireyin kendine ait kıymeti nasıl varsa, akaşası varsa, dünyanın da kıymeti dolayısıyla akaşası, Levh-i Mahfuz’u vardır. Bu konuda çeşitli sufi teorileri mevcuttur. Bu teorilerin bir kısmının kendilerine göre çok haklı yönleri vardır. İnsanın da bir ferdi akaşası olduğunu yukarıda belirtmiştik. En azından bu, bugünün bilimiyle insanın şuuraltıdır. Bize göre derin şuuraltıdır. Yani derin şuuraltından maksadım, geçmiş hayatlarından itibaren getirmiş olduğu bilgi ve tecrübe yükü. Bu kayıtlar bizim için normal şartlarda meçhuldür, ama çok muktedir varlıklarca bilinebilir ve gerekirse bizim anlayacağımız şekilde dünyaya verilebilir. Geçmişte bunun örnekleri çok görülmüştür. Gelecek bu kayıtlarda hiç değilse ana hatlarıyla bellidir. Ferdin çaba ve gayretleriyle değişiklikler her zaman söz konusudur. Bir örnekle açıklayalım: Diyelim ki siz bir tüccarsınız ve bir gün oldukça tecrübeli bir yetkili geliyor, sizin gelirinizi giderinizi, hesap durumlarınızı inceliyor ve diyor ki, “bu gidişle yılsonunda karınız 12 milyon kadar olacaktır.” Ve bakıyorsunuz, yılsonunda gerçekten de 12 milyon değil de 13 milyon kazanmışsınız. 1 milyonluk farkınız var. Bu fark, sizin iradeniz ve gayretinizle yaptığınız bir farktır. Kuşkusuz iş bu kadar basit değil. Ruhsal varlık ve ruhsal varlıkları yönetenler çok üstün prensiplerdir. Bir insanın yeryüzüne neden geldiğini ve neler yapabileceğini çok önceden bildiği ve planladığı için, ayrıca kendi fiziksel tekamülünü bilip yönlendirdiği için bir kehaneti o varlıklar manzumesinden, o varlıklar kademesinden almak gayet makul sonuçlar halinde ortaya çıkar. Yani doğru çıkar. Zaten tüm manevi yollarda en kuvvetli kanıt, kehanetlerin tahakkukudur. Mucizeler değil. Mucizelere kulp takabilirsiniz. Çünkü planda, psişik kanunların arada sırada görünmesinden ibarettir. Bizde fizik kanunlar caridir. Dünya yaşamı (biyolojik yaşamdan tutunda, taş, maden yaşamına kadar) fizik ve kimyasal kanunlarla yürür. Ama bir psişik kanunu, daha doğrusu fizik planın üzerinde bulunan başka bir planın başka bir realitenin kanununu getirip burada hareket ettirdiğiniz zaman mucize denen olay meydana çıkar. Yani fizik kanunların dışına taşan, fakat gözümle gördüğüm kulağımla duyduğum, elimle dokunduğum olaylar meydana geliyor. Fakat bunları fiziksel olarak izaha olanak yoktur. Olmaması da gayet doğaldır. Çünkü orada kullanılan kanun fizik plana ait değil, psişik plana, ruhsal plana aittir. Eğer burayı üç buut kabul ediyorsanız, dördüncü buuta ait bir kanundur. Burada bir flaşın bir an yanıp sönmesi gibi… Ölü insan dirilir mi? Dirilir. Başka bir kanun kullandığınız zaman, başka bir enerjiyi kullandığınız zaman, gayet kaba olan bir biyolojik mekanizmayı ayağa kaldırmak hiç bir şeydir. Suyu yerden çıkartmak hiçbir şey değildir. Asasını yere vuran Musa’nın su çıkarması bir radyestezi olayıdır. Ama onu o anda yapabilmek, maddenin o halini bir anda değiştirebilmek önemlidir. Onu fizik kanunla yapamıyoruz, onun için mucize geliyor bize. Ama başka bir kanunla pekala bir araya getirebilirsiniz. Nitekim bunun basit örnekleri telekinezi olayları değil midir? Gerçekten namuslu medyomların, dürüst medyomların veya psişik insanların telekinetik olayları vardır. “Düşünce gücü” diye isimlendirilen bir etkiyle gerçekten eşyalara tasarruf edebiliyorlar. Bu, tüm milletlerde var. Tüm manevi yollarda çalışanlar bunları yapabilmektedirler: postu da yürütür, insanı tökezletir de, gözünü de kör edebilir. Karakterine göre, hastalıkları da iyi edebilir. Dertlere derman olabilir. Orada fiziksel hiç bir yasa kullanılmamaktadır. “Nasıl oluyor?” diyorsanız. O anda kullanılan başka bir yasadır. Şimdi, bu yüksek tasarruf sahibi olan bir varlık, üstün bir tasarrufa sahip olan bir varlık için dünyanın kendi içerdiği doğal tekamül ile bir insan varlığının geçirmesi gereken tekamül aşamalarını bir araya getirmek gayet kolaydır. Allah