Jump to content

Kaburgadan Fanteziler


chesterfield

Önerilen Mesajlar

Önce kısa bir sözlük bilgisi: TDK’nun 1992 tarihli sözlüğünde “kaburga” eğe kemiklerinin oluşturduğu kafes” diye tanımlanıyor.

Türkçe’mizde “kaburgaları çıkmış” ya da “kaburgaları sayılıyor” diye bir deyim vardır: zayıf, çelimsiz, kemikleri görünen canlılar için kullanılır (bu, yemeği yapan Havva yaratılamadan önceki erkeğin halini çok iyi anlatır).

Kaburganın özelliği canlının yaşamsal iç organlarını korumaktır. Hayvanlarda ise özellikle et ve kemiğin bir arada olmasından ötürü en tatlı bölümün, yani pirzolanın çıktığı yerdedir.

Kaburga kemik olarak tek başına karın doyurmaz. Fantezi de öyledir, ama sınır da tanımaz.

 

Yazılı/sözlü belgelerin gerçeğe olan ilişkisi derece derecedir: Sırasıyla Dokümantasyon (böyle oldu) - Realistik (böyle olabilir) – İdealistik (böyle olmalı) – Fantastik (böyle olamaz).

Halk arasında olmayacak şeyler için affedersiniz “yok deve”, “çüş” derler, bir de “yok anasının dini”.

Benim Fantezilerim gerçekten “Anasının dini”, hem de Havva Anasının dini. Din burada insanoğlunun doğuşu ile ilgili. Nereden geldik, kimiz, nereye gidiyoruz?

 

Şimdi sizlere, 2010 Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla biraz mizahi bir bakışla, kaburgadan fanteziler, fantezi çıkarımlarda bulunacağım.

 

Biliyorsunuz, kutsal kitaplara göre ilk insanlar Adem Baba ve Havva Ana önce cennette yaşıyorlardı. Sonra ne olduysa oradan kovuldular ve biz o gün bugündür dünyada perperişan, zavallı ölümlü yaratıklar olarak her gün telef oluyoruz. Orada ekmek elden su gölden yaşamak varken, dünyada doğumdu, büyümeydi, okuldu, işti, evlenmeydi, çocuktu, emeklilikti, torundu, acıydı açlıktı derken, a bir de bakıyorsun ölüm döşeğindesin. Hiç rahat yüzü göremiyoruz. Kim bunun suçlusu? Bizi cennetten kovduran kişi. Sahi bizi kim kovdurmuştu cennetten? Havva değil miydi o, hani yılanın sözüne kanıp da, yasak meyveyi yiyen? Hani şu Adem’in kaburgasından yaratılan, „eti benim kemiği senin“.

 

Tanrı ilk insanı, yani Adem’i çamurdan yarattı. İstese yoktan var edemez miydi? Ederdi. Peki onu neden çamurdan yarattı? Çünkü biliyordu onun bir gün çamura yatacağını. Aslında Adem’in çamurdan yaratılması kesinlikle rastlantı değil bence. Neden derseniz? Çamurun özelliklerini sayarsak bunu anlarız. Çamur nasıldır mesela? Sulu, cıvık, bazen vıcık vıcık yapışkan, duruma göre kirleten, piştikçe sertleşen bir şey değil mi? Ee bunlar en baba erkek özellikleri değil mi?. Daha bitmedi. Neler yapılır çamurla düşünün. Testi, çanak, küp, tuğla, çamurdan heykelcikler, çamurdan adam. Bunlar iyi pişmediği zaman suyu görünce cıvırlar, bozulurlar. Ya iyi pişirilir ve sırlanırsa neler olmaz çamurdan. İşte işin sırrı burada. Hatta çamuru şöyle iyice bir çalkalayıp fazlalıkları elerseniz altın bile çıkar. Minerali, cevheri boldur. Ya günümüzde altmış, yetmiş kiloluk bir çamurdan kaç miligram altın çıkar bilemem.

