whitepower Oluşturma zamanı: Mart 5, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Mart 5, 2007 Öncelikle bu konuyu açmak için kısaca katolik kilisesi,İsa ve Mecdelli Meryem gibi konuları açıklığa kavuşturmamız gerek... -Katolik Kilisesi- Kısaca değinmek gerekirse katolik kilisesi,Kutsal Ruh'un kaynağı,İsa'nın Tanrısal yönü,geleneklere verdiği önem,dini törenler ve havari Petrus'un,halefi kabul ettiği Roma Piskoposuna verdiği ayrıcalıklarla diğer Hristiyan mezheplerinden ayrılır... Katolik kilisesine yüzeysel bir tanımlama getirdikten sonra şimdi İsa dönemine ve İsa'nın kadına bakışına değinmek istiyorum kısaca... İsa Mesih'in yaşadığı Ortadoğu kültüre bakalım. Yahudi hahamlarının kapılarında şu ibareye sık sık rastlanırdı: "Tanrım beni kadın yaratmadığın için sana şükürler olsun." Kadınlar din yaşamından uzaklaştırıldıkları gibi Tevrat'ı nadiren ve gizli şekilde öğreniyorlardı. İsa Mesih ise birçok kadını halkın gözü önünde öğrenci olarak yetiştirdi ki bu durum Yahudi din adamlarını çileden çıkarttı. Kadınlardan ve erkeklerden oluşan kalabalıklara ve öğretişlerde bulundu, mucizeler sergilerdi, hastaları iyileştirdi. İsa Mesih, onların cinsel ayrımcı sosyal yasalarına meydan okudu. O zamanlarda bir yasa, herhangi bir sebepten dolayı karısını boşaması için bir kocaya izin veriyordu; örneğin, geç hazırlanan yemek. Bu yasanın kadınlara getirdiği zalimliği ve emniyetsizliği bir hayal edin. Ve takibi tahmin edebileceğiniz gibi bir kadın asla onun kocasını boşayamazdı. İsa Mesih, hem erkeğin hem kadının diğerini boşama hakkı olduğunu ancak boşanmanın sadece zina durumunda meşru olduğunu çünkü Tanrı'nın evliliği anlayışında boşanma kesinlikle olmadığını öğretti. O devirde (ve günümüzde hala daha bazı ülkelerde) zina yaparken yakalanan bir kadın, taşlanarak öldürülürdü. Erkeğe ise hiçbir ceza verilmezdi. İsa Mesih'in kadınlara saygıyla davrandığını bilen Yahudi din adamları O'nu bu konuda sınamak istediler. "Din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirdiler. Kadını orta yere çıkararak İsa'ya, «Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı» dediler. «Musa, Yasa'da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin?» Bunları İsa'yı sınamak amacıyla söylüyorlardı; O'nu suçlayabilmek için bir neden arıyorlardı.İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu. Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğruldu ve, «Aranızda günahsız olan, ona ilk taşı atsın!» dedi. Sonra yine eğildi, toprağa yazmaya koyuldu. Bunu işittikleri zaman, başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı çıkıp İsa'yı yalnız bıraktılar. Kadın ise orta yerde duruyordu. İsa doğrulup ona, «Kadın, nerede onlar? Hiçbiri seni yargılamadı mı?» diye sordu. Kadın, «Hiçbiri, efendim» dedi. İsa, «Ben de seni yargılamıyorum» dedi. «Git, artık bundan sonra günah işleme!»" (Yuhanna 8: 3-11) Yahudi din adamları bu olayda İsa Mesih'i tuzağa düşüreceklerini sanmışlardı. Eğer kadını serbest bıraksaydı o zaman Yasa'ya karşı gelmiş olacaktı, eğer kadını taşlasaydı merhamet ve kadınlar hakkında yaptığı konuşmalar ile çelişecekti. Ancak İsa'nın sözleri ve varlığı grubun susup tek tek uzaklaşmasına sebep oldu, İsa arkasından sadece Tanrı'nın sahip olduğu bir yetkiyle kadını bağışladı. Daha Mecdelli Meryem'e dahi değinmeden İsa'nın kadınlara bakış açısını ve kadını ikinci sınıf insan saymadığını gördük...Şimdi ise sıra dünya'nın gelmiş geçmiş en sahtekar ama ne acıdır ki dünya üzerinde inanılmaz bir inançlı kitlesi bulunan Katoliklik ve kurucusu sahtekar Pavlus'un kadına bakışını görelim ve İsa'dan az bir vakit sonra yalanların kilisesinin nasıl ortaya çıkmaya başladığına geldi...Yine oldukça kısa kısa değinmeye çalıştığım için belki fazla tatmin olmazsınız ancak bu konuyu detaylı bişekilde yazmak oldukça uzun sürer.... -Kısaca Pavlus- Kendisi Tarsus doğumlu olmakla birlikte,İsa dönemi Ferisi Yahudilerinden gelen,aynı zamanda Roma vatandaşı bir komutandır...Katolik Kilisesinin kurulmasını sağlayan bu sözde aziz,önceleri Havari Petrus'un etrafında şekillenen erken Hristiyan kilisesine baskılarda bulunmuş,bir çok İseviye işgenceler yapmış-yaptırmış ve sonrasında bu işte güzel bir rant olduğunu keşfetmesinden olsa gerek kendisinin İsa'nın birtakım vizyonlarını gördüğünü söyleyerek kendini yalanlar üzerine kurulmuş sahte bir Hristiyanlığı yaymak üzere yollara vurmuştur... Şimdiyse can alıcı nokta Pavlus ve Kadın konusuna gelelim...Bakalım bu sahte aziz İsa'nın kadınlara önem verdiği ki yine hatırlatalım daha Mecdelli Meryemle ilişkisine değinmedim bile,bakalım kendisi neler demiş kadınlar için.... -Pavlus Ve Kadın- Pavlos evrensel Katolik kilisesinin kadınlarla ilgili uygulamalarının temelindeki felsefenin kaynağıdır. Pavlos’a göre “yakılarak ölmek evlenmekten daha iyi"dir. İşte bu tarihsel geri plandan beslenen Katolik kilisesinin kadına bakışı “Mizogonizm” denilen evlilik düşmanlığı kapsamındadır. Bu felsefe ilk dönem Hıristiyanlığına yine Aziz Pavlos (!) tarafından sokulmuştur. Pavlos bu konuda oldukça kararlı davranarak din adamlarının kesinlikle kendisi gibi bekâr kalmalarını istemiştir. Bu mantık silsilesine eski ahitteki Havva’nın yasak meyve olan elmayı yemesiyle varır Pavlos. Havva bu “ilk günahı” işleyerek insanı kirletmiş ve insan soyunun cennetten çıkartılmasına neden olmuştur. Pavlos’a göre yaratılıştaki “ilk masumiyet” böylece kirletilmiş/lekelenmiştir. Neticede Pavlos eski ahitteki bu olayı farklı yorumlayarak kadınlardan uzak durma fikrini Hıristiyan âlemine hediye etmiştir. Ünlü felsefeci Engels´in dediği gibi; “Hıristiyanlık tüm insanları sadece bu ‘ilk günah’ noktasında eşit görmüştür. Bunun dışında Hıristiyan mantalitesinde insanlar eşit değillerdir.” Hadisenin tarihi seyri Pavlos’la başlıyor demiştik. Zira bizzat kendisi tarafından formüle edilen bu “ilk günah” Hıristiyanlığa sonradan giren Romalılarca bilinmiyordu. Belki de bu mitsel anlatıyı ilk duyduklarında Romalılar da gülmüşlerdi. Fakat tarihsel süreçte “ilk günah” formülü de Hıristiyanlıkla birlikte gelişme göstermiş ve bu imanı taşıyanların hayatlarında bir süre sonra etkin bir konuma yükselmiştir. Çünkü “ilk günahı” kabul etmezseniz vaftiz olamazsınız. Vaftiz olamayınca diğer tüm günahlardan kurtulmak için İsa’nın (belki de Pavlos’un) kilisesine dâhil olamazsınız. Nihayetinde İsa´nın kurtarıcılığının sağlanması bu zincirleme fikre bağlıdır. Eğer bu fikri kabul etmezseniz, İsa´nın “kurtarıcılık” vasfını da ortadan kaldırmış olursunuz. Katolik âleminin içinde yaşıyorsanız bir başka gerçek daha vardır sizi ilgilendiren: Kabulleriniz ve retleriniz, nasıl öleceğinizi belirleyen birer turnusol kâğıdıdır. Kilise kendisine tam bir itaat ister, fakat farklı durumlarda bu tam teslimiyet/itaat anlayışını da yeterli bulmayabilir. İşte tüm bu fikri altyapının tarihsel arka planından beslenen kilise, her zaman “Havva’yı” “şeytana” uyarak “erkeğin masumiyetini kirleten kişi” olarak imanlılarının karşısına koymuştur. 