Omulus Oluşturma zamanı: Aralık 30, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 30, 2009 Gnostisizm bilgi ile kurtuluş ilmidir. Yahudilik, Hıristiyanlık ve neredeyse tüm pagan inançları, ruhun kurtuluşunun Yüce Tanrısal Güç’e akıl ve irade ile boyun eğmekle, yani iman ve ibadet ile sağlanacağını öngörmüşlerdir. Oysa Gnostisizm’in dikkat çekici farklılığı, ruhun kurtuluşunun evren gizemlerinin bilgisine "sezgi" ile ulaşmakla ve bu bilgiyi açıklayan büyülü formülleri öğrenmekle sağlanacağını varsaymasıdır. Gnostikler “bilen kişiler”dir ve bilgileri onları tüm varlıklar arasında üstün kılmakta, bilgisizlere oranla geçmiş ve gelecekte temelden farklı bir statü sahibi olmalarını sağlamaktadır. Gnostisizm’in kökenleri hala koyu karanlıkta bulunmasına karşın, bir çok araştırmacının birleşik çabaları bu sorunu öylesine aydınlatabilmiştir ki, artık şu kesinlik taşımayan sonucu sunabilmek olasıdır: ilk bakışta Gnostisizm, ilkçağdaki tüm dinsel dizgelerin özensiz bir bileşimi gibi görünse de, gerçekte derinlerde oluşmuş ve Gnostisizm’in yaşayıp gelişmesi için gerekli olan temel bir ilkeye dayanmıştır; bu ilke, felsefi ve dinsel kötümserliktir. Aslında Gnostikler kendi terimler dizgelerini hemen tümüyle varolan dinlerden aktarmışlar, ancak bunu bir yandan varoluşun özdeki kötülüğü hakkındaki düşüncelerini açıklayabilmek için, diğer yandan insanüstü bir Kurtarıcı ve büyülü sözler sayesinde bu kötülükten sıyrılmayı öngören amaçları için kullanmışlardır. Diğer dinlerden ödünç aldıkları ne olursa olsun, söz konusu edilen kötümserlik kesinlikle kendilerine özgüdür. Bu kötümserlik, bu evrendeki tüm güzellikleri ve soyluluğu saygı ile dile getiren neşeli Helen düşüncesinden kaynaklanmamıştır; ne de öte dünyadaki yargı ve cezalandırmalar için öngördükleri ayrıntılı spekülasyonların gündelik yaşamlarını gölgelemesine izin vermeyen ve evrenin Thoth’un öncü bilgeliği altında yaratılıp geliştiğini varsayan Mısır düşüncesi değildir bu kötümserliği aktaran. Diğer taraftan Gnostisizm’in kötümserliğinin kökeni, Ahura Mazda’nın saltık üstünlüğünü vurgulayan ve evrenin yaratılışında Ahriman’a ancak ikincil bir pay tanıyan İran düşüncesi de olamaz; basit ve en saf anlamıyla Kamutanrıcılığı yaşayan ve evreni Tanrı ile çelişkili olarak değerlendirmekten uzak olan Brahma düşüncesi hiç olamaz. Son olarak, Sami inançları da değildir kötümserliğin kökenini içeren, zira Sami dinleri ölümden sonra ruhun kaderi hakkında fazlasıyla suskundurlar ve Baal, Marduk, Assur ya da Haddad tapımlarında uzun ve mutlu yaşamanın pratik bilgeliğini sunarlar. Tüm evreni bir bozulma ve bir yıkım olarak değerlendiren bu su katılmamış kötümserlik, bedenden kurtulmaya hummalı biçimde can atan ve varoluşun lanetli büyüsünü bozacak gizemli sözcükleri öğrenmek için delice bir umut besleyen Gnostik düşüncenin temeli olmuştur. Gnostisizm, olsa olsa Budizm ile aynı verimli toprakta yeşermiş olabilir; ancak Budizm etik temellidir ve tüm arzuların söndürülmesi ile amacına ulaşmaya çabalar. Gnostisizm, sahte bir entellektüellik içerir ve özellikle sezgisel bilgiye güven duyar. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Aralık 3, 2010 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 3, 2010 http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s64/s5_files/image006.jpg Gnostisizm Allahın kişilik ve sıfatı hakkında tam bilgi sahibi olduklarını iddia eden filozofların felsefidir. Bu felsefeye inananlar Gnostik denmektedir. Bu inanç Yunan Akdeniz devletlerinde bir felsefe olarak yayılmıştır. Köklerini Paganizmden alır. Aynı şekilde Musevi ve Hıristiyan Dinlerinin de tesirleri gözükmektedir. Gnostisizm, eski Mısır ezoterizmini, eski Yunan ezoterizmini (Platon, Pisagor), İbrani tradisyonlarını, Zerdüştçülüğü, bazı Doğu geleneklerini ve dinlerini, Hıristiyanlığı eklektik bir tutumla sentezleyen, birçok tarikatın benimsediği mistik felsefeye verilen genel addır. Terim, eski Yunanca’daki “sezgi veya tefekkür yoluyla edinilebilen bilgi” anlamındaki “gnosis” sözcüğünden türetilmiştir. (Gnosis üç bilgi türünden biridir. Diğerleri, öğrenimle öğrenilebilir bilgi “mathesis” ve ancak ıstırap çekerek öğrenilebilen bilgi “pathesis”tir.) Eski Yunan ezoterizmine göre nasıl ıstırap yoluyla ulaşılabilecek bilgiye öğrenim ve sezgi yoluyla ulaşılamazsa, sezgiyoluyla öğrenilebilecek bilgiye (gnosis) de ne ıstırap yoluyla ne öğrenim yoluyla ulaşılabilir. Bu yüzden kimileri gnostisizmi "'sezgi' yoluyla alınan 'bilgiyle kurtuluş öğretisi'" olarak tanımlar. 1945 yılından önce Gnostisizm hakkında bilinenler, hacimli bir Gnostik metni olan Pistis Sophia ve ilk yüzyılda kilise babalarının Gnostisizme karşı söylediklerinden ibaretti, 1945 yılında Nag hammadi mağarasında pek çok antik Gnostik metni bulundu ve Gnostisizme bakış açısı önemli oranda değişti, Elaine Pagels gibi bazı bilim adamları ve Peter Gandy gibi gizem tarihi araştırmacıları, literalist Roma kilisesi kristolojisinin Gnostisizm'den türediğini söylemiştir. En önemli Gnostik metinleri; Tomas İncili, Yuhanna'nın Gizli Kitabı, Filip İncili ve Pistis Sofya'dır. Gnostisizm’in ocağı, bu felsefenin oluşumunda muhtemelen büyük rol oynamış değerli el yazmalarının bulunduğu, antik çağın en büyük kütüphanesine sahip olan İskenderiye kentidir. Buradaki okullarda İ.S.1 ve 2.yy.’larda okutulan gnostisizmi Kilise hep sapkın bir yol olarak görmüş ve göstermiştir. Gnostisizm ise Hıristiyan dogmatizmine akılcılık yaklaşımını benimseyerek karşı koymuştur. Örneğin Gnostikler İsa Peygamber’in Tanrı’nın oğlu olmadığını savunmuşlardır. Ayrıca İsa Peygamber’in çarmıha çakılmadığını ileri sürmüşlerdir. Gnostiklere ait el yazmaların kilise tarafından yönlendirilen yıkımlarla (İskenderiye kütüphanesinin yıkımı vs.) yok edilmesinden dolayı Gnostikler hakkında 20.yy.’a dek pek fazla bilgi edinilememişse de, 1902 ile 1948 yılları arasında gnostiklere ait çok sayıda el yazması keşfedilmiş ve bunlar sayesinde gnostisizmin ilkeleri daha iyi anlaşılmış bulunmaktadır. Gnostisizmin ilkeleri 1- Hakikatlere ulaşabilmede dinler yetersizdir. 2- Hakiki bilgiler, yani hakikate ait ya da hakikate yakın bilgiler ancak ruhsal ve psişik gelişim yoluyla edinilebilir. 3- Ruh ölümsüzdür. Ruh dünya yaşamında bir tür hapishane yaşamı geçirmektedir. 4- Gerçek olan, fiziksel dünya yaşamı değil, ruhsal yaşamdır. 5- Dünya düalite ilkesinin geçerli olduğu bir gelişim ortamıdır. 