Jump to content

DoğaÜstü Niteliklerde Tezahürler


nevermore

Önerilen Mesajlar

İlahiliğin, meleklerin, cinlerin ve perilerin insana görünmeleri hep "apparition" (aparisyon: görünme, ortaya çıkma, tezahür) sözcüğüyle ifade edilmiştir. Littré'nin sözlüğünde "vision" sözcüğüne bakarsanız şu açıklamayı görürsünüz: "Tanrı'nın, insana, kalp gözüyle veya beden gözüyle gördürdüğü doğaüstü şey."

Akılcı (rasyonalist) düşünce akımının geliştiği yıllarda aynı sözcüğün hizasında yer alan açıklama ise şu olmuştur: "Ruhun, gerçek bir tezahürden geldiği izlenimini verecek kadar güçlü her türlü kuruntusu ve düşlemi. Bir halüsinasyon etkisi."

 

 

Tüm dinlerde rastlanan tezahür kavramı, yine de peşinen, yoğun kuruntu diye nitelendirilemez. Tarihte cereyan etmiş ve kayda geçmiş öyle tezahür olayları vardır ki, bunlara ilişkin tanık raporları, mantıklı bir başka iddia öne sürülmeden, öyle hemencecik reddedilebilecek şeyler değildir.

Dini gerçek, varlığın bir vahye karşı olan inancına ve onu tam anlamıyla tasvibine dayalı bulunmaktadır. Şu halde bu gerçek, her türlü hürmete layık değerdedir ve bu nedenle biz, çeşitli inançlar üzerinde bir hükme varmaktan kaçınacağız, ama bazı tezahür olaylarının gerisinde yatıp da parapsikoloji alanının içine giren veya başka sırları barındıran unsurları ayıklayıp ortaya koymaktan da geri durmayacağız.

Eski ulusların inançlarına göre, ilahlar ve diğer doğaüstü yaratıklar sık sık insanlara görünmekteydiler. Yunanlıların ve Romalıların, ölmüşlerini ululayışlarının amacı, onların tekrar görünmelerini önlemekti. Tevrat'ta meleklerin tezahürlerinden pek sık söz edilmektedir; Rabbin bizzat tezahürü ise ancak birkaç yerinde konu edilmektedir. Musa, huzura iki kez kabul edilmiştir: Bunların birincisi Horeb Tepesi'nde, diğeri de Sina Dağı'nda cereyan etmiştir. İsa ise müritlerine birçok kez görünmüştür, fakat İncillerde Kutsal Ruh'un (Ruhül Kudüs) sadece iki tezahüründen söz edilmektedir: Birincisi, İsa, Yahya tarafından vaftiz edilirken güvercin görünümü altında, ikincisi ise Pentikost (Pentecôte) günü havarilerin üzerine inen ateş dilleri görünümü altında meydana gelmiştir.

Hıristiyanlığın ilk yıllarından beri dini efsaneler, Kurtarıcının, Meryem Ana'nın, azizlerin ve şeytanın tezahürlerini pek sık konu etmişlerdir. Ama en çok söz edilenleri yine de, Meryem Ana'nın, ya Baş Melek Mikail ile birlikte ya da onu izler tarzda gerçekleştirdiği tezahürlerdir.

İlahiyatçılara göre, tezahürler, vizyonlardan kaynaklanmaktadırlar. Duyuları, hayal gücünü veya zekayı etkileyişlerine göre bunlar materyal (maddi), imajinatif (hayali) veya entelektüel (zihni) olabilmektedirler. Bunları ayırmak zor bir iştir ve gerçeklikleri konusunda son sözü söyleme yetkisi Kilise büyüklerine aittir. İnsanı kutsal kişi haline getirir türden veya sezgisel türden vizyon, Rabbin cemal sıfatının tecellisini görmek anlamına gelen vizyondur. Fakat bu vasıtasız görme imkanı ötealemdeki seçkinlere mahsus bir imkandır ve tabii ki bu görme şekli, tezahür sözcüğünün içerdiği anlamın tamamen dışında kalmaktadır.

