Jump to content

Marx ve Nietzsche


theangelofdeath

Önerilen Mesajlar

19.yüzyılın iki önemli ismi olmakla beraber, aslında tüm düşünce tarihinin hakkında en çok sözedilmiş filozoflarıdır Marx ve Nietzsche. Her ikisi de insanlık tarihine yön vermiş, büyük etkiler yaratmış ve kendilerinden sonraki döneme de "kendilerini aşma" zorunluluğunu bırakmışlardır. Günümüzde dahi en çok okunan filozoflar arasında ilk sıralarda gösterilirler. Bu iki filozofun dünyayı yorumlayışları ve insanlığa getirmek istedikleri çözüm önerileri, elbette birbirinden farklı, hatta neredeyse taban tabana zıttır. Fakat bununla birlikte kimi noktalarda da aynı ortak görüşleri paylaşırlar.

 

Sosyalizm, eşitlik ve demokrasi gibi kavramlara şiddetle karşı çıkan, tersine bir üslupla köle-efendi ahlakını ve bu yönde bir devinimi olumlayan, Üst-insan kavramıyla yeryüzünün biricik efendisini arayan Nietzsche ile özel mülküyete karşı ayaklanan, toplumdaki tüm sınıfları ortadan kaldırıp her bir bireye eşit şartlarda ve imkanlarda doğmak ve yaşamak hakkını savunup, komünal bir ütopya tasavvur eden Marx'ın ortak yanlarından bahsetmek elbette şaşırtıcıdır. Fakat bu ortak yönler, sadece geçmişe dayalı yorumlamaları itibariyledir.

 

Öncelikle yabancılaşma konusunu ele alalım;

 

Decadence ve Yabancılaşma Teorisi

 

Friedrich Nietzsche'nin felsefesinin başlangıcı, Tanrı'nın Ölümü krizine dayanır. Bu kriz, aslında tüm anlamlardan soyutlanmış insanoğlunun nihilizm bataklığına saplandığına ve bu sebeple de kendine yabancılaştığına bir göndermedir. Bu sebepledir ki Nietzsche Decadence kavramını orjinal haliyle sıklıkla kullanır. Decadence, Fransızca bir kelimedir.Latince kökenli olup "decadere" den gelmektedir.[1] Nietzsche, eserlerinde bu kelimeyi özellikle Almanca'ya çevirmeden kullanmıştır. Çünkü Almanca'da tam olarak karşılığı bulunmamaktadır. Nietzsche'nin Türkçe'ye çevrilmiş kitaplarında da bu kavram kullanılır.Her ne kadar yukarıda belirttiğim şekilde çeviri yapılabilinse de , bu kelimenin , aslında Türkçe olarak anlamını tam olarak karşılandığı bir kelime mevcuttur değildir. Genellikle dilimize yozlaşma, yabancılaşma, çökme, çürüme olarak çevrilir.

 

Nietzsche'ye göre insan ve doğal olarak ona bağlı olan herşey, nihilizmin bir sonucu olarak yabancılaşma içindedir. Yabancılaşmanın her türlü tezahürü, artık insan yaşamının her bir detayına kadar işlemekte ve bu sorun o kadar büyümekte ki, gelecekte insan neslinin sonunu bile getirebilecek bir sonuç doğurabilecektir. Nietzsche, bu tür uç noktada bir yabancılaşmaya nihilizmin sebep olduğunu düşünür ve nihilizme karşı tavır takınır. Tanrı'nın ölümü savı, bu trajik duruma bir göndermedir. Nietzsche'ye göre insanoğlunun hayatın her türlü sertliğine, acısına ve kederine karşı yarattığı Tanrı inancı, yozlaşmış ve artık değerini fazlasıyla yitirmiştir. Bunda Hristiyanlığın etkisinin büyük olduğunu, hatta en büyük sebebin Hristiyanlık olduğunu düşünür ve kendini Hristiyanlığa karşı Deccal ilan eder.

 

Friedrich Nietzsche, Tanrı kavramına atfedilen tüm özelliklerin aslında insanın şaşırtıcı ve güçlü olan yanını temsil ettiğini düşünüyordu. Ne var ki insanoğlu, bu özelliğini kendinde ve olduğu gibi kabul etmek yerine, dışsal bir tasarı yarattı. Kendi dışında yarattığı bu imgeler dünyasında yaşamak zorunda kaldı. Aslında, bu imge, aynı zamanda kutsal bir istencin, kudret ifadesinin tezahürüydü. İnsanoğlu, kendi kudretinden yola çıkarak yarattığı Tanrılarını daha da yüceleştirdi ve onlara benzemeye çalıştı. Fakat bu inanç, yine insanoğlunun kendisi tarafından yozlaştırıldı ve insan giderek kendine yabancılaştı. Çünkü kendini doğasından ayırıp, farklı kisvelere bürünmüş olarak dışsallaştırdı.

