nevermore Oluşturma zamanı: Mart 3, 2010 Paylaş Oluşturma zamanı: Mart 3, 2010 Varlık, ölümü takiben, çeşitli vesilelerle oluşturulan noktalardan geçtikten sonra hangi halleri yaşamaktadır? Buna ait birçok bilgi yüzyıllardır insanlara verilmiş olabilir. Ancak onlar bulundukları zaman ve mekanın şartlarına uyan bir tarzda ifade edilmişlerdir. Bu şartlar değiştikçe, yani varlığın anlayış ve kavrama düzeyi değiştikçe burada yapılan tasvirler ve anlatım şekilleri de değişmiştir. HER BİLGİ KENDİSİNDEN SONRAKİNE TEMEL OLUŞTURUR Eski Mısır'da oldukça sağlam bir şekilde yapılan tasvirler çok daha sonra değiştirilmiştir. Örneğin, Tibet'in Ölüler Kitabı'nda ulaşılacak yerler hakkındaki tasvirler çok farklıdır. Çünkü zaman ve mekan şartları değişmiş, varlıkların anlayış seviyeleri farklılaşmıştır. Onlara göre kavramlar ve açıklamalar getirmek zorunluluğu doğmuştur. O dönemin çok önemli bilgiler veren yazıları, Ari ırkın Hindistan'ı istila etmesinden sonra oradaki Hint bilgileriyle karışarak sonradan tekrar ortaya çıkmıştır. Hinduizmde yapılmış tasvirlerin bir bölümünün, Batılıların Mezopotamya'da yaptığı araştırmalar sonucunda, Elam, Kalde, Asur ve Babil kayıtlarında tekrarlandığını görüyoruz. Babil'de 350 yıl kadar sürgünde bulunan İsrailoğulları ister istemez bu büyük Babil kültürünün etkisi altında kalmıştır. Bu nedenle kendi kitaplarına, oradan elde etmiş oldukları bilgileri kaydetmek durumunda kalmışlardır. Bugün Tevrat'ta öbür dünyayla veya öbür dünyaya geçiş sırasında oluşacak birtakım belirtilerle ilgili bilgiler varsa, çok eski geleneğe dayalı olarak oluşturmuş bilgilerin tekrarı halindedir. Yeryüzündeki hiçbir bilgi kendinden önceki bilgilerden etkilenmeden kendisini ayakta tutamaz. Her bir bilgi diğer bilgiden yeni bir kan almak zorundadır. Ve ona ekleyeceği herhangi bir şeyi varsa, o da, içinde bulunduğu zaman ve mekandaki varlıkların ihtiyaç ve durumlarına uygun olarak yapılır, yapılmıştır. Bu kaçınılmaz bir süreçtir. Örneğin Kur'an'da, ötealemin geçiş noktaları hakkında ortaya konan bazı benzetmeler vardır. Bunların birçoğu, kelimeleri değiştirmiş vaziyette Tibet'in Ölüler Kitabı'ndaki akışlarla çok bağlantılıdır. Kur'an, çevresindeki varlıkların geleneklerine saygı göstererek bazı değişikliklerle, aynı şeyleri belirtmiştir. Hatta bazı geleneklerde dinsel hikayelerde bile eski Mısır hikayelerinin aynısını bulmak mümkündür. Çünkü bunlar değişmeyecek olan gerçekleri ifade etmektedir. Aynı gerçekler, zaman zaman çeşitli yönlerden, ihtiyaçlara göre gözlemlenmiştir. Ve her birinin diğerinden etkilenmesi asla kusur değildir. Muhammed Peygamber tek Tanrı inancını ifade ederken, İbrahim'den bu yana gelen bir inancı mı taklit ediyordu? Hayır. O sadece bir gerçeği ortaya koyuyordu. Kim söylerse söylesin, hakikat hakikattir. BEDENLENMELER RASTGELE DEĞİLDİR Biz enkarne oluruz, bir bedeni kendi etkimiz altında tutarız. Ruh varlığının, etki altında bulundurma gücü onun en büyük gücüdür. Kendisinin dışındaki her şeyi kendisine bağlayabilecek güce sahiptir. Dolayısıyla bir bedeni kendi hükmü altına alabilir. Bu hüküm altına alma meselesi, enkarnasyon meselesidir. Elbette bunu da bir ihtiyaç için yapar. Bu ihtiyaç ise doğrudan doğruya maddenin