roxelane Oluşturma zamanı: Ocak 27, 2010 Paylaş Oluşturma zamanı: Ocak 27, 2010 GİRİŞ Yine ilkçağlardayız... Yiğitliğin can almak ile eş tutulduğu; babaerkil Yunan tanrılarının aşık oldukları ölümlü kızların ırzına geçtiği; kahraman erkekler ülkeler fethederken karılarının evde gergef işledikleri çağlarda... O çağlarda ki Atinalı kadınlar fikri sorulmaksızın evlendirilir, kocası boşadım deyince dul kalır, yanında yaşlı bir köle olmadan sokağa çıkamaz, eşinin arkadaşları ile sofraya oturamaz, oy kullanamaz, eğitim göremezdi. Anadolu'daki kadınları ise (ki, batılı dostlarımız kabul etmese bile, giderek Grek ırkından değil, Anadolu'ya özgü bir ırktan oldukları ortaya çıkmaktadır) erkekler ile aynı mekanı paylaşıp felsefe tartışmalarına katılırlar, spor karşılaşmalarında boy gösterirler, günümüze dek gelmiş eserler verirlerdi. Örnek mi? Lidyalı kadınlar! Herodot onların sadece istedikleri sürece erkeklerinin yanında olduklarını ve de daha başka neler(!) anlatmakta haklarında... Zaten kadın özgürlüğünün ilk neferlerinden olan Miletos'lu (Milet) Aspasia. Lesbos'lu (Midilli) kadın şair Sappho. dünyanın ilk kadın amirali Halikarnassos'lu (Bodrum) Artemissia da Anadolu'luydu. O devirlerde Anadolu matriarkaldi. Kral ölünce taht erkek çocuğa değil, kraliçenin evlendiği erkeğe geçerdi. Öyle ilerlemişti ki uygarlık buralarda. Ters açıların eşitliğini hesab eden Thales; "Ay ve güneş tanrı değil kütledir" dediği için Atina'lı Perikles tarafından ölüme mahkum edilen Demokritos; "Kimse aynı denizde iki kez yıkanamaz" sözünün ve dialektiğin babası Heraklitos... Hep Anadolu'nun, ana Tanrıça dininin hüküm sürdüğü uygarlıkların yarattığı adamlardı. Bu adamlar ki patriarkal Yunan siteleri sağa sola kanlı akınlar düzenlerken, güneş tutulmasını hesap etmişlerdi. Üstün bilim adamlarını yaratan toprak, kadınlık bilinci ile, dişi bilgeliği ile öylesine dolu idi ki, sonunda benzersiz bir kavim de getirdi dünya yüzüne. Kadının kendine yetmesinin, hatta erkeğe üstünlüğünün simgesi sayılan bir kavmi; tüm dünyanın kıytırık Hollywood prodüksiyonları ile kendine mal etmeğe çalıştığı bir kavmi; analık ve savaşçılığı birbirine karabilmiş bir kavmi, yani Amazonları doğurdu Anadolu... Kapayın gözlerinizi; dalın derinlere; ve şimdi çoktan unutulmuş çağlara doğru akıtın bilincinizi: Bakın; dikkatle bakın şu dalgalarla boğuşarak ilerleyen gemiye. Argo gemisi değil mi o? Mitolojik Altın Post'u aramak için Karadeniz'e açılan eski Yunan'ın en "erkek" kahramanları ile dolu Argo gemisi? Küpeşteye yaslanmış ufuklara bakan Truva katili Akhilleus'un babası kral Peleus değil mi? Sancak tarafında kılıçlarını parlatan iki erkek Zeus tarafından yıldız yapılarak ödüllendirilmiş Kastor ve Polydeukes'un ta kendileri. Peki şu parlak(!) delikanlı Hylas'a ayaklarını yıkatan Herkül'den başka kim olabilir? Evet bunlar onlar; gördüğünüz gemi Yunanın en ünlü kahramanları ile dolu Argo. Ama o ne? Neden birden sessizleştiler? Hepsinin gözlerine çöken bu tedirginlik de neyin nesi? Nereye geldiler? Yoksa?.. Tamam; doğru tahmin ettim. Amazon ülkesinden geçmekteler. Onlar da tüm diğer gemiler gibi korku içinde soluklarını bile tutup sessizce süzülüp gitmeğe bakıyorlar. Ve destanlara şerefle(!) yazdırıyorlar o günü: "Altın Post serüveni için yola çıkan yiğitler ile dolu Argo