nevermore Oluşturma zamanı: Şubat 20, 2010 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 20, 2010 İnsan, doğumuyla birlikte ruhsallığından ödün vermeye başlıyor. O kadar ki, sonunda kendi aslını, özünü bile inkar edebiliyor. Yaşadıkça maddeyi daha çok seviyor ve onu tek dostu bilmeye başlıyor. Kimse ona yüreğinin derinliklerinde yatan Aslan'dan bahsetmiyor. Çünkü herkes içindeki o cesur, o adaletli, o kudretli Aslan'ı unutmuş. Herkes adeta kendisini unutmuş. Gaflet uykusu sarmış her yanımızı. Hep bir şeylerden şikayet edip duruyoruz. Şükretmeyi bile unutmuş durumdayız. Gerçekte bu muyuz acaba? Hiç düşünüyor muyuz? Mutsuz, tatminsiz, kırgın, küskün, şikayetçi, hırçın, acımasız, isyankar, yalancı, riyakar... Yoksa maddeye tamah etmek mi bizi bu hale getirdi? Rotamızı kaydırdık, gidiyoruz. Sonuçta gideceğimiz yere belki varacağız ama, kimbilir ne badirelerden sonra. Aslında şikayetçi olmamız gereken tek bir şey var; o da kendimiziz. Samimi olalım; bugüne kadar problemleri kendi dışımızda arayarak ne kazandık? Çok da fazla bir şey değil. Fakat insan kendisine döndüğü ve kendisini sorgulamaya başladığı zaman, gerçekten yaşamaya ve nefes almaya başlayacaktır. Gelişim kendini göstermeye başlayacaktır. Dünya hayatımız çok fazla otomatikleşmiş durumda, öyle ki, aslında her attığımız adımla, her yaşadığımız olayla, her kurduğumuz iletişimle ruhsal ilke ve prensiplerin fizik plandaki uygulamalarını yapmaya çalıştığımızı fark edemiyoruz. Madde, hayatımızda birinci plana oturmuş durumda. Para, maddiyat, egoizma en üst noktalara yerleştirilmiş ve adeta ilahlaştırılmış durumda. Her şeyin onların etrafında döndüğü zannıyla yaşıyoruz. Böylesine tek yönlü bir açıya sahipken, kendimizdeki, diğer varlıklardaki, olaylardaki, hayatımızdaki ruhsal yanı nasıl görebilir ve keşfedebiliriz? Bir gün uyansak da dünyaya, insanlara, hayata, evrene farklı bir gözle bakma imkanı bulsak, görünenin ardına uzanmaya çalışsak, neler görürdük acaba? Yaşantımız, işimiz, çevremizdeki insanlar, olaylar gözümüze nasıl görünürlerdi? Mesela, içinde yaşadığımız yuvamızı ele alalım, orası yardımlaşma ve dayanışma prensibinin bir tezahürü ve uygulama alanıdır. O evde yaşayan insanlar, genciyle yaşlısıyla farkında olmadan sürekli bir yardımlaşma ve dayanışma içerisindedirler. Ama kavga ederler, ama gülerler, ama ağlarlar; o evdeki herkesin birbirinin ilgisine, sevgisine, maddi ve manevi her türlü desteğine ihtiyacı vardır. Anne baba, evlatlarını yetiştirirken, onların gelişimlerine imkan sağlarken, aynı zamanda çocuklar da ebeveynlerinin gelişimine hizmet ederler. Çünkü onlar ruhsal yönden eşittirler. Yaş farkı dünya hayatında geçerli olan bir şeydir. Öz olarak bütün varlıklar eşittirler ve birbirlerinin gelişimi doğrultusunda yardımlaşma ve dayanışma prensibini uygularlar. Evlilik başlı başına bir gelişim alanıdır. Yetişme tarzlarıyla, anlayışlarıyla, inançlarıyla, bilgileriyle, yargılarıyla, alışkanlıklarıyla, her türlü kompleksleriyle iki ayrı tabiatta varlığın bir araya gelip, birlikte bir hayat kurma ve bunu devam ettirme istek ve çabaları zannettiğimizden de değerlidir. Hele bu aileye doğmayı seçen varlık da işin içine girdi mi, o yuva tam bir sınav ve gelişim alanı olur çıkar. Varlıklar gerçekten uyanık ve kendilerini geliştirme çabası içerisinde olurlarsa, bu alanlardan büyük oranlarda yararlanabilirler. Fakat bir aile kurmamış olan veya çocukları olmayan bir aile gelişmiyor mu? Her varlık için sonsuz imkanlar vardır. Gelişme varlığın isteğine bağlı olarak her alanda sağlanabilir; yeter ki varlık gelişmeyi istesin ve bu yönde çaba içerisinde olsun. Çünkü çok değerli imkanlar içerisinde bulunabiliriz, fakat içinde bulunduğumuz imkanların farkında değilsek, onlardan gelişimimiz istikametinde yararlanamıyorsak, o imkanların heba olup gitmesi de söz konusudur. Varlıkların bir aradaki yaşayışları, esneklik ve uyum