nevermore Oluşturma zamanı: Şubat 4, 2010 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 4, 2010 Parapsikolojinin babası Rhine konuya nasıl ilgi duyduğunu ve çalışmalarına nasıl başladığını anlatıyor... Tabiatüstü bir ilme kendimi vereceğim hiç aklıma gelmezdi. Çevremde gaipten gelen haberlerden, ruhları çağırdıklarından söz edildiğini işitirdim. Fakat babam iyi bir eğitim görmüş, pozitif bilimlere inanan bir adamdı. Bu gibi hikayeleri hep gülünç ve saçma bulurdu. Onun için çocukluğumda ben de bu gibi şeylerin etkisi altında hiç kalmadım. Üniversitede iken, en çok sevdiğim ve saydığım bir profesör, bana kendisinin de şahit olduğu psişik bir olaydan söz etti. Bir gece 40 yıldan beri haber almadığı bir okul arkadaşını rüyasında görmüştü. Bu rüya o kadar canlıydı ki, uyandığı zaman bile onu unutamamıştı. Ailesine bundan söz etmiş ve oturup eski arkadaşına bir mektup yazmıştı. Mektupta, “Seni rüyamda o kadar canlı bir şekilde gördüm ki, bunca yıldan sonra sana bir mektup yazmak arzusunu yenemedim.” diyordu. Biyolojide çalıştığım için bu gibi şeylerden şüphe etmesini öğreniyordum. Klasik psikoloji çerçevesini aşan bu psişik kuvvetleri laboratuvar deneyleri gibi sıkı bir kontrolden geçirmek istiyordum. Arkadaşlarıma bu fikrimi açtığım zaman Alman mültecisi olan bir genç kız benim bu fikrimle ilgilendi ve hayatımızı birleştirmeye karar verdik. Bir gün büyük yazar Upton Sinclair’in Zihinsel Radyo isimli kitabı elime geçti. Orada karısı ile yaptıkları telepati denemelerini anlatıyordu. Onun yaptığı resimleri 50 km uzakta olan karısı aynen çiziyordu. Bizi en çok şaşırtan şey, Sinclair’in bu deneylerini sıkı kontrolden geçirişi oldu. Einstein ve Prof. McDougall bile buna inanmış görünüyorlardı. McDougall bundan kısa bir süre sonra Duke Üniversitesi’ne tayin oldu. Ben de orada bir görev bulmuştum. O sırada McDougall bütün Amerikalıların saydığı bir İngiliz psikoloğu idi. Bilim dünyasını ipnotizma ile de ilgilendirmeye çalışıyordu. Kendisi kontrollü telepati denemeleri yapıyordu. 1930 yılının sonbaharında beni iki genç yardımcısı ile tanıştırdı. Onlarla tanıştıktan sonra laboratuvarlar dünyasından medyomlar dünyasına geçmeye karar verdim. Böylece 1931 ilkbaharında karımla hayallerimizi gerçekleştirme hevesine kapıldık. İpnotizma yolu çok verimli olmadı. Ondan vazgeçtik. Kimyanın karışık araçlarına alışmış olan bizi, zihnin esrarına girmek için kullandığımız şeyleri gören şaşardı. İki adam, bir masa, iki iskemle ve acayip görünüşlü bir iskambil kağıdı, hepsi bundan ibaretti. Kağıtlar ilerisini görmek için kullanılan klasik bir araç idi. Fakat hile imkanını azaltmak için Zenner 25 kağıtlık bir deste düşünmüştü. Bu kağıtlarda temel olarak beş sembol bulunacaktı. Ben onlara “Zenner Kağıtları” ismini vermiştim. Sonra “DDA kartları” ismi ile bütün dünyayı dolaşacağı aklıma bile gelmemişti. İlk denemeleri üniversite öğrencileri ile yaptım. Ortalama olarak, cevaplarda 25 tanede 6,5 doğru çıkıyordu. Bu ümit verici bir sonuçtu. Bir gün bir psikoloji