 

Konuyla ilgili olarak şöyle der Nietzsche;

 

"İnsan bütün güçlü ve şaşırtıcı momentlerini , kendine izafe etmeye cesaret edemedi.O,onları "edilgen" , "acı çekilmiş" , kendisine yönelik tahakkümler olarak tasarladı..."[2]

 

Görüldüğü üzere yabancılaşma, Nietzsche'nin felsefesinde önemli bir yer teşkil etmektedir. Marx'da da yabancılaşma kavramı önemli bir konu olarak kendini hissettirir. Yabancılaşma kavramı, Marx'in teorisinin özellikle başlangıc evresinde belirgin bir önceliğe ve öneme sahiptir. Marx'ın erken yazılarında bu önceliği ve yabancılaşma kavramının çeşitli açılımlarını görmek mümkündür[3].

 

İnsanı insan yapan şey, Marx'a göre emektir. İnsanın doğaya galip gelmesinde emeğin rolü, tartışılamayacak kadar büyüktür. İnsan, doğaya hükmedebilse de ondan kopamaz ve uyum içinde yaşar, zira insanda diyalektik maddeciliğe göre tabiatın bir parçasıdır. Lakin sanayi devriminin sonucu olarak üretim araçlarına sahip olan Burjuva, kol gücünden, emekten başka birşeye sahip olmayan Proleterler üstünde büyük bir hakimiyet kurmuş, bu iki kutup arasında yaşam şartları bakımından büyük ayrılıklar meydana gelmiştir. Bu sebeple emek yabancılaşmıştır, çünkü iş, işçinin dışındadır artık.

 

Bu nokrada Marx şöyle der;

 

"Özel mülküyet, yabancılaşmış emeğin işçinin doğayla ve kendi kendisiyle olan dışsal ilişkisinin ürünü, zorunlu sonucudur." [4]

 

Kısacası emek, emekçinin dışında olduğunda, o artık yabancılaşmış emektir ve özel mülkiyeti doğrurur. Yabancılaşmış emek, doğadan kopmuş, kendisini unutmuş işçinin emeğidir. Emek, bir anlamda bireyin kendini gerçekleştirmesi ve yaratmasıdır. Yaratı ve emek, birbirinden ayrı düşünülemez. Böyle bir durumda işçii zihinsel olarak alçalır ve kendine de yabancılaşır.

 

Tekrar Marx'a dönelim;

 

"Emeğin bu yabancılaşması nelerden oluşmaktadır? Bir kere, iş işçinin dışındadır; onun tabiatıın bir parçası değildir; sonuç olarak işçi işinde kendi kendisini gerçekleştirmemekte, kendi kendisini inkar etmektedir; kendisini mutlu değil, mutsuz hissetmektedir; özgür şekilde fiziksel veya zihinsel olarak alçalmış olmaktadır" [5]

 

Marx, tarihe bakıp insanın ve emeğin yanacılaşmasını çözümlemekle kalmaz, aynı zamanda geleceğe dair kalıcı çözümler üretir. Tam da bu noktada Friedrich Nietzsche ile keskin görüş ayrılıkları yaşarlar. Çünkü Marx, bu yabancılaşmayı aşabilmek adına Komünizmi, Fridrich Nietzsche ise Üst-insan'ı ortaya koyar. Komünizm ve Üst-insan kavramları, ütopik bir dünyayı temsil etmektedir. Marx'ın çözüm adına tüm sınıfları, hatta komünizm ile devleti ortadan kaldırma fikrine karşılık, Nietzsche, sınıf ayrılıklarının üzerine giderek efendi-köle kavramlarını iyice belirginleştirir ve dünyanın son efendisi olacak Üstinsan'ı arar.

