bedel Oluşturma zamanı: Mart 17, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Mart 17, 2007 Kelimeler hayatımızda, onların gerekliliğini düşündüğümüzden daha gerekli olduğu gibi, zannettiğimizden daha da çok şey ifade ederler. Konuşan bir varlık olan insan, düşüncelerini ifade etmek ve başkalarının düşüncelerini öğrenmek için bu eyleme girişir. Ve kelimeler, konuşmak için gereklidir... Fakat, kelimelerin kısıtlayıcılıkları da vardır. Şöyle ki: 1. Kelimelerin üzerlerine yüklenen anlamın her zaman kayması ve başka bir şeyleri işaret etmesi mümkündür. 2. Duyguları, düşünceleri ya da hisleri ifade etmek için seçilecek kelimelerin herkes için başka türlü anlaşılması riski her zaman vardır. Düşüncelerimizi kelimelerle ifade etmemiz gerekirken, tam tersine kelimeleri düşünmenin tek yolu haline getirdiğimizde, kelimeleri simgeleştirmenin yolunu açmış oluruz. Böyle ifade biçimlerinin kısır olacağı şüphesizdir. Kendimizi ifade ederken kullandığımız kelimeler dönüp dolaşıp belli bir sözlükle sınırlı kalıyorsa, birbirine benzer birçok şeyi aynı kelime ve cümleleri kullanarak ifade etmemiz kaçınılmaz olur. Neticede bu durumun "robotlaşmış ve kendisinin farkında olmayan insan"a yol açacağını görmek hiç de zor değildir. Simgeleşmiş kelimeler ve cümleler, simgeleşmiş düşünce kalıpları oluşturur. Bu kalıplar kişilerin (kişiliklerin) farkını ortadan kaldırır ve topluluğu tek-tip'e çevirir. Tek-tip bir topluluk "sürü" demektir. Gel dersin gelir, git dersin gider. Ara sıra kendisini bağımsız zannetsin diye damarına basarsın böğürür/meler. Yemini suyunu verirsin sesini keser. Varolan bir kişilik olarak bizler eğer kendimizin farkında olmak istiyorsak, İçimizdeki kalıplaşmış ve simgeleşmiş her şeyi sorgulamamız gerekir. Bu "sorgulama" kelimesinin içinizde oluşturacağı "huzursuzluğu" hemen unutun! Bu tip kelimeler, yerleşmiş düşünce kalıpları tarafından "istenmeyen" ve "olumsuz" etkiler yapmak üzere zihnimizce programlanmışlardır. Biz bu önyargılı programlanmayı aşmak ve kendi yararımıza düzeltmek için "şefkatle ve yumuşakça" bir araştırma yapacağız. Şimdi, aşağıdaki metne bir bakalım: "Klasik müziği çok severim. Konserlere gitmek bana büyük zevk verir. Her hafta konser günün gelmesini sabırsızlıkla beklerim. Üstelik, konser bittiğinde eve giderken hayalimde tekrar tekrar canlandırdığım konseri izler ve yürürken eve nasıl vardığımı bilemem." Metni okuduğunuzda ne düşündünüz; Hemen herkesin bu tür zevkleri vardır değil mi? Metinde ve düşüncenin ifade edilişinde bir sorun yok ama bir tuhaflık yok mu sizce de... "Hayır Yok" diyorsanız az sonra anlatacaklarım sizi şaşırtabilir, "Evet var" diyorsanız okumağa devam edin... Metindeki ilk ifade aslında doğru olmayabilir! Yâni bu kişinin "Klasik müzik sevgisi" dediği şeyin ne olduğunu metinden çıkartamıyoruz. Ne bir besteci ne de müzikle alakalı başka bir ipucu yok. Giriş cümlesinin devamında bir "konser" olayı tutturuyor ve tüm açıklaması da aynı minvalde sürüp gidiyor. Bu kişi büyük olasılıkla klasik müzik konserlerinin icra edildiği konser salonu ortamlarında bulunmaktan hoşlanıyor. Evine giderken kafasında konseri canlandırması da bunu gösteriyor. Işıklar, Smokinler, Enstrümanlar, Sanatçılar, Şef, Sahne... Gerçek bir müzikseverin ikinci cümlesi bir besteci olurdu: Mozart, Beethoven, Bach, Haendel, Grieg, Bartok, Schubert, Schumann... Ya da ikinci olasılıkla bir tarz: Senfoniler, Sonatlar, Solo piyano eserleri, Keman konçertoları vb. Veya bir şef ya da icracı söyleyebilirdi: Herbert von Karayan, Menuhin gibi... İlk cümleye tekrar dikkat edelim: "Klasik müziği çok severim". Oysa arkasından gelen açıklama cümlelerinin hemen hiçbiri ilk cümle ile alakalı değil. Onlar konser ortamını anlatıyorlar. İlk cümle bir kalıptır, aynı zamanda zandır. Ve kişinin, kendini ifade ederken nasıl yanılgıya düşebileceğinin