gemisi, Amazonlar diyarından ses çıkarmadan, uzaktan geçti" diye... Amazonlar öyle çekici bir konudur ki, tüm batılı yazarlar onların yaşadığı bölgeyi Anadolu'nun dışına çekmeğe, böylece ucundan da olsa kavmi kendilerine mal etmeğe çalışırlar. Bu nedenle ülkelerinin Kafkas etekleri, Trakya, güney İskitya veya Tuna ağzı olduğunu kanıtlamaya uğraşıp dururlar. Oysa ünlü araştırmacı Azra Erhat "adlarına Anadolu'nun hemen her yanında rastlanmasının bunları yalancı çıkarttığı" konusunda okurunu uyarmaktadır. Batılı araştırmacılar ne denli yıkılacak olsalar da, birçok ünlü antikçağ yazarı onların Anadolu'da yaşadığı üzerinde fikir birliği etmektedir. Strabon "Coğrafya" adlı başyapıtında, yaşadıkları Anadolu toprağının bitki örtüsüne varana dek bilgi vermekte; Pindaros da "Amazonların mızrakları ile uzaklara erişen bir Syria ordusunu sevkettiğini" anlatırken bölgelerinin Themiskyra'da olduğunu açıkça işaret etmektedir. Ama durun, hemen kaş kaldırmayın Türkçe olmayan Themiskyra lafını duyunca; Themiskyra sadece bizim Terme'dir. Zaten başkentleri olan Thermodon'un adını aldığı Thermodon nehri de tanıdık bir nehirdir; bu nehir Terme çayından başka birşey değildir. Kısaca özetlemek gerekirse Amazonların bir bölgesi de (bir bölgesi diyorum; çünkü başka bölgelerde de yerleşimleri vardı) Çarşamba ve Ünye arasında kalan bölgedir. Yani basbayağı Samsunludur Amazonlar. Bence Amazonları bu denli popüler kılan en önemli özellik onların erkeklere olan yaklaşım. Yunanlı yazar Aiskhylos'a "Savaşçı Amazonlar, erkek düşmanları" dedirtecek kadar karşı oldukları sanıldı masküleniteye. Belki de savaş tanrısı Mars ile perilerin en uyumlusu Harmonia'nın kızları olduklarından bu karakterde oldukları düşünüldü. Av ve savaş ile uğraşarak yaşayıp, erkeğe gerek duymazlardı. Ama onların bile soylarını sürdürebilmek için karşıt cinse ihtiyaçları olurdu. Yine de bu "zaaf"ları yüzünden asla erkeklere boyun eğmediler, onları sosyal yaşamlarında sınırlı konumların dışına çıkarmadan yaşayabildiler. Dilerseniz şu erkek konusunu biraz daha derin anlatayım: Amazonlarda önceleri erkekler kavim içinde yer alırdı. Fakat sadece köle ve uşak olarak... Canları isteyince onları diledikleri(!) gibi kullanırlar, ardından ellerine süpürgeyi tutuşturmaktan da geri durmazlardı! Tabii ki bunların hepsi kadın özgürlüğünden haberi olmayan Yunanlı yazarların "sanırısı" idi. Dinsel açıdan ise Anadoluda İÖ.8000 yılından -eşdeğişle- ilk insanlardan beri çeşitli isimler altında tapınılagelen Anatanrıça'nın en ateşli müritleriydiler. Köklü bir inanç, bir topluluğa biçim veren en önemli etkenlerden değil midir? Bu nedenle kavimde yaşayan erkekler de kadın üstünlüğüne inanırdı. Oysa birgün topluluğa bir yolcu geldi ve Zeus adlı bir erkek tanrıdan söz etti. Söylediğine göre bu dinin hüküm sürdüğü diyarlarda üstün olan erkekti. Yolcunun sözlerini duyan erkekler "errrrkeklenmeğe" ve kadınları geride bırakıp sefere çıkmayı istemeğe başladılar. Artık gündüzleri karılarına "ev işlerinden çok yoruldukları"ndan yakınıp, geceleri yatarken ise başlarının ağrıdığından şikayet etmekteydiler! Amazonlar da baktılar ki durum tehlikeli; bir gün en fazla baş kaldıran erkekleri kılıçtan geçirdiler, o günden sonra topluluklarını yeni erkeklere de bütünü ile kapadılar. Yılın belli zamanlarında Gargaria'ya (aşağı yukarı Çanakkale dolaylarındaki Küçükkuyu) sefer düzenler, oradaki erkekler ile çiftleşir, doğan erkek çocuklarını gerisin geriye götürüp sınıra bırakarak babasına teslim eder, kız çocuklarını ise bir savaşçı olarak yetiştirmek üzere yanlarında alıkoyarlardı. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