6- Ruhsal gelişim yolunda en önemli bilgi kaynaklarından biri ruhsal alemden ruhsal irtibatlarla alınabilecek yüksek bilgiler içeren tebliğlerdir ki, bunlar ruhsal bakımdan seçkin insanlara verilir. Gnostizism inanışın temel İlkesi , bu dünyanın bilhassa insan vücudu bir şeytan Tanrı tarafından şekillendirilmiştir. dayanır. “Demiurgos ya da Demiurge, birçok kültürde görülen Dünya’yı oluşturan ilaha eski Yunan tradisyonunda verilen addır. Bu ad, “insanlar” anlamındaki “demos” sözcüğü ile “iş” anlamındaki “ergon” sözcüğünden türetilmiş olup, “insanlar için imal eden, şekil veren, mimar” anlamına gelmektedir. Fakat bu ilahın Yaratıcı olmadığı da belirtilir. Demiurgos’un en belirgin özelliği bir şeyi yoktan var etmemesidir; yaratmaz, yoktan bir şey var etmez, fakat yaratılmış olana biçim vererek bir şeyler meydana getirir, yaratılmış olanı düzenleyerek yeni yeni şeyler meydana getirir. Dünya’yı da böyle, biçimlendirerek ve unsurlarını düzenleyerek oluşturmuştur. Bu ilah sembolünün, özellikle Platoncular ve Gnostikler’ce kullanılmış olduğu görülmektedir. Platon'un Timaeus'u Demiurgos'u sınırsızca hayırsever olarak anlatmaktadır. Bu sebeple Demiurgos mümkün olduğunca iyi bir dünya var etmek istemektedir, ancak Demiurgos dünyayı kaotik ve belirsiz bir oluşum halinden oluşturduğu için dünya asla mükemmel olamamaktadır “ Bu Tanrı İnsanın ruhunu kendi şekillendirmiş olduğu “ Dünyaya “ hapis eylemiştir. “ Halbuki bizim hakiki evimiz ( the "pleroma"), denilen yerdir ve bizim tekrar oraya dönebilmemiz için Dünyadaki bu zoraki hayatımızda “ cinsel ve bedensel zevklerden kendimizi korumamız ve uzak kalmamız “ gerekmektedir Gnostiklere göre yaratılış hikayesi, hem çeşitli sembolik anlamları içinde barındıran, hem de bunlardan da daha derin psikolojik ve "sembolün de sembolü" olabilecek anlamları içeren bilinçlice oluşturulmuş bir süper-mit tir. Yuhanna'nın Gizli Kitabı ve diğer birkaç gnostik metinde Tevrat'taki Genesis'in tefsiri niteliğinde açıklamalar vardır, bazı varyasyonlar hariç, bu anlatımlar genel olarak aynıdır. Bu sembolik anlatımı, genel hatlarıyla çok kısa bir şekilde şöyle tefsir edilmiştir. Başlangıçta Pleroma adı verilen ilksel Tanrısal bütünlük vardı, var olan düşünülebilen ya da düşünülemeyen her şey Pleroma, "Baba Tanrı" olarak da nitelenen bu ilksel bütünlüktü, Gnostisizm'de "yaratılış" ifadesiyle kastedilen şey, islami anlamda "yoktan var olma" değil emanasyondur.("emanation", yayılma, bilincin genişleyerek farklılaşması... Bu nedenle panhelestik yapıda olduğu söylenebilir) Var olan her şey bu ana ışıktan yayılmıştır, bu aşamada "Demiurge", "Tanrı" ve madde ikiliği diye bilinen düalizm bulunmaz, işte bu nedenle düalistik olarak bilinen Gnostisizm, bu aşamada Monoistiktir. ana Gnostik ekolünden Valentin ekolü daha monoistik bir yapıdadır, Setyan (Sethian) ekolü ise ortaya çıktığında daha düalistik iken sonra Zostrianos gibi Setyancı Gnostik metinlerde monizme dönmüştür. Her iki Gnostik ekole göre de, Zerdüştiliğin aksine, emanasyon/yaratılış/yayılma aşamasından önce düalizmden çok monizm hakimdi denilebilir. Başlangıçtaki her şeyi kapsayan, her şeyin üzerindeki ışık ve her şey olan mutlak Tanrı bilinci (Pleroma) kendi içinde değişik bilinç merkezleri olarak tezahür ettikçe önce Barbelo, ondan sonra Tanrıça Sophia ortaya çıktı Pleroma'nın Tanrı bütünlüğünün cinsiyeti yoktur ancak Tanrılığın içindeki sonsuz bilinç okyanusundaki çift kutuplu ilkeleri daha rahat anlatabilmek için "Tanrıça" "Tanrı" gibi ifadeler kullandılar ilk Gnostik Hıristiyanlar. Yani "tanrıça" da