19. yüzyılda Hıristiyanlıktan kopan ve yeni bir din olarak dünya genelinde kendine yayılma alanı arayan “Yehova Şahitleri" de aynı inancı paylaşıp daha da ileri götürerek “Havva”yı imanlılarına “düşman” diye gösterir. Yahudilikte ise kadın dua etmeye bile layık değildir ve dindar Yahudilerin evlerinde kadınlar erkeklerden ayrı otururlar. Sinagoglarda kadınlar duaya katılamaz, kendilerine ayrılan bölümde (harem-selamlık gibi) ayini dinlerler. Bazı kutsal yazılara kadınların dokunmaları ise kesinlikle yasaktır. Tıpkı İngiltere’de 18. yüzyıla kadar kadınların İncil’e dokunamaması gibi veya aynı dönemler içinde kadının insan olup olmadığı tartışmalarının yapılması gibi hadiseler, modern Batı´nın medeniyet resminden bize yansıyan uygulamalardır. Ama yine de bu resimde mutlu yüzler görebilir(mi)siniz, bilemiyorum. 15. yüzyılda Katolik âleminin yanılmaz papalarının emriyle “büyü ve sihirle” uğraştıkları tespit edilen (!) 2 milyon kadın, Avrupa’da “cadı” suçlamasıyla diri diri yakılmışlardır. Tabii bu uygulama, dediğimiz gibi yanılmaz papalar tarafından yapıldığı için tartışılamaz. Katliamın ardından Kilise, kurbanlarının “mallarını ve arazilerini” yetim bırakmamak cömertliğini (!) göstererek el koymuştur. Devam edecek....... -------------------- Yazıma şimdi de diğer bazı önemli(?) hristiyanların sözleri ve bir kaç bilgiyle dewam etmk istiyorum... Hıristiyanlıkta kadın, kötülüğü, şeytana uyma ve ayartmacılığı temsil eder. Çünkü, Hz. Adem’e haram meyveyi yedirterek cennetten kovulmasına ve böylece insan neslinin günahkar olmasına sebep olan bir kadındır. Bundan dolayı Hıristiyanlık cinsel ilişkiyi günah ve kirlenme saymaktadır. Aziz Augustin’e göre, insanın kendi karısı veya bir f***e ile cinsel ilişkiye girmesi arasında maddi bakımdan bir fark yoktur. Her ikisi de günahtan hali değildir. İki asır sonra Papa Grégoire, Agustin’in bu fikrini onaylıyacaktır. Ünlü Hıristiyan ilahiyatçısı Clément’e göre, kadın kadın olmaktan dolayı utanmalıdır. İşte bu günah işleme ve kirlenme duygusudur ki, bir çok kişinin evlilikten kaçmasını sebep olmuş ve bir çok kadın da kurtuluşu manastıra kapanmakta bulmuştur.(Lewinsohn, s. 102) Zira temizlik sembolü Hz. İsa’nın nişanlıları ve eşleri olacaklardır. Hz. İsa temizlik sembolüdür. Çünkü Hz. Meryem onu bakire iken yani cinsel ilişkiye girmeden doğurmuştur. Öyleyse yapılacak tek şey vardır. O da Bakire Meryem gibi temiz ve iffetli kalmaktır.Hıristiyanlığın cinsel ilişkiyi meşru bile olsa günah saydığını bugün Katolik kiliselerindeki evlenme törenlerinde okunan duadan da anlayabiliriz. Duada “günahla düşmüşüm annemin karnına, günah işlemiş annem bana gebe kalırken” denmektedir. Hristiyanlık tarihi kadın açısından oldukça olumsuz olayların var olduğu bir tarhtir. VI. Asırda Azizler ve papazların hakim olduğu mason meclislerinde Kadının ruhunun olup olmadığı tartışılmış, bir oyun dışında ruhunun olmadığı kabul edilmiştir.(Bobel, s. 4 6)Kilisenin Büyücü Avı ve Kadın KatliamıXIII. A sırdan itibaren Hıristiyanlık, insanlığın başına korkunç bir felaket hazırlayacaktır. Şeytanla cinsel ilişkiye giren,, b öylece insanlar arasında kötülüğü ve fuhşu yaymak isteyen büyücü kadınlardan dünyanın temizlenmesi görevini üstüne alan kilise, büyücü avına çıkar ve on binlerce masum kadının diri diri yakılmasına veya suda boğulmasına sebep olmuştur. Papa VIII. İnnocent, büyücü avını meşrulaştırmak için iki müfettişini görevlendirerek bir kitap hazırlatır. Kitabın adı “Malleus Maleficarum” (=Büyücüleri ezen balyoz). İlk baskısını 1487 de yapan bu kitap 1669 da 28. baskıya ulaşır. Kitap, muhakeme usulü hakkında yöntemler de içerir. Müfettiş kadına 35 soru sorar. Daha ilk soru, onu ateşe mahkum etmeye kâfidir. İlk soru şöyledir: büyücülere inanıyor musun?”. “Evet” derse, bunun anlamı büyücülerle ilişkisi olduğudur. “Hayır” derse bu sefer de dinsiz olmuş olacaktır. Israrı halinde işkence masasına yatırılır, aleyhlerinde şahitlik etmesi için, düşmanı olan diğer büyücüler çağrılır. Hâlâ suçluluğu üzerinde şüphe varsa, o zaman ilahî hükme baş vurmak gerekecektir. Bunun için de elleri ve ayakları bağlanıp suya atılacaktır. Batarsa, büyücü olduğunu gösterir. Batmazsa o zaman da büyücü olduğunun delilidir. Zira vaftizindeki su onu reddetmektedir. Kısaca o devirde büyücü olarak adı çıkmış kadının ölümden başka şansı yoktu. VI. Alexandre, II. Jules, X. Leon gibi Rönesansın ünlü Papaları bu eserin geçerliliğini menuniyetle onaylamışlardır. İngiltere’de bir sakson hakim “Kitab- Mukaddes”i 53 kez okuduğunu ve bu arada 20 000 büyücüyü ölüme mahkum ettiğini övünerek söylemiştir. (Lewinsohn, 134-135; krş. Akdemir,, s . 2 52)Feminizmin Doğuşu Tarihçiler Batıdaki bu kadın katliamının sonucu ikiyüzbin ile iki milyon arasında kadının katledildiğini söylerler. Ölen kadınların sayısı konusunda hem fikir olamayan araştırıcılar, batı’da teorik olarak oluşan ve dünyanın bütününe aktarılan “feminizm” denilen olgunun da pratik temellerinin bu cadı katliamı olduğu konusunda hem fikirdirler. Sanırım bu bilgiler katolik kilisesi'nin doğuş kısmı ve kadınlara bakış açısı konusunda yeterlidir... Şimdiyse sırayı Mecdelli Meryem alıyor...Kimdir bu Mecdelli Meryem??