roxelane Yanıtlama zamanı: Ocak 27, 2010 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 27, 2010 İSİMLERİ, SİLAHLARI, DİNLERİ Amazonlar kız çocuklarını kendi törelerine göre yetiştirirlerdi yetiştirmesine, ama bu "eğitimin" kolay olduğunu kimse söyleyemez. Hayır, hayır; sadece savaş sanatını öğrenmenin zorluklarından söz etmiyorum; anlatmak istediğim kızlara uygulanan bir zorunlu eylem, yada ameliyat: Amazonlar kız çocuklarının sağ göğsünü -daha küçüklükten- keser, yerini ateş ile dağlarlardı. Bunu yapmalarındaki başlıca amaç ise en fazla kullandıkları savaş aleti olan yayı rahat gerebilmeleriydi. Zaten Anadolu'da kullanılan çok eski bir dilden gelen isimleri, "A"= yok anlamında olumsuz ek (Alfa privatif), mazon=göğüs; eşdeğişle göğsü yok, göğsünü kesmiş olan manasındadır. Oysa ilkçağ sanatçılarının onları tasvir eden eserlerinde hiç de böyle bir görüntü olmaması bu savı yalanlamaktadır. Bu nedenle kimi araştırmacılar "A" harfinin Alfa prefix (yani arttırıcı değerde) kullanıldığını savunmuşlar; bu nedenle isimlerinin geniş ve güçlü göğüslü anlamına geldiğini öne sürmüşlerdir. Zaten Anadolu'da yaygın olarak tapılmakta olan Ana Tanrıça Kible'nin günümüze değin yansımış heykelleri de (Efes müzesindekiler görülmeğe değerdir) birden fazla göğüslüdür ve bu göğüsler besleyicilik, büyütmek için karşılıksız vericilik (süt veren anne göğüslerinde olduğu gibi) anlamındadır. İsim kökenleri ile ilgili bir başka teori ise Amazon kelimesinin "maza" hecesi eski Kafkas dilinde "ay" anlamına geldiğinden taptıkları ay tanrıçası ile ilintili olduğudur. Ok ve yay en sıklıkla baş vurdukları savaş aletidir Amazonların. Bunun yanında mızrak, kargı ve kılıç da kullanırlar, başlarına ise miğfer giyerlerdi. Amazonların en meşhur savaş aleti ise günümüzde onların simgesi haline gelmiş olan Labris, yani çift yüzlü balta idi. Aslında bu Labris'i anlatma işi uzun; çünkü Labris'in kökeni araştırmacılar tarafından incelenip böylelikle kimi teoriler kanıtlanmağa çalışılıyor. Biz ise sadece onun Hititlerde yaygın bir şekilde görüldüğünü, bir diğer benzersiz anaerkil uygarlık olan Giritlilerce de kullanıldığını, fakat sözcüğün Girit dilinden olmayıp, Anadolu krallıklarından Lydia ve Karia lisanından geldiğini, Etrüsklere dek taşındığını söyleyerek konuyu geçelim. Bu savaşçı kadınların bir diğer önemli özelliği de yaya olduğu kadar at üzerinde de savaşmalarıydı. Buna özellik diyorum, çünkü o zamana dek at sadece arabaya koşularak kullanılmaktaydı. Yunan dünyasında atları binek hayvanı olarak kullanmanın ise Anadolu uygarlıklarının, özellikle de Amazonların bir buluşu olduğu söylenir. Hatta "centaur" (at adamlar) mitosunun Amazonları at üzerinde ilk görerek onları farklı bir canlı zanneden Yunanlılardan kaynaklandığı yazar bazı mitoloji kitaplarında. Amazonların kendilerine özgü olan ikinci silahları ise Pelta, yani yarımay şeklindeki bir kalkandı. Pelta'nın modelinin -aynı isimlerinin etimoloji teorilerinde