göstergesidir. Bu kişi kendini tanımıyor ve kendinin maalesef farkında değil. Eğer bu ince noktalara dikkat etmesek, Klasik müzik sever zannıyla ona yanlışlıkla bir klasik müzikten seçmeler CD'si hediye edebilirdik. Oysa bu dikkatimizin sonucunda ona verebileceğimiz en güzel hediye, yer bulamadığı bir konsere bilet almak olacaktır. Gelelim acı ve zevk'e. Belli ki bu kişi konsere gitmeğe büyük bir zevk bağlamış (Herkesin zevk bağladığı bu tür etkinlikler vardır değil mi?). Düşünün ki sevgilisi ile buluşacak ve sevgilisinin tek boş günü konser günü akşamının tam da konser saati ve başkaca da boş zamanı yok. Ne olur bu durumda? Ne olacak: Ya birlikte konsere giderler ya da bu kişi konsere gidememeyi acıya bağlayacağından sorun çıkar! Siz de böyle şeyler yaşamadınız mı farkında olmadan. Zaman zaman hem siz böyle davrandınız zaman zaman da karşınızdaki kişi, değil mi? Konsere gitmek=ZEVK, Konsere gidememek = ACI. O kişide bu konuda çalışan formül bu. Başka bahanelere ve sair yan desteklemelere ve korunma mekanizmasının söylettirebileceği cümlelere gerek yok)... Formülü genele uyarlarsak bunun iki durumu vardır: ...yapmak=ZEVK ...yapamamak=ACI ve ...yapmak= ACI ...yapmamak=ZEVK. Bunlardan hangisinin hangisi olduğu hakkında şüpheniz varsa şuna dikkat edin: eşitlikleri düşünürken (ya da yazarken) işin içinde "yapamamak" varsa o her zaman ACI'ya bağlanmıştır (Neden? onu da siz düşünün). Metindeki diğer destekleyici kelimeler dikkat edelim. Kişi bu davranışı için ne gibi tanımlamalar seçmiş: "Klasik müziği çok severim. Konserlere gitmek bana büyük zevk verir. Her hafta konser günün gelmesini sabırsızlıkla beklerim. Üstelik, konser bittiğinde eve giderken hayalimde tekrar tekrar canlandırdığım konseri izler ve yürürken eve nasıl vardığımı bilemem." Neredeyse her cümle için bir tane olumlu ve destekleyici tanımlama var! Olumlu tanımlamalar ZEVK bağıntısını güçlendirirken olumsuz tanımlamalar ACI bağıntısını destekler. PEKİ BUNU KENDİMİZE VE GÜNLÜK YAŞAMA NASIL UYGULAYABİLİRİZ? Bizim halletmemiz gereken şey genellikle ACI ile kısmı zayıflatmak ile alakalı olacaktır. Zira sorun oluşturabilecek her türlü şey bu bağıntıdan çıkacak ve yanlış bağlanmış ZEVK tanımlamaları da bu bağıntı ile halledilebilecektir. Lütfen dikkat: Size yanlış gelebilecek olsa da "Beynimiz ACI'dan kaçmayı daha öncelikli olarak değerlendirir." Diyelim ki kendimizi iyi hissetmiyoruz. Düşünelim 1. Ne hissediyorum: Canım sıkılıyor. 2. Canım mı sıkılıyor, hissettiğim başka bir şey mi? : ... Bu aşama önemlidir. Çünkü, kestirip atmak yerine, hissettiğimiz şeyi sorgulamamızı sağlıyor. Ya da bir konuya çok kızdığımızı düşünelim, hemen tepki vermek yerine tam o anda : 1. Ne hissediyorum: Kızgınım. 2. Kızgın mıyım yoksa aşırı tepki mi veriyorum: ... Gidişatı anladık sanırım. ACI bağıntısı zayıflatıp ondan kaçmak için yol yapmışken, hemen ZEVK bağıntısını sağlamak için de bir şeyler yapmamız gerekir. Böylece varolan durumu değiştirme şansını artırmış oluruz. Hemen ZEVK bağıntılı bir şey bulup, bunu planlamamız gerekir. Meselâ: "Akşamüstü .. ile buluşup bir çay içeyim", "Ne zamandır kitapçıya gitmedim, işten çıkınca uğrayayım, kim bilir neler gelmiştir", "Sinemalarda neler var acaba?" vb. Bir planımız olmazsa, mevcut duruma razı olacağımızdan, planlama aşaması mutlaka gereklidir. İkinci olarak verdiğimiz standart tepkileri daha dikkat incelememiz gerekiyor. Verdiğimiz tepki, tepkimizi katlayarak artırıyorsa (Yâni bizi gaza getiriyorsa), bu tepki daha çok kendimize karşı olacaktır. Kimi insanlar vardır kızarlar, bir laf ederler, sonra ettikleri lafın desteğiyle bağırır, bağırmanın desteğiyle de kırıp dökmeğe başlarlar. Kendi kendimize böyle bir şey yapmadığımızdan emin olmamız gerekir. Böyle bir şey olmaması için tepkilerimizi birer kademe azaltmayı deneyeceğiz. Örneğin: "Kızgınım" yerine "Bu durum beni biraz rahatsız etti" ya da "Böyle yapmamalıydın" yerine "Yaptığının iyi bir şey olduğunu sanmıyorum" türünden. Kimi insanlar diğerinden daha hassastır. Bu durumda, tepkileri azaltmak yerine değiştirmek tercih edilebilir. Tersine çevirmek denilen bir yöntemle kendimizi başka türlü ifade etmeğe zorlayabiliriz. Örneğin "Kızgınım" yerine karşımızdakini teselli edecek kelimeler kullanabiliriz. "Olsun varsın. Üzülme ne de olsa herkesin başına gelebilir" ya da "Böyle yapmamalıydın" yerine "Tamam, bunu kafana takma, İnsanlar hata yapa yapa öğrenir." gibi. Konu gerçekten karşımızdakini teselli edecek bir şey olmasa bile, mevcut gerginliği başka yöne çevireceği için böyle davranmayı tercih edeceğiz. Bu durumda karşımızdaki kişinin de kendini hazırlamış olduğu örgen kırılır ve yaşanan bir anlık şaşkınlığın getirdiği boşlukta ortamı değiştirmek için gereken temiz hava elde edilmiş olur. TEPKİLER DE SİMGEDİR: Verdiğimiz otomatik tepkilerin de birer düşünce kalıbı (örgen) ve kelime grubu (klişe) olduğunu fark ettiğimizde, "farkında olmak" deyiminin ne gibi bir anlam ifade ettiğini daha iyi anlayabiliriz. Kendimize şu maddelere dikkat edelim: 1. Simgelerimiz kendimize mi ait yoksa başkalarının simgelerini mi kullanıyoruz? 2. Canımız istediğinde simgelerimizi değiştirebileceğimizi biliyor muyuz? Madem ki onlar bize ait, istediğimiz zaman değiştirme şansımız da olmalı. 3. Simgelerimizi otomatik olarak mı bilinçli bir seçimle (farkındalıkla) mı kullanıyoruz. Her tepkiden önce (hayatî refleksler hariç) durup bir anlığına düşünmek iyi bir fikirdir. 4. Hislerimizi nasıl ifade ettiğimize dikkat ediyor muyuz? Kalıplaşmış sözcükler bir süre sonra anlamını yitirirler. (Örneğin, sevgimizi ifade etmek için bize ve o ana ait kelimeler kullanarak taptaze hisler oluşturabiliriz.) 5. Daha da önemlisi: Olumlu hislerimizi de ifade ediyor muyuz, yoksa yalnızca içimizden geçirip etrafa bir şey söylemiyor muyuz? Kimse kâhin değildir ve "Ne hissettiğim zaten belli olmuyor mu" dediğinizde yüzünüze şaşkın şaşkın bakacaklardır. Olumlu hislerimizi de ifade etmemiz gerekir. 6. Tepkilerimizde "Simge içinde simge" kullanmamalıyız. Kinaye, sitem, ima ve bezeri şeyler "Simge içinde simge"dir. Bunlar tam tersine anlaşılabilir ve/veya da karşımızdaki kişinin kalıplarına göre bambaşka şekilde algılanabilir. HİSLERİ HİSSETMEK Hisler, kelimelerden ayrı olarak vardır. Kelimeler onları anlatmak için kullanılırlar. Hissettiğimiz şeye bir isim verip bir kenara koymak ve benzer her şeyi aynı sınıf altında toplamak (Bir simgeyi birçok şey için kullanmak) işe yarar olabilirse de genellikle tehlikelidir. Nasıl ki Her yaşlı ve beyaz saçlı kişi ulu bir bilge değilse benzeş her his de aynı kelimelere ya da tanımlamalara tabi değildir. Hisler, öncelikle duyumsanmalıdır. Onları tarif etmek için değişik kelimeler ve kelime grupları icat edebiliriz. Mesela bir his için "Mor bir kadife gibi" tanımı hiç de acaip olmaz. Ya da bir başka his için "Göğsümün ortalık yerinde bir yerleri kıpırdatıyor gibi" denebilir. Tabii ki bunların hepsi için "bir acaip his" ya da "tuhaf bir duygu" demek mümkün olabilirse de bu tarifler aslında ne hissettiğimiz hakkında ne bize ne de başkalarına hiç bir şey anlatmayacaktır. Ve "bir acaip his" deyimi bizim için ZEVK bağıntısı ile alakalıyken başkaları için ACI bağıntısı taşıyabilir. "Tuhaf bir duygu" deyimi karşımızdaki kişi için korku duygusunu dolayısıyla da ACI bağıntısını çağrıştırabilir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
delycochuk Yanıtlama zamanı: Mart 18, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 18, 2007 offf süper yaw kimsede yorum yazmamış şu an bu sitedeki en iyi bilgiler mantığa hayran kaldım şüphesiz insan biraz düşünürse bazı şeylerin farkına varacaktır Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.