Jump to content

A Dan Z Ye Efsanevi Yaratıklar


Wasteland

Önerilen Mesajlar

Kara Koncolos, Karakoncolos http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/erlik9zy.jpg

Kara Koncolos, Karakoncolos

 

Türk mitolojisinde, Karakoncolos, 'kara renkte ve çirkin olarak tasarımlanan bir umacı, bir kötülük cini'dir. Özellikle Kuzeydoğu Anadolu Pontik kökenli, Laz kültüründe yer etmiş ve Bulgar folklorunde de rastlanan bir yaratıktır. Bir tür öcüyü andıran karakoncolos pek dehşetengiz sayılmaz ve zararsız olduğuna inanılır. Bununla birlikte zaman zaman gerçek anlamda şeytanî bir şekilde betimlendiği de olmuştur. Özellikle kış aylarında yakaladığı kişilere çeşitli sorular sorar. Sorduğu soruları bilemeyenleri bir tarak ile öldürürmüş. Kürklü olduğuna inanılan bu yaratığın isminin Yunanca Kalikantzaris'den gelmiş olması olasıdır.

Bulgar folklorunde yaratığa verilen Bulgarca isim ise Karakondjul'dur ve geceleri gezdiğine inanılır.

English

 

A malevolent creature from Northeast Anatolian Turkish and Bulgarian folklore. The Karakoncolos is a variety of the bogeyman - merely troublesome and rather harmless, but sometimes truly evil. It has thick hairy fur like the Sasquatch. The name probably comes from the Greek Kalikantzaros.

 

Due to the late Ottoman Turkish myth, they appear on the first ten days of Zemheri, 'the dreadful cold', when they stand on the murky corners, and ask ordinary questions to the passers-by. In order to avoid their mischief, one should answer each question, using the word "kara" (Turkish for 'black'), otherwise the creature would hit the victim dead with its harrow.

 

It is also told in Turkish folklore that the Karakoncolos call people out at the cold Zemheri nights, imitating the one's familiar voices. If one cannot wake up from the charm, one freezes to death.

 

The Bulgarian name of the creature is Karakondjul (or Karakondjol, Bulgarian: Караконджол). The Karakondjul walks at night. Koukeri (or kukeri) is the name of a Bulgarian custom, the purpose of which is to scare the evil and keep it away.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kara Korşak http://thelittlechimpsociety.com/wp-content/uploads/2006/uploads/lc.jpg

 

Kara Korşak

 

Kara korşak; Türkmen kültüründe eşek, köpek, domuz, keçi kılığına girdiğine inandıkları kötücül ruh ya da cindir. Gece kapıları çalıp, ev sahibinin tanıdığı bir ses ve kılıkla onu kandırarak çağırıp kaçırırmış. Bu cinden korunmak için pantolonun düğmelerini açmak gerektiğine inanılır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kara Kura http://yenisafak.com.tr/resim/site/kitap5450a502544de6844by.jpg

 

Kara Kura

 

Acıklı, kötücül bir ruhun adı. Bazı inanışlara göre yeni doğum yapmış lohusa kadınları korkutan ve ciğerlerini alıp götürdüğüne inanılan ruh, hayali yaratık. İnsanlara korkulu kabusları ve karabasanları gönderen odur. Adıyla çocuklar korkutulur.

 

Bir kedi büyüklüğündedir ve keçiye benzer. Erkekleri boğmak için üzerlerine atlar.

Bir başka görüşe göre biçimsiz (şekilsiz) düşünülen bir varlık. Eski çağlarda insanları uykuda yakalayıp korkuturmuş. Sonra nefes almalarını engelleyerek ses çıkarmalarını önler, ciğerlerini alıp götürürmüş. Bu varlıklar kedi gibi hafiften ve sakin sakin gezen canlı biçiminde betimleniyordu.