tanınması, öğrenilmesi, maddedin cazip noktaları karşısında varlıkta birtakım dirençlerin oluşmasıdır. Yani kendisinden daha baskın çıkacak olan bir başka gücü yönlendirebilmeyi varlık ancak onunla birarada kalarak öğrenebilir. Enkarnasyonlar, çok muazzam bir hesap işi olmak üzere, maksatlı olarak meydana getirilir. Ha deyince doğulmaz. Bir kuyuya kova bırakılıp su çekilmeye benzemez. Bir bedene bağlanabilmek ve o beden aracılığıyla maddenin hükümranlığını, ruhun hükümranlığına dönüştürebilme çabası içinde kalabilmek çok zor iştir. Çok varlık enkarne olur ama bunların içinden çok azı ancak başarılı olur. Ve bu yüzden, başarısızlığın ortadan kaldırılabilmesi için tekrardan doğuş imkanları sağlanır. Her varlık için sonsuz imkan vardır. Denemeden, bilinmeden hiçbir şey öğrenilemez. Teorik öğrenme doğaya uygun değildir. Daima bir pratiğe, bir uygulamaya dayalıdır öğrenme. Bu yüzden varlık, maddeye hakim olmayı öğrenebilmesi için büyük uygulamalar yapar. Bu uygulamalar çok karmaşık ve büyük sistemler halindedir ve bütün sistemler birbirleriyle sorumluluk halinde yaşarlar. Birbirlerine bağlıdırlar ve her hareket diğer bir hareketin hem sebebini hem sonucunu meydana getirdiği için herkes her şeyden sorumludur. BİREYLER SORUMLULUKTAN KAÇMAZ "Bu benim değil, başkalarının sorumluluğudur." ifadesi kadar bencilce, insanları durağanlığa sürükleyen başka bir ifade yoktur. Bu ifade dejenere oluşun göstergesidir. İnsanlar, sorumluluk duygusunu kendi kendilerine kaldırarak yozlaşmaya başlamıştır. İnsanlar acaba hangi sorumluluktan kurtulmaya çalışıyor? Günah sorumluluğundan mı, kendisine gelecek olan maddi hazların kesilmesi tehlikesinden mi, ya da birtakım maddi ıstırapların kendisini çevrelemesinden mi? Elbette buradaki maddi ıstırap, vicdanımızın sızlaması, insanlık adına içimizden gözyaşı dökmemiz de olabilir. Bundan bile kaçmakta olan bir insanlık için "yozlaşmış ifadesinden başka bir ifade kullanılamaz. Ancak koyunlar kendi bacaklarından asılır. Çünkü onlar idraksiz, duygusuz, zeki olmayan, sebep ve sonuç yasalarına göre en yüce sebepten mahrum olarak yaşayan varlıklar tarzındadır. Dolayısıyla onlar tek başlarına varlıklardır. Yani bilerek ve isteyerek herhangi bir organizasyon, bir plan içinde bulunamazlar. Onları ancak, onların üstünde olan varlıklar bir plan içine alıp şekillendirebilir. Bugün açıkça görülüyor ki, insanlık, elinde bulunan ve ilahi şekillendirmelerle oluşturulmuş bazı gerçeklerin, şu anda var olan gerçekleri onun istediği tarzda ve açıda aydınlatmadığının farkındadır. Ona kolaylık sağlamamakta, gidişine hız verememektedir. Ve büyük bir arayış içine girmiştir. Yani adeta yeniden bir din yapılanması istenmektedir. Batı'nın bugün çok çeşitli mezhepler halinde ortaya çıkan arayışları var. Bundan en çok yararlananlar da Doğu ulusları olmuştur. Hinduizmin ve İslamiyetin Batı dünyasına çıkartma yapması, içinde bulundukları realitenin artık onları tatmin etmeyişlerinden ileri gelmektedir. Yogayla, meditasyonla, şakralarla yeni bir tatmin edici nokta arıyorlar. Uygarlığı çok gelişmiş olan Batı neden böyle bir ihtiyaç içine girmiştir? Çünkü bizim uygar ya da gelişmişlik kavramlarımız gerçekliği yansıtmamaktadır. ÖLÜMÜN İLK AŞAMALARI Bedeninden ayrılıp ruhsal