İsa ile bir ilişkisi var mıdır???Ve benzeri konuları yoruma açacağım.... İncil'de Mecdelli Meryem'in adı, pişman olmuş fahişe olarak geçer. Buna göre, İsa bir gün havarileriyle dolaşırken mesleğini icra etmekte olan bu kadına rastlar ve ona hiçbir söz söylemeden bir süre bakar. Kadın (MM) birden silkinir ve fahişeliği bırakarak İsa'nın aradıkları arasına katılıverir. Bu İsa'nın mucizelerinden biri olarak gösterilmiştir. Oysa özellikle 1960'dan sonra Harvard'lı ilahiyatçılar bu fahişelik meselesinin de tıpkı diğer bir çok uydurma gibi İncil'e sonradan ve özellikle de İmparator Konstantin'in isteğiyle kararlar almış olan İznik Konsili'yle birlikte eklendiğini saptamışlardır. Bu ilahiyatçılara göre Mecdelli Meryem, bırakın fahişe olmayı, gizli bir ezoterik örgütün 'Baş Rahibelerin'den biriydi. Dahası, İsa'nın bilmediği birçok sırrı bu Meryem İsa'ya aktarmış ve onu hem eğitmiş hem yönlendirmişti. Bu iddia özellikle İngiliz ve Amerikalı kadınlı erkekli çok geniş bir ilahiyatçılar topluluğu tarafından savunulmaktadır. Vatikan ise onların bu istekleri ve iddiaları karşısında şimdilik sessiz kalmayı her zamanki gibi- seçmiş görünmektedir. Yine de İncil'in düzeltilmiş yeni basımının hazırlandığı şu dönemde hiç değilse İsa'nın annesi Meryem'in hamileliği ile ilgili bazı düzeltmelerin yapılacağı tahmin edilmektedir. Mecdelli Meryem'in, fahişe değil gizli bir -Mısır kökenli ve İsis çıkışlı- örgüt üyesi olduğuna dair kanıları güçlendiren belgeler 1947'den sonra bulunan ve/veya ortaya çıkartılan bazı ilk dönem İncillerinden ve yine o yıllarda yazılmış ama Kilise tarafından yok edilmeye çalışılmış olan bazı GNOSTİK İncil'lerden kaynaklanmıştır. Bunların en önemlisi işte bu yeni bulunun 'Mecdelli Meryem İncili'dir. Klasik İncil'de fahişe olarak tanıtılan bu Meryem'in Gnostiklerce yazılmış olan yaşamında bambaşka bir profil vardır. Bu İncillerde Meryem 'Dişil İlkeyi' (Sofya=Hikmet) temsil eden bir tür Bilge Kadın ve Baş Rahibedir. Bu iddia İncil terminolojisi ve literatürü için çok tehlikeli bir belgedir, çünkü İznik Konsili'nde İsa, 'Logos' adı verilerek 'Tanrı'nın Kelamı ve Hikmeti' yapılmıştı. Dolayısıyla dişil ilke 'Eril=Logos' yapılarak İsa'ya mal edilmişti. Bu Gnostik İncil'den sonra 1990'larda bu kez bir de 'Gerçek' Markus İncil'i bulundu. Kısaca 'Markus'un Gizli İncil' diye bilinen bu metinlerde de Bethany'li Meryem'in İsa ile olan ilişkileri anlatılmıştı. Klasik İncil'de anlatılandan çok farklı olan bu anlatımda ayrıca 'Öteki' diye adlandırılan kişi olan esrarengiz Meryem'in İsa'ya yardım için uzak bir yerden gönderildiği şeklinde pasajlar vardır. Kısacası klasik anlatımda yer alan fahişelik olayı 'Kadın Düşmanı' Kilise Babaları'nın bir uydurmasıdır, diyebiliriz. Kaldı ki, kesin olan, Mecdelli Meryem'in ve/veya Bethany'li Meryem'in İsa'nın gömüldükten sonra mezarının 'Boş' olduğunu gören ilk kişi olduğudur. Gnostik yazarlara göre ise Üç Meryem bunu birlikte görmüşlerdir. Üçüncüsü Havari James'in annesi Meryem'dir. Bu sonucu Meryem'in ardında İncil'deki 'En' esrarengiz kişi sayılan zengin ve kültürlü bir Yahudi vardır. Bu esrarengiz adam, Joseph Arimeteadır. Gerçekte İsa'nın gömülmesi için yapılan mezar bu adama aitti ve Meryemler'in 'Boş' buldukları mezar buydu -çünkü Joseph Arimetea ölmemişti ve İsa'nın bedenini Çarmıh'tan indirme hakkını Romalı garnizon komutanı ona vermişti... Kilit adam: ARİMETEA Joseph Arimetea'yı ilginç ve esrarengiz yapan husus adının Havariler arasında geçmemesine rağmen Dört İncil'de de (Gospellerde) tartışmasız geçmesi ve dördünde de hiçbir değişiklik yapılmadan aynı şekilde zikredilmesindedir. Adıyla ve sanıyla anlatılan bu adam kimdi? Romalı Komutan, İsa'nın Çarmıh'tan indirilme hakkını -bu o dönemde çok önemliydi- niçin İsa'nın annesine veya Havarilere değil de bu adama vermişti? Bu sorular çok önemlidir. Çünkü İsa'nın Çarmıh'tan erken ve henüz ÖLMEMİŞKEN indirilmiş olması olasılığı vardır. Bunu bilen tek kişi işte bu Arimetea idi. İlginç olan Arimetea'nın İsa'yı idama gönderen Yahudi Yaşlı Yargıçlar Kurulu Sanhedrin'in 'En Saygın' Başdanışmanı olmasıdır! Gnostik İnciller'e göre, Arimetea, İsa'yı henüz ölmeden Çarmıh'tan indirmiş ve İsa kendisine çok gizli bir sır vererek onun bu sırra uygun davranmasını istemiştir. İşte bu sır daha sonraki yıllarda Tapınak Şövalyeleri'nin ve Gül ve Haç Kardeşliği Örgütü'nün kurulmasına yol açmıştır. Bunların haricinde İsa'nın havarilerinin bir çok kez İsa'ya gelip neden Mecdelli Meryem'i kendilerinden üstün tuttuğunu sormuşlar ve birçok kez kendi aralarında bu konudan dolayı veryansın etmişlerdir... Şimdi de oldukça güzel bir kitap olan Gordon Thomas'ın 13. Havari kitabındaki bazı görüşleri görelim... Gordon Thomas’ın bu değerli araştırma ve derleme eseri, bize On Üçüncü Havari’den söz ediyor. Hz. İsa’ya gönülden bağlı gizemli kadının, Mecdelli Meryem’in detaylı bir biyografisi. Hz İsa’nın en sadık takipçisi olan Mecdelli Meryem ya da diğer adıyla Maria Magdalena; sadık ve tutkulu, günahkar ve azize bir kadının inanç dolu yaşamının en güzel örneği. Aynı zıt kutupları tek bir bünyede toplayan bir dişilik sembolü… http://astrgnd3.sitemynet.com/images/a30.JPG Kutsal Kase figürü, Tapınak Şövalyeleri alegorisi, aslında çok derinlerde saklı kadın doğasının gizemli yanını, gizemdeki dengeyi ve ahengi işaret ediyor gibi… Her zaman olduğu gibi derin sembolleri çözmek zor olduğundan yüzeydeki olgularla ilgilenmek hatta bunlar adına bayrak taşımak nedense daha kolay geliyor bizlere… Evlendi-evlenmedi, çocuğu oldu-olmadı, dirilişten sonra yaşadı-yaşamadı… Bu tartışmalar bile inanın ki, asıl sembolü çözmeye çalışmaktan daha kolay bazen. Mecdelli Meryem sembolünü iyi anlamak için daha ziyade onun tarih içindeki rolüne ve temsil ettiği değerlere bakmak gerekebilir. Örneğin Mecdelli, Yeni Ahit’te, iki kez önemli bir pozisyonda gösterilmiştir. Bunlardan birincisi İsa ile ilk karşılaşması, ikincisi ise Dirilmiş Mesih’i görmesidir. İki olay da, kişiliğinin sembolize ettiği gerçekle ilgili ipuçları sunmaktadır. Kadınların aşağı ve bayağı olarak değerlendirildiği bir çağda ve ortamda, güçlü iradeli, kararlı ve sağduyulu bir kadın olarak kendini ifade ettiği açıktır. Ama bütün bunların ötesinde de güçlü ve sarsılmaz bir inancı da temsil etmiştir. Ataerkil dönemde yaşanan bin yıllar kadının ezilmesi ve aşağılanması ile geçti; oysa yeniyi oluşturmak için iki kutup arasındaki dengenin iyi bilinmesi, yaşanması, hakkının teslim edilmesi gerekmiyor mu? Hep bir yana ağırlık yapmış bir terazi ile yeni bir denge kurabilir miyiz? http://astrgnd3.sitemynet.com/images/a28.JPG “Güçlü yaşam dolu karakteriyle, yaşadığı dönemin kadınlara koyduğu yasaklara ve kısıtlayıcı adetlerin önüne kendisini korkusuzca koyabilen bir kadının