 

Biliyorsunuz Adem’in aslı Adam’dır. Yaradılışı müteakip Adamın cennette, haşmetli bir şekilde arz-ı endam edişini gözünüzün önüne getirin: “Savulun be buraların dayısı benim” edası. Ama tek başına dayılık sökmüyor tabii. İlla biri olacak hava basmak için. Bir gün su içmek için suya eğilir Adam, bir de ne görsün, suda kendi yansıması. Eğiliyor, o da eğiliyor, kalkıyor o da kalkıyor. Olur mu? Racona ters. Tabii bir iki derken öbürü tırsmıyor, la havle vela kuvvete... Adam buna bir dalıyor. Foş, paça ıslanıyor, karizma çiziliyor. Mahcup kalkıyor ayağa. Havlu mavlu yok tabii kurulanacak, şöyle bir silkeleniyor, biraz kırgın. İşte o an içinden geçiyor. Şöyle bir çift dalabileceği biri olsun, yalnızlıktan kurtaracak kendisini. Tanrı görüyor bunun acınacak halini. Veee Tanrı Adamın sol kaburga kemiğinden Madamı yaratıyor.... Ne mi oluyor? Adam oluyor Adem. Meee… Adem’in günlüğünde şöyle yazar:

 

“Uyandığımda yalnız değildim artık. Uzun saçlı bir yaratık belirmişti yanımda.” (Pazar) O derin uykuya daldığım sırada başıma bir şey gelmiş olmalı. Göğsümün sol yanındaki yara izinden anlıyorum bunu. Acı falan duymuyorum ama yeni yaratığın daha ilk ortaya çıkışıyla böyle bir yara izi bırakması, beni pek de mutlu olayların beklemediğini getiriyor aklıma. (Pazartesi)” (Twain 1972: 11)

 

Adem notlarında “uyandığımda” diyor. O halde bu normal bir doğum değildi. Bir nevi sezaryen, ilk sezaryen.

 

Havva’nın adını da merak ediyorsunuz muhakkak: Adem onu ilk gördüğünde ağzından kaçırmış bu sözü: Ama aslında söylediği Havva değil, bu sonradan bozulmuş hali. Aslı şöyle. Birden yanında onu görünce Adem: bir eyvah çekiyor! (Avrupa dillerindeki karşılığı bunun kanıtları: Eva). Havva bu sözü yanlış anlıyor tabi. Ademin Ayva istediğini sanıyor. Koşup getiriyor. İşte o gün bugün “Ayvayı yemek” deyimi yerleşiyor dilimize.

 

Yasak meyve olayı: Biliyorsunuz, bugün dahi evde her şeyin tadına özellikle kadınlar bakar. Bu zamanla gelişmiş bir davranış değildir. Ta Havva’dan kalan arketipik bir olaydır. Havva merak ve tahriklerin de etkisiyle oldukça yüksek olan yasak meyve ağacına birkaç kez gizlice tırmanır (gökyüzüne merdiven dayamak deyimi buradan gelir) ve suçüstü yakalanır. “Sen benim gibi tırmanamadığın için kıskanıyorsun” der Adem’e. Bir kez de birlikte denerler (e erkeklik ölmedi tabi). Ve bir gün gizlice yasak meyvenin tadına bakar Havva. İşte o andan itibaren her şey değişir, kötülük başlar, ölüm gelir, açlık gelir. Adem de acıkır. Dayanılmaz bir açlık duygusudur bu. Ve Havva artan meyvelerden getirir. Açlık, sen nelere kadirsin.

 

Yasak meyvenin bir yan etkisi de “ekmek elden su gölden” devrinin bitmesi. Havva der ki; artık karnımızı doyurmak için çalışıp kazanmak zorundayız. İşte o an Adem (Mark Twain’e göre) ilk kez memnun olur Havva’nın varlığına. Şöyle düşünür. “Bu durumda, çok işime yarayacak [bu yaratık]. O çalışır, ben de yol gösteririm” (Twain, 1972: 25).

 

Adem ile Havva arasında anlaşmazlıklar oluyormuş bunun gibi. Özellikle Havva’nın konuşkan olması, her şeye ad takması, evde kurallar koyması Adem’i çok kızdırıyormuş. Havva onun gönlünü almak için gurur okşayıcı isimler takarmış hayvanlara: Örn. Aslan, Kaplan gibi. Adem de katılıyormuş isim takma oyununa, ama bir günü diğerine uymuyormuş ki; neşeliyse Ceylan, canı sıkkınsa Papağan diyormuş Havva’ya.