dünyanın ilk aşamasında bulunan varlıkların onayladıkları olgular şunlardır: Bedeninden ayrılmış olan varlık, kendisini insani şekilde görmeye devam eder. Uzun bir süre bir bedene konsantre olan varlığın tahayyül melekesi birdenbire değişmez. Orada büyük bir şartlandırma meydana gelmiştir; her ne olursa olsun. Aynen rüyalarda olduğu gibi. İnsan rüyasında kendisini kendisi gibi görür. Ayşe kendisini Fatma ya da Mehmet gibi görmez. Ayşe, Ayşe'dir. Bunun kaldırılması mümkün değildir. Yapmış olduğumuz bazı metapsişik deneylerde telkine açık çok hassas kişiler kullanılmasına ve çok derin transa geçmiş, her türlü telkine açık olmalarına rağmen böyle bir şey yapılamamıştır. Kendi cinsiyetleri dışında başka bir cinsiyeti kesinlikle kabul etmemişlerdir. Yani varlık, enkarne olurken kendisini nasıl benimsemişse, hangi hal içinde bulunacağına inanmışsa aynen onu sürdürmektedir. Fizik bedenini terk eden varlık, kendisini fizik dışında ya da nurlar içinde, kanatlı olarak görmez. Aynen neyse onu görür çünkü o imaj onda yerleşmiştir. O imaj kendi yarattığı imajdır. Ve onu aynen fizik bedene yapıştırmıştır. Ve fizik beden ruhun istediği şekildedir. Bu nedenle herkes kendi durumundan memnun olmak zorundadır. Ne düşünürsek o olur. Burada da, ötealemde de tahayyülümüz bizim her şeyimizdir. Varlıklar ölmüş olduklarını bazen çok uzun bir süre fark edemez. Çünkü kendisini insan prototipi içinde görmeye devam etmektedir. Ve bu nedenle bedeninden ayrılmış olduğunu bilmez. Olduğu gibi fiziksel özellikleriyle tasvir eder kendisini; boyu, elbisesi, çehresi, ayakkabıları vs. Teşevvüş anındaki ifadeleridir bunlar. Canın tesliminden hemen önce dünya hayatındaki tüm olaylar sentetik bir hatırlama ve genelleşmiş rüyetler halinde gözler önünden geçer. Bir anda bütün hayatın film şeridi gibi gözler önünden geçmesi, klinik vakalarda çok rastlanan bir olaydır. Birkaç saniye içinde 60-70 yıllık hayat dramı seyredilir. Bir zaman rulosunun gerisin geriye sarılışına benzemektedir bu. Bu olgu sadece ölüm anında değil, bayılmalarda da olmaktadır. Hatta o sırada, hatırlayamadığı veya yanlış bildiği şeylerle de karşılaşıyor. Bunun tedavi edici bir özelliği de vardır. Zihinde yanlış kalan bir anı, onda psikonevrotik bir durum meydana getirmiştir ve bir türlü kurtulamaz. Çünkü sebep belli değildir. Ama o bayılma ve geçici ölme gibi şoklarla olayların gerçeği ile karşılaşır. Ve mesela, kendini suçlu görme gibi bir durumdan kurtulabilir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Mart 3, 2010 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 3, 2010 SPATYOMUN ALIŞMA DÖNEMLERİ Ölmüş olanlar, daha önce bedenini terk etmiş olan aile bireyleri ve dostları tarafından karşılanırlar. Dikkat edilirse dünyadaki örf ve adetler bir bakıma orada da geçerlidir. Herhangi bir yere gittiğimiz zaman, normal olarak bizi yakın arkadaşlar ve akrabalar karşılar. En azından böyle şey bekleriz ve olmuştur da. Bu sempati kuralına bağlı olarak gerçekleşir. Çünkü aile bireyleri ve dostları demek aynı plana bağlı varlıklar demektir. Hiç kimse birbiriyle boşu boşuna ana oğul, baba kız, akraba olmaz. Evlilikler de öyledir. Evlilikler rastgele olmaz. Bütün dostluklar, ailevi bağlar belli bir plan ve