Modern ilahiyatçılar, tezahür olaylarındaki maddiliği iyice reddeder olmuşlardır. Onlara göre Rab, İsa, Meryem veya herhangi bir diğer aziz, vizyonu gören kişinin ruhunu sarıp kuşatmakla yetinmektedir. Ama bu türden içsel tezahür ile basit halüsinasyonu birbirinden ayırt etmek yine de zor bir iştir. İşte bunun içindir ki, Kilise, bu mucizeleri resmileştirmede hep yan çizmiştir. Nitekim 1928'den 1971'e kadarki süre içinde bu türden tam 200 olay cereyan etmiştir, ama Kilise, tanıkların tüm samimiyetlerine rağmen, her seferinde olayı reddetmeyi tercih etmiştir.

Meryem Ana'nın mucizevi tezahürleri sayılamayacak kadar çoktur. Bunların hepsi de belli oranda fizik özellik arz etmektedir; biz de, sırf bu özellikleri nedeniyle bunların üçünden söz edeceğiz: Her biri de, cereyan ettiği yeri tavaf yeri haline getirmiş olan ve gerçekliği Kilise tarafından onaylanmış bulunan bu üç olay şunlardır: La Salette, Lourdes ve Fatima.

19 Eylül 1846 günü, Isère'deki La Salette-Fallavaux kasabası sakinlerinden olan 11 yaşındaki Maxime Giraud ile 15 yaşındaki ablası Mélanie Calvet-Mathieu, Mont-sous-les-Baisses yaylasında inek otlatmışlar ve akşam eve döndüklerinde, yaylada tanık oldukları tezahürü evdekilere anlatmışlardır; tabii ki yer yerinden oynamıştır.

Anlattıklarına göre, saat 2.30'da, bir kaya üzerinde oturmuş yüzü avuçlarında olduğu halde ağlayan "güzel bir hanım" görmüşler ve Meryem Ana olduğunu derhal anlamışlardır. Kendilerine Patois diliyle hitap edip, her birine ayrı ayrı bir sır aktarmış, sonra da göklerde kaybolup gitmiştir.

Kilisenin papazı tarafından kayda geçirilip mühürlenen her iki mesaj da Roma'ya, Papalık makamına gönderilmiştir. Bu işlem büyük bir gizlilik içinde yürütülmüştür, ama buna rağmen olay yine de duyulmuş ve bir mümin seli yaylayı tavafa koşmuştur.

Grenoble Piskoposu olan Philibert de Bruillard, beş yıl sonra, Notre-Dame-de-La-Salette'in tavafına resmen izin vermiştir. İfadesinde bu tezahürün "tamamen hakikat olduğunu, onun için de müminlerin orayı gönül rahatlığıyla tavaf edebileceklerini" belirtmiştir. Bir yıl sonra bu izni Papa IX. Pie de onaylamıştır.

Ardından derhal bir polemik baş göstermiştir. Konuyu sadece imansızlar değil, aralarında rahiplerin de yer aldığı birçok Katolik de dillerine dolamış ve çocukların öyküsüne gölge düşürücü ifadeler kullanmışlardır. Hatta Cartellier ve Deléon adlı iki papaz yayınladıkları bir kitapta, La Merliére adlı bir kadını, saflıklarından yararlanarak kendini çocuklara Meryem Ana diye yutturmakla ithama bile kalkışmışlardır. Bu iddianın halk tarafından benimsenmeyişi üzerine Cartellier sözünü geri almaya mecbur olmuştur. La Salette'de her yıl iki tavaf töreni yapılmaktadır: Birincisi, 21 Ağustos günü Meryem Ana'nın taç giyme yıldönümü vesilesiyle, diğeri de 19 Eylül günü malûm tezahür olayının yıldönümü vesilesiyle.