 

Peki Havva niye kaburgadan yapılmış? Bunu hiç düşündünüz mü? Ben düşündüm: Şimdi bu kaburga olayı var ya, dünyanın en büyük yalanı. Yok böyle bir şey. Erkekler, saysın sağını solunu yoklasınlar kaburgalarını, eksik yok. Bir arkadaş şuradan bir erkek getirirse kanıtlayabilirim? Gösterin lütfen! İşte buyurun. Bu kaburga yalanının aslı tarihin ilk büyük ameliyatında yatıyor. Tanrı kaburgayı sadece araladı o kadar. Zaten Adem de, “uyandığımda sadece yara izi vardı” diyor. Nedir o halde gerçek. Kanımca kadın, erkeğin kalbinden yaratıldı. B. Uzuner’in “Bir Erkeğin Dayanılmaz Bilinçaltı Tutkusu” (Uzuner 1993: 13-32) öyküsünü okuyun lütfen. Bir sabah uyandığında erkeğin biri kadına dönüştüğünü fark eder. Kadın erkeğin tam da kalbinden, gönlünden geçirdiği gibidir.

 

Erkekler bana kızacaklar ama, bir rivayete göre, aslında erkeğin kalbi yokmuş! Hoppala, bu da nereden çıktı diyeceksiniz. Ya demezler mi erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer diye. Bu işin mecazlı anlatımıymış. Gerçek o ki, çamurdan yaratılan ve iyi pişmediği için kendini salan erkek bedeni çok eskiden beri kuşak, kemer vb. şeylerle göbeğini bağladığı için (“göbek bağlamak” deyimi buradan gelir) mide alttan kalbi zamanla dumura uğratmışmış. Zaten biliyorsunuz ki erkeğin kalbi yetersizdir kadınlara göre, uyduruk bir şeydir, tekler, çoğunlukla pille desteklemek gerekir. Hatta durun size kalbin olmadığını daha net bir şekilde kanıtlayayım. Lütfen açar mısınız şu arkadaşın kalbini! İşte buyurun!

 

O halde kaburga değil, kalbi değil nereden yaratıldı Havva kadın. Şimdi sıkı durun, işte mucize burada. Adem çamurdan yaratıldı, ama Havva yoktan yaratıldı. Tekrar ediyorum yoktan. Eee kadın bir mucizedir, derler. Bundan daha iyi mucize mi olur? Kadın kesinlikle mucizedir! Kadının mevcudiyetinin temeli budur. Bu temel onun en kıymetli hazinesidir. Onun toplumdaki varlık ve yokluk arasındaki konumunun kaynağı da bu mucizedir.

 

Şimdi şeytanın avukatlığını yapan biri çıkacak, diyecek ki, dur bakalım. Erkeğin kalbi midesiyse, Havva onun midesinden mi yaratıldı yani? Ne sanıyorsunuz, yemekleri niye kadınlar yapıyor ki? Sadece erkekler yesin diye mi? Bunun tatili yok bayramı yok, izni yok raporu hiç yok. Allah’ın günü üç öğün, ha babam de babam pişir de pişir. Buna can mı dayanır. Yok arkadaş bu kesinlikle mucize.

 

Tamam buraya kadar attım diyelim. Tanrının Adem’i çamurdan yoğururken madem, neden badem gözlü Havva’yı sol kaburga kemiğinden var ettiğine ilişkin bir başka rivayet ise şöyle: Aslında Tanrı Havva’yı Adem’in kırık kalbinden, daha doğrusu kırık sandığı kalbinden yaratmak istemiş. Şöyle bir daldırınca elini, sol kaburgasının altına, eline kaburga kemiğinden başka bir şey gelmemiş (işte kalp var mı yok mu tartışmasına yeni bir katkı). Her neyse yine de ucuz kurtulmuş kadınlar, çünkü ya Tanrı başka bir yere daldırsaydı elini! Artık erkek ne zaman öfkelense ‘Kes be kaburgamın kenarı’ diyemez artık, ağza yakışmıyor çünkü.