organizasyon içinde meydana getirilir. Yani ölmüş varlık, kendisine en sempatik gelen varlıklar tarafından karşılanır. Bu bir titreşim, anlayış ortaklığı meselesidir. Kendilerinden bir şeyler alabildiğimiz, kendilerine bir şeyler verebildiğimiz insanları ararız. Onlar bizim gerçek dostumuzdur. Evliliklerin temelinde de bu yatar. Eşler birbirlerinden bir şey alıp veremiyorsa, sadece maddi bir anlaşmaya dayandırılmışsa, o bitişe doğru bir gidiştir. Almayı düşünmenin yanında vermeyi de düşünmek gerekir. Bu alışveriş dengesini canlı tutabilen varlıklar, bağlı oldukları ortak planın çok iyi birer üyeleri olmak üzere fevkalade iyi bir hayat sürebilir. Dünyanın ağır şartlarını karşılıklı omuzlayarak götürürler. Sıkıntıları daha az olur ve o sıkıntıyı daha göreceli bir değere indirirler. Önemli olan da budur. Karşılayan varlıklar tampon vazifesi görürler. Ani bir şekilde spatyomun yüksek titreşimli bölgelerinde varlığını korumak zordur. Varlık olarak derin bir şaşkınlığa düşebilir. Çok ağır şuur kayıpları olabilir. Adaptasyon zorluğu çekilir. İşte ölmüş varlığı daha çabuk adapte edebilmek için, başka varlıklar, akraba ve aile bireyleri kisvesine bürünebilir. Varlığın oradaki yalnızlığını paylaşırlar, korkusunu giderirler, teselli ederler. Gelebilecek yoğun etkiye karşı araya girip onu hafifletirler. Yoksa o varlığı savurur atar o atmosfer. Varlığın liyakatine göre şiddetli etkiler yumuşatılır. Yani sebep-sonuç yasası orada da geçerlidir. Evrendeki her şeyin, üzerine dayandırıldığı bir yasadır bu. PASİF DÖNEMDEKİ VARLIK Hemen hemen bütün varlıklar, ruhsal dünyada az çok onarıcı bir uyku devresine girer. Oraya geçişin, bedenden ayrılışın verdiği büyük bir yorgunluk ve bitkinlik vardır. Ama diyebilirsiniz ki, "Bunlar hep maddeye bağlı işler. Yani yorgunluk fiziksel bir özelliktir. Ancak varlık bedenini terk etmişse, bu nasıl olur?" Buradaki uyku ve onarıcılık ifadeleri benzetmedir. Bu durum varlığın kendi mensup olduğu aile planıyla, gerçek vatanıyla olan bağlantısının devam etme süresidir. Yani pasif bir devre geçirmektedir. Orada henüz hiçbir şey başlamamıştır. İç hesaplaşma, kendini etraftan soyutlama başlamamıştır. Varlık ancak kendini soyutladığı zaman bir hesaplaşma dönemine girer. Herhangi bir konsantrasyonu yoktur; ne yapmak gerekir, burası neresi diye de soramaz. O anda şuursuzluk karanlığı içindedir. Şuurlandıkça aydınlanır her şeyi. "Ben kimim?" diye sordukça aydınlanma başlar. Bu onarıcı, yani pasif süreci her varlık geçirir. Orada hiç kimsenin ayrıcalığı yoktur. Vibrasyonların değiştiği andır. Kapasite değişiminden dolayı her varlık bir pasifliğe girer. Varlık ne derecede uyanık kalmışsa, kendi kimliğini ne kadar çok tanıyabilmişse onarıcı uyku dediğimiz dönem o kadar kısa olur. Çünkü o dönemin amacı, varlığın kendi kendisini tanımasıdır. Bu meydana geldikten sonra iş biter. KENDİ KENDİNE HESAPLAŞMA Her varlık hangi manevi ortam ihtiyacı içinde bulunuyorsa, onun oluşturduğu bir yaratma, yani imajinasyon gücü vardır. Bugün kendilerini yeryüzünde Allah'ın sağ kolu, O'nun yol göstericisi olarak kabul eden binlerce insan var her dinden. Gerçekten de bu kişiler bedenlerinden ayrılıp ruhsal dünyaya geçerlerse, kendilerini ışıklı ve spiritüel bir ortamda