için her şey kolaydır. ‘Ol’ der olur. Bu sistemi unutmayalım. Demek ki, bir imkan var, demektir. ‘Mümkünat’ dedikleri olabilirlik olasılığı daima vardır. Olabilirlik, illa kendi dairesi içerisinde, yani fizik kainat kendi kanunları içerisinde olabilirlik anlamına gelmez. Bu olabilirlik, başka yasaların da birbirine girmesi olasılığı demektir. Bu olduğu zaman, siz hastanın başına elinizi koyarak başının ağrısını geçirebilirsiniz. Bunu yapabildiğiniz gibi ağır bir hummayı da tedavi edebilirsiniz. Gerçekte eliniz mi tedavi etti? Yoksa sizden çıkan bir takım manyetik tesirler mi bu iyileşmeyi gerçekleştirdi? Asla. Fizik yasalar zaten buna izin vermez. Arada bir mediatör, bir geçirgen vardır. Bir yasanın değişik bir mekanda kullanılmasında, elini koyan araç olmuştur. Bundan ibarettir. O da zaten o mekanizma için şart olan bir husustur. O elin konulması da, o temasın yapılması da oyunun kurallarından biridir. Onun için “yakından temasla” şifa vardır. Hatta bazen öyle olaylara tanık olmuştur ki insanlar, el kendiliğinden gidip, gayrı şuuri olarak bir yere temas etmiştir. Elini temas ettiren bundan hiç haberi bile yoktur ve hasta iyileşmiştir. Böyle olaylar var, tomaturji dediğimiz. Kendiliğinden olan şifa olayları var. Birisi birden bire yerinden fırlıyor, sanki bir şey olmuş gibi bir dürtüye kapılmış gibi gidiyor hastanın bir tarafından yapışıyor ve bakıyorsunuz, hasta iyi oluyor. Kim yapıyor bunu? Adam farkında bile değil. Ondan sonra kendine geliyor. “ne oldu, ben bir şey mi yaptım?”diye soruyor, sıkılıyor, kızarıyor, terliyor. “Hayır” diyorlar, “sen mucize bir insansın. Geldin kendiliğinden adamın koluna yapıştın ve iyileştirdin. Kötürümdü, ayağa kalktı.” Farkında değil. Tam bir uyku içinde, somnambül gibi hareket ediyor. Bu nedir? Raslnatı mı? Kim yapıyor bunu, nereden geliyor bu güç? nasıl bir şey bu? kabul edelim ki kendi içinden geldi. Gayrı şuuri olarak yaptı. Şuur altında insanlığa yardım etmek arzusu vardı v.s. gibi materyalistik yakıştırmalar kolay, benzer şekilde, telkin olduğu da söylenebilir. Ama telkinin de şartları vardır, her şey telkin olmaz. Aslında burada çok ilginç yasalar dönmektedir. Bizim henüz farkında olmadığımız bazı yasalara göre, bazı muktedir varlıklar bazı şeyleri, bazılarına gördürürler. Çoğunlukla muktedirler, insanlara birçok şeyleri yaptırırlar. İnsan da zanneder ki, bunu kendimiz yapıyoruz. “O taşı siz atmadınız, sizin elinizden biz attık.” Sen yapıyorum zannediyorsun. Öyle sen daha iyi, çünkü o senin bencilliğinden ileri geliyor. Bencilliğin sana bunu söyletiyor. Dar bir şuura sahip olduğun için, öyle zannediyorsun. Darmadağınıklıktan dolayı böyle sanıyorsun. O halin öyle söyletiyor sana… söyle, zararı yok. Ama yapan sen değilsin. İnsanın bunu kavraması gerek. Bu o kadar mutlu bir şeydir ki, üstün bir şeye vasıtalık edebilmek… ama bilerek… Bedensiz varlık Dr. Fritz’in çeşitli medyomları kullanarak ameliyatlar yapması gibi. Bildiğiniz gibi Jose Arigo öldü. Onun rehber varlığı şimdi başka birisiyle çalışıyor. Gayet güzel ameliyat örnekleri görüyoruz. Brezilya çalkalanıyor, birkaç yıldır. Dr. Fritz geçen asırda yaşamış bir Alman doktordur. Vefat etmiş, sonra Brezilyalı, iri yarı yapılı, biraz paraya düşkün bir medyomu kendine aracı tayin ediyor: Jose Arigo, onunla yıllarca ameliyatlar yaptı. Kanlı, kansız, çatkıyla sayısız katarakt ameliyatları; biliyorsunuz… fakat sonradan Arigo’nun karması ağırlaşmaya başladı, çünkü bu yolda kendisine ait olmayan bir enerjiyi ve gücü kendisine aitmiş gibi kullanmaya başladı. Yeteneğini maddesel çıkarlar uğruna kullanmaya yeltendi. Halbuki aslında bazı güçler onu alır, yönetir, yönlendirirdi. Bu bir örnektir. İnsanlar şuursuz olarak bazı güçlerin (en azından ilahi gücün) otomatıdır. Onun için defaatle söylüyoruz: insanlar irade sahibi değildirler. İnsanlar bir takım programları yerine getirirler. Ancak güçleri buna yeter. İnsan