KATA Oluşturma zamanı: Mart 13, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Mart 13, 2007 Kanın hissetiği, inandığı ve söylediği her zaman doğrudur.” Romancı, öykücü, şair ve ressam David Herbert Lawrence, sezgiyi ve cinselliği gerçekliğin bozulmamış algılanışı için bir çeşit anahtar olarak görüyordu. Nietzsche’nin ve Freud’un düşüncelerini edebiyata -ve büyük ölçüde kendi hayatına- taşıyan yazarın kitapları Anglo-Sakson muhafazakarlığından büyük tepki görmüştü. “Roman hayatın kitabıdır. Bu anlamda İncil, kafası karışık bir romandır. Onun Tanrı hakkında olduğunu söyleyebilirsiniz; ama aslında canlı insan hakkındadır. Adem, Havva, Sara, İbrahim, İshak, Yakup, İsmail, Davut, Bat-Şeva, Rut, Ester, Süleyman, Eyüp, Zekeriya, İsa, Markus, Yahuda, Paulus, Petrus: Bunlar baştan sona canlı insan değil de nedir?Hatta Tanrı bile yanan bir çalılığın içinden Musa’nın kafasına taş tabletler atan bir başka canlı insandır.” (“Why the Novel Matters”, Selected Critisisms içinde, 1956) David Herbert Lawrence, 1885’de orta İngiltere’de Notthinghammshire-Eastwood’da dünyaya geldi. Çok güç koşullarda hayatını sürdüren ve sürekli içen bir madencinin dördüncü çocuğuydu. Annesi, eğitim bakımından babasından çok üstün eski bir öğretmendi. Lawrence, yoksulluk ve ebeveynleri arasındaki soğukluk nedeniyle oldukça mutsuz bir çocukluk geçirdi. 1910’da arkadaşlarından birine yazdığı bir mektupta çocukluğu hakkında şunları yazar: “Evlilik hayatı şehvetli, kanlı bir savaş olagelmiştir. Babamdan nefret etmek için doğmuşum: Hatırlayabildiğim kadarıyla çok küçükken bile bana dokunduğunda dehşetle titrerdim. Daha ben doğmadan bile kötüymüş.” Özel bir bağlılık duyduğu ve ilk başyapıtında Mrs. Morel adlı kahramanıyla kişileştirdiği annesinin emekleri ve desteğiyle Lawrence, Notthingam Yüksek Okulu’nda okumak için burs kazandı. Bu okulda öğrenim gördüğü yıllarda, cerrahi malzemeler üreten bir fabrikada memur olarak çalıştı; ardından dört yıl ilkokul öğretmenliği yaptı. 22 yaşında yükseköğrenimine başladıktan sonra da kısa bir süre öğretmenliği sürdürdü. Lawrence’ın annesi 1910’da öldü. Ağır hasta olan annesine, istediği uyku haplarını vererek ölmesine izin veren yazar, bu sahneyi Oğullar ve Sevgililer’de anlatacaktı. 1909’da çocukluk aşkı Jessie Chambers, Lawrence’ın yazdıklarını Ford Madox Ford’a göndererek şiirlerinin English Review’de yayımlanmasına önayak oldu. Ancak bir edebiyatçı olarak tanınmasını asıl sağlayan, romanı The White Peacock’un yayımlanışı oldu; kitap basıldığında yazar 25 yaşındaydı. 1912 yılında Lawrence’ın hayatını değiştiren önemli bir gelişme oldu: Profesör Ernest Weekly’nin eşi Frieda von Richthofen’la ilişki kuran Lawrence, üç çocuğunu ve eşini bırakan genç kadınla birlikte Bavyera’ya kaçtı. Birlikte Avusturya, Almanya ve İtalya’da dolaştılar. 1913’te çocukluğunu anlattığı, bu arada ilk sevgilisi Jessie Chambers’ı da Miriam karakteriyle andığı Oğullar ve Sevgililer’i tamamladı. Kitap Heineman Yayınevi tarafından reddedildiğinde Lawrence, Chambers’a şöyle yazacaktı: “Ayyaş, pelte kemikli domuzlara, karnından bükülmüş sümüklü omurgasızlara, sefil çimlenmiş azgınlara, fosforlu gıcıklara, zamanımız İngilteresi’ni oluşturan yaltak, salyalı, aval, kötürüm, geberik kitleye lanet olsun.” Lawrence, 1914’te von Ricthofen’la evlendi ve hayatının sonuna kadar onunla birlikte birçok ülkede yolculuk etti. Dördüncü