bulabilirler. Çünkü bunlar onların kendi yarattıkları bir alemdir. Kendi şuuraltlarında bunlar mevcuttur. Bazı varlıklar da vicdani kararları yüzünden, vicdanlarının kendi üzerlerine yaptığı haklı baskıdan dolayı kendilerini suçlu sayarlar. Tıpkı ilk günah diye bir kavrama inanan Hristiyanlar gibi. Hiçbir şey bilmeyen varlığın günahı mı olur? Günah temelde hakikate uymayan hareketler demektir. Hakikati herkes bilir mi? Ne öğretilmişse onu bilir. O halde herkes bilgisi kadar sorumludur. Bu nedenle aynı konu üzerinde çok çeşitli günahlar vardır. Birisinin günahı ile başkasının günahı aynı değildir, aynı zeminde aynı iş üzerinde de olsalar bile. Çünkü ikisinin de bildiği şeyler farklıdır. Kiminki esas alınacaktır? Yukarıdaki halet içinde bulunan varlığın, kendisini gayet sıkıntılı ve karanlık bir ortamda bulması normaldir. Çünkü bütün hayatı böyle geçmiştir. Kendini kendi içindeki bir zindana kapatmış. "Sen suçlusun çünkü günah işledin." empozisyonu altında yaşamıştır. Bu sıkıntılı ve karanlık ortamı bizzat kendisi oluşturmuştur. Ahlaki ve moral olarak yozlaşmışsa, bunu çevresindeki insanlardan saklayabilmiştir. Ancak kendi kendine kaldığı zaman saklayamaz; derhal suyun yüzüne çıkar. Bu yüzden insanların biraz daha sağlıklı kalabilmesi için, Hristiyanlıkta günahlardan arınma olgusu vardır. İslamiyette ise tövbe olayı vardır. YARATICI İMAJİNASYON Ruhsal varlık, spiritüel ortamda, dünyadaki manevi havası kuvvetli yerlere benzeyen gerçek, özlü ve objektif yeni bir dünyayla karşılaşır. Böyle bir ortamı meydana getiren de, oradaki varlıkların kendi tahayyülleridir. Oradaki varlıkların planlaşmış bir tahayyül mekanizmasıdır. Daha önce oraya geçip gitmiş kudretli varlıkların, işbirliği halinde oluşturdukları bir organizasyondur. Varlık o tesirin içine girdiği zaman korunuyor. Bu, ruhun yaratıcı imajinasyonunun bir özelliğidir. Yaratıcı imajinasyon konusu çok önemlidir. İncil'deki Yuhanna'nın Vahyi tamamıyla yaratıcı imajinasyonun fonksiyonlarıyla ilgili bilgilerle doludur. Aynı şekilde Kur'an'da cennet, ahiret ve öbür dünya sakinleri üzerine ve cehennem azabı sırasındaki hissedişlerle ilgili çok güzel yaratıcı imajinasyon örnekleri vardır. Spatyoma yeni gelen varlıklar konuşma ile anlaşacaklarını sanarak bir aldanma içine düşerler. Spiritüel dili, düşünce naklinin yani telepatinin oluşturduğunu sonradan öğrenirler. Varlıklar spiritüel görme yetenekleri sayesinde cisimlerin içini ve ötesini algılayabildiklerini belirlerler. Yeryüzü üzerindeki durugörü yeteneği işte insanları ötealeme hazırlamaktadır. Varlıklar mesafe önemli olmadan, isteklerine bağlı olarak bir yerden bir yere bir anda gidebilirler. Bu yer spatyomun üstün bölgeleri olabileceği gibi, dünyaya çok yakın spatyom bölgeleri de olabilir. Hız ve mekan sorunu yoktur. Neyi düşünürsek o olur. Varlık herhangi bir yere gitmiyor, o mekanı kendisine çekiyor ve kendisini o mekanın içinde buluyor. Varlıklar ilgi yasası sayesinde spatyomun üst seviyelerine mecburen ve otomatik olarak çekildiklerini öğrenirler. Belirli bir yerde kalamazlar. Teşevvüşten kurtuldukça, adaptasyonları arttıkça daha üst planlara yükseldiğinin farkına varırlar. Ergün Arıkdal Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.