Tanrı da birer sembol anlatılmayanı anlatabilmek için. Sophia'dan sonra Tanrıça'nın kendisine yabancılaşması, Pleroma'dan farklılaşması dolayısıyla kendisinin içinden kusurlu bir bilinç tezahürü olarak fırlayan Yaltabod (demiurge) isminde düşük Tanrı dünyayı yarattı, (yaratma filli yine islami anlamda değil, emanasyon "yayılma" ve “ şekillendirme” anlamındadır) Ademi ve Havva'yı da yaratan bu düşük Tanrı'ydı, gerçek Tanrı değil. Bu "düşük" Tanrı, "ben kıskanç bir Tanrı'yım benden başka Tanrı yok" diyordu. Adem'i Havva'yı yarattı çünkü maddenin efendisiydi, ama onlara bir türlü can veremeyince Sophia'dan çaldığı güçle onlara yaşam üfledi, bu yaşam ilahiydi ama düşük Tanrı Yaltabod, insanların bunu bilmesini istemiyordu, daha sonra bu "benden başka Tanrı yok" diyen kıskanç Tanrı, Adem ve Havva’yı en düşük yerlere yerleştirdi Adem ve Havva'nın, içlerindeki tanrısallığı yani gerçek Tanrı ile olan bağlantılarını görmelerini istemiyordu Demiurge. Ancak Pleroma'dan, gerçek Tanrı'dan çıkan ışık Adem ve Havva'nın bulunduğu Eden bahçesine düştü ve metafor olarak "hayat ağacı" "bilgi ağacı" olarak tasvir edildi. İnsanoğlunu yaratan düşük Tanrı Yaltabod, insanın gerçek Tanrı ile olan bağlantısını bilmesini istemiyordu, insanların sadece kendisine tapmasını kölelik etmesini arzuluyordu bu nedenle sürekli "benden başka Tanrı yok, eğer benden başkasına taparsanız yakarım" derdi işte günümüzde anlaşılamayan "Yüce tanrı neden bu kadar kıskançça ortak koşulmasına dayanamaz" sorusunun yanıtıdır bu. İşte Demiurge, bu nedenle Adem ve Havva'ya o ağacın meyvesinden yemesini yasakladı. Ancak gerçek Tanrı'nın sözü Havva'ya yardım etti ve o meyveyi yemesini söyledi, yani "bilgi ağacı" metaforu, insanın özünde gerçek Tanrı ile bir olduğu bilgisiydi, Tevrat'ta, Havva'ya özünü tanıması için meyveyi yemesini söyleyen Tanrı'nın sözü, daha sonra yılan şeklinde şeytanlaştırılmıştır Ancak düşük Tanrı Yaltabod, önlemini aldı ve ikisine de unutkanlık suyundan içirip maddesel alemin en rezil yerine dünyaya attı onları, Adem ve Havva'nın içlerinde gerçek Tanrı'ya ait olan tek şey Tanrı'nın ilahi kıvılcımıydı ve düşük Tanrı "sadece bana kulluk edin hayatın amacı budur" derken hayatın gerçek amacı insanın özünde gerçek Tanrı ile birliğini algılayıp Gnosise erişmesiydi. Tevrat'ta zaten şöyle bir ifade var ilginç bir ifade, Tanrı şöyle diyor: "O ağaçtan yiyerek BİZDEN BİRİ GİBİ OLDULAR" İşte İsa, Havva'ya, insan ile Tanrı'nın bir olduğu bilgisini belirtmek için kullanılan "bilgi ağacı" "yaşam ağacı" metaforundan "meyve" yemesini söyleyen ve insanın Tanrı ile birliğinin farkına varıp tekrar Tanrısal bütünlüğe Pleromaya ulaşmasını isteyen Tanrı sözüdür ama Yahudilikteki "mesih" kavramını da karşılayabilmek için insanlaştırılmıştır. Hem insan yapılmıştı hem de "tanrı" denmiştir. İşte bu nedenle Tevrat'taki düşük Tanrı Yaltabod "göze göz dişe diş" derken İncil'deki gerçek Tanrı İsa "Göze göz denildiğini duydunuz ama ben size diyorum ki düşmanlarınızı sevin" der, Eski Ahiti çürütür. Tabi ki daha sonra, kilise tarafından İncil'deki çeşitli bölümler Eski Ahit ile uyumlu hale getirilmeye çalışılmıştır ancak hala pek çok ayet açıkça göze batmaktadır ve eski Ahitle çelişmektedir. Gnostikler "sır"ları "gizli bilgi"leri çok severlerdi ve bu sırların sadece belli bir ruhsal