otomattır, insan duygusaldır, insan içgüdüseldir, insan mekanik bir varlıktır. Ama insan düşünür de… düşünürken de makine gibi düşünür. Düşüncesini etkileyen unsurlar nelerdir? Saf düşünebilir mi? Açıkça düşünebilir mi? hangi etkiler altında düşünür? Hangi savunma mekanizmalarının etkisi altındadır. Ve böylece açık seçik, duru bir bilgiye, görüşe sahip olmadan ömür gelip geçer. Yaptığı iş nedir? Bedenini beslemekten, duygularını şişirmekten ibarettir. Veya bedenini yiyip tüketmekten başka bir şey değildir. Beslenmez de. Bir yere kadar besler, oradan sonra bedeni yemeye başlar. O da çökmeye başlar. Neresinden bakarsak bakalım, insanın iradesiyle bir takım bir şeyler yaptığı, kendini değiştirdiği pek öyle kolay söylenmez. Yapılmıyor değil var. Bu da yapılıyor. Çok şükür bunun büyük numuneleri var, ama genellikle biz insanlar bunu yapamıyoruz. Yani akıntı zaruretler, icaplar bizi nereye götürebiliyorsa, o tarafa gidiyoruz. Ve bizim yönümüzü değiştirmek, bizi yönlendirmek çok kolay. Parası olmayan bir adamın eline bolca para verin, seyredin neler oluyor! Başka bir şey yapmanıza gerek yok. Yani irademizi yönlendirmek, şuradan şuraya götürmek kolaydır. Basit birkaç mekanizmayla bize istedikleri şeyi yaptırabilirler. Bu nedenle kolay kolay “irade hürriyetinden” söz edemiyoruz. Yaptığımızı, istediğimizi zannediyoruz. “Ben bunu istemiyorum” diyorum. “Yapabilirim, içerim, içmem, giyerim, çıkarırım.” Diyoruz ama hangi şartlandırmalar ve dış etkiler altında?... İstikbal ancak çok muktedir varlıklar tarafından, hani dünya yasalarının dışındaki yasalara tabi olan varlıklar tarafından gayet kolaylıkla bilinebilir. Yukarısı için zor bir şey değildir. Çok kolay bir şeydir. Bizim için zordur. Çünkü biz tek boyutlu düşünürüz. “Lineer” düşünürüz. Bir, iki, üç, dört, beş v.s. gibi gidecek sanırız. “ben daha bugündeyim. Yarını nereden bilirim, yaşamadım ki…” sen onu çoktan yaşadın. Yaşayacağın şekil belli. Büyük bir fark yok… her gün bir başka günmüş gibi. Kendimizi avutuyoruz, ama genellikle hep aynı şeyleri yaşıyoruz. Dedikodusu muhtelif, rivayet muhtelif ama, yapılan hep aynı iş. İnsanın hayatında değişik ve farklı şeyler yaptığı zamanlar da vardır, ama farkında olmuyoruz galiba. Değişik farklı şeyler yaptığımız anlar, onun da farkında olamıyoruz doğru dürüst. Kuşkusuz bu da bir şuurlanmayla, uyanıklıkla ilgili bir konu.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Eylül 30, 2010 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 30, 2010 Son olarak gerçekleşen ilginç bir kehanet örneği ; 1975 yılında Dannion Brinkley’e yıldırım çarptı. Brinkley öldü, bir tünelden geçti, tünelin ucundaki ışığa yaklaştı ve bu ışığın içinden çıkan, çok derin bir sevgi hissi ile dolu olduğunu algıladığı bir varlıkla karşılaştı. Bu ışık varlık, Brinkley’e neredeyse her anını hem kendi hem de karşısındakilerin bakış açısından yaşayıp değerlendirdiği hayatını “bir film şeridi” gibi gösterdi. O sırada, Brinkley’nin acil serviste bir sedyede yatan cansız bedenini hayata döndürmek için doktorlar ve hemşireler ellerinden geleni yapıyorlardı. Işık varlık, Brinkley’yi bedeninin daha yüksek hızda titreştiğini düşündüğü bir yere doğru çıkardı. Burada enerji alanlarının oluşturduğu ırmaklara, göllere hatta dağlara benzeyen şekiller vardı. Dağlardan birine doğru uçtular ve sanki içinden ışıldıyormuş gibi görünen ve katedrali andıran yapılardan oluşan bir kristal şehre vardılar. Işık varlık, Brinkley’yi katedrallerden birinde yalnız bıraktı ama genç adam çevresinin başka türden varlıklarca sarıldığını hissediyordu. Önündeki podyum yine birçok ışık varlık tarafından dolduruldu ve Brinkley çok önemli bir şeyler olacağını hissetti. Brinkley, önündeki podyumu dolduran ışık varlıkları saydı: on üç. Bunların her birinin, yine insanların sahip olduğu duygu ve düşüncelerin türlerini temsil ettiklerini ya da içerdiklerini, telepati