 

Adem’in canı sıkılmasa Havva olmayacaktı tezi var bir de. Buna göre kadın erkeğin can sıkıntısının bir ürünü. Güya Tanrı Adem sıkılmasın diye yaratmış Havva’yı. Daha neler. Oyuncak mı bu? Hem Adem oyun oynamayı sevmez bir kere. Ciddi adamdır Ya dayı dayı gezer, ya da lök gibi oturur. Adem neden ciddidir ve öyle oturur? Aslında bunun da bir nedeni var: Şimdi bir insanın yaşamında üç aşama vardır, değil mi? Doğar, büyür ve ölür. İki kere iki üç. Var mı itirazı olan? Yok. Ama gel gelelim Adem’in durumu farklı. Adam doğmadı, büyümedi. Tanrı ol dedi oldu ve yaşadı öldü.. Adamcağız ne çocukluğunu yaşadı ne de gençliğini. Yeni Havvalar peşinde koşması da ondan. Acaba gençliğimi yaşayabilir miyim, hep bunun peşinde. Ya Havva? O da büyümedi. Sadece doğdu, doğurdu ve evlat acısı çekti ve öldü. Kadıcağız hep ağladı. Ağlayacak bir anası bile yoktu. Anası Adem’di. Ne ana ama! Allah kimseyi anasız koymasın!

 

Bence dünyanın en eski oyununda, yani Havva’nın icat ettiği evcilik oyununda, köşede oturup etrafa bakınacak bir yaratığı Havva istemiştir diyeceğim amma, neyse. Derler ya insanoğlu hep geçmişin özlemi içindedir. Tıpkı cennette olduğu gibi erkekler genellikle lök gibi oturur: TV karşısında, kahvede, masa başında, plajda...

 

Evcilik ve geçmişe özlem deyince unutmadan bir de kadınların şu ev ve süs merakına değinelim: Bunlar da cennetten kalma bir alışkanlığı olsa gerek Havva’nın. Erkek can sıkıntısını gidermek için, değişiklik olsun diye yeni Havva’lar peşinde koşarken, Havva evini barkını toplar, ne yapsın, ayran gönüllü Adem’ini elinde tutmak için süslenir. E haklı kadıncağız, o güttüğü koyunu bilmez mi?

 

Şimdi şu kaburga olayı var ya, bence insanlık tarihinin en önemli ilklerinden biri. Düşünsenize, her şeyi yoktan var eden koca Tanrı, ilk kez inşaatta malzemeden çalıyor! Şöyle, çamurdan yoğrulmuş mermer bir heykel gibi yerde yatan Adem’i canlandırın gözünüzün önünde. Dağ gibi, kaya gibi mübarek. Üfledin mi canı içine, şöyle derin bir nefes, adam taşı sıksa suyunu çıkaracak! Ne taşı, dünyayı omuzlayacak, oynatacak yerinden Herkül gibi. Sen gel, adamın kaburgasını sök yerinden, başka inşaatta kullan. Oldu mu şimdi? Ha evin altından kolon kesmişsin, ha Adem’in kaburgasını, aynı şey. Sonuç, tabii göçer bu adam. İşte bakın ölüm yaşı ortalamasına, dayanıklılık süresine. Ne bekliyoruz ki, kaburga bu, kartel koruyucu gibi, darbelere karşı güvence. Olacak şey değil, kesinlikle kabul etmiyorum.

 

Yerde çamur mu yok? Dünya kadar, istediğini seç, killi, kumlu, kestaneli, humuslu. Ne istiyorsun adamın kaburgasından. İşin kötüsü, Adem’in kaburgası eksik te, Havva’nınki tamam mı? Hayır o da zayıf. Kaburgasızdan kaburgalı çıkar mı? Hayır. Daha kötüsü; Havva o zayıf binaya bir de balkon çıkarıyor. Bitti, hayır gelir mi artık bu yapıdan. Bakın insanoğlu dünya kurulalı beri, aynı projeye göre bina kuruyor, ama olmuyor. Neden? Çünkü proje temelden yanlış. En fazla elli altmış yıl dayanıyor, sonra çöküyor. Durum bu maalesef.

 

Kadın-erkek rekabetinde işte insanoğlunun onulmaz bir zaafı vardır. Adam erkek çocuk ister, kadın kız. Nedir bunun gerisindeki mantık bilir misiniz? Kaburgadan eksik erkek bunu üstten telafi etmeye eğilimlidir. Eksikliği biraz kabararak kapatmaya çalışır. Omuzlar o nedenle geniştir. Kadın ise çürük binayı alttan sağlamlaştırma iddiasında olduğu için, basenden genişlemiştir. Ortalama ölüm yaşına bakılırsa kimin haklı olduğu belli.