Lourdes da, tıpkı Polonya'daki Czestochowa ve Meksika'daki Guadalupe gibi Meryem Ana'ya ilişkin tavaf törenleriyle ünlü bir yerleşim merkezidir. Burada da her şey, 11 Şubat 1858 günü, fakir bir değirmencinin kızı olan 13 yaşındaki Bernadette Soubirous'nun, kuru dal toplamak üzere Massabielle kayalıklarının yakınına gidişiyle başlamıştır.

İçinde beliriveren tuhaf bir duygunun dürtüsüyle, elinde olmadan, yakındaki bir mağaraya doğru yönelen kızcağız, içeriden tatlı ve solgun bir ışığın sızdığını fark eder.

Hemen ardından da ışığın kaynağıyla yüz yüze gelir; karşısında "güzel bir hanım" vardır; daha sonraları, tüm hayatı boyunca Bernadette onu hep bu isimle anacaktır, çünkü olaydaki hanımın Meryem Ana olduğunu hiçbir zaman iddia etmemiştir.

"Güzel hanımın" sırtında beyaz bir kostüm ile belinde mavi bir kemer vardır; kemerin bir kenarından da tespih sarkmaktadır. Eliyle kıza bir işaret yapar ve Bernadette diz çökerek dua okumaya başlar. "Ave" duasını beşinci kez okuduğu sırada "güzel hanım" ışıklı bir halenin içinde kaybolup gider. Aynı sahneyi Bernadette daha sonra on yedi kez daha görecektir. Bir seferinde mağaranın zemininde aniden gür bir su kaynağı oluşuverir.

Şimdi sıra artık Bernadette'e zulmetmeye gelmiştir. Öyküsünden şüphelenenler olur, onu yalancılıkla itham edenler olur ve hatta deli olduğunu öne sürenler bile çıkar. Gerçi onunla birlikte birçok kişi mağaraya gitmiş ve derin bir vecd hali içine girdiğine tanık olmuştur, ama hiç kimse "güzel hanımı" görememiştir.

Birkaç günden beri Bernadette'in davranışlarını ve hareketlerini dikkatle gözlemlemekte ve ona mağarada refakat etmekte olan Dr. Dozous, 24 Şubat günü tuhaf bir olaya tanık olur. Elinde tuttuğu kalın mumdan çıkan alevin, vecd halindeyken, tam on beş dakika süreyle kızın parmaklarını yalayıp durduğunu fark eder. Daha sonra yaptığı sıkı inceleme sonucunda Bernadette'in parmaklarında hiçbir yanık izine rastlayamaz; vecd anında fizik yasası susmuştur adeta. Olayda doğaüstülükle nitelendirilecek "bir şeylerin" mevcut olduğuna dair bazı deliller ortaya çıkmış olmasaydı, kızcağız hala daha yalancı damgasını taşımakta olacaktı. 1 Mart 1858 günü, yani ilk vizyondan kısa bir süre sonra, yöre sakinlerinden bir kadına, kol pleksüsünün uzaması sonucunda felç isabet etmiştir; kadın, bir sedye içinde Massabielle mağarasının önüne konmuştur. Dua ettikten sonra doğrulmuş, ayağa kalkmış ve ardından da mağaranın içine doğru yürümüştür.

Ekim ayına kadar yedi mucizevi şifa olayı daha cereyan etmiş ve görülmedik bir coşkuya ve sevince yol açmıştır. Bunun üzerine Tarbes Piskoposu resmi bir araştırma yaptırmış ve fetvasını şu sözlerle noktalamıştır: "Hakikat niteliği taşıdığından, müminlerin olaya inanması caizdir."

Bernadette'e gelince, o, kemik veremine tutularak 35 yaşında hayata gözlerini kapamıştır. Kilise onun vizyonlarına kesinlikle inanmış ve onu 1925'de kutsal kişi olarak ilan etmiş, 8 Aralık 1933'de de ermişler arasına katmıştır.