yoluyla algıladı. Adeta burçlar kuşağını oluşturan karakter özelliklerini andırmaktaydılar. Varlıklar teker teker Brinkley’nin önüne geldiler ve göğüslerinden bir videokaset büyüklüğünde birer kutu dışarı çıktı ve genç adamın yüzüne doğru yaklaştı. İlk kutunun yüzüne çarpacağı endişesiyle geri çekilen Brinkley, bu ve daha sonraki kutularda, sanki bir televizyon seyreder gibi, gelecekte gerçekleşecek olan dünya olaylarını gördü. O sırada bu görüntülerin gelecekteki olaylar olduğunu bilmeyen Brinkley’nin, doktor ve hemşirelerin yoğun çabaları sonucu hayata döndürüldüğünde, yakın çevresine ve daha sonra ÖYD araştırmalarını dünyaya tanıtan kişi olan Dr. Raymond Moody’ye anlatacak çok ayrıntılı bir ÖYD hikayesi vardı. Ama en önemlisi, on üç ışık varlığın gösterdiği kutularda izlediği 117 olayın hepsini kayda geçirmişti. Üç yıl boyunca gördükleriyle ilgili hiç bir şey olmadı. Derken, 1978 yılında kutularda gördüğü olaylar gerçekleşmeye başladı. 1994 yılında yazdığı Saved by the Light (Işık Sayesinde Kurtarıldım) adlı kitapta Dannion Brinkley “Ölüp de oraya gittiğimden bu yana geçen on sekiz yıl içinde, bu olayların doksan beşi gerçekleşti,” demektedir. 22 Kasım 2001 tarihinde yayınlanan Reuters kaynaklı bir gazete haberi, bizlere Dannion Brinkley’nin gelecekle ilgili bu vizyonlarını hatırlattı. Acaba, bir vizyon daha mı gerçekleşiyordu? Habere göre, İsrailli bilim adamları, bir trilyonu bir deney tüpüne sığabilecek kadar küçük olan ve yüzde 99,8’lik doğruluk oranıyla saniyede bir milyar işlem yapabilen bir DNA bilgisayarı geliştirmişlerdi. Bu haber, Dannion Brinkley’nin on ikinci kutuda gördüklerini andırmaktaydı: “Bu kutuda, Orta Doğu’dan bir biyoloji mühendisinin DNA ile oynadığını ve bilgisayar çiplerinde kullanılabilecek bir biyolojik virüs yarattığını izledim. Bu keşif, bilim ve teknolojide büyük hamleler yapılmasına yol açtı. Japonya, Çin ve Pasifik okyanusu kıyısındaki ülkeler bu keşif sayesinde ekonomik bakımdan büyük gelişme yaşadılar. Bu teknolojiyi kullanarak üretilen bilgisayar çipleri, arabalardan tutun da uçaklara hatta elektrik süpürgelerine kadar kullanıldı.” Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Laikha Yanıtlama zamanı: Aralık 2, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 2, 2011 Kehaneti, en yalın anlamıyla, duyular dışı bir sezgi yoluyla, doğrudan doğruya geleceğin bilinmesi olarak tanımlayabiliriz. Kehanet olgusuna en ilkel kabile kültürlerinden en gelişmiş diyebileceğimiz uygarlıklara kadar her toplumda rastlamak mümkündür. Çünki bu olgu insan şuuruna özgü bir yeteneğin eseridir ve bazı insanlarda doğuştan mevcut olmakla beraber aslında hepimizin içinde saklı durmaktadır. Nitekim hemen hepimiz yaşamlarımızda en azından birkaç kez geleceğe ait ani sezgiler ya da rüyalarımızın gerçekleşmesi gibi -gerek kendimizde, gerekse çevremizde- olaylara rastlamışızdır. Ancak genellikle bu tipten olaylara ya önem vermez ya da rastlantı deyip geçiştiririz. Oysa bu olaylar bize şuurumuzun derinliklerinden göz kırpan muazzam yeteneklerin minik belirtileridir ve varlığımızda ve evrende işlemekte olan, duyularımızla algılayabildiğimiz şeylerin çok daha ötesinde, son derece derin ve şimdiki halde saklı bir düzenin küçük pırıltılarıdır. Kehanetlerin oluşumunu, zaman ve insan şuuruyla olan bağlantılarını incelemeden önce, bu kavramın sözcük anlamı üzerinde biraz durmak istiyoruz.Latince: Divinatio, Almanca: Prophezeiung-Weissagung, İngilizce ve Fransızca: Divination, Türkçe karşılığı önbili olarak kullanılan kehanet yukarıda da kısaca değindiğimiz gibi, insan aklının anlayabilme, kavrayabilme, tahmin edebilme sınırlarının ötesinde bir şuur faaliyetinin olduğunu da gösterir.Kehanette bulunan kişilere her çağda, her toplumda farklı isimler verilmiştir. Bu isimlerden en yaygın olarak yerleşmiş olanı "kahin" (erkek) veya "kahine" (kadın)dir. Kahin sözcüğünün anlamı, gaipten