Erzurum ve Erzincan yöresindeki inanışlara göre bu tabiat üstü güç, albastı gibi lohusalara musallat olan, onları korkutarak, ciğerlerini söküp götüren bir varlıktır. Konya civarında anlatıldığına göre, bu ruh, keçiye benzeyen fakat kedi büyüklüğünde olan, insanların üstüne çökerek onları boğmaya çalışan bir yaratık şeklinde düşünülür. Gün ışığından korkar, güneş doğunca kımıldayamaz, ancak o zaman yakalanabilir. Ona yemin ettirdikten sonra köle gibi kullanmak mümkün olurmuş. Karakura yatağında ekmek kırıntısı olan insanları da çok severmiş. Böyle yataklarda uyuyanlar karakura tarafından bastırılır, kabus görür sıkıntı çekerlermiş.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kara Neme http://visionaryrevue.com/webmedia3/kalmedia/k.satan.600x770.jpg

 

Kara Neme

 

Kötü ruhların genel adı. Kötü ruhlara Altaylı Türkler'ce Kara Neme, Saha (Yakut) Türkleri'nce Abası, Uygur Türkleri'nce de Yek'ler adı verilir; Ayrıca Yek sözcüğü Uygur Türkçesi'nde şeytan kavramının karşılığıdır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kayberen http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/kayberen.jpg

Kayberen

 

Kırgızların iyiliksever ruhlar arasına dahil ettikleri ve "kayıp eren" adıyla andıkları ruhlar, dağlarda yaşarlar ve -geviş getiren- hayvanları korurlar. Kırgızların inancına göre bu ruhlar, hayvanların artıp çoğalmasını sağlarlar. Ancak kızdıkları zaman da hayvanlarını telef edebilirler. Bunun için de ava çıkmadan önce, uğurlu geçmesi için "kayberen"den yardım isterler.

Dağlarda, taşlarda yaşayan ve hayvanları koruyan bu ruhlar aynı zamanda yaşadıkları yerin iyesidirler. Onun için, dağdayken bir tehlike ile karşılaşanlar "kayberen"den yardım isterler, "Başına dolanayım kayberen, kırk çiltan, yardım et'" derlerdi.

"Kayberen"in mal, hayvan iyesi ve koruyucu olduğuna ilişkin görüşler, zaman zaman "Dağ Ruhu" inancı ve Çiltan motifiyle kaynayıp karışmıştır. Çiltanlarda Kayberenler gibi dağda yaşayıp hayvanları korurlardı. Onların sayısı 40 olduğu için kırk çiltan denilirdi.

Kazak halk kültüründe göze görünmeyen vatlıklar ya da şeytanlar olarak bilinen "kayip iren" adı, "Bab tükti şaştı-Kayıp iren kırk şilten" ifadesinde karşımıza çıkmaktadır.

Işık yüzlü eren olarak bilinen, sayıları kırk olup, insanların gözüne görünmeden onların arasında yaşayan ve doğaüstü güçlere sahip "çiltan" motifleri Orta Asya'nın diğer halklarında da vardır. Kayberen inancı ata kültüyle bağlıdır. Onun adına, Türk halklarının birçoğunda rastlanır. Anadolu Türklerinde "kayb erenleri" şeklinde rastlanır ve eski inanışların bir izi gibi, evliyalar hakkında görüşlerden kaynaklanan bir anlayışı ifade eder. Bu inanışa göre "kayberenler", evliyaların insan kılığına girmiş ruhlarıdır. Göze görünmeyen bu evliyaların yaşadıklarına, daha çok dağ başlarında olduklarına ve yaşadıkları yerin çevresindeki insanları koruduklarına inanılır. İnsanlar onlara saygısızlık etmekten korkarlar.

Yerli halk tarafından her yılın yazı ve sonbaharında "kayberenler" için kurbanlar kesilir.

Efsanesi

Bir karı kocanın hiç çocukları yoktu. Ömürleri boyunca çocuk sahibi olmak için Tanrı'ya yalvardılar. Tanrı onlara, yaşlanıp güçten düştüklerinde, kırk çocuk verir. Yaşlı çift, bu çocuklara bakamaz ve onları götürüp dağa bırakırlar. Kayberenler gelip onları yedirir, içirir ve büyütür. Bu kırk çocuk büyüdükten sonra, insanların gözüne görünmeyen koruyuculara dönüşürler.

Etimolojisi

"Kayberen" adı; göze görünmez anlamındaki "kayıp" ile kutsal, nur yüzlü anlamındaki "eren"den gelmektedir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kayış Baldır http://tasaweer.files.wordpress.com/2007/06/satan_fire.jpg

 

Kayış Baldır

 

Çocukları korkutmak için uydurulmuş kötücül varlık. Kayış Bacak ta denilen, ayakları kayıştan gulyabanidir. O, kendi ayakları üzerinde durup yürüyemez. Bunun için de yoldan giden insanları aldatıp, onun boynuna biner. Sonra kayış ayaklarını onun beline dolayıp, yolu bitinceye kadar onu bırakmaz.

