nevermore Oluşturma zamanı: Ocak 28, 2010 Paylaş Oluşturma zamanı: Ocak 28, 2010 Kehanetler büyük ölçüde Akaşa Sistemiyle ilgili bir konudur. Akaşa sistemi, bize, doğu teozofisinden intikal eden bir kavramdır. Akaşa, bir kaşıt merkez sistemi, bir tür “Levh-i Mahfuz” yani bir yerde mevcut, saklı, örtülü, insanın gözünden uzak, insanın göremediği, hıfzedilmiş, insanın duyularıyla algılayamadığı bir şey. Kuşkusuz, akaşanın çeşitli düzeylerde anlamları vardır. Bireysel akaşalar olduğu gibi, toplumsal akaşalar da vardır. Nitekim, “Levh-i Mahfuz”da, bazı sufilerce bu anlamda kullanılmaktadır. Yani bireyin kendine ait kıymeti nasıl varsa, akaşası varsa, dünyanın da kıymeti dolayısıyla akaşası, Levh-i Mahfuz’u vardır. Bu konuda çeşitli sufi teorileri mevcuttur. Bu teorilerin bir kısmının kendilerine göre çok haklı yönleri vardır. İnsanın da bir ferdi akaşası olduğunu yukarıda belirtmiştik. En azından bu, bugünün bilimiyle insanın şuuraltıdır. Bize göre derin şuuraltıdır. Yani derin şuuraltından maksadım, geçmiş hayatlarından itibaren getirmiş olduğu bilgi ve tecrübe yükü. Bu kayıtlar bizim için normal şartlarda meçhuldür, ama çok muktedir varlıklarca bilinebilir ve gerekirse bizim anlayacağımız şekilde dünyaya verilebilir. Geçmişte bunun örnekleri çok görülmüştür. Gelecek bu kayıtlarda hiç değilse ana hatlarıyla bellidir. Ferdin çaba ve gayretleriyle değişiklikler her zaman söz konusudur. Bir örnekle açıklayalım: Diyelim ki siz bir tüccarsınız ve bir gün oldukça tecrübeli bir yetkili geliyor, sizin gelirinizi giderinizi, hesap durumlarınızı inceliyor ve diyor ki, “bu gidişle yılsonunda karınız 12 milyon kadar olacaktır.” Ve bakıyorsunuz, yılsonunda gerçekten de 12 milyon değil de 13 milyon kazanmışsınız. 1 milyonluk farkınız var. Bu fark, sizin iradeniz ve gayretinizle yaptığınız bir farktır. Kuşkusuz iş bu kadar basit değil. Ruhsal varlık ve ruhsal varlıkları yönetenler çok üstün prensiplerdir. Bir insanın yeryüzüne neden geldiğini ve neler yapabileceğini çok önceden bildiği ve planladığı için, ayrıca kendi fiziksel tekamülünü bilip yönlendirdiği için bir kehaneti o varlıklar manzumesinden, o varlıklar kademesinden almak gayet makul sonuçlar halinde ortaya çıkar. Yani doğru çıkar. Zaten tüm manevi yollarda en kuvvetli kanıt, kehanetlerin tahakkukudur. Mucizeler değil. Mucizelere kulp takabilirsiniz. Çünkü planda, psişik kanunların arada sırada görünmesinden ibarettir. Bizde fizik kanunlar caridir. Dünya yaşamı (biyolojik yaşamdan tutunda, taş, maden yaşamına kadar) fizik ve kimyasal kanunlarla yürür. Ama bir psişik kanunu, daha doğrusu fizik planın üzerinde bulunan başka bir planın başka bir realitenin kanununu getirip burada hareket ettirdiğiniz zaman mucize denen olay meydana çıkar. Yani fizik kanunların dışına taşan, fakat gözümle gördüğüm kulağımla duyduğum, elimle dokunduğum olaylar meydana geliyor. Fakat bunları fiziksel olarak izaha olanak yoktur. Olmaması da gayet doğaldır. Çünkü orada kullanılan kanun fizik plana ait değil, psişik plana, ruhsal plana aittir. Eğer burayı üç buut kabul ediyorsanız, dördüncü buuta ait bir kanundur. Burada bir flaşın bir an yanıp sönmesi gibi… Ölü insan dirilir mi? Dirilir. Başka bir kanun kullandığınız zaman, başka bir enerjiyi kullandığınız zaman, gayet kaba olan bir biyolojik mekanizmayı ayağa kaldırmak hiç bir şeydir. Suyu yerden çıkartmak hiçbir şey değildir. Asasını yere vuran Musa’nın su çıkarması bir radyestezi olayıdır. Ama onu o anda yapabilmek, maddenin o halini bir anda değiştirebilmek önemlidir. Onu fizik kanunla yapamıyoruz, onun için mucize geliyor bize. Ama başka