haber veren ve Tanrı habercisidir. Burada kullanılan gaipten haber alma, ütopik bir mekandan alınan hayal ürünü bilgiler değildir. "Gaip"in kelime anlamı, göz önünde bulunmayan, nerede olduğu bilinmeyen veya görünmeyen alemdir. Buradaki görünmezlik beş duyu ile algılanamayan anlamındadır. Duyuların algılama sınırlarının dışında olan bu görünmez alem, ruhsal alem veya ruhsal boyut olarak da ifade edilmektedir. Ruhsal alem, beş duyumuzun algı sınırlarının üzerinde bulunan ve çok daha ince vibrasyonlardan oluşan, fizik kanunların dışındaki kanunlara tabi olan bir boyuttur. Aslında insan her an bu boyutla iç içe yaşamaktadır. Fakat dünyaya doğuş amaçlarını gerçekleştirebilmek için bu iletişimin şuurlu olarak farkında değildir.1800'lü yılların sonlarına doğru Batı'nın önde gelen bilim adamlarının yapmış oldukları çalışmalarla şekillenen Spiritüalizm (Ruhçuluk) ve 1900'lü yıllarda Türkiye'de Dr. Bedri Ruhselman'ın yaptığı araştırma ve çalışmalar sonucunda ortaya koymuş olduğu Neo Spiritüalizm (Yeni Ruhçuluk) disiplini içerisinde, duyular dışı yeteneklere sahip olan ve ruhsal varlıklarla iletişim kurabilen kişilere genel anlamda "medyom" adı verilmiştir. Metapsişik araştırmalarda ve parapsikoloji çalışmalarında da duyular dışı yeteneklere sahip kişilere "psychic" (hassas süje, psişik insan anlamında) veya medyom denilmektedir.Özel yeteneklere sahip olan medyom tabiatlı kişiler, ruhsal alem veya ruhsal boyutun varlıklarıyla iletişim kurabilmektedirler. Ruhsal alemle kurulan iletişim sonucu alınan bilgiler, insanın günlük yaşamı içerisinde duyular kanalıyla algılayamadığı, fakat özel şuur durumları içerisinde uzanabildiği farklı boyutlardan ve bu boyutlarda varlığını sürdüren yüksek deneyimlere sahip, insanların gelişimlerinden sorumlu idareci ruhsal varlıklardan alınan ruhsal tebliğler/mesajlardır.İnsanlık tarihi boyunca medyom veya kahin denilen bu kişilere her toplumda rastlamaktayız. Bu kişilerin içinde yaşadıkları toplumlara karşı yüklendikleri sorumluluklar sadece gelecekle ilgili haberler vermek değildi. Gelecekten haber vermek, medyom dediğimiz kişilerin vazifelerinin çok küçük bir kısmını oluşturmaktaydı. Bu kişilerin asıl vazifeleri, insanlığın gelişiminden ve eğitiminden sorumlu olan ruhsal varlıklardan aldıkları bilgileri, kendi algılama kapasitelerine göre aktararak içinde bulundukları toplumların gelişim süreçlerinin pozitif yönde sürmesini ve hızlanmasını sağlamaktır. Fakat zaman içerisinde konu dejenere edilerek küçülmüş ve sonunda "Yarın ne olacak, zengin olacak mıyım, mutlu olacak mıyım, deprem mi olacak, sel mi basacak, kıyamet mi kopacak, hangi at yarışı kazanacak?" seviyesine getirilmiştir. (Alıntı..) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
lost soul Yanıtlama zamanı: Aralık 30, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 30, 2012 iyi hoş güzel belki kanıtları da vardır fakat benim kafama çok takılan birşey var geleceği ALLAH (c.c.)'dan başka kimse bilemez .şu sıralar gerçekten iyi bir durumda değilim aklım çok karışık biri beni bilgilendirebilir mi? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
barisatac Yanıtlama zamanı: Ağustos 18, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 18, 2013 [h=2]Kahin Neyi Görür ?[/h] http://indigodergisi.com/60/galaksi_ingo_swann_kahin_kehanet_oracle_teleportasyon_teleportation_5.jpg Geleceği görmek, yaşanacakları hissetmek gibi sezgisel olaylar, sıra dışı kabul edilip ciddiye alınmasa bile cazip bulunur. Bu konuya en ilgisiz insanlar bile geleceğe dair ipuçları duyduğunda heyecanlanıp, ilgi gösterirler. Geleceği görmenin ve hissetmenin türlü ifade şekilleri vardır. Çeşitli fal bakma yöntemleri ile basit gelecek tahminleri yapılır. Gündelik eğlence dozunda gerçekleşen kehanetler dışında, uzun vadeli ve tüm dünyayı ilgilendiren kehanetler yapan ünlü medyumlar ile kâhinler mevcuttur dünyada. Kehanetlerinde