 

Nietzsche, kendine yabancılaşan insanın sağlığına kavuşabilmesi için, tekrar vahşi doğasına geri dönmesi gerektiğini savunur;

 

"İnsanın evcilleştirişi (kültür) derine gitmez, onun derine gittiği her yerde derhal yozlaşma (yabancılaşma) oluşur (tipi: Hristiyan). Vahşi insan, doğaya geri dönüştür.Ve belirli bir anlamda onun tekrar sağlığına kavuşmasıdır, kültürden kurtarılarak şifaya ulaştırılmasıdır" [6]

 

Marx ise bu yabancılaşma hakkında çözüm olarak Komünizmi sunar;

 

"Komünizm, özel mülkiyetin, insanın kendine yabancılaşmasının olumlu olarak ortadan kaldırılışı ve böylelikle insan tabiatının insan aracılığıyla ve insan için gerçek olarak sağlanışıdır(...) Özel mülkiyetin olumlu olarak ortadan kaldırılışı, insan yaşamının sağlanması olmakla, böylece bütün yabancılaşmanın olumlu olarak ortadan kaldırılışıdır ve dolayısıyla insanın dinden, aileden, devletten,vs.kendi insani, yani toplumsal yaşamına geri dönüşüdür" [7]

 

Konuyu toparlamak gerekirse, Nietzsche Marx, insanın kendine yabancılaştığı konusunda hemfikirdirler. Lakin her ikisi de bu konuya, kendi bakış açıları ile tanım koyar ve çözüm önerileri sunar. Yabancılaşma konusunda tanım olarak çok büyük ayrılıklar olmasa da, çözüm önerileri taban tabana zıttır.

 

Apollon - Dionysos İkililiği ve Diyalektik Materyalizm

 

Friedrich Nietzshe, Sokrat öncesi Antik Yunan felsefesine büyük hayranlık duymuş ve ilk dönemlerinde antik yunanı yeniden ele almıştır. Zira ilk kitabı olan Tragedyanın Doğuşu, iki Antik Yunan tanrısını, Apollon ve Dionysos'u konu alır. Apollon; Nietzsche göre aklın, mantığın, ölçünün, tutarlılığın, biçimin tanrısıdır. Dionysos ise; aşkın ve taşkın duygulanımın, tutkunun, coşkunun tanrısıdır. Görüldüğü üzere Dionysos ve Apollon, kendi içlerinde zıt kutuplar olarak değerlendirilebilir. Nietzsche'ye göre tabiat ve buna bağlı olarak insan, hatta sanat ve estetik, Apollon ve Dionysos ikililiğine bağlı olarak değişir ve dönüşür. Nietzsche'nin tarih bilimine bakışında da bu iki öğenin önemi büyüktür.

 

Marx ise Hegel felsefesine ilgi duymuş, fakat Hegel'in yeniden yorumladığı Diyalektik metodu idealizmden kurtararak materyalist bir temele yerleştirmiştir. Diyalektik materyalizm, düşüncenin de maddenin bir formu olduğunu, maddenin hareketsiz ve değişimsiz varolamayacağını savunan, bu değişim ve dönüşümün de kendi karşıtları içinde çatışarak ve uzlaşarak vukuu bulacağını öngören felsefi akımdır. Marx tarihe ve geleceğe bu yöntemle bakar ve çözümlemeye çalışır. Tıpkı Nietzsche'nin Apollon-Dionysos ikililiği ile çözümlemesi gibi.

 

Elbette Apollon-Dionysos ikililiği ile Diyalektik materyalizmin aynı şeyler olduğunu söylemek anlamsızdır. Lakin iki filozofunda kendi bakış açılarıyla bir tür ikililik ve karşıtlıktan yola çıkarak tarihi ve geleceği çözümlemeleri, benzerlik olarak tanımlanabilir. Örneğin Nietzsche, Diyalektiğin babası olarak bilinen Herakleitos'a büyük saygı duyduğunu her fırsatta dile getirmiştir. Özellikle de "Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe" adlı eseri, Herakleitos'a methiyelerle doludur. Burada dikkat edilmesi gereken husus, Nietzsche Sokrat diyalektiğine şiddetle karşı çıkmasının Heraklit diyalektiğiyle karıştırılmaması gerektiğidir. Çünkü Nietzsche, Diyalektik yöntemi kullanan Sokrat'ı eleştirir ve onun kullandığı yöntemi neredeyse lanetler.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Nietzsche ve Marx...

MODERNIZM, AYDINLANMA DÜŞÜNCESİ...

Akademisyenler ve öğrenciler açısından varolan bir boşluğa da işaret eden bu ihtiyacı geçtiğimiz dönem siyasetin gündemine oturan Nazım'ın vatandaşlığının iade edilmesi tartışmalarında komünistlerin özellikle altını çizdikleri bir noktayla ilişkilendirmek istiyorum. Bu tartışmalarda komünistler Nazım'ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına ihtiyacı olmadığını ama memleketin Nazım'ın taşıdığı değerlere ihtiyacı olduğunu vurgulamışlardı.