romanı Gökkuşağı, İngiltere’nin kuzeyinde büyüyen iki kızkardeşi anlatıyordu. Karakterlerden Ursula Brangwem yine Lawrence’ın tanıdıklarından biri üzerine oturtulmuştu: Lawrence’ın, kendisiyle birlikte ilk cinsel deneyimlerini yaşadığı Nottingham’dan arkadaşı öğretmen Loui Burrows. Roman, müstehcenlik iddiasıyla yasaklandı: Kitapta sık sık küfürler geçiyor ve cinsellik fazlaca açık biçimde dile getiriliyordu. İddiaya göre, Lawrence’ın cinsel ilişkileri anlatışındaki dürüstlüğü çok sayıda insanı rahatsız etmişti ve sonuç olarak inceleme komisyon başkanının emriyle kitabın binden fazla nüshası yakıldı. Bu yasaklama, Lawrence’ın edebi hayatında yıkıcı etkiler yarattı: Yazdığı hiçbir şeyi yayımlayamadığı gibi, resim konusunda da yetenekli olan yazarın bir sergideki tablolarına el koyuldu. Yine de, John Middleton Mutty ve Catherine Mansfield küçük dergilerde Lawrence’ın yazılarının yayımlanmasını sağladılar. Yazarın önemli hamilerinden biri de Liberal Parti’nin milletvekillerinden birinin eşi olan Lady Ottoline Morrell oldu. Lawrence, Morrell aracılığıyla aralarında Aldous Huxley, E. M. Forster ve daha sonraları çok sert tartışmalara gireceği Bertrand Russell’ın da bulunduğu dönemin önemli kültürel kişilikleriyle tanışacaktı. 1.Dünya Savaşı sırasında yazar ve eşi çok zor dönemler geçirdiler. Bunda en önemli pay, Frieda Lawrence’ın “Kızıl Baron” adıyla tanınan savaş efsanesi von Richthofen’in kuzini olmasıydı. Savaş boyunca İngiliz istihbaratı çifti çok yakından izledi; sonunda 1917’de resmen casuslukla suçlanarak Cornwall’dan kovuldular. 1919’a kadar çifte pasaport verilmedi; savaş bittikten kısa bir süre sonra da çiftin sürgün yılları başladı. Önce, Frieda’yla birlikte İtalya’nın Gargano kasabasına yerleştiler. Gazete bile alamayacak kadar yoksulluk çekiyorlardı. Lawrence, Kayıp Kız’ı burada yazmaya başladı. Roman, Lawrence’ın en sevdiği kalıplardan birini işliyordu: Genç bir kız, arkadaşlarının ve çevresinin bütün itirazlarına rağmen toplumsal statüsü kendisinden çok düşük bir adamla evlenir; ancak adamın olağanüstü yakınlığı ve anlayışı onu mutlu etmektedir. “Ama hafif kadın ya da fahişe olmak kesinlikle özel bir yetenek gerektirir. Hafif adamları cezbedecek özelliklerin yoksa, ne yapacaksın? Diyelim, hafif ve uçkuru gevşek adamları cezbetmek senin tabiatında yok. Neden uğraşsan da fahişe ya da hafif kadın olamazsın? Çünkü bu irdeyle olmaz. Sana uyacak ikinci birini gerektirir.” (Kayıp Kız’dan) Lawrence, bu romanı hemen tamamlayamadı; bir yana bıraktığı kitabı daha sonra Sicilya’da Taormina yakınlarında bir çiftlik evinde yeniden yazacaktı. 1920’de Aldoux Huxley ile birlikte İtalya ve Fransa olculuklarına çıktı. Daha sonra 1922-1926 arasında eşiyle birlikte Seylan, Avustralya ve Meksika’da dolaştı. Bu yıllar Lawrence’ın daha sonradan yazacağı romanlar ve öykülerde önemli bir yer tutacaktı. 1924’te New York sosyetesinden Mabel Dodge Luhan, Oğullar ve Sevgililer’in özgün elyazması karşılığında New Mexico’daki Kiowa Ranch çiftliğini Lawrence ve eşine verdi. Çok etkilendiği bölge hakkında Lawrence daha sonraları şöyle yazacaktı: “New Mexico, dış dünyadan elde ettiğim en büyük deneyimdi.” Yazar, burada kendisini uygarlığın sürmekte olan çağından özgürleşmiş hissediyordu: “Sopul biberinin yeni bir parçası daha uyandı ve eski uygarlık bir yenisine yol verdi.” Meksika’da geçirdiği ağır bir hastalıktan sonra yazarın ölümcül bir verem türüne yakalandığı anlaşıldı. 