olduğu gibi- taptıkları Ay tanrıçasından geldiği de söylenmekte. Amazonların güçlerinin kaynağı olduğunu söylediğimiz Ana Tanrıça aslında bir ay tanrıçasıydı. Çeşitli zamanlarda çeşitli isimler alsa da temelde hep "ay"ın astrolojik niteliklerini yansıtan bir tanrıçaydı bu. Annelik, besleme, doğum, kadınlık, hisler, sevgi, vericilik, bereket vb. onun nitelikleriydi. Bu tanrıça önceleri Kibele olarak adlandırılırken, giderek Artemis'in ismini aldı. Ama asla Yunan pantheonundaki Artemis değildi Anadolulu Ana Tanrıça; çünkü ataerkil Yunan dininden gelen Artemis bakire olduğu halde, Ana Tanrıça doğurganlığı temsil ederdi. Zaten Amazonların aslında hiçde erkek gibi olmadıkları; bilakis -farklı ve alışılmadık da olsa- dişiliklerinden bir şey kaybetmedikleri taptıkları tanrıçadan da bellidir kanımca. Burada dişilik ile seksilik sözcüklerini karıştırmamak gerekir. Evet, belki de klasik anlamda kadınlar değillerdir, ama onların da her kadın gibi süs eşyası kullandıkları hakkında bazı bilgiler de bulunmakta. Bu konuda işte bir kanıt daha: İçlerinde analık eğilimi olmasa, yanlarında alıkoydukları kız çocuklarını nasıl yetiştirirlerdi? Bunlara ek olarak bence giyimleri de asla erkeğe benzemediklerinin ispat etmektedir. Onlar hiçbir zaman Amerikan filmlerindeki gibi erkeksi kıyafetler ile yaşamadılar. Bilakis savaşırken bile kısa yada uzun etek giyerlerdi. Antikçağ sanatçıları tarafından genelde sağ omuzdan inen, belden geniş bir kemer ile bağlı, kısa bir gömlek ile tasvir edilmişlerdir. Yunan tanrılarının tümüne düşmandılar. Zaman zaman babaları olan Ares'e de taptıkları söylense de, bu konuda kesin bir kanıt asla bulunamamıştır. Oysa Ana Tanrıça'nın müritleri olduklarının öyle çok kanıtı vardır ki... Örneğin Artemission... Efes'deki dünyanın yedi harikasından biri sayılan ünlü Artemis tapınağı yani... Hani günümüzde İngilizlerin kaparozlayıp British Museum'a taşıdıkları, ülkemizde sadece bir sütun bıraktıkları Artemission... Dünyanın yedinci harikasının yerine, Türk halkının "İngiliz çukuru" diye adlandırdığı bataklığın kaldığı Artemission... İşte adı anılan görkemli mabedin ilk halini Amazonların yaptığını söylemiştir Pausanias. Onların bu ilk tapınakta Tanrıçaya kurbanlar sunduklarını da anlatmıştır. Ünlü yazarın anlattığına göre zaman içinde inşa edilen muhteşem mabette, Amazonlara saygı olarak bir Amazon anıtı vardı. Buradaki heykelleri de ilkçağın en ünlü heykeltıraşları yontmuştu. Pausaias Amazonların dini hakkında çok bilgi vermiştir. Örneğin Ana Tanrıça'nın ilk rahibeleri olan savaşçı kadınları anlatırken onlara bir çeşit arı olan Melissa dendiğinden de söz etmiştir. Bu arada Ana Tanrıça'nın çok göğüslü heykelini hatırlayın. Göğüs dediğim bu çıkıntıların ne olduğunu tam olarak bilinemediğini de hemen söyleyeyim. Bu konuda teori çok. Kimi araştırmacı göğüs diyor, kimisi bal peteği. Peki, rahibe- Amazonlara bir çeşit arı adı verilmesi bu çıkıntıların niteliğini açıklamıyor mu sizce de? Bir dipnot düşeyim: Bal ve arıcılık antikçağ Anadolu'sunda çok yaygındı. Eski pagan tanrılar (örneğin penis tanrı Priapos) hep blı yönetirlerdi. Balın cinsel güç ve yaşam vericiliği de anlamlı bence. Pausanias'ın anlattığına göre dinsel törenleri Hippo adını alan baş rahibe yönetirmiş. Savaşçı kadınlar Ana Tanrıça heykelinin çevresinde silahlarla dans ederler, ardından da koro oluşturup şarkı söylerlermiş. Zaten bu dans bölümünden İskenderiyeli şair Kallimakhos da söz etmiş. Yazdığına göre Amazonlar Artemission'un ilk halinde, tanrıçaya diktikleri heykelin çevresinde silahlar ile dans yaparlarmış. Öyle bir dansmış ki bu, birbirine vuran kalkanların sesi ta Sardes'den (Manisa) duyulurmuş. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