olgunluğa ulaşmış kişilere verilmesini isterlerdi bu sırların en önemlilerinden biri de İsa Mesih'in her yerde ve her şeyde, bütün insanlardaki ilahi kıvılcım olduğuydu. Aziz Pavlus da bir gnostik idi, tıpkı Gnostikler gibi Pavlus da "sır" ve "gizem"leri çok severdi ancak İncil'deki Pavlus'a ait olduğu söylenen pastoral mektuplar sahtedir, gerçek mektuplarının da bir kısmı lanetlenmiştir. Yine de şu tip gnostik metinler, Hıristiyanlar tarafından saptırılarak yorumlansa da, ayakta kalmıştır: Kol.1: 27"Tanrı kutsallarına bu sırrın uluslar arasında ne denli yüce ve zengin olduğunu bildirmek istedi. Bu sırrın özü şudur: Mesih içinizdedir. Bu da size yüceliğe kavuşma umudunu veriyor." Kol.3:11 " Bu yenilikte Grek ve Yahudi, sünnetli ve sünnetsiz, barbar, İskit, köle ve özgür ayrımı yoktur.Mesih her şeydir ve her şeydedir." İncil'deki bu ayetleri, Gnostik bir İncil olan, günümüzdeki Hıristiyanların kabul etmediği Thomas İncilindeki şu ayetlerle kıyaslayalım: "1. Bu sözlerin anlamını bulan, ölümü tatmayacak.! 77. İsa dedi : Ben herkesin üzerindeki ışığım. Ben Herşey’im. Her şey benden çıktı ve bana ulaştı. Ağacı yarın, ben oradayım. Bir taşı kaldırın, beni orada bulacaksınız.! " dünyanın yerine kurulacak ve iyi insan ve ruhları burada yaşayacaklardır. İsa basit bir insan ve Tanrı'nın bedene bürünmüş hali değildir, İsa herkesin içinde keşfedilmeyi bekleyen tanrısallıktır, ilahi kıvılcımdır kurtuluş budur. Mitteki İsa'nın çarmıhta ölmesi, günahlara kefaret falan değildir bir semboldür. İnsandaki hayvani doğanın (eidolon) yok edilmesini ve tanrısal doğaya(Daemon) ulaşılmasını simgeler. Gnostizm de insan ve ruhu Dünya yüzünde hapsedilmiş olan bedeni diğer dinlerin aksine dua ederek ve tanrının istediklerini yerine getirerek değil fakat birkaç ölüm ve ruh göçü evresi geçirdikten ve her ruh göçü evresinde sadece bilgisini ( “ gnosis “ Yunanca Bilgi demek ) geliştirmesiyle ve bu sayede hakikati görüp düşük Tanrı Yaltabod, kurduğu yalan Dünyadan kurtulup Hakiki Tanrının ve insanın öz dünyası olan Paleromaya ulaşması ile sonsuz bir hayata ve huzura kavuşacaktır. Dünyanın sonu geldiğinde ve büyük hesap zamanında bu mertebeye erişmemiş olan insanlar ve ruhları sonsuza kadar bu lanetlenmiş olarak yaşayacaklar. Bu evrede düşük tanrı Yaltabot ve onun yardımcısı şeytanda yakalanacak sonsuza kadar cezalandırılacaktır. Asıl Tanrı tarafından dünyaya iyiliklerle kurulmuş ve saadet ve mutluluk dolu bir dünya bu kötü düzenlenmiş Gnostisizm Hakkında Ek Bilgiler http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s64/s5_files/image007.jpg Hıristiyan ve Pagan Gnostisizm döneminin neredeyse tamamı derin bir gizem ve belirsizlik perdesiyle örtülüdür. Gnostikler çok üretken yazarlar olsalar da Gnostik literatürün çok azı günümüze kalmıştır. Gnostikler erken dönem Hıristiyan kilisenin düşmanlığını üstüne çekmiş ve kilise dünyasal güç edinir edinmez Gnostik kültlere dair bütün mevcut kayıtları yok etmiştir. Gnostik kelimesi bilgelik veya bilgi anlamına gelir ve Yunanca Gnosis kelimesinden türemiştir. Tarikatın üyeleri ilk Hıristiyanların gizli öğretilerini bildiklerini ileri sürmüşler, Hıristiyan Gizemlerini pagan sembolizmaya göre yorumlamışlardır. Avamdan sakladıkları gizli bilgi ve felsefi inançlarını, özel olarak inisiye edilmiş kişilerden oluşan küçük bir