prensibinin uygulanması için değerli bir alan oluşturur. Bir arada yaşamak varlıklardaki esneklik ve uyum yeteneklerinin gelişmesine imkan sağlar. O alanın içerisinde kaç kişi varsa, o kadar ego var demektir. Her varlığın kendine göre anlayışları, alışkanlıkları, istekleri, inançları, düşünceleri vardır. Her türlü farklılıklara rağmen çoğu zaman o evdeki insanlar birbirlerinin fikirlerine, isteklerine, alışkanlıklarına, inançlarına saygılı olmaya çalışırlar. Bazen biri geri çekilip bir esneme hareketi yapar, bazen de bir diğeri. Bu esneme hareketi gerçekleşmediği zamanlarda da çoğu zaman kavga dediğimiz negatif reaksiyonlar ortaya çıkar. O alan içerisindeki varlıkların birlik ve beraberlik anlayışıyla hareket etmelerinin ruhsal gelişim açısından önemli bir fonksiyonu vardır. Fertlerin kendi istek ve ihtiyaçlarını geri plana atarak diğer fertlerin de çıkarlarını ve gelişimlerini düşünerek hareket etmeleri ego sahibi insan için oldukça zordur, fakat imkansız değildir. Varlıklar bunu yapmak istemeseler de, bir alanı paylaşmanın beraberinde getirdiği birtakım icaplar aracılığıyla bu esnemeyi çoğu zaman yapmak durumunda kalırlar. Zamanla fert öncelikli olarak kendi ihtiyaçlarını değil de, diğer varlıkların da ihtiyaçlarını düşünmeye başladığı zaman, varlığın iç yapısında bir dengelenme ortaya çıkmaya başlayacaktır. Aile yaşantımızı ve hayatımızı pek çok farklı yönlerden paylaştığımız diğer varlıklarla olan iletişimlerimiz, Evrensel Çekim Yasası'na bağlı olarak, sevgi enerjisinin varlıklar arasındaki akışını sağlama imkanını doğurur. Varlıklar bir arada yaşarlarken, sevgi enerjisini bünyelerinde barındırdıkları dirençleriyle bağlantılı olarak ne derecede tezahür ettirebildiklerini görürler. Çok sevdiğimiz eşimiz veya evladımız ego dengelerimizi bozacak bir harekette bulunduğu zaman reaksiyonlarımızın nasıl bir anda değiştiği yakinen tanıdığımız bir durumdur. Sevgimiz yerini kızgınlık, alınganlık, öfke gibi olumsuz duygulara terk ediverir. Alan paylaşımları, bizleri sorumluluk duygusu gibi yardımcı öğeler aracılığıyla ister istemez kendimizdeki dirençleri kontrol etme veya eritme gibi bir aktiviteye iter. Böylece insan kendindeki kontrolü artırmaya başladıkça, sevgi enerjisinin varlıklar arasında daha kolay aktarımı mümkün olacaktır. Bütün bunlar topluluk halinde, bir arada iş yaptığımız, paylaşımda bulunduğumuz her alan için geçerlidir. Okul hayatımız, iş hayatımız, aynı ilke ve prensiplerin uygulama alanıdır. Sokakta, çarşıda, pazarda alışveriş yaparken de aynı ilke ve prensipler geçerlidir. Görünen planda, fırıncı yalnızca para kazanmak amacıyla ekmek yapar ve satar. İnsanlar da karın doyurmak amacıyla fırıncının yaptığı ekmekleri para verip alırlar. Bunu tamamen otomatik bir şekilde yaparız. Bizim için ekmek önemlidir, fırıncı da fırın da bizi ilgilendirmez. Ne vakit ki bir bahane ile fırın ekmek çıkartamaz, o zaman bütün otomatizma bozulur. Yaptığımız hareketi ve yapılan hareketin ne denli önemli olduğunu kavrarız. Fırıncı ile alıcı arasındaki iletişim tamamen kuru kuruya maddi bir alışveriş değildir aslında. Orada yardımlaşma ve dayanışma prensibi uygulanmaktadır. Maddi bir kisveye bürünmüştür. Zaten dünya icapları böyledir. Ruhsal ilke ve prensiplerin maddi kisveye bürünmüş olarak uygulaması yapılmaktadır. Bizler gerçek anlamda gören gözlere sahip olmadığımız için olaylar, bizim için maddi tarafı ile vardır. Oysa gören gözler için Ruhsallık her yerdedir. Bütün detayların üzerinde, tüm varlıklar birbirlerinin gelişimine hizmet etmektedir. Ve hizmet insan için en yüksek realitedir. Eğer otomatik yaşantılarımızın monotonluğundan çıkabilme çabası gösterebilirsek, varlıklar arasındaki, varlıklarla olaylar arasındaki aşkın bağlantıları, hayatın her zerresine sinmiş olan Ruhun Güçlü Işığı'nı görebilmemiz mümkün olabilecektir. İ.R.A.D Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.