canlı portresi. Bu tarihi doküman doğru olduğu kadar insancıl ve inanılır.” Gordon Thomas 13. Havari adlı kitabında düşüncelerini şöyle ifade ediyor:Hubert Richards, The First Easter (İlk Paskalya; Fontana Boks, 1976) adlı hayranlık uyandırıcı kitabında, bu konuya şöyle yaklaşmaktadır:Bir şeyi mit olarak adlandırmak, onu efsane sayarak bir kenara atmak demek değildir. Bir mitten daha gerçek bir şey daha yoktur. Mitler aslında birlikte yaşadığımız şeylerdir. Onlar, kendimizi ve evrenimizi ifade etmemizi sağlayan sembollerdir. Ne olduğumuzu ve bizim için değerli olan şeyleri anlatmamızı sağlayan şiirlerdir. Birlikte yaşadığımız gerçekler, bizim için anlamı olan mitlerle ifade edilmelidirler. Sembollerin Doğru Yorumu http://astrgnd3.sitemynet.com/images/a31.JPG Ve devam ediyor Gordon: “Asıl soru, ne tür bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzdur. Örneğin; İsa’nın üçüncü gün ölümden geri geldiğini, dirildiğini ve Mecdelli Meryem’in bunun ilk tanığı olduğunu söylerken, ne tür bir gerçekliğe yöneliyoruz? Bize bu gerçekliği aktaranlara ihanet etmemek konusunda daha dikkatli olmamız gerekmez mi? Astrologlar da hayal gücünün bir ürünü olarak kenara atılamazlar. Tarihi geçmişleri, Medes’in kutsal sınıfına kadar izlenebilir. Cyris tarafından Media ve Persia birleştirildikten sonra, yeni krallıkta bütün dini fonksiyonları bu astrologlar yönetiyordu. Ama dini inançları büyücülüğü yasakladığından, bu kişiler büyücü değillerdi. Yaşadıkları dünyanın değerleri göz önüne alındığında, "Bilge Adamlar" olarak adlandırılabilirler. En önemlisi, bu astrologlar bir yıldızın görünmesinin, bütün dünyadaki insanlar için adalet ve barış getirecek yeni bir çağın başlangıcını haber veren yeni bir kralı doğuracak bir bakireyi haber vereceğine inanıyorlardı. Astrologlar, herhangi bir yeni yıldıza ya da başka sıra dışı göksel fenomenlere anlam yükleyecek şekilde eğitim almışlardı. Yolculuk yaptıkları mesafe düşünülürse, muhtemelen Beytlehem’deki doğum gerçekleşmeden bir iki yıl önce yola çıkmış olmalıydılar. Rehber ışıkları bir kuyrukluyıldız ya da bir nova, yeni bir yıldız veya Jüpiter ile Satürn’ün her sekiz yılda bir bir hizaya gelmesiyle oluşan bir göksel olay olabilirdi. Ama sonuçta bunların hiçbirinin önemi yoktur. Astrologlar, yıldızı tarihin içinde izlemişlerdir. Bu olayın gerçekten olduğuna inanabiliriz ya da bu astrologların antik dünyadaki üç temel ırkın-beyaz, sarı ve siyahi ırklar- temsilcileri olduğu gerçeğini görmezden geliriz. Daha da kesin olanı, aralarında aydınlanmayı tanıyan bir teolojiyi masumiyet karşısında alçakgönüllü olma bilgisini, kendisini yoksulluğun ayaklarının dibine atacak zenginliğin kehanetini yani İsa gerçeğini paylaştıklarıdır. Hayatlarını, Kilise’nin kabul ettiği İncil’e inanırken, bu dört müjdenin dışında kalan diğerlerinin de doğru olabileceğini kabul edenleri haksız çıkarmaya adamış olanlar hep var olacaklardır.” Dewam edecek.... -------------------- -Katolik Kilisesinin Yalanları- Öncelikli olarak İznik Konsülü'ne değinmemiz gerekmektedir.... -İznik Konsülü- İznik Konsülü M.S 325 yılında dönemin hükümdarı imparator Konstantin tarafından toplanmıştır...Bunun nedeniyse devleti yönetememesi,halkın birbirinden farklı inançlar yüzünden iyice birbirinden ayrılması ve bunun sonucu bir nevi iç savaş oluşarak tahtının sallantıda olmasına neden olmasıydı....İnsanların birbirinden farklı Tanrılara inandığı bu dönemde hristiyanlık yeni yeni yayılmaya başlamış ve hrıstiyanlıktaki tek tanrı inancı Konstantin'in iştahını kabartmıştı...Ancak hristiyanlık içinde de çeşitli tartışmaların yaşanıyor olması,örnek olarak İsa'nın Tanrı oğlu olup olmadığı verilebilir,tüm bu karmaşayı sonlandırıp imaparatorluk gücünü kullanarak işte bu konsülü toplamıştır.Ve bu konsül sayesinde hristiyanlık çok güçlü hale gelmiş ve katolik kilisesinin yalanları insanları çok daha fazla etkileme yolunu yaratmıştır...İsa insanlıktan çıkartılıp,Tanrı'nın oğlu hatta Tanrı ilan ederek hristiyan olmayan insanlara da muhteşem bir Tanrı-İnsan kawramı yaratılmıştır...Konstantinin koltuk sewdası sayesinde günlerce süren hararetli tartışmalar sonucu İsa'yı daha insani,normal bir peygamber olarak anlatan tüm inciller yasaklanmış ve sahtekar katolik kilisesinin ekmeğine yağ sürülmüştür... Hangisi gerçek İsa mı, Apollonius mu? Gerçekte İsa Mesih diye birisi hiçbir zaman varolmadı. Hıristiyanlığın gerçekhttp://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2005/04/11/images/i.jpg kurucusu Yahudi asıllı İsa değil, Anadolulu pagan Tyanalı Apollonius'tur Bu iddia ilk kez İS 217-220 yılları arasında Doğu Roma İmparatoru Domitian'ın bilge eşi İmparatoriçe Julia Domna'nın imparatorluk arşivindeki belgeleri vererek Flavius Philostratus adlı ünlü bir yazara hazırlattığı kitapta ortaya atılmıştır. Kitapta, Tyanalı Apollonius'un yardımcısı Ninovalı Damis'e emanet ettiği yazıları ve gezi notlarıyla mektupları belgeleriyle açıklanmıştı. Buna göre İsa ile aynı tarihte doğmuş olan bu kişi, çeşitli mucizeler yapmış, bir şifacı ve büyü üstadı olarak tanıtılmıştır. Kitapta, Apollonius'un yaşadığı dönemde ve Flavius'un günlerinde 'insan suretindeki tanrı' adıyla tanındığı vurgulanmıştı. 300 kitapta aynı iddia Nedir ki Apollonius'un yaşamı ve eserleri İS 325 yılında İmparator Konstantin tarafından toplanan 1. Ekümenik Konsil'de alınan gizli bir kararla Plagiarisma=İntihal yolayla İsa Mesih'e atfedilmiş ve Anadolu Ermiş Kilise tarafından adı ve eserleri ortadan kaldırılarak tarihten silinmiştir. 16. Yüzyıl'da başlayan Reform Hareketi sırasında Apollonius'un yaşamı ve eserleri özelikle Arap bilim adamları tarafından yeniden Batı dünyasına tanıtılmış ve böylece adı yeniden gündeme gelmiştir. Apollonius'un Arapların arasında yaşadığı ve burada Balinius adıyla tanındığı özelikle ünlü matematikçi Razi ve kimyanın kurucusu kabul edilen İbn-i Hayyan tarafından yazılmış olan kitaplarda uzun uzadıya anlatılmıştı. Kilise bütün bu yayınlara karşı Apollonius'un çok tehlikeli bir Okültist=Gizli ilimler üstadı olduğunu ve İsa'dan üstün olmadığını söylemekle yetinmiştir. 20. Yüzyıl'a gelindiğinde yaklaşık 300 kadar kitap yayınlamış ve bunlarda da Apollonius'un Hıristiyanlığın gerçek kurucusu olduğu belirtilmiştir. 