gruba öğretmişlerdir. Yeni Ahit’in ünlü büyücüsü Simon Magus’un Gnostizmin kurucusu olduğuna inanılır. Eğer bu doğruysa, bu hizip İsa’dan sonraki ilk asırda oluşturulmuştur ve Hıristiyanlığın ana gövdesinden çıkan birçok daldan biridir. İlk Hıristiyan kilisenin fanatik taraftarları, akıllarına yatmayan her şeyi Şeytan’ın işi olarak görmüşlerdir. Keza Simon Magus’un gizemli ve doğaüstü güçleri olduğu düşmanları tarafından bile kabul edilmiştir, ancak bu güçlerin ona yanından hiç ayırmadığı cehennem iblisleri tarafından verildiğine inanmışlardır. Kuşkusuz Simon’la ilgili en ilginç efsane, onun Havari Petrus’la Roma’da teosofik bir yarışmaya girişini anlatır. Kilise babalarının anlattığı hikâyeye göre, Simon ateşten bir arabayla gökyüzüne çıkarak ruhani güçlerini kanıtlamaya kalkışmıştır. Aziz Petrus bunu gördüğü zaman yüksek sesle haykırarak demonlara (hava ruhlarına) büyücüyü bırakmalarını emretmiştir. Yüce azizin emrettiği bu cinler onun dediğini yapmak zorunda kalmış, Simon çok yüksekten düşerek ölmüş ve böylece Hıristiyan güçlerin daha büyük olduğu kesin bir şekilde kanıtlanmıştır. Tümüyle uydurma olduğu kesin olan bu hikâye, Simon’un ölümüne dair sayısız hikâyeden sadece biridir. Aziz Petrus’un hiç Roma’ya gitmediğine dair giderek daha fazla kanıt birikmektedir ve hikâyenin doğruluğunu gösterir tüm kanıtlar çürütülmüştür. Bahsedilen Simon kesinlikle bir felsefeciydi, günümüze kalan bütün sözlerinde onun sentetik ve aşkın düşünceleri çok güzel bir şekilde ifade edilmiştir. Hippolytus’un sakladığına inanılan aşağıdaki sözlerinde Gnostizmin ilkeleri çok iyi tarif edilmektedir: “Söylediğimi sana söylüyor, yazdığımı sana yazıyorum. Ve yazdığım şudur: Evrensel Eonlar [töz ve uzay içindeki yaratıcı ve yaratılmış hayat, göksel yaratıkların dönemi, döngüsü, boyutları] başı sonu olmayan iki filiz vardır ki tek bir Kök’ten çıkarlar. Bu kök görünmez, kavranamaz sessizliğin [bythos] gücüdür. Bu filizlerden biri Yüce Güç, her şeyi düzene sokan, eril olan Evrensel Akıl yukarıdan gelmiştir ve öteki, her şeyi üreten dişil Yüce Düşünce aşağıdan [tezahür etmiştir]. Böylece birleşerek Ortadaki Uzaklık’ı, başlangıcı ve sonu olmayan, kavranamaz Hava’yı tezahür ettirmişlerdir. Bütün her şeyi koruyan, başlangıcı ve sonu olan şeyleri koruyan Baba buradadır” (Bkz. Simon Magus, G.R.S. Mead). Buradan anladığımıza göre tezahür, birbiri üzerine etkide bulunan eril ve dişil ilkelerin sonucudur ve bu durum orta planda, yani denge noktasında gerçekleşir. Buna pleroma denmektedir. Bu pleroma ruhi ve maddi eonların karışımdan türer. Bireyselleşmiş Demiurgus’lar, bu pleroma’dan çıkarlar. Ölümsüz ölümlüler Demiurgus’lara fiziksel mevcudiyetimizi ve bununla birlikte yaşamak zorunda olduğumuz ıstırabı borçluyuz. Gnostik sistemde Syzygy denilen üç tamamlayıcı zıt çift, Sonsuz Bir’den sûdur etmiştir.Pleroma’dan ise bireyselleşmiş Demiurglar çıkmıştır (H.P. Blavatsky’nin eserlerine bakınız). Simon Magus ile müridi Menander’in bu ilk Gnostisizmi, kültün daha sonraki taraftarları tarafından genişletilmiş ve sık sık çarpıtılmıştır. Gnostik okul ikiye ayrılıyordu: Suriye kültü ile İskenderiye kültü. Bu okullar esasta anlaşıyorlardı, ancak İskenderiye kültü daha sonra panteizme, Suriye kültü ise düalizme yaklaşmıştır. Suriye kültü büyük ölçüde Simoncu iken, İskenderiye