bir kanunla pekala bir araya getirebilirsiniz. Nitekim bunun basit örnekleri telekinezi olayları değil midir? Gerçekten namuslu medyomların, dürüst medyomların veya psişik insanların telekinetik olayları vardır. “Düşünce gücü” diye isimlendirilen bir etkiyle gerçekten eşyalara tasarruf edebiliyorlar. Bu, tüm milletlerde var. Tüm manevi yollarda çalışanlar bunları yapabilmektedirler: postu da yürütür, insanı tökezletir de, gözünü de kör edebilir. Karakterine göre, hastalıkları da iyi edebilir. Dertlere derman olabilir. Orada fiziksel hiç bir yasa kullanılmamaktadır. “Nasıl oluyor?” diyorsanız. O anda kullanılan başka bir yasadır. Şimdi, bu yüksek tasarruf sahibi olan bir varlık, üstün bir tasarrufa sahip olan bir varlık için dünyanın kendi içerdiği doğal tekamül ile bir insan varlığının geçirmesi gereken tekamül aşamalarını bir araya getirmek gayet kolaydır. Allah için her şey kolaydır. ‘Ol’ der olur. Bu sistemi unutmayalım. Demek ki, bir imkan var, demektir. ‘Mümkünat’ dedikleri olabilirlik olasılığı daima vardır. Olabilirlik, illa kendi dairesi içerisinde, yani fizik kainat kendi kanunları içerisinde olabilirlik anlamına gelmez. Bu olabilirlik, başka yasaların da birbirine girmesi olasılığı demektir. Bu olduğu zaman, siz hastanın başına elinizi koyarak başının ağrısını geçirebilirsiniz. Bunu yapabildiğiniz gibi ağır bir hummayı da tedavi edebilirsiniz. Gerçekte eliniz mi tedavi etti? Yoksa sizden çıkan bir takım manyetik tesirler mi bu iyileşmeyi gerçekleştirdi? Asla. Fizik yasalar zaten buna izin vermez. Arada bir mediatör, bir geçirgen vardır. Bir yasanın değişik bir mekanda kullanılmasında, elini koyan araç olmuştur. Bundan ibarettir. O da zaten o mekanizma için şart olan bir husustur. O elin konulması da, o temasın yapılması da oyunun kurallarından biridir. Onun için “yakından temasla” şifa vardır. Hatta bazen öyle olaylara tanık olmuştur ki insanlar, el kendiliğinden gidip, gayrı şuuri olarak bir yere temas etmiştir. Elini temas ettiren bundan hiç haberi bile yoktur ve hasta iyileşmiştir. Böyle olaylar var, tomaturji dediğimiz. Kendiliğinden olan şifa olayları var. Birisi birden bire yerinden fırlıyor, sanki bir şey olmuş gibi bir dürtüye kapılmış gibi gidiyor hastanın bir tarafından yapışıyor ve bakıyorsunuz, hasta iyi oluyor. Kim yapıyor bunu? Adam farkında bile değil. Ondan sonra kendine geliyor. “ne oldu, ben bir şey mi yaptım?”diye soruyor, sıkılıyor, kızarıyor, terliyor. “Hayır” diyorlar, “sen mucize bir insansın. Geldin kendiliğinden adamın koluna yapıştın ve iyileştirdin. Kötürümdü, ayağa kalktı.” Farkında değil. Tam bir uyku içinde, somnambül gibi hareket ediyor. Bu nedir? Raslnatı mı? Kim yapıyor bunu, nereden geliyor bu güç? nasıl bir şey bu? kabul edelim ki kendi içinden geldi. Gayrı şuuri olarak yaptı. Şuur altında insanlığa yardım etmek arzusu vardı v.s. gibi materyalistik yakıştırmalar kolay, benzer şekilde, telkin olduğu da söylenebilir. Ama telkinin de şartları vardır, her şey telkin olmaz. Aslında burada çok ilginç yasalar dönmektedir. Bizim henüz farkında olmadığımız bazı yasalara göre, bazı muktedir varlıklar bazı şeyleri, bazılarına gördürürler. Çoğunlukla muktedirler, insanlara birçok şeyleri yaptırırlar. İnsan da zanneder ki, bunu kendimiz yapıyoruz. “O taşı siz atmadınız, sizin elinizden biz attık.” Sen yapıyorum zannediyorsun. Öyle sen daha iyi, çünkü o senin bencilliğinden ileri geliyor. Bencilliğin sana bunu söyletiyor. Dar bir şuura sahip olduğun için, öyle zannediyorsun. Darmadağınıklıktan dolayı böyle sanıyorsun. O halin öyle söyletiyor sana… söyle, zararı yok. Ama yapan sen