Lourdes'da meydana gelmiş olan mucizevi şifa olaylarının niteliğine gelince, kilise işte bu noktada hep yan çizip durmuştur. Bernadette Soubirous'nun vizyonlarından itibaren saptanmış olan doğaüstü nitelikli şifa olaylarının -ki bunlar tıbben açıklanamamıştır- sayısı beş bine ulaşmıştır. Oysa kilise bunların ancak altmış dört adedini mucize olarak kabul etmiştir.

Hasta, iyileştiğini ifade eder etmez tıp servisi onun için hemen bir dosya açmakta ve onu muayeneye davet etmektedir. "Tıbbi Komite", 1974 yılında, işte bu maksat için kurulmuştur. Vardığı sonuçlar geçici nitelikli addedilmektedir çünkü bunların, rahiplerden ve bilgili ilahiyatçılardan kurulu bir komisyon tarafından onaylanmaları şarttır. Bu kişiler ayrıca hastalarla, tanıklarla ve doktorlarla mülakat da yapmaktadırlar. Bu araştırma ve incelemenin sonuçları çok kesin prensiplere göre tayin edilmektedir: Şifa olayı, doğal veya bilimsel yoldan açıklanmak zorundadır.

Hastalığın ayrıca organik kökenli ve ciddi olması da şarttır. Psikosomatik yöntemlerle iyileştirilebilen zihinsel veya fonksiyonel hastalıklar dikkate alınmamaktadır. Bundan ayrı olarak şifaların spesifik ilaçlar yardımıyla değil, kendiliğinden meydana gelmiş olmaları da gereklidir.

 

Şifayı Onaylamada Kullanılan Kesin Ölçütler

 

Hasta, önemli hastalıklar arasında sayılan bir hastalıktan muzdarip olduğuna dair bir delil sunmak zorundadır. Bu, her zaman kolay olmamaktadır, çünkü kiliseye karşı olan doktorlar tıbbi rapor vermeyi reddetmektedirler. Şifa ile sonuçlanmış olayların kahramanları, epey bir zaman beklendikten sonra muayene edilmektedirler; bundan maksat, şifanın köklü bir biçimde gerçekleşip gerçekleşmediğini saptamaktır. Eğer incelenmiş olan vaka, bu kesin ölçütlerin hepsine cevap veriyorsa, "Lourdes Tıp Bürosu"nda zapta geçirilmektedir; bu büro, mucizevi özelliği konusunda bir fikir beyan etmeden ve son sözü din adamlarına bırakmak kaydıyla, şifanın gerçek olduğunu onaylayan bir dosya tanzim etmekle yetinmektedir.

1916 yılının güzel bir ilkbahar gününde, Avrupa'da savaş olanca şiddetiyle devam ederken, Santarem (Portekiz) civarında bulunan Fatima köyüne mensup üç küçük çocuk, koyunlarını otlatmak üzere civardaki dağlara çıkarlar. l0 yaşındaki Lucia dos Santos, 9 yaşındaki François ve 7 yaşındaki Jacinthe Marto, yaşlarının verdiği tasasızlık içinde gülüşüp oynaşmakta ve bir yandan da sürülerini sözde gözlemektedirler.

Öğle olup da, güneş tam tepelerine dikilince, bir korunun yakınına oturup nevalelerini yemeye koyulurlar; tam o sırada tepenin zirvesinde meydana gelen bir rüzgar dalgasının üzerlerine doğru geldiğini hissederler. Gözlerini şaşkınlıkla göğe doğru çevirdiklerinde doğu yönünden üzerlerine doğru gelen ışıklı bir küre görürler; korkudan ödleri kopar. Doğaüstü görünümlü ışık her yanlarını kuşattığı zaman insana benzer bir şeklin materyalize olduğunu ve kendisini, onlara "Barış Meleği" diye tanıttığını fark ederler.