gerçekleşme oranı yüksek olan bazı kişiler, çok ilgi çeker ve ünlü olurlar birdenbire. Dünya tarihinin tüm dönemlerinde gelecek tahminleri mutlaka yapılmış ve kadim uygarlıklarda ülke yöneticileri tarafından bu iş için ücret ödenen kâhinler kullanılmıştır. Son yüzyılda, modern materyalist bilimin kehaneti reddetmesiyle, eski ilgiyi kaybeden kehanet olgusu, son elli yılın fizik ve astronomi bilimi gelişmeleriyle; farklı bir yerlere doğru ilerlemeye başlamıştır. Özellikle atom altı çalışmaları ve zaman üzerinde öne sürülen teoriler ile geleceğin görülebilmesi daha kabul edilebilir olmuştur şimdilerde. Bu konuda; özellikle elektronun gözlemlenmesi ve paralel evrenler teorileri, kehaneti bazı ölçüler içinde destekler durumdadır ilginç bir şekilde… Yine de kehanetle bilimin buluşması için daha çok fazla yolumuz olduğu kesin. http://indigodergisi.com/60/galaksi_ingo_swann_kahin_kehanet_oracle_teleportasyon_teleportation_1.jpg Elektronun ve parçacıkların bizim tarafımızdan gözlemlendiğinde ya da gözlemlenmediğinde farklı davranıyormuş gibi tespit edilmesi; aslında zaman algımızın kapasitesi sonucu ortaya çıkan bir tespittir. Gözlemleme yapıldığında zaman boyutu da işin içine girdiğinden bizim için farklı tespitler yaratır ve kuantum fiziğinin anlaşılmaz olmasına neden olur. Kuantum fiziğini anlaşılmaz yapan; tanımlamaların bizim zaman algımızın boyutları içinde kalmaya mahkûm olması sebebiyledir. Yani biz kuantum deneylerini tanımlamak için indirgediğimizden, (kendi algısal boyutumuzun içinde tanımlamaya çalıştığımızdan) içinden çıkılmaz teorilere dönüştürürüz. Çünkü ortada bir HEM-HEM durumu mevcuttur. http://indigodergisi.com/60/galaksi_ingo_swann_kahin_kehanet_oracle_teleportasyon_teleportation_6.jpgAlgı kapasitemiz, sınırlı bir şekilde sadece geçmişimizi hatırlamamıza ve içinde bulunduğumuz anımızı algılamamıza izin verir. Zaman içinde hareket etme yeteneğimiz ise, sadece andan ileriye doğru vektöreldir. Zamanın içinde genişleme ve ileriye sıçrama yeteneğimizi yitirmiş olmamız nedeniyle; sadece tek bir koridor içinde yürüyebilmeyi ve ona odaklanmayı gerçekleştirebiliyoruz. Bu kapasite tüm insanlık için ortak özellik taşır ve hep birlikte aynı koridor içinde algılarız kendimizi. Düz bir çizgide yürüdüğümüz için göremediğimiz geleceğimiz; her daim merak alanımızdadır. Genel çoğunluğun dışında kalan bazı insanların, geleceği bilme konusunda farklı şansa sahip olduğu gözlemlenir bazen. Sayıları çok az da olsa gelen zamanı görebilen insanlara, medyum ya da kâhin denir. Medyum; gelecek dışında farklı bilinmeyenleri de bilebilen farklı bir görüye sahiptir. Kayıp bir nesneyi, ya da gözlemlemediği, bilinmeyen bir olayı bilebilmek gibi… Kâhin ise geleceği görebilendir. Kâhinliğin de boyutları ve dereceleri vardır. Beş dakika sonrayı hissedebilen, birkaç ay ya da yıl sonrayı görebilenler, hatta yüzyıllarca öteyi önceden görüp söyleyenler gibi. Nostradamus ve Cayse bunların içinde en ünlü olanlarıdır. Gelecek zaman için ifade ettikleri kehanetler, yüzde yüz doğru olmasa da ilgi çekmiştir. Örneğin pek çok kâhin, herkes için uzak ihtimal gibi görülen Amerika’da siyahî bir başkan seçilmesi olayını görmüştür. Kehanet özünde bir egoya dayanır. İnsan kendisinin gelecekte “iyi” olup olmayacağının peşindedir. Kişisel olarak kendisini rahatlatmak isteyen insanlar, değişik yöntemler kullanan falcılara gidip, arzu ve tutkularının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilmek isterler. Kendi bireysel geleceğinin hakkında iyi sözler duyabilmek için seçtiği bu yol, çoğunlukla para tuzağı eğlenceler olmaktan öte geçemez. Oysa insanın kendi egosundan, her türlü arzu ve tutkusundan uzak, diğerkâmlık duygularıyla uygulanan yöntemler, diğerlerinden çok farklıdır ve bilimsel olarak da incelenmelidir. Kehanet eğer ciddiye alınacaksa, sonu gelmez anlamsız fal yöntemlerinden