roxelane Yanıtlama zamanı: Ocak 27, 2010 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 27, 2010 KRALİÇELERİ, KİMLİKLERİ Amazonların en önemli üç kraliçeleri Yunan tradisyonunun "en bi kahraman" üç erkeği eli ile öldürülmüşlerdir. Bu, Yunanlı mit yazarların ballandıra ballandıra anlatageldiği bir konudur. Truva katili Akhilleus; tıpkı tanrıları gibi, kadınları kaçırıp ırzına geçmeyi bir alışkanlığa dönüştürmüş olan Theseus ve gelir gider akıllı Herakles (sakın ola ki Hollywood palavralarına bakarak Herkül hakkında karara varmayın) üç Amazon kraliçesinin canını almışlardır. Üç kraliçeyi yine her zamanki üç kahramanın öldürmesi ne büyük tesadüf değil mi? Bayılıyorum şu ataerkil Yunan masallarına! Öncelikle Penthesilea diyelim: Güzellikte tanrıçaları kıskandıran kraliçe, Akhilleus eli ile ölmüştü; Truva savaşında, şehri yağmacı Yunanlılara karşı korurken. (Hala görmedinizi mi Truva'yı? Orada gerçek atalarımız kan döktü, bu ne algısızlık? İlgisizliğimizin en çarpıcı biçimini örene gidince görüyorsunuz: Kazıyı finanse eden Almanlar orada hemen ufak bir müze kurmuşlar. Doğaldır ki bu müzeciğin içindeki bilgilerin ¾'ü Almanca. İnsan etrafına bakınca yaban ellerindeyim sanıyor. İşin komiği adamların sayfa sayfa bastırıp astıkları açıklayıcı yazıların çoğunun Türkçe'si yok. Fotoğraflara bakıp bakıp resim sergisi gezermişçesine dolaşıyorsunuz etrafta. Gidip bir kendi gözlerinizle görün. Belki Mayıs ayında Çanakkale'nin nefis olduğunu söylersem ilgi uyandırırım. Hem arkeologlar bulamadı ama -kim bilir- belki sizler bulursunuz Pentesilea'dan mistik bir esinti.) Ares ve Otrere'nin kızı idi kraliçe. Truva savaşı sırasında Kral Priamos'un biricik oğlu ölüp de savaş kaybedilmeğe başladığında hemen ordusunu toplayıp kentin yardımına koştu. Oysa önceleri Priamos ile savaşmıştı ama kin gütmedi, ordunun başına geçti, büyük başarılar kaydetmeğe başladı. Tabiidir ki İlliada'nın bu bölümleri bir Atinalı tiran tarafından sansürlenip metinden çıkarıldığından asla elimize geçmedi. (Dileyen bu konu ile ilgili Yakılan Kitaplar yazımı okur). Sonunda Akhilleus ile teke tek karşılaştı ve tabiidir ki göğsünden vurularak öldürüldü. Akhilleus yüzü maskeli bu düşmanının kim olduğunu merak edip maskeyi çıkarınca kraliçenin güzelliğine aşık oldu ve ağlamaya başladı. Bu durumun garabetine gülen çirkin Thersites'i de öldürmeyi ihmal etmedi kahraman. Daha sonra Akhilleus da ölünce Amazonlar komutanın mezarına saldırdılar ama bu kez de Akhilleus'un ruhu hortladı ve yine Amazonları geri püskürttü. Sıra Hippolyt'de... Kitaplar ünlü Yunan savaşçılarının bile onunla savaşmaktan çekindiğini yazıyor. Onu öldüren ise Herkül. Kraliçenin, babası Ares tarafından verilmiş bir sihirli kemeri var. Kahraman bunu çalmaya gidiyor. Oysa kraliçe onu iyi karşılıyor ve neden kemeri istediğini soruyor. Herakles'in açıklamaları (ki bu uzun bir