1954'te ABD'de Alice Weston imzalı kitap bu tartışmayı daha da alevlendirmiş ve İncil araştırmalarında tartışılmaz gerçeklik olarak kabul edilen İncil metinlerinin aslında tamamen ilk dönem Kilise Babaları tarafından uydurulmuş yalanlar oldukları ve İsa'nın 'sanal' bir roman kahramanından daha fazla bir anlam ve önemi olamayacağı bilimsel ve arkeolojik bulgularla ilkin akademik çevrelerde sonra da basında tartışılmaya başlanmıştır. Birebir örtüşen öyküler Tarihte çok az kitap, yüzyıllar boyu sürecek tartışmaların kaynağı olmuştur. Flavius Philostratus'un yazdığı ya da Damis'in tuttuğu notlardan ve İmparatoriçe Julia Domna'ya iletilen belgelerden derlediği 'Tyanalı Apollonius'un Yaşamı' böyle bir tartışmanın odağı olmuştur. Bu kitapta verilen bilgilere göre, Tyanalı pagan Apollonius'un yaşamı ile Yahudi asıllı İsa Mesih'in yaşamı neredeyse birebir çakışmaktadır. Şöyle ki: Flavius'un yazdığına göre, Apollonius günümüzün takvimiyle hesaplanınca, İ.Ö.4. yılında Tyana kentinde doğmuştur. Tyana, birinci yüzyılda Kapadokya'daki en ünlü ve gelişmiş pagan yerleşim alanlarından biri, belki de birincisiydi. Batısında Galatia (Konya ve çevresi), doğusunda Armenia, güneyde Kilikya, kuzeyde Pontus ile komşuydu. Tyana, günümüzde Niğde'nin Kemerhisar ilçesidir. Tyana, Kilikya Boğazı denilen bir geçitte Pozantı'ya (Podandus) ve oradan da Tarsus ve Adana'ya bağlıydı. Bu iki kentte o dönemde en az Edessa (Urfa) ve Carrhae (Harran'ın 1. yy'daki adı) kadar gelişmiş ve uygarlaşmış kentlerdi. Ama Kapadokyalılar, o yıllarda olduğu gibi, ilginçtir, 10. yy'da da gözükara, kaba, dikkafalı, söz dinlemez, cesur gibi sıfatlarla anılıyorlardı. Öyle ki, 10.yy'da saray geleneğinde Kapadokyalı demek sert, hoyrat, kabadayı demek anlamına geliyordu. Apollonius'un doğum tarihi ile İsa'nın doğum tarihi, kuvvetle muhtemelen aynıdır. Katolik Kilisesi ile diğer kiliseler arasında bu konuda da sorun vardır. Tarsus'ta eğitim gördü Flavius'un kitabından öğrendiğimize göre Apollonius, çok varlıklı ve kültürlü bir ailenin çocuğudur. Ataları Tyana'nın kurucularındandır. İyi bir eğitim ve öğrenim görmüştür. On altı yaşına geldiğine ailesinin isteği üzerine o dönemde eğitim merkezi sayılan Tarsus'a gitmiş ve buradaki Pisagorcu/Apollo'ya bağlı kişilerle tanışmış ve onların öğrencisi olmuştur. Aynı yıllarda, daha genç olarak Aziz Paul da Tarsus'ta eğitim ve öğrenim görüyordu. Bir Yahudi Farisi mezhebinin öğretilerine göre, diğeri de Roma İmparatorluğu'nun asli dinsel sistematiği olan Paganizm'e göre eğitilmişlerdi. Aziz Paul da Tarsus'un yerlisi, zengin bir ailenin iyi eğitim görmüş bir çocuğuydu. Daha sonraki hayatında kendisini, tutucu Farisiler'in 'en' tutucu Farisisi olarak tanımlamıştır. Apollonius ile Paul'un Tarsus'ta tanışıp tartışmış olmaları muhtemeldir. Ancak kesinlikle 'Olmamıştır' denilebilecek bir gerçek vardır. İkisi de, tüm yaşamları boyunca İsa'yı hiç görmemiş ve tanımamıştır. Lazarus'un dirilmesi Aziz Paul ileriki yaşlarında, başlangıçta çok karşı olduğu, İsa Mesih olayını yaymayı üslenmiş ve dört Evangelist'in Gospeller'ini vaaz etmeye başlamıştır. İlginç olan, şu ünlü Lazarus olayıdır. Dördüncü Gospel'in yazarı John -ki bunu onun yazdığı belli değildir- İsa'nın Lazarus adlı bir genci 'öldükten sonra dirilttiğini' yazmıştır. (Not: Neredeyse bu Lazarus ve diğer 'sözde' dirilenler, daha sonra tekrar ölmüşler ve bu kez yanlarında İsa olmadığı için, bir daha dirilmek şansını yakalayamamışlardır.) Bu masalda garip olan, John'un son Evangelist olması ve Gospeli'ni İsa'nın ölümünden (İS yaklaşık 27-29 yılları) 60 yıl kadar sonra yazmış olmasıdır. Oysa Claude-Carrierre'nin de belirtiği gibi, ilk Gospel'in yazarı Matthew, İsa'nın hep yanında yer almıştı. Her zaman onunla beraber olmuş, her zaman ona yakın olmuştu ama kendi Gospeli'nde, böylesine inanılmaz bir olaydan tek satırla dahi söz etmemişti. İlginçtir ki, Katolik Kilisesi Apollonius'u karalamak için onun 'cinlerle' uğraşan, şifa getirmek amacıyla 'cinleri' kovan bir büyücü olduğunu yüzyıllardır yinelemektedir. Katolik Kilisesi'ne göre Pagan Apollonius, 'cinlerle' konuştuğunu ve onları yönlendirdiğini öne sürmüş bir 'Sahte Şifacı'dır. Nedir ki, o dönemde 'Cin' ilmi (Demonology) ile sadece Paganlar uğraşıyorlardı. Yahudilerde böyle bir uygulama ve inanç yoktu, olamazdı. 'Cin Kovma' (Exorcism) Paganlara özgü bir 'Şifa' yöntemiydi. Bugünkü tanımlarla söylersek bir tür 'Ruhsal Terapi' ve psikolojik danışmanlık ve 'ruhsal sağım'dı. Doğrudur, 1. yy'da bu dalda da en ünlü kişi Apollonius idi. Şaşırtıcı olan tamamen Paganlara ait olan bu uygulamanın tıpkısı günümüzün Katolik Kilisesi'nde 'resmen' vardır ve rastlantıya bakın ki, yüzyıllardır Kilise'ye bağlı sofu Katolik Papazlar, Kilise'nin gizli bölümlerinde 'cin kovmakla' meşguldüler. Katolik Kilisesi'nde resmen 'Cin Kovma - Cin Çıkarma' dairesi vardır. Ve adı da 'Athenaeum Pontificium Regina Apostolorum'dur. Burada deneyimli papazlar, tıpkı Pagan Apollonius'un yaptığı gibi, ruhsal bunalımlar geçirmekte olan hastalarını 'zapt' etmiş olan cinleri (Demos) çıkartmakta ya da kovmaktadırlar. Şu farklı ki, Apollonius bunu Hindistan'da, Mısır'da ve Askelipos'ta öğrendiği yöntemle 'Doğa' adına yapmıştı. Katolik papazlar, Konstantin'in emriyle 'Devlet Tanrısı' yapılmış olan İsa Mesih ve 'O'nun olduğu söylenen Kutsal Kitap İncil adına yapmaktadırlar. Papazlar neyin adına yapsalar da sonuç bir Pagan pratiğinin, Katolik Kilisesi tarafından gasp edilerek kendisine mal edilmiş olduğu gerçeğini değiştiremez. Tesadüfün bu kadarı 3.yy'da yaşamış filozoflardan Apoleis ve ünlü Lactantius'un hocası Amobius, Apollonius'un, Musa ve Zerdüşt gibi bir kişi olduğunu yazmışlardı. Gerçekten de, İncil'in Yeni Ahit bölümünde anlatılanların neredeyse tamamını Apollonius 'DA' yapmıştır. Garip ama gerçektir ki, Apollonius'un doğumunda da 'mucize' vardır. Apollonius'un doğumunda onun yeryüzüne Apollo'nun oğlu olarak gönderildiği söylenmiş, Philostratus da bunu nakletmiştir. Yazar bunun o dönemin kahinlerinin yaptıklarını/söylediklerini 'Oracle'lardan kaynaklandığını belirtmiştir. Apollonius 'DA' rastlantı bu ya, tıpkı İsa Mesih gibi mabedleri ve tapınakları dolaşmış ve buradaki 'çarpık ve yoz' dinsel öğretileri eleştirmiştir. Bir farkla ki İsa, Yahudi sinagoglarını, Apollonius ise Pagan tapınaklarını gezmiş ve eleştirmiştir. Apollonius 'DA' tıpkı İsa gibi, faizci ve rüşvetçi tefecilerle tartışmış onların insanlara zulüm ve acı getirdiklerini söylemiş ve onların kentlerde ve de özellikle mabedlerden çıkartılmalarını istemiştir. İncil'de İsa'nın sinagogun avlusundaki tefecilerin para masalarını nasıl devirdiği anlatılmaktadır. Apollonius her gittiği kentte bu kişilerle tartışmıştır. Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius 'DA' (Deus Absconditus) insanlara kötü huylarından ve uygulamalarından vazgeçerlerse, kendilerine 'yeni bir yaşam' verileceğini muştulamıştır. Bir farkla ki, İsa bu yeni ve 'ölümsüz' yaşamın kendisinden geleceğini söylemiş -ya da Kilise babaları onun ağzından söylemişler- Apollonius ise bunun Pagan Tanrıları tarafından verileceğini öne sürmüştür. Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius da 'Yeryüzünün' tüm inkanlar için olduğunu hiçbir zalimin ve/veya tiranın yeryüzüne 'El' koyamayacağını ve insanları köleleştiremeyeceğini vaaz etmiş ve insanları zalimlere karşı çıkmaya çağırmıştır. Bir farkla ki, İsa Apollonius gibi bu çağrısının arkasında durmamış ve gösterdiği cesaretsizlik nedeniyle Yahudilerin umutla bekledikleri 'Mesih' olabilme şansını yitirmiştir. Apollonius ise zindanda bile çağrısını yinelemekten çekinmemiştir. Tıpkı İsa Mesih gibi Apollonius 'DA' konuştuğu zaman Peygamber ya da W.C. Frend'in deyimiyle bir 'Yasayapıcı' (Lawgiver) gibi konuşmuş ve söylediklerinin uygulanmasını yanlışların düzeltilmesini, hatalardan dönülmesini sağlamak istemiştir. Bir farkla ki, İsa'nın vaaz ettikleri, muhtemelen 10/15 kişi tarafından hayata geçirilmiş, Apollonius'un sözleri ise tüm Pagan dünyasında yankılanmış ve hayata geçirilmiş. Bunların hayata geçirilmesinde, krallar, imparatorlar, Apollonius'un işaret ettiği yanlışların ve hataların düzeltilmesinde ondan sözünü dinleyerek özel emirler ve fermanlar yayınlamışlardır. Örneğin bir Pagan geleneği olan 'kurban' edilmesinin yanlış olduğunu ilk kez Apollonius tarafından dile getirilmişti. Göze gözükmeyen tanrı Sözü uzatmaya ve tümünü karşılaştırmaya sanırım gerek yoktur. Zaten karşılaştırmalar, bu dizinin yazarından çok önce, yüzyıllardır tüm ayrıntılarıyla yapılmıştır. Olayın özü şudur: İncil'in Yeni Ahit bölümünde İsa Mesih'e atfedilen birçok özellik, mucizeler de dahil 'İntihal' izlemini vermektedir. Bunların birçoğu, İsa'nın ağzından çıkmamış sözlerdir. Bunların bir çoğu İsa Mesih tarafından yapılmış işler ve mucizeler değildir. İsa nasıl ki, babasız doğarak 'Baba Tanrı'nın Oğlu' yapılmışsa 'Tanrı Oğlu' yapmak fikri İncil'den en az 1000 yıl önce Hindistan'da ve Mısır'da uygulanan bir gelenekti. Ölü Deniz'de bulunan 'Oumran' belgelerinde İsa'nın da kuvvetle muhtemelen esinlenmiş ve etkilenmiş olduğu Esseneler, İÖ 200 yıllarından beri 'Seherin/Şafak'ın Oğlu/Oğulları' (bene ha-shahar) ile 'Işığın Oğulları' ayırımını yapıyorlardı. Eldeki okunmuş belgelere göre, Esseneler'in Belletici Öğretmeni (maskil) henüz belirli olgunluğa gelerek/ulaşarak 'Işığın Oğlu' olmamış genç tilmizlere 'Seher'in Oğulları, burada öğreneceklerimizi tam olarak uygularsanız, yeniden yaşam yoluna dönersiniz' diyerek onları uyarırdı, gelenek böyleydi. (and returned to the path of life). Gerçekte İncil'de kendini gizleyen, gözlere gözükmeden İncil'in sayfalarında dolaşan 'Deus Absconditus' (invisible God), göze görünerek bu sayfalarda 'Dolaştırılmış' olan İsa Mesih değil, doğrudan doğruya Apollonius'tur, denilse yanılgı olmaz kanısındayım. Hazırlayan: Aytunç Altındal -Katolik Sahtekarlıklarına Dewam- ‘‘İSA'YI BENİMSEMEK İÇİN PAGAN SEMBOLLERİNİ KULLANDILAR'' Göreme'deki Karanlık Kilise'nin duvarlarında bir mandylion'un (hıristiyan inancına göre kutsal sayılan bez) var. Her yıl binlerce Hıristiyan onu görmeye gelir. Özelliği , İsa'nın kendi eliyle yaptığı tek portresi olduğuna inanılması. Rivayete göre Urfa Kralı Abgar cüzzam hastasıymış. İsa'nın destansı şifacı güçlerini duyan Abgar, bir ressamı elçi yollamış. ‘‘Tanrının oğlu İsa'ya gelsin beni iyileştirsin y da onun bir resmini yap, resme bakarak iyileşeyim.'' Fakat İsa'nın yüzünde o kadar güçlü bir nur varmış ki elçinin gözleri kamaşmış ve resmi yapamamış. Bunun üzerine İsa elçinin boynundaki eşarbı alıp yüzüne tutmuş ve sureti eşarba çıkmış. Urfa'daki herkesin bu olayın ardından Hıristiyan olduğu söylenir. Hıristiyan geleneğinde büyük önemi olan bu hikaye, tarihe mal olmuş bir palavra tabii... Mandylion da İsa'yı bir haçın ortasında görüyoruz. İyi de, İsa çarmıha gerildiği sıra da konuşmuyor ki elçiyle! Resimdeki diğer bütün sembollerse, Hıristiyanlığa ait olmayan Aplollo mabetlerinde bulunan, yerel halkın aşina olduğu güneş, gökyüzü ve yıldız gibi pagan sembolleri. Bu sembollerin kullanılmasındaki amaç, pagan inançlarla yoğrulmuş olan dönemin halkına yabancılık çektirmeden İsa'yı benimsetmekti. Resmin sağ ve sol tarafında ikili olarak bulunmalarının sebebi de şifacı olan kişiyi koruduklarına inanılması. Hikayeye göre Urfa Kralı 1.Abgar bu olayın üzerine Hıristiyan oluyor. Ama tarihsel olarak baktığımızda Urfa'daki ilk Hıristiyan kralın söylendiği gibi 1.Abgar değil, 217 yılında Hıristiyanlığı seçen 8. Abgar olduğunu görüyoruz. Bütün bu masal Slyvia Anetta isimli, azize rolleri oynayan bir kadının 6.yy'da yazdığı bir hikaye aslında.pencereleri olmayan ve kayaların içine inşa edilen Karanlık Kilise'nin de zaten 6.yy'da yapıldığı bütün arkeolojik çalışmalarla sabitlendi. Kilisenin uydurduğu tipik palavralardan birisi bu hikaye, gerçekte Apollonius'tan ilham alarak kurgulanmış. Şifacı olan ve Urfa'ya defalarca gidip gelmiş olan Apollonius'tan ... 11 SAYISININ GİZEMİ APOLLONİUS AYASOFYA'DAKİ İSA MOZAİĞİ Mİ? ‘‘Apollonius araştırmacısı Roberto Solarion'un iddasına göre Ayasofya'daki ‘‘Sahte İsa Mesih'' mozaiği Solarion'na göre bu tasfir gerçekte Apollonius'a aittir ve üzerinde özel bir şifre vardır: sol kaşın üstünde 11 sayısına uygun bir yara işareti. Gizli teşkilata girenlere böyle bir işaret konuyor, Apollonius 16 yaşında iken Pisagorcu bir gizli teşkilata girmiş, Urfa-Harran bölgesinde 11.yy'a kadar Apollonius'a tapıyorlar 572 yılında Urfa Kralı Anatolius sözde İsa resimleri yaptırıp Apollonius'u resimlerin içine gizlettiriyor. Fakat biz buna Apollonius dersek bizi keserler diye de İsa suretinde Apolloniuslar yaptırıp 11 işaretini koyuyorlar. 10 kabbalah da mükemmel olan sayıdır. 11 ise kutsal bir sayıdır; kullanılmaz ve ‘ ‘Lilith ın rakamı'' olarak kabul edilir. Dişil prensibi (Sophia/Hikmet) temsil eder. Yahudiler 11 den çok korkarlar. Adem'in Havva'dan önce bir çok karısı olduğuna, bunların yüzleri olmayan ve her genç erkeği baştan çıkartan Lilit'lar olduğuna inanırlar. Evlerinin kapısına Lilit girmesin diye muska koyarlar. 11 aynı zamanda tıpkı iki gibi bütünden ayıran demektir. 11 sadece ve sadece Pisagorcular tarafından kutsal bir sayı olarak görülür. Sebebi de, 1 ve 1, yani hem dişil hem de eril prensibi (Logos) aynı bedende saklanmasıdır.'' Dewam edecek... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