1925’te Lawrence’lar yolculuk alanlarını Avrupa’yla sınırladılar. Lawrence’ın en çok tanınan yapıtı, Lady Chatterly’nin Sevgilisi ilk kez Floransa’da yayımlandı. Roman, evli, zengin bir kadın olan Constance Chatterley’nin kocasının malikanesinde çalışan bir adamla ilişkisini anlatır. Bir savaş yarası, Derby’de bir maden sahibi olan kocası Sir Clifford’u felç etmiş ve iktidarsız hale getirmiştir. Bu olaydan sonra, Constance kısa bir süre bir oyun yazarıyla birlikte olur; ardından kocasının avlak bekçisi Oliver Melloers’le tutkulu bir ilişki yaşamaya başlar. Constance, hamile kaldığında kocası boşanmayı reddeder ve aşıklar, yeniden birleşebileceklerine dair bir umutla beklemeye başlarlar. “Yanlış utançları yakmak ve bedenin en ağır cevherini eriterek içindeki saflığı çıkarmak gerekli, hep gerekli.” Lady Cahatterley’nin Sevgilisi de hem İngiltere hem ABD’de pornografik olduğu gerekçesiyle yasaklandı ve İngiltere’de ancak 1960’larda savunmasında E.M. Forster, Helen Gardner ve Richard Hoggart gibi yazarların da bulunduğu bir müstehcenlik davasına konu olduktan sonra bütünüyle yayımlanabildi. 1920’de basılan Aşık Kadınlar, Gökkuşağı’nın devamı niteliğindeydi ve kahramanları yaratırken Lawrence’ın yine kendi hayatından yola çıkmıştı. Romandaki kahramanların dördünün Lawrence’lar ve 1914-1915’te aynı evi paylaştıkları John Middleton Murray ve Katherine Mansfield olduğu sanılır. Kahramanlardan Julius Halliday’in de İngiliz besteci ve söz yazarı Philip Hesseltine’i yansıttığı düşünülür ve Hesseltine kendisini oldukça kızdıran bu kişileştirmenin öcünü, Lawrence’ın felsefi denemelerinden oluşan bir elyazmasını tuvalete atarak almıştır. Lawrence’ın yazdıklarının ortak noktası akıl karşısında içgüdülere ve sezgilere verdiği önceliktir. Bu düşüncenin, büyük olasılıkla yazarın 1910’lu yıllarda yaptığı Nietzche okumalarıyla ilgisi vardır. Aarons Road’daki (1922) Nietzche etkisi açıkça sezilir ve Kangaroo’da (1923) yazar kendi ‘üst-insan’ını ifade etmiştir. The Plumed Serpent (1926), yazarın hayatında önemli bir yer tutan Meksika’da geçer ve Aztek pagan inançlarının canlanışını anlatır. Ölen Adam ise, İsa’nın dirilişini konu alır; ancak burada “Tanrının Oğlu” cennette değildir; İsis rahiplerinin bir ahbabı olarak sunulur. Lawrence’ın edebiyat dışı alanda da Ruh Çözümleme ve Bilinçdışının Doğuşu (1922), Klasik Amerikan Edebiyatı Üzerine (1923) ve Kıyamet’le örneklenebilecek birçok yapıtı bulunur. D.H. Lawrence 2 Mart 1930’da Fransa’nın Vence kasabasında öldü. Eşi, ölümünün ardından Kiowa Çiftliği’ne taşınarak burada onun için küçük bir tapınak yaptırdı. Lawrence’ın külleri halen bu tapınakta bulunmaktadır. Lawrence, ölümünden sonra 1920’lerde yaptığı resimleriyle dışavurumcu bir ressam olarak da oldukça büyük bir ün kazandı. Bir zamanlar yazarın telif haklarını korumayı üstlenen Los Angeleslı kitapçı Jake Zeitlin, onun elyazmalarını ilk incelediğinde hisstiklerini şöyle özetler: “Lawrence’ın elyazmalarının bulunduğu sandığı ilk kez açarak onlara göz attığım o ilk gece, onun görülerinin uçsuz bucaksız kalıbının ve enerjisinin muazzam ürününün önüme serilişini izledim. İçimde, teleskopla gökyüzüne ilk kez baktığımda hissettiğime benzer bir duygu kabardı.” alıntıdır http://www.kitapgazetesi.com/konu.asp?id=2077 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.