hikaye) karşısında ikna olunca kemeri kendi isteği ile vermeye razı oluyor. Oysa Herakles'in düşmanı Hera ordunun içine kuşku sokuyor. Amazonlar kraliçelerinin zor durumda olduğunu sanıp Herkül'e saldırıyorlar. Biçare Herkül de ne yapsın? Çaresiz, Hippolyt'i öldürüveriyor. Amazonlar da bozguna uğramış bir biçimde kurmuş oldukları Artemission'un ilk haline sığınarak canlarını kurtarabiliyorlar. Kraliçe Antiope'nin başı ise Theseus ile derde girmiştir. Ama bu kez tatlı bir dert. Hoş, bağımsız ve savaşçı bir kadının evlenip, evinde habire sefere giden kocasının yolunu gözlemeğe başlaması ne kadar tatlı olur bilinmez ama neyse. Kraliçeyi, Amazonlar ile savaşmağa gelen Theseus kaçırıp evlenmiş. Bir de çocukları olmuş. Antiope'yi kurtarmaya Atina kapılarına dek gelen Amazonlar ise yenilmişler. Bir diğer kraliçe olan Thalestris ise büyük İskender'e kendi isteği ile teslim olması ile meşhur. Ondan bir çocuk istediğini açıkça söylemiş komutana. "Kadınların en asili ile erkeklerin en asilinin birleşmesinden daha doğal ne olabilir?" demiş. Tanına son kraliçe ise Myrina. Çok iyi ata bindiği için lakabı "çok sıçrayan Myrina". İzmir şehrinin kurucusu olduğu söyleniyor. Mezarı Truva'da, ama bulunamamış. Oralara gitmişken bu konuda da sezgilerinizi kullanın derim. Bu Myrina'nın savaşları Amazon tarihinde hayli önemli yer tutmakta. Örneğin ünlü Atlantis'lileri yenmiş ordusu ile. 3.000 yaya, 20.000 atlı ile başkenti almış. Ama tüm Atlantis'liler teslim olunca onlara bir kent kurup şehre adını vermiş. Sonra savaşçı soy Gorgolara da saldırmış bu dişi kumandan. Ardından Libya ve Mısır'a geçmiş, oraları fethedip Arabistan ve Suriye yolu ile Anadolu'ya gelip Kilikya'lıları yenmiş, Toros dağlarını aştıktan sonra Phrygia'dan geçerek Bakırçayı kıyılarına gelmiş ve Bergama ovasına yerleşmiş. Genelde Amazonlar tüm Anadolu'da cenk etmişler, Yunanistan'a dek sokulup Atina önünde savaşmışlar. Frigyalılar ve Likyalılarla olan çarpışmaları da çok meşhur. Özellikle bu Likya seferinde yine ünlü Yunanlı komutanlardan Bellerophontes'in bizzat gelip onlarla uğraşmasını mitologlar anlata anlata bitiremez. Bellerophontes şu ünlü Pegasus'un sahibi. Pegasus'u ise hepiniz tanıyorsunuz ama ne acıklı ki alakasız bir yerden: Eski Mobil benzin istasyonlarında gördüğünüz kanatlı atın ta kendisi Pegasus. Mitleri ne pespaye yollarla öğrendiğimize bakıyorum da şaşıyorum. Şu Amazonlar "garp illerinin" bir yerlerinde olacaktı da adamlar kim bilir turist çekmek için ne çığırtkanlıklar yaparlardı! Bizde ise öz kültür mirasımızı değil Avrupa'ya satmak, ondan kendimiz bile habersiziz. Bu arada yeri gelmişken mavallar ile martavalları uyku ilacı şeklinde genç beyinlere pompalayan eğitim sistemimizi saygı ile selamlarım! İçinden sayısız bilgi edinilebilecek eski bir din olan Yunan mitolojisi eğitim programına alınmayıp, halka masal olarak yansıtıldığı sürece Pegasus'u daha çok kimse Mobil'in amblemi olarak tanır. Peki gerçekte kimdi bu Amazonlar?.. Çoğu araştırmacının Amazonların bağımsız bir kavim değil, Hititlerin savaşçı kadın rahibelerinin mit sayfalarına geçmiş bir hali olduğuna inandığını söyleyerek başlayayım. Yani bu adamlar demekte ki aslında Amazon filan yok, ama Hitit dininin savaşçı rahibeleri var. Bunlar silah taşıyıp, savaşa katıldıkları için tarihe ayrı