Elsiz ve ayaksız bir ihtiyar görünümünde olan bu varlık, ırmak kenarında oturup, gariban bir görünüş sergileyerek, oradan geçenlerden, onu omuzuna alarak ırmağın diğer kıyısına geçirmelerini rica eder. Kim onu omuzuna alırsa, 'Kayış Baldır'ın karnından bir anda yılana benzer üç arşın uzunluğunda iki ayak çıkıp, yolcunun bedenine sarılır. Elleriyle de sıkı sıkıya sarılıp, "Ne dersem, onu yapacaksın" diyerek, o insanı kölesi yapar.

Söylentilere göre 'Kayış Baldır' uzadıkça uzanan, başı bulutlara değen korkunç bir canlıdır. O, akşam ezanından sonra ortaya çıkar. Bir yoruma göre, böyle bir hikâye anlatılarak, çocukların akşam karanlığında evden çıkmalarının ve yaramazlık yapmalarının önüne geçilmek isteniyormuş.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kerberos http://utopia.duth.gr/~adamand/destruction/images/kerberos.jpg

 

Kerberos

 

Kerberos, Yunan mitolojisinde, Hades'in yönettiği, ölülerin bulunduğu yeraltının kapısında bekçilik yapan üç başlı köpek (Hesiode'ye göre 50, Horace'a göre ise 100 başı vardı). Kuyruğu bir yılan olan ve sırtında sayısız yılan başı bulunan, ısırıkları zehirli bu köpek, Herkül'ün 12 görevi arasında yer alır. Kerberos, Yunanca "çukur iblisi" (çok derinlerdeki, şeytâni çukur) demektir. Yarı kadın-yarı yılan Ekhidna ile dev Typhon'un oğlu olan Kerberos'un kardeşi Orthros'tur. Dev zincirlerle bağlı olan bu köpeğin görevi, yer altına giren ölülerin tekrar yeryüzüne çıkmalarını önlemektir. Sadece üç kere yenilmiştir:

 

Son görevi Kerberos'u yakalamak olan Herakles tarafından yakalanarak.,

Müzik yeteneğini kullanan Orpheus tarafından uyutularak,

Lethe ırmağındaki su yardımıyla Hermes tarafından uyutularak,

Roma mitolojisinde, ilaçlı keklerle Aineias tarafından uyutularak,

Yine bir Roma masalında, ilaçlı keklerle Psykhe tarafından uyutularak.

Kerberos, özellikle kapıların, eşiklerin ve sınırların bekçisi olmanın arketipi olmuştur. Orta Çağdan günümüze kurgu yapıtlarda sıkça bu özelliğiyle yer almıştır (Dante'nin İlahi Komedya'sında ve Fluffy olarak J. K. Rowling'in Harry Potter ve Felsefe Taşı adlı kitabında.) Ayrıca günümüzde güvenlik ve savaş alanında da kullanılmaktadır (MİT tarafından geliştirilen Kerberos protokolü gibi.)

 

Herkül'ün 12. Görevi

Herkül'ün 12. ve son görevi, Hades'in krallığını yaptığı ölüler diyarının bekçi köpeği olan Kerberos'u Atina'ya getirmekti.Görevi aldıktan sonra, diğer tarafa geçmek için Eleusis'ten yardım ve bilgi alan Herkül, Tanareum bölgesinde ölüler diyarına geçiş yapabileceği girişi bulur. Athena ve Hermes'in yardımı ile girişten geçen ve Charon'u da yine Hermes'in yardımı ile geride bırakan Herkül Kerberos ararken, Ölüler diyarında Hades tarafından zincirlenen Thesus'u sihirli kelepçelerinden güç de olsa kurtarır.