faust Yanıtlama zamanı: Mart 6, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 6, 2007 Çok kıymetli bir paylaşım white.. Eline sağlık. -------------------- PAPA’NIN YANILMAZLIĞI Katolik Kilisesi’nin papanın yanılmazlığına dair öğretisi genellikle Kilise dışındaki diğer topluluklar tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Kendilerini "Kitap Ehli Hristiyan" olarak adlandıran tüm Protestanlar her nedense papanın "yanılmazlık" karizması ile "günahsız, mükemmel olma" yı hep birbirine karıştırırlar. Papa hakkında böyle bir şeyi biz de kabul ediyor veya edebilir değiliz çünkü onlara göre Katolikler papanın günah işlemediğine veya işleyemeyeceğine inandığını sanırlar. En azından karşı çıkmaktan çekinen kimi diğer topluluklar da, papanın böyle bir hakka veya özeliğe sahip olması gerektiğini ancak bu güce muska vari bir şekilde sahip olduğunu düşünürler. Papanın yanılmazlığına dair inancın yanlış ele alındığını belirtmiştik, bu yüzden bu yanılmazlığın ne olup ne olmadığını tam olarak ele almamız gerekir. Yanılmazlık günah işlememek değildir. Aynı şekilde yalnızca papaya ait bir karizma da değildir. Gerçekten de yanılmazlık yalnızca papa değil tüm tinsel bir birlik içerisinde dinsel bir doktrini bir var olan bir gerçek gibi öğreten tüm episkoposlarda vardır. Bu durumu Kilise’ye dair bahşettiği "Sizi dinleyen beni dinlemiş olur" (Lk.10:16) ve "Yeryüzünde bağlayacağınız her şey gökte de bağlanmış olacak" (Mt.18:18) şeklinde Havarileri’ne ve dolayısıyla onların halefleri olan episkoposlara bir söz veren İsa’nın kendisinde görmekteyiz. II. VATİKAN’NIN AÇIKLAMASI II. Vatikan Konsülü yanılmazlık doktrinini şu şekilde ifade etmiştir : "Episkoposlar kişisel olarak yanılmazlık imtiyazına sahip olmasalar da, yine de Mesih’in doktrinini yanılmaz bir şekilde bildirebilirler. Bu böyledir ve bundan dolayı episkoposlar; ahlakın ve inancın yapısının nasıl olması gerektiğini öğretirken kesin olarak aynı noktada uzlaşmak şartıyla, Petrus’un halefleri sıfatıyla bağlı oldukları ve Petrus vasıtasıyla sahip oldukları kendi aralarındaki birliğe olan bağlılıklarını, dünyanın dört bir yanına dağılmış olsalar da devam ettirirler. Bu yetkinin nasıl olduğu, evrensel Kilise’nin tinsel yönden ve inanç yönünden yargı ve öğretilerini ifade ettikleri ekümenik bir konsülde bir araya geldiklerinde daha net bir şekilde ortaya çıkar. Bundan dolayıdır ki tanımlamaları ve açıklamaları olması gereken inançla bir bütün oluşturmaktadır. (Lumen Gentium 25) Episkoposların başı olan papa özel bir yolla bu yanılmazlığa sahiptir. (Mt.16:17-19; Yhn.21:15-17) II. Vatikan’da belirtildiği gibi "yanılmazlık, papanın sahip olduğu üstün görevinde en büyük hoca ve çoban olarak tüm imanlıların inancını pekiştirmek kullandığı bir karizmadır (Lk.22:32), bu yolla nihai olarak ahlak ve inanç doktrinini eksiksiz bir şekilde, ardılı olduğu Petrus’a verilmiş olan söze o da sahip olduğundan Kutsal Ruh’un yardımıyla ilan eder." Papanın yanılmazlığı, Kilise’de birden bire ortaya atılmış ve kabul edilmiş bir doktrin olmaktan ziyade zaman içerisinde daha açık bir şekilde anladığımız ancak temeli, dayanmış olduğu ilk Kilise’nin dolaylı olarak belirttiği bir doktrindir. Aslında bu doktrin Petrus ayetlerinde yatar ; bunlar Yhn.21:15-17 ("Koyunlarımı otlat..."), Lk.22:32 ("İnancın sarsılmasın diye senin için dua ettim") ve Mt.16:18 ("Sen Kayasın..."). MESİH’E DAYANIR Mesih İsa, "tüm gerçeğe yöneltsin" diye (Yhn.16:13) Kutsal Ruh’un himayesi için söz verdiği Kilisesi’nden öğrettiklerini duyurmasını emretti (Mt.28:19-20). Bu dayanak ve Mesih tarafından verilen garanti ile Kilise ve hatta kişisel olarak Katolikler asla Mesih’in imanından düşmeyecektir (Mt.16:18, 1 Tim.3:15). Hristiyanlar Papa’nın önderliğini ve Kilise’nin otoritesini daha iyi bir şekilde öğrenmeye başladıkça papanın yanılmazlığını daha net anlamaya başladılar. İman anlayışındaki bu gelişme aslında ilk Kilise’de daha belirgindir. Bir örnek verecek olursak Kartacalı Kyprianus, 256 yılları civarında yazdığı bir yazısında bu yönde bir soru sorar ; "Sapkınlar, Apostolik (Havarisel, havarilere dayanan) inanca dayanan ve hiçbir yanlışın asla gelemeyeceği Petrus’un o büyük mevkisine mi karşı gelmeye cesaret edecekler? (Mektuplar 59 [55], 14). Bu inancı Agustinus beşinci yüzyılda en özet şekilde "Roma konuştu, dava karara bağlandı" diyerek belirtir (Vaazlar 131, 10). BİR KAÇ AYDINLATMA Yanılmaz bir beyan – ister bu beyanı tek başına papa tarafından, ister ekümenik bir konsül tarafından ve ister yüzyıllar boyu süre gelen Kilise’nin yetkisi altında bir öğretimle yapılsın – genellikle bazı doktrinsel sorunlar gündeme geldiği zaman yapılır. Katoliklerin tamamına yakını, hemen hemen bütün doktrinlerin hiçbirinden şüphe duymaz. Kateşizme şöyle bir baktığımızda çok sayıda doktrin dikkatimizi çeker ama bu doktrinlerin çoğu resmi papalık beyanı değildir ama aslında Kilise’nin olağan öğretisine dahil olan veya ekümenik bir konsül tarafından yanılmaz bir beyanla beyan edilmiş kimi konulara ilgili bu beyanlardan bir kısmına dair, ikircilik yaratmaksızın ihtimalle bir papanın bir veya daha fazla yanılmaz beyanı bulunmaktadır. Bazıları bu noktada skandallar içerisinde yaşamış bir papanın nasıl olup da yanılmaz olduğunu sorarlar. Doğru görünen bu itiraz elbette ki, yanılmazlık ile kusursuzluğun birbirine karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. Bir papanın hiç günah işlemeyeceğine veya önderi olduğu diğerlerine kötü örnek olmayacağına dair bir garanti yoktur. (Doğruyu söylemek gerekirse ne mutlu ki tarih boyunca papalıkta çok çok büyük bir oranda garantisi