bir kavimmişçesine geçmişler. Bu teorinin en önemli savunucuları ise araştırmacı yazar Azra Erhat ile Türk ulusunun yüz aklarından Halikarnas Balıkçısı. Adı geçen savı öne sürenlerin en önemli kanıtı günümüzün Fatsa'sında olan Amazonların başkenti Themiskyra kentinin Hitit imparataorluğunun göbeğinde olduğu. Ardından Amazonların başlıca savaş silahı olan Labris'in (iki yüzlü balta) Hitit kabartma ve haykellerinde sıklıkla betimlenmesi. Ayrıca Hitit Ana Tanrıçasının kuleli başlığının Greklerce Amazon külahı olarak heykellere konmuş olması da Hitit-Amazon ilişkisini güçlendiren bir başka kanıt. Bir diğer grup araştırmacı ise Amazon diye bir kavmin hiç olmadığını, uzun saçlı savaşçı İskit'leri gören Yunanlıların onları kadın sandığını öne sürüyor. Ama bu konudan kanıt yok denecek kadar az. "Amazonlar yoktur"cular genelde kadınların asla bir başlarına var olamayacaklarını öne sürüyorlar ve soruyorlar: "Neden tarihte başka benzerleri yok" diye... Oysa var! Amazon nehri adını nereden aldı sandınız? İşte hikayesi: 1550 yılında İspanyol kaşif Francesko Orellana ünlü Pizzarro ve Gonzalo ile birlikte Peru'ya gider. Cordillera'nın doğusunda Napo'ya dek olan bölgeleri keşfeder. Bir ara yiyeceksiz kalır grup. Ünlü kaşif tek başına daha içerlere girer ve Maranon nehri kıyılarında saldırıya uğrarlar; kadın savaşçılar tarafından... Kaşif ve adamları bu ordudan o denli etkilenirler ki nehre Amazon nehri adını verirler. Çoğu mitolog ise olaya farklı şekilde bakıyor ve Amazonların gerçekten yazının henüz bulunmadığı bir çağda yaşadığını savunuyor; ünlü antikçağ tarihçisi Heredot ve coğrafyacı Strabon'un onlardan söz etmiş olmasını kanıt sayıyorlar. Yapılacak olan ise mite inanıp oralarda kazı yapılmasına paraca destek verecek babayiğit bir finansör bulmak. Zaten Truva da böyle keşfedilmedi mi? Amatör arkeolog ve maceraperest Scheilmann elinde İlliada ile kazı yapmaya geldiğinde "baba" bilim adamları hazrete yarı deli diye baktı. Adam ise yılmadı, "efsane gerçekle başlar" diye yırtına yırtına, yöreyi cahilce kaza kaza, Truva'yı buldu. Böylece Homeros'un uydurmasyonu sanılan hikayenin gerçek olduğu ortaya çıktı. Hal böyle olunca önceleri sadece alay eden "büyük adamlar" alet edevat hemen Truva'ya koşup kazıya başladılar. Ama çok geçti; çünkü bizim amatör, alt kattaki Truva kentlerine onulmaz zararlar vermiş ve kral Priamos'un hazinesini ülkesine kaçırmıştı. Ha, aklıma gelmişken; Almanların kurduğu müzecikte hazineyi görebilirsiniz. Tabiidir ki sadece resmini! Hemde Scheilmann'ın metresinin fotoğrafında, tabii ki kadının boynunda! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
roxelane Yanıtlama zamanı: Ocak 27, 2010 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 27, 2010 SONLARI Yazım boyunca için için okuduklarına gıcık olmuş kişiler var ise onlara iyi bir haberim var. Amazonların sonunu dolaylı yoldan da olsa yine erkekler getirmiş. Daha doğrusu Amazonların -çoğu normal insan gibi- karşı cinse duydukları o karşı konulamaz gereksinim... Amazonlar da sonunda erkekler ile kurdukları yerleşik düzen sonucu aile içinde eriyip gitmişler. Bunu Heredot anlatıyor. Tarih 4. kitap 110-117'de. öyle diyor büyük usta: Amazon'lar en sonunda Yunanlılar tarafından yenilip gemilere doldurulmuşlar. Ama denize açıldıklarında savaşçı