Aynı haberci, çocuklara daha sonra iki kez daha görünmüş ve onlara Notre-Dame-du-Rosaire'in bir sonraki gelişini müjdelemiştir. Çocuklar korku içinde konuyu ailelerine anlatmışlar; bunun üzerine, sonraki tezahürlerde çocukların peşine takılanların sayıları da gitgide artmıştır.

Böylece Meryem Ana daima her ayın 13. gününde ve aynı şartlar altında görünmüştür; her seferinde de aynı meşe ağacının yaprakları arasında belirmiştir. İşin şaşılacak yanı şudur ki, onu açık seçik olarak sadece çocuklar görebilmiştir; sayıları on binleri bulan diğer seyircilere gelince, onların hepsi de, ışıktan oluşma küreyi, uzun spiraller halinde fır fır dönen ışıklı flaşları ve yere yaklaşırken etrafa saçılan gül yapraklarını görmüşler ve de bu fenomenlere eşlik eden vınlamayı andırır sesleri işitmişlerdir.

Bütün bu olan bitenler, çocukların Meryem Ana'yı görüyoruz dedikleri anda, normal olmayan bir şeylerin cereyan ettiğini doğrulamaktadır. Görüldüğü gibi, basit bir yutturmaca varsayımını öne sürmek mantıken imkansız bir şeydir.

Bu mucize serisi 13 Ekim 1917 günü zirveye ulaşmıştır. O gün, çocuklara bir sonraki gelişini bizzat Meryem Ana müjdelemiştir ve olay yerinde yüz binden fazla insan bulunmaktadır. Tam öğle vakti, tüm hazır bulunanlar, güneşin birden fırıldak gibi harekete geçip "gökte dans etmeye" başladığını ve tıpkı diskoteklerde görülen ışık oyunlarına benzer şekilde çevreyi aydınlattığını görmüşlerdir.

Korkunç bir süratle inen ateş küresi yere çarpıp parçalanacak gibi olmuş, fakat hiçbir şey olmadan tekrar havalanıp zigzaglar çizerek yine aynı korkunç hızla göğe doğru tırmanışa geçmiştir.

Bu olaydan sonra çocuklara bir daha artık ne Meryem Ana görünmüştür, ne de "Barış Meleği". 4 Nisan 1919 günü François Marto, bir yıl sonra da Jacinthe ölmüştür; Lucia dos Santos ise ant içerek Carmel tarikatine girmiştir.

Din teşkilatı kademeleri, olayı örtbas etmek için çok çabalamıştır, ama ne var ki tanıkların sayısı yüz binleri bulmaktadır ve çaresiz Fatima köyü bir tavaf merkezi olarak kabul edilmiştir. Her yıl, ana tezahürlerin yıldönümleri olan l3 Mayıs ve l3 Ekim günlerinde iki milyon insan gelip Notre-Dame-du-Rosaire Kilisesi'nde İsa'nın anasını ululamaktadır.

Fakat iş bu kadarla da kalmamıştır. Tezahürleri sırasında Meryem Ana çocuklara çok büyük bir önem taşıyan bir mesaj da bırakmıştır. Bu mesajın içerdiği sırrın 1960' da açıklanması gerekiyordu. Olayın hayatta kalmış tek kahramanı olan Lucia dos Santos, mesajı, yegane mutemet kişi sayılan Papa'ya teslim etmişti.

Pekiyi, tezahür olayları nasıl açıklanacaktır?

Birçok açıklama tarzı öne sürülmüştür. Akılcılar (rasyonaonalist), tezahürleri, psikolojik türden bir fenomen olarak, yani halisünasyon olarak nitelemektedirler. Şurasını hatırdan çıkarmamak gerekir ki, bu isim reel bir varlığa sahip bulunmayan duyarlı bir nesnenin, uyanık bir süje tarafından algılanmasına verilen isimdir.