öğrencisi olan Lizmayer laboratuvarıma geldi. Beni her görmeye gelene yaptığım gibi bir deste iskambil aldım, karıştırdım. Sonra gelişigüzel bir kağıt çekerek ne olduğunu söylemesini istedim. Doğru söyledi. Denemeyi tekrarladım, dokuz kere üst üste çevirdiğim kağıdı bildi. Elime bu alanda bir dahi geçmişti. Parapsikoloji hakkında verdiğim bir konferanstan sonra genç bir öğrenci beni görmeye geldi. Bizim deneylerimizle çok ilgileniyordu. Ailesinde psişik kudrete sahip olanlar vardı. Bunu gözleriyle görmüştü. “Sizde de böyle bir kudret var mı?” dedim. “Sanıyorum ama, korkuyorum.” dedi. Laboratuvarın şartları içinde korkacak bir şey bulunmadığını kendisine söyledim. Yaptığımız denemelerin çoğunda başarı kazanıyordu. Fakat bir gün gelerek : “Artık benden iyi bir sonuç alamayacaksınız.” dedi. Hep başarı göstermek endişesi içinde yaşadığından dolayı sonunda bu yeteneğini kaybetmişti. Asistanlığımı yapan Bayan Ownley’e gelince, bir gün beklenmedik bir şekilde bana geldi. Psikolojiden mezun olmuştu. Duke Üniversitesi’nde ipnotizma ile tedavi hakkında etüt yapıyordu. Bir gün tesadüfen bizim denemelerimizde bulunmuştu. Bunlarda hile olmamasına imkan olmadığını söylüyordu. Onu kandıramayınca ona bir deste kağıt verdim ve bir arkadaşı ile denemeler yapmasını söyledim. Birkaç gün sonra yine geldi. “Ooo! Doktor Rhine, çok mahçubum!” dedi. Parlak sonuçlar almıştı. 25 taneden 15 tanesini bilmişti. O günden bu yana bütün denemelerimiz birsürü laboratuvarda kontrol edildi. Her iki cinsten, her yaştan insanlarla denemeler yaptık. İçlerinde zihinleri gelişmemiş çocuklarla, körler bile vardı. Denemelerimizin tekniklerini kaç kere değiştirdik. Sembollerimizi büyülttük, küçülttük, değiştirdik. Zaman ve mekana bakmadan bu kudretin hep geliştiğini gördük. Bayan Turner, Duke Üniversitesi’nden 400 km uzakta benim laboratuvarımda bulunan Bayan Ownley ile bir telepati haberleşmesine giriştiği zaman, bana yalnız bunu kaydetmek kalıyordu. Gençlik hülyamın bir kısmını gerçekleştirdim sayılır. 1934’te ilk kitabım olan Olağanüstü Duyular’ı yayınladığım zaman bir dostum bana: “Aldığın mektupların sayısı fazlalaşacak.” dedi. Gerçekten her yıl binlerce mektup alıyorum. Bugün her seviyedeki insan, bizim araştırmalarımızdan, insanların binlerce yıldan beri dinden beklediği şeyi bekliyor: İnsanoğlunun sırrının anahtarını bulmayı! Bir gün DDA’yı tamamıyla kontrol edeceğimizden ümit kesmiyoruz. Fakat şimdilik kolayca kontrol edilebilen denemelerle yetinmeliyiz. İnsanların beşte birinde bir telepati kuvveti olduğunu tecrübelerimizle biliyoruz. Herkeste böyle bir kuvvet bulunduğunu zamanla göreceğiz veya onlardaki bu kudreti keşfedeceğiz. Şimdilik en akıllıca hareket elimizdeki olaylarla yetinmektir. Onlar bile yeter derecede şaşırtıcıdır ve bize klasik psişikte “Radyoaktivite“nin yarattığı ihtilale benzer bir ihtilal vadetmektedirler. Konu hakkında kapsamlı bilgi için, bkz.: Teorik ve Pratik Telepati, N. S. Yılmaz, Ege Meta Yayınları Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.