 

Bence bir durum Marksizm-üniversiteler ilişkisi için de geçerli. Marksizm-Leninizmin, felsefe, bilim ve politikanın içiçe geçtiği yöntemsel bütünlüğünün aşılabileceğine inanmıyorum. Ama, bu Marksist düşüncenin üniversitelere yeniden girmesi gerektiği gerçeğini değiştirmiyor. Sınıf mücadelelerinin, felsefe ve kuram alanında da etkili olduğunu düşünürsek; günümüzde akademik tercihlerde ön plana çıkan yeni kuramları da bu gerçekten bağımsız olarak düşünemeyiz.

Son 20-30 yıl boyunca entelektüel dünyada sıklıkla karşımıza çıkan öğretiler "post" ön ekiyle başlamakta, totaliter, indirgemeci ve pozitivist olarak suçladıkları modernizm ve aydınlanma tasarısından beslenen düşünce sistemlerini ve bu arada özellikle Marksizmi yerden yere vurmakta, büyük anlatıları, kurtuluş programlarını tamamen reddetmekte. Her şeyi her türlü tarihsel, toplumsal bağlamdan koparıp, dilsel bir dizgeye indirgemeye çabalayan bu söylemler, en nihayetinde modern insanın, hayatın baskı ve adaletsizliklerine direnemeyeceğini vaaz etmekte.

Buna ek olarak egemen ideolojinin kazandığı büyük zaferler, organik aydın, geleneksel aydın kategorilerinin tamamen dağılmış olması, sıkışan aydının mücadelesi ve direngen politik pratiğe sırtını dönmesi bu durumu pekiştiriyor.

 

Peki, bu durumda akademisyenlerin, aydınların hiçbir çıkış yolu yok mu? Aydınlanma tasarısı, kurtuluş öğretileri ve bunların en gelişkini olarak formüle edilen Marksizm büyük bir fiyaskoyla tarihin sahnesinden çekilmiş midir? Marksizm'deki tıkanma aydınlanma düşüncesine bağlılık, felsefi bütünsellik sorunsalından mı kaynaklanmaktadır?

 

İlk olarak, kavramları netleştirelim. Modernizm büyük bir ergime, çıplaklaşma ve başkalaşma tasavvurudur. Modern olmak bizleri sürekli parçalanma ve yenilenmenin, mücadele ve çelişkinin, belirsizlik ve acının girdabına sürüklerken

Marx bu durumu şöyle anlatır: "Katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor ve en sonunda insanlar hayatın gerçek koşullarıyla ve diğer insanlarla ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyor", ama sonra şöyle devam eder: "Modern burjuva toplumu, böylesine kudretli üretim ve mübadele araçlarının bir araya getirmiş olan bu toplum, yer altı güçlerini kontrol edemez bir büyücüye benziyor"

Böylece modernliğin diyalektik devinimi ironik bir biçimde kendi itici gücüne, burjuvaziye karşı döner.

Sanayi toplumunun oluşmasıyla birlikte üretim ilişkilerindeki köklü altüst oluşlar, üretici güçlerdeki dehşetli ve büyüleyici ilerleme dönemin düşün dünyasında da sarsıcı etkiler yarattı. Sermaye sınıfı, modern burjuva toplumunun sarsıcı ve yıkıcı devinimini gelişmenin tek koşulu olarak merkeze koyduğu ölçüde, kendi sonunu da hazırlamaktaydı. İşçi sınıfının oluşması ve geniş yığınların proleterleşmesiyle birlikte kendi mezarını kazan kapitalizm, çürümeyi, yozlaşmayı ve dekadans kültürünü akıl almaz ölçülere ulaştırdı; fakat diğer yandan ilerleme, kalkınma, insanileşme, akla olan güven ve inanç aydınlanma düşüncesinin oluşturduğu zeminde kök salmakta, daha iyi, daha adil bir dünya ütopyasına kan vermekteydi.

 

Marksizm bu tabloda nereye oturuyor?

