Jump to content

Enterferans(Girişim) İlkesi ve Esir Hipotezi


nevermore

Önerilen Mesajlar

Modern fizik, işin aslına bakılırsa, bu iki birleştirilemez görüşün zoraki birlikteliğinin ardında, ışığın gerçek varlığını tanımlama gayretindeki beceriksizliğini örtmeye çalışmakta ve bununla birlikte binlerce yıllık eski bir tartışmaya da son verdiğini sanmaktadır.

 

Yunan filozofu Fisagor (M.Ö 570-496) nesnelerin görünür olmalarının sebebini, gözlerimiz tarafından yakalanan, çok küçük "parçacıklar" yaymalarına bağlıyordu. Meslektaşı Empedokles (M.Ö 483-420) buna karşın gözlerimizden dışarı bir tür "nurlu" ışınımın çıktığını, bunun nesneleri kavradığını ve bize bu nesnenin imgesinin görüntüsünü ilettiği fikrindeydi. Eflatun'a (M.Ö. 428-347) göre, görebildiğimiz bu imge, nesnelerden kaynaklanan "dış ışık" ve gözümüzden yayılan "iç ışık" arasındaki girişim yoluyla gerçekleşmekteydi. Aristo (M.Ö.384-322) ise tüm bu görüşleri reddetti ve ışığın, boşluğu dolduran "Pellucid" denilen süptil bir aracının devinimi sayesinde ortaya çıktığını savundu. Aristo, asırlar boyu, özellikle Orta Çağda, büyük ölçüde kayıtsız şartsız bir otorite olarak görülüyordu. Araplar ışığı pratik özelliğine konsantre olurken, Hıristiyanlar onun metafizik boyutuna yöneldiler.

 

Işığın, bugünün anlayışına uygun bilimsel bir araştırmaya tabi tutuluşu ilk olarak Isaac Newton'un (1643-1727) çığır açan eseri Optik ile birlikte başladı. Newton, eski filozoflara benzer bir biçimde ışığı iki kısma ayırdı; fiziğin "görüngüsel (fenomenal) ışık" ve "numenal ya da potansiyel ışık";(Numenal:"İlahi İrade" anlamına gelen Latince numen sözcüğünden türeme. Teolojide "etki ve tesir eden gücün İlahi Varlık (Tanrı) olduğunu" ifade eden kavramdır) bu ikincisini canlı organizmalardaki ruhun taşıyıcısı ve tanrısal unsuru olarak görüyordu.

 

Ve Newton, daha o zamanlarda, modern dönemin en can alıcı sorularını sordu: "Işık ile parçacıkların birbirine dönüşmeleri mümkün olamaz mı ? Parçacıklar faal güçlerinin büyük bir kısmını kendi yapı taşlarında yerleşik olan ışık parçacıklarından ediniyor olamaz mı? Nitekim bunlar, bizim asrımızda Albert Einstein 'tarafından "evet" cevabıyla onaylanabildi. Işığın fizik yönü ile ilgili olarak, Newton "partiküller" den söz ediyordu ve bununla bir kez daha Fisagor’un iki bin yıl önce söylediklerine dönülüyordu: Işınlar, çok küçük zerrelerdir, bunlar ışıldayan özler tarafından yayılır. Zamanın diğer doğa araştırmacıları, örneğin, Hollandalı fizikçi Christiaan Huygens (1629-1695) ve İsviçreli matematikçi Leonhard Euler (1707-1783) buna karşın, önceden Aristo'nun savunduğu; ışığın dalgalar biçiminde yayıldığı görüşüne katılıyorlardı.

 

"Dalga, parçacık tartışması" ilk etapta Newton'un zaferi ile sonuçlandı, otoritesi sayesinde çoğu bilim adamı onun tarafını seçmişti. Çünkü 1801 'de Thomas Young basit bir deneyde ışığın dalga tabiatını kanıtlayabilmiş ve bu deney sayesinde ışığın karşılıklı girişim desenleri oluşturduğunu göstermişti. O, yan yana düzenlenmiş iki ince aralıktan, ışığı bir şemsiye üzerine yansıttı ve böylece aydınlık ve karalık çizgilerden oluşan desenler elde etti. Young, bu olguyu anlaşılır kılabilmek için, süptil bir medyomun varlığını tasavvur etti; öncül antik örneğinde "esir" denilen, boşluğu kaplayan ve titreşimleri ile ışık dalgaları oluşturabilen esir.

 

Fransız filozof Rene Descartes (1596-1650) daha önce buna benzer bir anlayışı temsil etmekteydi. Ona göre de boşluk ince maddi bir sıvı ile doluydu, bu "bütünsel birlik"ti bunun içinde göksel küreler, girdap içindeki mantarlar gibi dönüp durmaktaydı. ışığı ise bu bütünselliğin (plenum) içinde "hareket yönünde bir eğilim" olarak tanımladı ve böylece modem kuantum fiziğinin soyut-dağınık ifade şekline benzer bir görüşe ulaştı.

 

Young'un girişim ilkesi için meslektaşı Henri Brougham, İnsanlık tarihinde bugüne dek bu kadar anlaşılmaz bir varsayımdan ibaret olan bir teori ortaya çıkmamıştır", diyerek kızmış ve "esir" ile ilgili olarak, şunu da eklemişti: "Böyle sönük bir keşiften hiçbir şey beklenemez."

Diğer deneyler, özellikle Fransız Fresnel'inki, ışığın dalga karakterini doğruladı ve 19. yüzyılın ortalarında "ışık dalgası" okul eğitiminin vazgeçilmez bir müfredatı oldu; tıpkı "ışık esiri" gibi. Lord Kelvin onun hakkında şöyle yazıyor: "Onun varlığı sorgulanamaz bir olgusal delildir."

 

Alıntıdır..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...