Halüsinasyonlara, sesler veya parıltılar tezahür ettikleri zaman, basit halüsinasyon adı verilmektedir; kişilik formu görme veya hitap işitme şeklinde olanlarına da kompleks halüsinasyonlar denmektedir. Bunlar, duyma vasıtalarındaki patolojik bir tahrik sonucunda ortaya çıkmaktadırlar; örneğin, işitsel halüsinasyonlar kulak iltihabı sırasında veya şizofrenide olduğu gibi zihinsel bir hastalığa bağlı durumlarda belirmektedirler.

Ama tezahür olaylarına ait ifadeler dikkatle incelenecek olursa, o takdirde insan kendi kendine muhakkak suretle "Acaba bunların bazılarında parapsikolojik kökenli bir şeyler yok mu?" diye soracaktır.

Bazı durumlarda, belki ektoplazmik bir cismin materyalizasyonu söz konusu olabilecek ve olayın tanığı bunu kendi dininin yücelerinden biriyle özleştirecektir: Katolikse Meryem Ana ile, Müslümansa Hz. Muhammed ve Fatima ile, Hindu ise Brahma, Vişnu veya Şiva ile, vs. Metapsişizmin öncülerinden olan Nobel tıp ödülü sahibi Prof. Charles Richet'nin tanık olduğu bir olay bunun tipik bir örneğidir. 5 Kasım 1910 günü hazır bulunduğu bir spiritizm seansında, Richet, gitgide şeffaflaşıp dalga dalga tül şeklini alan bir ektoplazma gördüğünü doğrulamıştır. Aynı fenomen bir mağarada cereyan etmiş bulunsa ve din derslerinde öğrendiklerinin etkisinde kalmış dindar bir çocuk da bu fenomene tanık olsa, o takdirde bu tülü pekala Meryem'in başörtüsü gibi tasvir edebilecektir.

Diğer durumlarda ve özellikle de azizlerin tezahürlerinde, temel fenomen, iki yerde aynı anda bulunma veya astral projeksiyon fenomeni olabilmektedir. 1915 yılından itibaren vücudunda belli bir sıraya göre stigmataların (yara izlerinin) belirişiyle ün yapmış ve daha çok Padre Pio namıyla tanınmış olan Pio de Pietrelcina bu fenomeni adeta oyuncak haline getirmiştir. Padre Pio, Uruguaylı bir papaz olan Mgr. Fernando Damiani'yi, ellerini tatbik etmek suretiyle mide kanserinden kurtarmıştır. Birkaç yıl sonra İtalya'ya yaptığı bir seyahat sırasında bu yüksek rütbeli papaz, Padre Pio'yu görmüş ve ona, kurtarıcısının yanında ölmek istediğini söylemiştir, çünkü onun, azizlik mertebesinde bir insan olduğundan emindir. Bunun üzerine Padre Pio ona şöyle cevap vermiştir: "Merak etmeyin, vefatınız sırasında yanınızda olacağım."

l942 yılında, Mgr. Damiani'nin ölüm haberini bir papaz vasıtasıyla alan Montevideo piskoposu derhal cenazenin yanına koşmuştur. Eline geçen bir pusulada şunlar yazılıdır: "Padre Pio geldi!" Yedi yıl sonra İtalya'ya yaptığı bir seyahat sırasında bu piskopos, Padre Pio'yu görünce şaşırıp kalmıştır, çünkü Mgr. Damiani'nin ölüm haberini kendisine ulaştıran papaz ondan başkası değildir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında İtalyan birliklerine komuta etmekteyken çok kritik bir muharebeyi kaybetmiş olan General Cardona, bozgundan kendisini sorumlu tutarak beylik tabancasını şakağına dayamıştır, intihar edecektir; tam o anda yanı başında bir keşiş belirmiş ve ona şöyle seslenmiştir: "General, bu aptallığı yapma sakın."

Olayın etkisinden bir türlü sıyrılamamış olan Cardona, savaştan sonra, Padre Pio'nun mucizelerinden söz edildiğini duymuş ve onun oturduğu kente, yani Foggia'ya onu ziyaret maksadıyla gitmiştir. Ayin sırasında önünden geçmekte olan Padre Pio'nun, kendisini intihardan caydırmış olan keşiş olduğunu hemen hatırlamıştır. O anda Padre Pio tebessüm ederek yaklaşmış ve ona şöyle demiştir: "Dostum, en doğru çözüm şeklini seçmiş oldunuz!"