kadınlar Yunanlıların üzerine saldırarak onları öldürmüşler. Oysa gemi kullanmayı bilmiyorlarmış. Bu nedenle rüzgar ve dalgaların kendilerini götürdüğü yere dek sürüklenmişler. Sonunda gemiler İskit illerinde karaya vurmuş. Amazonlar da durur mu? Hemen oraları yağmaya başlamışlar. İskitler ise ne olup bittiğini birtürlü anlayamıyorlar, genç ve zorlu erkeklerden oluştuklarını düşündükleri bu askerlerin kimliklerini bir türlü çözemiyorlarmış. Sonunda çarpışmalar sırasında bir Amazon ölünce onun cesedinden anlamışlar rakiplerinin kadın olduğunu. Ve hemen bir toplantı yapıp karar almışlar: En gençlerinden bir grup, Amazon kampının yanında kamp kurmuş ve onlarla asla savaşmamış. Kadınlar saldırırsa kaçıp; gerilerlerse izlemişler. Sonunda Amazonlar anlamışlar ki İskitlerin kendilerine bir zararları dokunmuyor, onlar da saldırmaktan vaz geçmişler. Diğer yandan bu delikanlıların kendilerine benzemeleri de Amazonların onlara bir çeşit dostluk göstermesine neden olmuş. Çünkü her iki kavimin de at ve silahtan baºka ºeyleri yokmuº, her ikisi de av ve yağma ile yaşıyorlarmış. Sonunda iskit'ler bakmış ki demir tavına gelmiş, tuvalet için kamptan ayrılmış bir Amazonu bir İskit yere yatırmış! Olanlardan kadın da hoşlanmış olacak ki işaretle ertesi gün yanında bir arkadaşını getirmesini istemiş; ve böylece "İskitler geri kalan Aazonları insanlaştırmağa koyulmuşlar". Sonunda kamplar birleşmiş tabii ki. Amazonlar İskitçeyi söktünce konuşmaya da başlamışlar bu iki savaşçı kavim. Delikanlılar Amazonlara birlikte ülkelerine dönmeyi önermişler, onlara geride bıraktıkları aileleri ile mal ve mülklerinden söz etmişler. Ayrıca Amazonların üzerlerine karı almayacaklarına söz de vermişler. Ama Amzonlar kabul etmemişler. Kendilerinin diğer kadınlara benzemediklerini, o kadınların kadın işi yaptığını, arabalara kapanıp oturduğunu, ava gitmediklerini söylemişler. Bu yüzden anlaşmalarının olanaksız olduğunu anlatmışlar yeni kocalarına. Delikanlılar ise bakmışlar ki başka çıkar yolu yok, kasabalarına dönüp mallarını almışlar ve birlikte Tanais'i geçip, üç günlük bir yoldaki ülkeyi yurt edinmiºler. Heredot'un anlattıklar özet olarak böyle. Ünlü tarihçi olayı şöyle bitiriyor: "O zamandan beri ve bugün de o kavmin kadınları büyükanneleri gibi yaşarlar. Kocaları ile beraber yada yalnız başlarına ata binip ava giderler ve savaºa girerler ve erkekler gibi giyinirler". 4. kitap 116. Kimisi araştırmacı "Ah, minel aşk" diyor... "O aşk var ya, o aşk; Amazonların bile sırtını yere getirmiş sonunda" diye devam ediyor. Kimisi ise "Aşk da, seks de insan soyunu sürdürmemiz için doğa ananın bize yutturduğu birer dolma; Amazonlar da bu içgüdüye yenildiler" diye düşünüp yazmakta. Oysa ben derim ki bu savaşçı kadınlar erkek düşmanı iken soylarını sürdürüp, beğendikleri erkek ile zaten yaşıyorlardı. Aşık olup, seviºmek için yerleºik düzene geçmeye gereksinimleri yoktu ki... O zaman kıssadan hisse: Aile kurma içgüdüsü insanoğlunun asla yenemeyeceği bir içgüdüdür. Ama bireysel bağımsızlık da öyle. Tabii her iki cins için de! Bu nedenle Amazonlar bence en güzelini yapmış, ne savaşçılıklarından vaz geçmişler, nede normal bir aileden. Zaten hep söylerim: u mitlerden öğrenilecek öyle çok şey varki!.. Elvin AZAR Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.