 

Marksizm 18. ve 19. yüzyılda bütün adaletsizliklere ve sermaye düzeninin yıkıcı ve öldürücü etkisine bir meydan okumadır. Modernizm düşüncesi Marksizm'le süreklilik-kopuş diyalektiği bağlamında aşılır. Marksizm modernizmin hem köklü bir inkarıdır, hem de aydınlanma tasarısının taşıyıcısıdır, insanın kendine ve topluma olan yabancılaşmasının aşılacağına inanır. Marksizm'in özgünlüğü modernizmin yıkıcı gücünü sınıflar mücadelesi kavramıyla taçlandırmasındadır. Modernizmde tarihin itici gücü bilim olarak düşünülürken Marksizm sınıf mücadelelerinin tarihin motoru olduğunu gösterir ve bir tarihsel gelişim şeması kurar. Marksizm'in aydınlanma tasarısı, egemen sınıfın ihanet ettiği aklı sahiplendiği, toplumsal değerleri yeniden ürettiği ve bu değerleri içerip aşarak bütünlüklü bir forma kavuşturduğu için hâlâ günceldir.

Burada ara verip bu sürecin diğer önemli düşünürü Nietzsche'ye geçelim.

Nietzsche modernizmi tanrının ölümü metaforuyla ölümsüzleştiriyor ama en önemlisi Diyonisos ve Apollon ayrıştırması ile muhteşem bir soyutlama yapıyor. Diyonisos tin, yaratıcılık, tutku, coşku ile özdeşleştirilirken Apollon akıl, durağanlık, dinginlik, huzur ile eş tutulur.

Burada Nietzsche Diyonisos'a doğru çubuğu büker. Modernizmden sermaye düzeninin akıl ile olan ilişkisinden nefret eder, kapitalizmin insanından ve yaşamından tiksinir, sıkışmayı derinden hisseder

ama en önemlisi korkar ve şöyle haykırır: "Yıkılana bir tekme de sen vur." Yıkma süreci son derece psikolojik, birey merkezlidir; bu yüzden "insan üst insana giden yolda bir iptir" soyutlanmasına ihtiyaç duyar.

Örneğin Marksizm'de tarihin ilerletici gücü sınıflar mücadelesiyken Nietzsche, tarihin ancak güçlü kişilerce ileriye doğru taşınabileceğini ileri sürer. Marksizm'deki sınıfsal kavrayışın aksine Nietzsche toplumu bireyler ve niteliksiz yığınlar, sürüler olarak algılar.

Usa karşı iradeyi çıkaran öğretisi, halk yığınlarından tiksinmenin ideolojisini sergiler. Bazıları Nietzsche'yi Avrupa ve dünya faşizminin öncüsü, ortak yaratıcısı ve ideologu olarak görür. Toplumun tüm bireylerini sürü olarak görüp, insan varoluşunun anlamsızlığını felsefenin merkezine koyunca siyasal ve toplumsal eşitlik inancına büyük bir düşmanlık besler. Marx'ın iyimserliği, akla ve insana duyduğu güvenin tersine Nietzsche olumsuz üstüne yaptığı vurguyla acıya, işkenceye, kötümserliğe mahkumdur.

Marx sosyalizm aracılığıyla insanlığın sınıfsız, sömürüsüz bir toplum idealine ulaşacağını hissederken Nietzsche, nihilizm aracılığıyla değerleri ve toplumsal varoluşu yeniden yaratma olanağının varolabileceğini, ancak bunun küllerinde yeniden doğan sınırlı sayıda üst-insanla gerçekleşeceğini söyleyerek sınıfların yerine bireyleri koyar.

 

Bu anlamda Marx'ın Nietzsche'ye göre üstünlüğü verili gerçekçiliği soyutlayabilmesindedir. Özelin bilgisine genelden ulaşır; somutun bilgisine soyutlamalar yaparak varır. Nietzsche verili anı tekil örnekler üzerinden mutlaklaştırırken tarihin ve toplumun yasalarını göremez.

 

Günümüzün postmodern akımları başka bir çalışmanın bu yazının konusu olmamakla beraber birkaç örnek vererek Nietzsche'nin günümüz egemen ideolojisi içindeki yerini bakmak faydalı olacaktır. Öznenin yitimi, tarihin sonu, ideolojilerin anlamsızlığı gibi temel varsayımlar Nietzsche'nin modernizm eleştirisinden beslenmektedir. Günümüzün moda düşünürlerinden Foucault'da bu durumu çok açık bir şekilde görebiliriz. Foucault'nun insan aklından şüphe etmesi ve sürekli akıldışı olan ile ilgilenmesi tesadüfi değildir. Ama bu duruma en güzel örnek Deleuse'den verilebilir. Deleuse şöyle der: "Faşizmle savaşmak sadece sokaklarda olmaz; insan kendi içindeki faşizmle de mücadele etmelidir." Bir açıdan çok doğru ama diğer yandan faşizmin, Nazi ideolojisinin üzerinde yükseldiği sınıfsal taban ve kapitalist rekabetin yansıması unutturulduğu için faşizm bir akıldışılığa indirgenmiştir. Aslında bu kavrayışsızlık aklın sınıflar mücadelesinden bağımsız bir şekilde tasarlanmasından kaynaklanır. Marx'ın üstünlüğü aklın geçtiği her yerde "kimin aklı" sorusunu sormasındadır.