Bazı tezahürlerin kökenini açıklamak üzere bazı parapsikoloji uzmanlarınca çok ilginç egregor varsayımları öne sürülmüştür.

Bu kelime, Yunanca'da "uyanık kalmak" anlamına gelen "egregorein" fiilinden türemiştir. Bu fiil, Hanok'un (Enoch) kitabında, Hermon tepesine yerleşip orada "uyumadan beklemeye" ant içmiş olan asi melekler için kullanılmıştır. Yeminlerine sadık kalmış olan bu melekler Seth'in kızlarıyla birleşmişler ve böylece dev ırkının doğuşuna öncülük etmişlerdir; bu ırk daha sonra Tufan sırasında yok olup gitmiştir.

Başlangıçta Tevrat'ta yer almış olan Hanok'un bu kitabı, Kilise yasalarına uygun olmamasına rağmen, ilk Hıristiyanlar tarafından şevk ile okunmaktaydı. Zaten bundan, Yahuda'nın (Jude) mektubunda da (İncil'de bir bölüm) söz edilmektedir. Asırlar boyunca bu metnin kesinlikle kaybolduğu sanılmıştır. Eski İskoç krallarının torunu olan Jacques Bruce adlı bir gezgin Etiyopya'ya yaptığı bir seyahat sırasında, daha sonra Hanok kitabının Habeş’çe tercümesi olduğu anlaşılan üç adet el yazması kitap bulmuştur. İlahiyatçılarca "düzmece" olarak nitelendirilmiş olmasına rağmen bu kitap, yine de, hiç değilse, eski tradisyonları günümüze aktaran M.Ö. 2. yüzyıla ait bir eser olarak önemli bir belge hüviyetini taşımaktadır.

 

Psişik Bir Gücün Özgürleşmesi

 

Kabalistlere göre egregorlar ya insan vücutlu melek görünümüne ya da sırf bedensiz varlık görünümüne sahiptirler; parapsikolojinin tarifine bayağı yakın bir tarif. Yahvist (Yehova'ya değin) tradisyonda ise genellikle, diğer melekler gibi, göçebe yıldızlar ya da ateş topları görünümünde tasvir edilmektedirler.

Ama parapsikolojideki egregor, yine de, başka bir fenomene verilen isimdir ve bu fenomen henüz yeterli seviyede incelenmiş değildir, ancak birçok kez usulüne uygun şekilde gözlemlenmiştir; oluşumu sırasında, psişik bir gücün özgürleşmesiyle meydana geldiği sanılan gizli bir güç açığa çıkmaktadır.

Vasat psişizmli birsürü insan tarafından veyahut da üstün seviyede psişizme sahip bir avuç insan tarafından tahrik edilmiş olan egregorlar, telekinezi (uzaktan etki) fenomenlerinde ortaya çıkan güce benzer bir maddi güce sahiptiler. Deneysel parapsikolojide, bu egregorlar, psişizmleri bir manyetizör tarafından uyarılmış ve bir medyom tarafından da katalize edilmiş (hızlandırılmış) olan bir grup insanın, iradelerini yoğunlaştırılmasıyla elde edilebilmektedirler. Bu zor bir işlemdir. Ama şartlar elverişli olduğunda pekala başarılabilmektedir.

Psişik senkronizasyon (eşzamanlaştırma) tesis edildiği anda, egregor, düşünceden türemiş bir varlık görünümü altında (tıpkı, spiritizm seansları sırasında bazı medyomlar aracılığıyla oluşturulan fantomlara benzemektedirler) veya gayrı maddi bir güç görünümü altında tezahür etmektedir. Tradisyona göre, Yuvarlak Masa Şövalyeleri, Graal'in (Kutsal Kase) peşine düşen arkadaşlarına yardım etmek üzere aralarında bir birlik zinciri tesis ederek pekala egregor meydana getirebilmekteydiler.