olmayan bu kutsallık gözlenmiştir, "kötü papalar"gelmişse de çok nadir olarak o mevkii de bulunmuşlardır.) Kimileri diğerleri ile ters düşecek olursa bir papada yanılmazlığın nasıl bulunacağını merak ederler. Bu da yine, ahlaka ve inanca dair resmi öğretiye dinsel bir başvuruda kendini gösteren yanılmazlığın, disiplin ve yönetim kararları veya ahlak ve inanca dair resmi nitelik taşımayan emirlerde de bulunduğuna dair yanlış inanıştan kaynaklanır. Bir papanın kişisel teolojik düşünceleri yanılmaz değildir, yanılmaz olan Mesih’ten süre gelen değişmez ve şaşmaz olan öğretiye ait, dinsel beyanlarıdır. Genel olarak yanılmazlık konusuna dair yanlış anlamalar mevcuttur, genelle aynı şekilde düşünmeyen Protestanlar ve Müjdeciler bile sıklıkla yanılmazlığın anlamının, bilinmesi ihtiyacı duyulan gerçekleri daha doğru öğretmek için papalara verilmiş bir lütuf olduğunu düşünürlerse de, bu düşünceye de tam olarak doğru denemez. Çünkü yanılmazlık, ne papaya neyin doğru olduğu noktasında yardım eder ne de papaya gerçeğin ne olduğunu "esinler". PETRUS YANILMAZ DEĞİL? Papaya dair yanılmazlık noktasında Protestanların en çok üzerinde durdukları ve hoşlarına giden Kutsal Kitap örneği, Petrus’un Antakya’da İsrail’den gelen orada bulunan Yahudileri gücendirmemek için putperest kökenli Hristiyanlarla yemek yemeği reddetmesidir. (Gal.2:11-16) Bundan Pavlus da onu azarlar. Bu şimdi papalık yanılmazlığının olmadığını mı göstermekte? Tam olarak değil. Petrus’un hareketi disipline dair bir konuydu, yoksa ahlak veya inanca dair değil. Çünkü oraya Yahudiler gelene kadar yemek yiyordu. Dahası sorun Petrus’un yaptıklarıydı, öğrettikleri değil. Pavlus, Petrus’un doğru inanca ve öğretiye çok iyi bir şekilde sahip olduğunu itiraf eder (Gal.2:15-16). Buradaki örnekte ahlak ve inanca dair bir beyanda bulunup, öğretisel bir şey yapmamaktadır. Protestanlar bile kabul etmelidir ki Petrus bir şekilde yanılmazlığa sahipti çünkü Petrus’un Yeni Ahit’te iki adet mektubu bulunduğunu unutmamalıdırlar. Sonuçta Antakya’daki davranışları hem sahip olduğu yanılmazlık ile çelişmiyor, ne de genel yanılmazlığa zıt bir durum teşkil ediyor. Tarihe dönersek, belirli "papa hataları"nın Kilise tarafından kritiğinin yapıldığını görürüz. Papa Liberius, Vigillius ve Honorius’un tartışmaları gerçekten de üç davaya dönüştü. Davalar hemen tam da istedikleri gibi tüm yanılmazlık karşıtı papa muhaliflerinin davasına döndü. Protestanların favori davası Papa Honorius’a ait olandır. Onun, inancımıza aykırı bir görüş olan, Mesih’in iki öze (hem ilahi hem insan) değil de, bir tek (ilahi) öze sahip olduğuna dair – tüm ortodoks Hristiyanların inandığı şekilde – bir inancı (Monotelitizm) öğrettiğini söylerler. Detayları burada yok ama I. Vatikan’da, yanılmazlığın betimlenmesi konusundaki beyanda, genel hatlarıyla hiçbir davanın bu konuya karşıtlık oluşturmadığına dair not düşmek yeterli olacaktır. (cf. Pastor Aeternus 4). "Kitap Hristiyanları" tarafından papanın yanılmazlığı konusunun reddi nedeni Mesih’in göze görünür bir Kilise kurmadığı düşüncesidir, bunun anlamı başları papa olan episkoposların hiyerarşisine inanmazlar. Ayrı bir bölüm konusu olan Kilise’nin göze görünür yapısının neler olduğunu ayrıntılı bir şekilde bu konu içerisinde anlatmaya yer yok ama Yeni Ahit’in bize gösterdiği şekilde havarilerin Mesih’ten aldıkları talimatlarla kendilerinden sonra gözle görünür bir organizasyon kurduklarını ve daha ilk yüzyıllardaki tüm Hristiyan yazarların – daha doğrusu Protestanlar ortaya çıkana kadar neredeyse tüm Hristiyanların – Mesih’in kurup devam ettirdiğine inandığına dair birkaç noktaya değineceğiz. Bu eski inancın bir örneği Antakyalı İgnatyus tarafından veriliyor. Yaşamış olduğu ikinci yüzyılda İzmir’deki kilisede yazdığı mektupta "Episkopos her nerede görünürse, Katolik Kilise’de bulunan Mesih İsa orada görünmüş gibi halk da orada olsun" (İzmirlilere Mektup 8, 1, [İ.S.11] ). Eğer Mesih böyle bir organizasyon kurduysa, kendisi dünyadan ayrıldıktan sonra öğretisini değişik yollarla bütünüyle koruyan bu tanımlamanın da devamlılığını hiç şüphesiz sağlayacaktır. Mesih’in mesajının muhafazasının ve devamlılığının; tümüyle Kilise’ye ait olup özünde Mesih tarafından liderler olarak atanmış olan episkoposlar - (özel olarak) papa - yoluyla ve yanılmazlık lütfu ile garantiye alınması, episkoposların ardılları oldukları havariler tarafından gerçekleştirilmiştir. Papanın öğreti hataları bütünüyle Kilise’nin kendi mutlak varlığına bağlı olan bu karizma ile Kutsal Ruh tarafından korunmaktadır. Eğer Mesih söz vermiş olduğu gibi cehennemin kapıları Kilisesi’ne karşı duramayacaksa, bunun için, büyük bir hataya düşüp Mesih’ten uzaklaşması riskinden tamamen korunmuş olması lazımdır. Bunun böyle olduğu, kurtuluşla ilgili olan meselelerde sağlam bir şekilde kendini ispat etmektedir. Elbette ki bu yanılmazlık; kişisel olarak bir papanın, gerçeğe dair öğretideki "ihmalkarlığına" veya günahsız olacağına veya yalnızca insan aklı yoluyla alınan disiplin kararlarına dair bir garanti içermemektedir. Ama papa, Kilise’nin temel amacını oluşturan kurtuluşla ilgili olarak talimatlarıyla dosdoğru öğretmelidir. Korunan Mesih inanlıları, üzerine Mesih’in öğretisinin kaynağı olan gerçeğin yükseldiği sağlam bir kayaya güvenebilmelidir. Ve bu da, bu yanılmazlığın neden var olduğunun nedenidir. Matta 16:18b deki ayette cehennemin kapılarının Kilisesi’nin karşısında duramayacağını Mesih söylediğinden, Kilisesi de varlığını asla yitirmeyecek demektir. Ama eğer Kilise sapkın öğretilerle Mesih’ten dönecek olsaydı, Mesih’in Kilisesi olmasını gereken Kilise varlığını devam ettiremeyecekti. Bundan dolayıdır ki Kilise, gerçeğe inanma yolunda beyanlarıyla sapkınlık öğretme imkanına sahip değildir. Bu aynı gerçek Havari Pavlus’un ifadesinde de Kilise, "gerçeğin direği ve dayanağı" dır (1 Tim.3:15). Kilise bu dünyadaki dinsel gerçeğin dayanağı olduğundan, Tanrı kendi sözcülerine sahiptir. Mesih İsa’nın havarilerine söylemiş olduğu gibi "Sizi dinleyen beni dinlemiş olur, sizi reddeden beni reddetmiş olur. Beni reddeden de beni göndereni reddetmiş olur." (Lk.10:16) Bende buraya katoliklerin mevcut savunmalarından sadece ufak bir bölüm koyuyorum.. kaynak: www.meryemana.net Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.