Başa dönerek sorduğumuz sorulara kısmen cevap vermeye çalışırsak:

Marksistler aydınlanma düşüncesinin yarattığı değerleri yeniden güncelleştirmek, akla ve insana duyulan güveni yeniden tazelemek zorundalar.

Öznenin parçalanması, yitmesi fikri içinde bulunduğumuz toplumsal koşullardan bağımsız değildir. Kapitalizmin şu an geldiği evredeki yıkıcılığı Marx'ı korkutmadığı gibi bizi de korkutmamalı, kurtuluş ideolojilerinden uzaklaştırmamalıdır.

Dün-bugün-yarın bağlamını kaybetmemeliyiz. Etkin insan bugünü soyutlayan yarını somut olarak görebilendir.

Tarihin bir mantığı vardır, insanlardan, onların istek ve iradelerinden bağımsız bir akışı ve biçimlenişi vardır. Bu nesnel bir olgudur. Ama insanların, tarihin bilincine varanların bu nesnelliği bir kez kavradıktan sonra onu oturup izlemeleri imkansızdır.

Modernizm eleştirilerinin nihilist ve özyıkımsal karakterinden beslenen postmodern ideolojiler Marksizm'e köklü ve yıkıcı bir darbe vuramamışlardır. Çünkü Marksizm düşüncesi daha gelişkin ve bütünlüklü bir yöntemsel çerçeveyle aşılamamıştır...

sol dergisinin 1 Haziran 2001 tarihli 135. sayı

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Nietzsche de eksik olan şey tam içinde yaşadığı (19.yy sonları) dönemin ekonomik mantığını es geçmesidir.Sosyopolitik meselelere genellikle sürü olarak gördüğü halkı suçlayarak yüzeysel şekilde yaklaşır.İnsanlar suçludurlar zira Sokrates aklı tutkunun yerine koydu ilk günahı işledi ve hıristiyanlık asil olan tini tahttan indirip zayıf olan (avamı) baştacı etti.Ancak bu durum bu gün itibarı ile değişti.Tanrı öldü.Artık zayıf olan o tahtta oturamaz.O halde insanlık baştan sona yenilenmeli,eski olan yıkılmalı ve yepyeni değerler ile üstinsan inşa edilmeli.Ama nasıl?

 

Nietzsche kapitalizmi,milliyetçiliği ve sosyalizmi sevmezdi.Toplumsal olayların içinde katıldığı bir kaç savaş dışında olmamıştır.İnsanların yoksullukları ,ağır işlerde onsekiz saat çalışmaları yüzünden ölümleri ile ilgili tek kelime etmemiştir.Zerdüştün ağzından insanları üst insan olmaya çağırmıştır.Efendi-köle kavramlarını diriltmek ve hayata yeniden sokmak istemiş ve demokrasiden nefret ettiğini pek çok kez belirtmiştir.

 

Nietzschenin yüceliği söz gücünde,edebiyata ve şiire yatkınlığında iken Marx'ın binlerce sayfalık toplumsal - politik olan eserlerinde ortaya koyduğu tarihte ender rastlanan "usunda"dır.

 

Nietzsche başlıca hedef olarak kendisine hıristiyan ahlakını seçmiş iken Marks dini ekonomipolitiğin üzerinde şekillenen bir "epifenomen" olarak görür ancak dolaylı olarak ilgilenir.

 

Marks modernitenin sınıf çatışmasını gündeme getirerek yeni bir yorumunu yapar.Modernliğin içindedir.Nietzsche ise moderniteye ,Fransız devrimine karşıdır.Burjuva devrimini avamın asil olana bir saldırısı olarak telakki eder.

 

Nietzsche insanlığın kurtuluşunu üstinsanların ortaya çıkışına bağlamıştır.Sınıfsal dinamikleri okuyamadığından üstinsanın herşeye gücü yeten iradesinin insanlığın kurtuluşu için yeterli olacağını düşünür.

 

felsefeforum

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...