değilsin. İnsanın bunu kavraması gerek. Bu o kadar mutlu bir şeydir ki, üstün bir şeye vasıtalık edebilmek… ama bilerek… Bedensiz varlık Dr. Fritz’in çeşitli medyomları kullanarak ameliyatlar yapması gibi. Bildiğiniz gibi Jose Arigo öldü. Onun rehber varlığı şimdi başka birisiyle çalışıyor. Gayet güzel ameliyat örnekleri görüyoruz. Brezilya çalkalanıyor, birkaç yıldır. Dr. Fritz geçen asırda yaşamış bir Alman doktordur. Vefat etmiş, sonra Brezilyalı, iri yarı yapılı, biraz paraya düşkün bir medyomu kendine aracı tayin ediyor: Jose Arigo, onunla yıllarca ameliyatlar yaptı. Kanlı, kansız, çatkıyla sayısız katarakt ameliyatları; biliyorsunuz… fakat sonradan Arigo’nun karması ağırlaşmaya başladı, çünkü bu yolda kendisine ait olmayan bir enerjiyi ve gücü kendisine aitmiş gibi kullanmaya başladı. Yeteneğini maddesel çıkarlar uğruna kullanmaya yeltendi. Halbuki aslında bazı güçler onu alır, yönetir, yönlendirirdi. Bu bir örnektir. İnsanlar şuursuz olarak bazı güçlerin (en azından ilahi gücün) otomatıdır. Onun için defaatle söylüyoruz: insanlar irade sahibi değildirler. İnsanlar bir takım programları yerine getirirler. Ancak güçleri buna yeter. İnsan otomattır, insan duygusaldır, insan içgüdüseldir, insan mekanik bir varlıktır. Ama insan düşünür de… düşünürken de makine gibi düşünür. Düşüncesini etkileyen unsurlar nelerdir? Saf düşünebilir mi? Açıkça düşünebilir mi? hangi etkiler altında düşünür? Hangi savunma mekanizmalarının etkisi altındadır. Ve böylece açık seçik, duru bir bilgiye, görüşe sahip olmadan ömür gelip geçer. Yaptığı iş nedir? Bedenini beslemekten, duygularını şişirmekten ibarettir. Veya bedenini yiyip tüketmekten başka bir şey değildir. Beslenmez de. Bir yere kadar besler, oradan sonra bedeni yemeye başlar. O da çökmeye başlar. Neresinden bakarsak bakalım, insanın iradesiyle bir takım bir şeyler yaptığı, kendini değiştirdiği pek öyle kolay söylenmez. Yapılmıyor değil var. Bu da yapılıyor. Çok şükür bunun büyük numuneleri var, ama genellikle biz insanlar bunu yapamıyoruz. Yani akıntı zaruretler, icaplar bizi nereye götürebiliyorsa, o tarafa gidiyoruz. Ve bizim yönümüzü değiştirmek, bizi yönlendirmek çok kolay. Parası olmayan bir adamın eline bolca para verin, seyredin neler oluyor! Başka bir şey yapmanıza gerek yok. Yani irademizi yönlendirmek, şuradan şuraya götürmek kolaydır. Basit birkaç mekanizmayla bize istedikleri şeyi yaptırabilirler. Bu nedenle kolay kolay “irade hürriyetinden” söz edemiyoruz. Yaptığımızı, istediğimizi zannediyoruz. “Ben bunu istemiyorum” diyorum. “Yapabilirim, içerim, içmem, giyerim, çıkarırım.” Diyoruz ama hangi şartlandırmalar ve dış etkiler altında?... İstikbal ancak çok muktedir varlıklar tarafından, hani dünya yasalarının dışındaki yasalara tabi olan varlıklar tarafından gayet kolaylıkla bilinebilir. Yukarısı için zor bir şey değildir. Çok kolay bir şeydir. Bizim için zordur. Çünkü biz tek boyutlu düşünürüz. “Lineer” düşünürüz. Bir, iki, üç, dört, beş v.s. gibi gidecek sanırız. “ben daha bugündeyim. Yarını nereden bilirim, yaşamadım ki…” sen onu çoktan yaşadın. Yaşayacağın şekil belli. Büyük bir fark yok… her gün bir başka günmüş gibi. Kendimizi avutuyoruz, ama genellikle hep aynı şeyleri yaşıyoruz. Dedikodusu muhtelif, rivayet muhtelif ama, yapılan hep aynı iş. İnsanın hayatında değişik ve farklı şeyler yaptığı zamanlar da vardır, ama farkında olmuyoruz galiba. Değişik farklı şeyler yaptığımız anlar, onun da farkında olamıyoruz doğru dürüst. Kuşkusuz bu da bir şuurlanmayla, uyanıklıkla ilgili bir konu... Ergün Arıkdal 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.