okulu öğrenimini Havari Matta’dan aldığını ileri süren Mısırlı Hıristiyan Basilides’in felsefi çıkarımlarına dayanır. Basilides, Simon gibi sûdur öğretisine inanıyordu ve Yeni-Platoncu eğilimleri vardı. Aslına bakılırsa bütün Gnostik Gizem Okulu, Gnostiklerin sonsuzlukta bir arada var olduğuna inandıkları uzlaşmaz karşıtlıklar olan Mutlak Ruh ile Mutlak Madde zıtlığı arasındaki mantıksal bağlantı olarak sûdur hipotezine dayanır. Bazılarına göre Gnostisizmin gerçek kurucusu Basilides’tir; ancak Simon Magus’un temel ilkeleri bir asır önce tesis ettiğine dair çok kanıt vardır. İskenderiyeli Basilides, müritlerine Mısır Hermetizmini, Doğu Okültizmini ve Pers felsefesini öğretmiş, öğretilerinde ilk Hıristiyan okulları kadim pagan gizem okullarıyla uzlaştırmaya çalışmıştır. Ulûhiyet’le ilgili tuhaf Abraxas formülünü onun icat ettiği söylenir. Kelt Druidleriyle ilgili eserinde bu kelimenin esas anlamını tartışan Godfrey Higgins, Abraxas kelimesini oluşturan harflerin sayısal değerini kanıtlamıştır. İsmi oluşturan harflerin toplamı 365’tir. Aynı yazar Mitra kelimesinin aynı şekilde hesaplandığı zaman aynı sayıyı verdiğini söylemektedir. Basilides evrenin gücünün 365 eon, yani ruhani döneme bölündüğünü ve bunların toplamının Yüce Baba olduğunu öğretmiştir. Bu Yüce Baba’ya, O’nun ilahi kudretini, niteliklerini ve tecellilerini gösteren Kabalistik Abraxas ismini vermiştir. Abraxas genellikle bir insan bedenine ve bir horozun başına sahip, her bir bacağının sonu bir yılanla biten karma bir yaratık olarak sembolize edilmiştir. Gnostics and Their Remains adlı eserinde C. W. King, Basilides’in Gnostik felsefesi için, erken dönem Hıristiyan piskopos ve şehit Aziz Irenaues’un yazılarından alıntı yaparak, şu özlü tanımı verir: “Yaratılmamış, Ezeli Baba olan Tanrı’nın önce Nous’u, yani Aklı yarattığını ileri sürmüştür. Bu Nous’tan Logos, yani Kelam, yine Phronesis, yani Akıl; Phronesis’ten Sophia, yani Bilgelik ve Dinamis, yani Güç çıkmıştır.” C.W. King Abraxas’ı tanımlarken şunları söyler: “Bellerman, Abraxas ismi verilen bileşik imgenin Gnostik Tanrılar meclisini gösterdiğini söyler. Bu imge kendisinden çıkan Beş Tecelli’yle birlikte Mutlak Varlık’ı temsil eder. En büyük Tanrı’nın her zamanki formu olan insan bedeninden, onun iki destekçisi, yılan şeklinde gösterilen, iç duyular ve hızlı kavrayışı sembolize eden Nous ile Logos çıkar. Yunanlılar yılanı Pallas’ın bir özelliği kılmışlardır. Horoz başı ise Phronesis’i temsil eder. Bu kuş, uyanıklığın ve öngörünün sembolüdür. İki kolu Sophia ile Dynamis’i, Bilgelik kalkanı ile Güç kırbacını tutar.” Gnostikler Demiurgus veya aşağı dünyaların yaratıcısı hakkındaki görüşlerinde ayrılmışlardı. Gnostik öğretiye göre Demiurgus maddi evreni altı oğlunun veya tecellinin (muhtemelen gezegensel Meleklerin) yardımıyla yaratmış, bunları kendi içinden, kendinden çıkarmıştır. Daha önce de belirtildiği üzere Demiurgus pleroma denilen tözün en aşağı yaratımı olarak şekil kazanmıştı. Gnostiklerden bir gruba göre Demiurgus bütün mutsuzluğun kaynağıydı, söz konusu alt âlemi inşa ederek insan ruhlarını ölümlü araçların içine koyarak hakikatten ayıran kötü bir yaratıktı. Diğer Gnostik mezhebe göre Demiurgus, görünmez Rabbin ilahi emirlerini yerine getirmekten başka bir şey yapmamıştı. Bazı Gnostiklere göre Musevi Tanrı