arınmalıdır. http://indigodergisi.com/60/galaksi_ingo_swann_kahin_kehanet_oracle_teleportasyon_teleportation_3.jpgPeki, bir kâhin neyi görür? Gelecek yaşanmamıştır, dolayısıyla bilinmesine olanak yoktur diye düşünürsek eğer, kâhinlerin görüp bize söylediği olaylar nereden çıkmıştır öyleyse? Bunu cevaplayabilmek için önce zamanın ne olduğu tanımına bakmak gereklidir. Zamanın tanımına bakarken, kendi özgür irademizin gücünü de hesaba katmak zorundayız bir taraftan. Özgür iradeye sahipsek eğer, geleceğin oluşmasında her birimizin katkısı olması da kaçınılmaz bir gerçektir. Her birimiz özgür iradeye sahibiz ve sınırlı da olsa kendi seçimimizi yapabiliriz. Yaşam şans, kaza ya da tesadüf değildir, değişmez doğa yasalarının kontrolü altındadır. Varlığın her yönü doğa yasalarından kaynaklanır. Bir seçim yaptığımızda yasa işlemeye başlar. Her şey neden ve sonuçtan, ekmek ve biçmekten ibarettir, aksi takdirde dünya kargaşa içinde olurdu. Nereye bakarsak bakalım, doğa yasalarının işleyişinde sonsuz zekâya ait, sonsuz planın kanıtlarını görürüz. Mevsimlerin sırayla gelişinde, gezegenlerin hareketinde ve sonsuz sayıdaki canlı türünün yaşamasında, büyümesinde kanıtları görebiliriz. http://indigodergisi.com/60/galaksi_ingo_swann_kahin_kehanet_oracle_teleportasyon_teleportation_7.jpgGitmek istediğimiz yolu yürüyebilir ya da arabaya binebiliriz, sabah erken ya da geç kalkabiliriz. Sinirlenip, bağırıp çağırabiliriz, özür dileyebiliriz. Özgür irademizle pek çok şey yapabiliriz, ama güneşin doğmasını önleyemeyiz, fırtınayı durduramayız, bunlar gücümüzü aşar. Seçim hakkımız sınırlı olduğu için özgür irademiz de sınırlıdır. İrademize konulan bir başka sınır daha vardır, o sınır evrimimizde ulaştığımız zihinsel ve ruhsal aşamadır. Yani seçim hakkımız olduğu zaman bile, o an kim ve ne olduğumuz seçimlerimizi sınırlar. Seçimlerimiz dâhilinde geleceğimizi ve kaderimizi etkileyebiliriz. Kendi geleceğimizi oluşturma kapasitemiz olduğu gibi, tüm insanlık algısının ve total bilincin adına da oluşturma ve değiştirme potansiyelimiz olduğunun farkındalığına ulaşmak ise, varmak zorunda olduğumuz nihai bir sonuçtur. Bu farkındalık, günlük yaşamın içinde sessiz sakin bir köşede durur ve çoğunlukla görmezden geliriz. Bütün adına değiştirme ve yaratma potansiyelini kullanabilmek; belli bir erk gerektirir. Uzanıp almamız ve kullanmamız için bir güce ihtiyacımız vardır. Bu erk bir potansiyel olarak tüm bireylerde mevcut olsa da aktif hale gelmesi için günlük egolardan, algılardan, zevk ve hazlardan özgürleşmiş olmayı gerektirir. Günlük hayatın kuşatılmışlığında gerçek özgürlüğümüzden uzakta yaşarken, geleceği hissedebilme yeteneğimizin farkında olmamız imkânsızdır. Ancak kuşatılmışlıklardan arınan kusursuz bilinç, gelen zamanı görebilir. Bu kusursuz bilinç, kehanetin başladığı noktadır ve görme eylemini başlatır. Çok eski bir uygarlığın, Tolteklerin zaman tanımına baktığımızda ilginç bir ifadeyle karşılaşırız: http://indigodergisi.com/60/galaksi_ingo_swann_kahin_kehanet_oracle_teleportasyon_teleportation_8.jpgZamanın Çarkı Toltek Şamanları zamanı açıklarken; zamanın sonsuz uzunluk ve genişlikte, içinde düşünce olukları bulanan bir tünel gibi olduğunu söylüyorlardı. Her oluk sonsuzdu ve bu olukların sayısı da sonsuzdu. Canlı varlıklar, yaşam gücü tarafından tek bir oluğun içine bakmaya zorlanıyorlardı. Tek bir oluğun içine bakmak; onun tarafından kapana kısılmak ve o oluğu yaşamak anlamına gelmekteydi. Kişiler esaslı bir disiplin sonucu kararlı dikkatini zamanın çarkına odaklayabilir ve böylece onun dönmesini sağlayabilir. Zamanın çarkını döndürmeyi başarabilen kişiler, herhangi bir oluğun içine bakıp, ondan diledikleri şeyi çekip çıkarabilirler. O oluklardan yalnızca birini içine bakmaya zorlayan büyüleyici güçten bağımsız olmak, kişilerin her iki yöne de bakabilmesi anlamına gelir: onlardan uzaklaşan ya da onlara doğru ilerleyen zamana. Binlerce