 

Şimdi gelelim şu kaburganın cinsiyeti meselesine. Diyelim ki gerçekten Havva kaburgadan yaratıldı. Yani şu kadarcık kaburgadan. Yahu ne kadar sündürürsen sündür, en fazla bir oklava çıkar ya neyse. Diyelim ki oldu. Peki bu kaburga erkek mi, dişi mi? Hadi bakalım. Erkekse Havva nerde, dişiyse Adem nerde? Tek bir açıklaması var bunun:’ Bir ben var benden içerü’ demiş Yunus Emre. Herhalde. Adem oğlu, Havva kızı, Havva oğlu, Adem kızı. Erkek Fatma, kız Hüseyin. Cemil İpekçi, BenDeniz.

 

Eskiden tek çeşidi vardı erkeğin. Erkek; sade, yalın, tek katmanlı. Şimdi hayli çeşitlendi. Zevkine, alışkanlıklarına, zekasına göre değişik isimler alabiliyor. Örneğin, uyuşturucu kullanana keşkek, pop müzik sevene popkek, zeka özürlüsüne dankek, kemiksizine topkek, gereksiz konuşana zevzek vs. şimdi deMetro-kekler çıktı hayırlısıyla.

 

Alman bayan yazar Luise Rinser'e göre "her erkek, içinde aynı zamanda bir kadın taşır" ve günümüzdeki kriz, savaş ve kavga ancak "içimizdeki kadınlığın bastırılması" ile açıklanabilir; bu nedenle "erkeklik ile kadınlığın derinden ve devamlı uzlaştırılması" gerekir (Schwab 1998: 12) der. Siegmund Freud bunu daha da ileriye götürür: Her erkekte bir kadınlık, her kadında bir erkeklik organının kalıntısı varmış.

 

Rinser, güç kullanmamayı benimseyen ve feragati ön plana alan bir dünya anlayışına sahiptir. Erkeklik "güç veya güç gösterisi", kadınlık ise "paylaşım, vericilik, sevecenlik" anlamına gelir. „Sevmeyi başarabilmek için, insanın yaşamını zorbalıktan temizlemesi gerekir." (Rinser 1991: 112)

 

Çok uzak geçmişten söz ettik bugün. İnsanlar arasında ast üst, kıdemli kıdemsiz, amir memur ayrımının olmadığı devirlerden. Bir Alman atasözü vardır: “Adem tarlada çalışır, Havva yün eğirirken, asalet nerdeydi?” diye sorar. Kim bilir Havva yaratıldığında Adem ona ne baskı yapmıştır. Ben senden daha önce yaratıldım, daha kıdemliyim diye. Yoksa kadınların ezilmesi böyle mi başladı? “İlk kadınım ben, son kadında da var olacağım” (Twain 1972: 75) diyor Havva. Keşke Adem, seni kaburgamdan doğurdum, sensiz ben ben olamazdım, ben seninle erkek olabildim deseydi, iyi olmaz mıydı? Ne dersiniz?

 

Twain’ne göre Havva’nın mezar yazıtı şöyledir: “Cennet, O’nun olduğu yerdi.” (s. 75) Aynı şekilde Adem de günlüğünü şöyle bitirir: “Cennet Bahçesinde onsuz yaşamaktansa, dışarıda onunla birlikte yaşamak çok daha güzel. (…) Bizi birbirimize yaklaştıran, bana onun yüreğindeki iyiliği, ruhundaki tatlılığı tanımayı öğreten o ilk (meyve) bin yaşasın!” (Twain 1972: 36) Kadınlara minnettarız, iyi ki varsınız!

 

Kaynakça

 

Mark Twain: Adem ile Havva’nın Cennet Günlüğü. Çev. Akşit Göktürk, Milliyet Yay. Mizah Dizisi: 1, İstanbul 1972.

Buket Uzuner: Ayın En Çıplak Günü. 7. Baskı, İstanbul 1993.

Luise Rinser: Kriegsspielzeug. Tagebuch 1972-1978, Fischer Bd. 2247, Frankfurt a.M. 1991.

Hans Rüdiger Schwab: "»Bu kadar güvenlik, beni kışkırtmaya teşvik ediyor…« Luise Rinser'in Edebi Kişiliği ve Etkisi üzerine". Çev. A. O. Öztürk, Konya Çalı , Sayı: 13, Şubat 1998.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...