Egregor tezinin yandaşlarına göre, "kömürcünün imanından" cesaret almış olan Fatima olayının ilk tanıkları ve özellikle de 13 Ekim 1917 günündeki tanıklar, iradelerini aynı amaçla birleştirmek suretiyle farkında olmadan bir egregor meydana getirmişlerdir; bu egregor da onlara, dans eden güneş biçiminde görünmüştür.

Diyelim ki bu varsayım en doğru varsayımdır, ama bu yine de Meryem Ana'nın sunduğu mesajın uydurmaca bir şey olduğunu göstermez. Bu durumda, bu mesaj, olay yerinde hazır bulunanların psişik anlamda birleşip bütünleşmeleriyle tahrik olmuş ve sonra da çocukların bilinçaltlarına yansımış olan bir durugörü fenomeninin ürünü sayılacaktır.

Şüphesiz varsayımların en olağandışı niteliklisi olan bu sonuncu varsayıma göre, tezahürler, üçüncü tiple karşılaşma olayına benzemektedir. Sonuç olarak denebilir ki, olay yerinde hazır bulunanların gözleri önünde materyalize olan ve seyircilerce aziz kişilere benzetilen şeyler, uzaylıların marifetleridir.

Bu, “Miracles of the Gods” (Tanrıların Mucizeleri) adlı kitabıyla daha 1974'lerde Erich von Daniken tarafından öne sürülmüş bir tezdir. Öne sürdüğü tahminlerin bazıları çürütülmesi zor şeylerdir. Tezahür olaylarına ilişkin anlatılarda, her şey, acayip bir fenomenin meydana gelmesiyle başlamaktadır: Sis, bulut, beyaz "tül", "manto" ve ardından da kişilik formunun belirişi. Ve vizyon daima ilginç bir gürültüyü, birden patlayan girdap halindeki bir rüzgarı izlemekte, hatta kişilik formunun oluştuğu anda da devam etmektedir. Bu, elektromanyetik bir fenomenin karakteristiği de olabilir, yani bir uzay gemisinin materyalizasyonu anında meydana gelen bir tür hava iyonizasyonu da olabilir.

 

Uzay Sakinlerinin Bir Uyarısı

 

Birçok yazar, Fatima tezahürlerin "ateş topunu" bir uzay gemisi olarak, Barış Meleği'ni de bir uzay sakini olarak ele almıştır. Bu anlayış tarzı, çocuklar ile diğer tanıklar tarafından anlatılmış olan fenomenlerin tabiatını bilimsel olarak açıklamaktadır.

Tezahürler çok ilginç bir tarzda meydana gelmektedirler. "Barış Meleği"ne daima bir ateş topu refakat etmektedir ve bu melek gökten aşağıya doğru gözle izlenecek şekilde inmektedir; Meryem Ana ise bir ağacın yukarısında birden belirmektedir. Bu noktanın aydınlığa kavuşturulması için tekrar yukarıdaki varsayıma müracaat etmek gerekecektir. Meryem formu, çocuklarla irtibat kurma aracı olmak üzere melek tarafından ağacın yukarı kısmına yansıtılmış bir egregor olamaz mı yani? Eğer olabilirse, o takdirde Fatima mesajı, uzay sakinleri tarafından Dünyalılara yapılmış ikazdan başka bir şey değildir.

Şimdilik sadece teoriler söz konusudur. Şu anda temenni edilecek husus, önyargıya dayalı her türlü fikrin terk edilmesi ve de ilahiyatçılardan, dinler tarihi yetkililerinden, parapsikoloji ve ufoloji uzmanlarından oluşturulmuş ekiplerin bu sorunun üzerine eğilmesidir.

 

 

 

 

Jean-Luc BERAULT “Nostra”dan Çeviren Yavuz Keskin

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...