Yehova bir Demiurgus’tu. Bu kavrayış, ufak bir değişiklikle, Yehova’yı Mutlak Tanrı olarak değil de maddi evrenin efendisi olarak gören ortaçağ Gül-Haççılığını etkilemiştir. Mitoloji hem yersel hem de semavi doğadan pay alan tanrıların hikâyeleriyle doludur. İskandinavya mitolojisinden Odin, bazı açılardan bir Mutlak Tanrı olmasına rağmen ölümlü olması ve doğa yasalarına boyun eğmesi anlamında iyi bir örnektir. Gnostiklerin Mesih’le ilgili düşünceleri incelemeye değerdir. Bu Tarikat Suriyeli İlahi Varlık’ın [Mesih’in] gerçek resimlerinin bir tek kendilerinde olduğunu ileri sürmüştür. Bahsettikleri bu tasvirler, çok büyük bir ihtimalle, Mesih’in mevcut pagan tanrılarının mevcut resimleri ve heykellerine dayanan ideal tasvirlerinden ibaretti ve Hıristiyanların hepsi bunlara sahipti. Gnostikler için Mesih, Nous’un, daha yüksek ruhani Eonlardan sûdur etmiş İlahi Akıl’ın bedenlenmesidir. O vaftiz sırasında İsa’nın bedenine girmiş ve çarmıhta bu bedeni terk etmiştir. Gnostikler İlahi Nous ölümü yaşayamayacağı için İsa’nın çarmıha gerilmediğini ileri sürmüştür. Kireneli Simon onun yerine geçmeyi önermiş ve Nous, kudretini kullanarak, Simon’un İsa gibi görünmesini sağlamıştır. İraneus Mesih’in kozmik kurban edilişi ile ilgili olarak şunları söyler: “Yaratılmamış, İsimsiz Baba insanlığın yozlaştığını görünce, ondan ilk doğanı, Nous’u, Mesih olarak dünyaya gönderdi. Ona inananları, dünyayı olduğu hale getirenlerin (Demiurgus ile altı oğlu, gezegensel ruhlar) egemenliğinden çıkarmak için. O insana ademoğlu İsa gibi göründü ve birçok mucize gösterdi.” (Bkz. Gnostics and Their Remains, King). Basiledes’in ölümünün ardından, Valentinus, Gnostik hareketin yaşayan ilham kaynağı haline geldi. Ayrıntıları sonsuz derecede işleyerek Gnostik felsefeyi daha da karmaşık hale getirdi. Yüce Varlık’tan (Abyss, Uçurum) tecellileri on beş çifte yükseltti ve Bakire Sofiya’yı, yani Bilgelik’i öne çıkardı. Pistis Sophia diye de bilinen Books of Savior adlı eserinde tuhaf Eonlar öğretisi ile onların tuhaf sakinleri hakkında birçok malzeme bulunabilir. James Freeman Clarke, Gnostiklerin öğretileriyle ilgili olarak şunları söylüyor. “Bize ne kadar tuhaf görünürse görünsünler, bu öğretiler Hıristiyan kiliseyi çok derinden etkilemiştir.” Kadim Gnostiklerin birçok teorisi, özellikle bilimsel konularla ilgili olanları, modern araştırmalar tarafından doğrulanmıştır. Gnostizmin ana gövdesinden birçok dal filizlenmiştir. Örneğin Valentinianlar, Ophiteler (yılana tapanlar) ve Adamiteler. Üçüncü asırdan sonra güçleri azalan Gnostikler felsefi dünyadan silinmişlerdir. Ortaçağlarda Gnostisizmin ilkelerini diriltmek için çabalar harcanmış, ancak kayıtların yok edilmesi dolayısıyla gerekli malzeme bulunamamıştır. Bugün bile modern dünyada Gnostik felsefenin birçok uzantısı vardır, fakat kökenleri belli olsa da başka isimler kullanmaktadırlar. Birçok Gnostik kavram Hıristiyan kilisenin dogmaları haline gelmiştir ve Hıristiyanlığa dair en son yorumlarımız daha ziyade Gnostik sûdur öğretisiyle uyumludur. KAYNAK Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Adramelech Yanıtlama zamanı: Aralık 3, 2010 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 3, 2010 @Nevermore: Çok yararlı bilgiler vermişsin. Teşekkürler. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.