yıl öncesinden gelen bu mesaj, yeni teorilerin sözcüsü gibi çok aşina bir tanımlamadır şaşırtıcı biçimde. Biz bilimde inanılmaz yerlere geldik diye övünürken kadim uygarlıkların zaman hakkındaki tanımlamaları bizden çok önlerde görünüyor ne yazık ki. Zaman konusunda Toltek sonrası uygarlıklardan Maya’ların bıraktığı bilgiler çözümlenmeleri gerçekleştikçe şaşırtıyor. Sanırım bir arpa boyu yol gittik hep birlikte… Zamana kişisel ve bütünsel özgür irademiz çerçevesinde baktığımızda, kehanetin nereye kadar yapılabileceği ve kâhinin neyi gördüğü sorusunun cevabı; sonsuz şimdide, sonsuz olasılıklar olduğu gerçeğinin içindedir. Sonsuz olasılıklar içinden odaklanabildiğimiz ve farkındalığımızı yükseltebildiğimiz koridorların içini görebilir ve yaşayabiliriz. Bireysel ve bütünsel koridorlarımızda deneyimleme olasılıklarımız olduğu yerde duruyor. Onları görebilme ve içine girip yaşayabilme bizim erkimizle ve farkındalığımızla gerçekleşir. Koridorların içinde ve arasında gidip gelebilmek bizim özgür irademizle gerçeklik boyutumuza indirgenir. http://indigodergisi.com/60/galaksi_ingo_swann_kahin_kehanet_oracle_teleportasyon_teleportation_4.jpg Zaman sonsuz şimdidir, geçmiş ya da gelecek yoktur. Geçmişimizi ya da geleceğimizi tayin eden zamanla ilişkimizdir. Geleceği görme dediğimiz şey, fizik dünyanın sınırlarından çıkıp, geleceği gördüğümüz andaki duru görü veya uyum yeteneğidir. Bu yolla harekete geçirdiğimiz sebebin sonucunu, yani özgür iradenizin neyi yarattığını görürüz. Ancak bu zamanı değil zamanla olan ilişkimizi etkiler. Bu yüzden özgür irademiz her zaman sonsuz şimdide devreye girer. Bir kâhinin gördüğü kehanetler de; sonsuz olasılıklar içinden kendi odaklanmasının sonucu bilincine indirgeyip bize aynaladığı Vizyon ve Görme’lerdir. Not: Makalede kullanılan resimleri tümü kâhin ressam İngo Swann’ a aittir… KAYNAK Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
barisatac Yanıtlama zamanı: Ağustos 18, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 18, 2013 sayın nevermore yukarda yazanları ve yazdıklarınızı büyük bir sabır ile okudum ve tavşan deliğinden düşmüş gibi oldum açıkçası beyaz tavşan ve gittiği yer anlaşılan o ki burada yazdıklarımı sadece ben anlayacağım yani ingilizce konuşuyorum ve anlamını bilenler azınlıkta öğrendiğim kadar zaman kavramı the matrix filminde anlatılıyo ve yukarda yazdıklarınız sistemin bize anlatmak istediğini gösteriyor evet çocukken okullarımızda öğretilen coğrafya derslerinde özellikle dünyanın çapı ekseni felan çok anlamı olmayan bilgiler olarak karşıma çıktı nedir bunlar the matrix filminde neo filmin sonunda matrix programında 3 ajanı görür ve ajan smithin içine girer ve onu yokettiğini sanır ancak smith diğer filmlerde kendini kopyalamayı başarır yukardaki açıklamalarınızda geleceği gören kahinlerin diğer insanlara nazaran geçmişi v geleceği görebilme yetenekleri olduğunu ancak diğer insanların bunları göremediği insan iradesininde burada devreye girdiğinden bahsetmişsiniz o zaman televizyonlardaki kameralar neden kahin olmasın yani haberi sunan spikerler bir kahin olupta global dünyayı evimize kadar getiren kahinler olmasın yano hz.süleyman ve belkıs hikayesi dediğim gibi ingilizce konuşuyorum ne desemde anlayacak insan sayısı 100de 1 dir o da nevermore anlar sisteme karşı bu yazdıklarımı okuyan tüm dostlara diyebileceğim şudurki HZ.ADEMİ CENNETTEN ÇIKARMAYI BAŞARAN YILAN BAŞARILI OLDUYSA BİZİDE ZAFERE GÖTÜRECEK MUSANIN ASASI EJDERHASI VAR VESSELAM:))))) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Bellator Yanıtlama zamanı: Ağustos 19, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 19, 2013 Güzel bilgilendirmişsinde, sormak istediğim bi kaç şey var, geleceği görebilen insanlar genelde özel insanlar oluyor, normal bir insanın görmesi mümkün mü ? mümkünse nasıl olucak o iş ? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.