 

Hades ve Persephone'nin karşısına çıkıp durumunu anlatan Herkül, onların onayını alarak Kerberos'u geri getirmek üzere izin alır. Kerberos'un karşısına çıkıp, güreşte onu yenmeyi başaran Herkül, Kerberos'u yeraltı dünyasından çıkararak Atina'ya; Eurystheus'un karşısına çıkarır. Korkudan nereye saklanacağını bilemeyen Eurystheus, yakınında bulunan büyük bir amfora'nın içerisine saklanır. Herkül'ün Kerberos'u yeryüzüne çıkardıktan sonra,etrafa saçılan zehirli salyasından dünya üzerindeki ilk zehirli bitkiler oluşmuş ve buradan yayılarak diğer ülke ve topraklarda da yetişmeye başlamıştır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kiklop http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/kiklop.jpg

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/tekgoz.jpg

Kiklop

 

Yunan mitolojisinde alınlarının ortasında tek gözleri bulunan devler. Poseidon ile Amphitrite'nin oğulları. Onlar tanrılardan korkmayan, zalim, insan etiyle beslenen yaratıklardır. Homeros'a göre kikloplar, mağaralarda yaşayan korsan çobanlardır. Odysseus adamları ile birlikte Troya Savaşından vatanına dönerken dev kiklop Polyphemos'a esir düşmüş ve onu öldürmek zorunda kalmıştı. Oğlunun öldürülmesine sinirlenen Poseidon Odysseus'u bin bir türlü felaketle cezalandırmıştı. Hesiodos'a göre kiklop'lar, üç taneydi, Gaia ve Uranos'ün çocukları idi. Brontes, Steropes ve Arges ('gök gürültüsü', 'parıltı' ve 'şimşek'). babaları tarafından Tartaros'a hapsedilmiş, daha sonra Zeus tarafından kurtarılmış ve ona titanlara karşı savaşta yardım etmişlerdi. Bir rivayete göre, kikloplar, Apollon'un oğlu, sağlık ve hekimlik tanrısı olan Asklepios'u öldürmüşlerdi. Buna sinirlenen Apollon oğlunun öcünü almış ve kiklop'ları öldürmüştü. Daha sonra çıkan efsanelerde kikloplar ateş tanrısı Hephaistos'un yardımcıları idi ve onun yanında demircilik yaparlardı.

Türk mitolojisinde karşılığı Tepegöz'dür.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kujata http://bp3.blogger.com/_4A6sikjqcTg/R-2nWqFSdoI/AAAAAAAAAh4/qo1NtlCH1ag/s320/KUJATA.jpg

 

Kujata

 

Değişik inançlara göre türleri anlatılan ve farklı taş ve metallerden oluştuğu söylenilen yedi cennet vardır ve Araf'ın da içinde bulunduğu yedi cehennem vardır (Kimileri Dünya'yı da bu yedi cehennemden biri sayar.) Yeryüzü büyük bir denizle çevrili, geri kalan bölümde ise çember biçimindeki Kaf Dağı bulunur. Yeryüzü -ışığıyla, gökyüzünün mavi rengini de yansıtan- kutsal taş Sakrat'ın üzerinde oturmuştur. Bu taşın tek bir tanesinin sahibine büyüsel güçler sağladığı ileri sürülür.

İşte tüm bunların dev bir meleğin omuzlarında durduğu (Yunan mitolojisinde Atlas), bu meleğin de, birçok gözü ve ayakları bulunan, büyük bir boğa olan Kujata'nın üzerindeki yakuttan bir kayanın üzerinde durduğu ve boğa Kujata'nın da kaosta yüzen devasa bir balık olan Bahamut'un üzerinde durduğuna inanılır.

Kujata bu bağlamda Bahamut tarafından desteklenen, yakut üzerinde oturuken aynı zamanda dünyayı taşımakta olan melek arasında yer alan mitolojik bir boğadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kujuta http://www.piney.com/MolechFlame.jpg

 

Kujuta

 

Değişik inançlara göre türleri anlatılan ve farklı taş ve metallerden oluştuğu söylenilen yedi cennet vardır ve Araf'ın da içinde bulunduğu yedi cehennem vardır (Kimileri Dünya'yı da bu yedi cehennemden biri sayar.) Yeryüzü büyük bir denizle çevrili, geri kalan bölümde ise çember biçimindeki Kaf Dağı bulunur. Yeryüzü -ışığıyla, gökyüzünün mavi rengini de yansıtan- kutsal taş Sakrat'ın üzerinde oturmuştur. Bu taşın tek bir tanesinin sahibine büyüsel güçler sağladığı ileri sürülür.

 

İşte tüm bunların dev bir meleğin omuzlarında durduğu (Yunan mitolojisinde Atlas), bu meleğin de, birçok gözü ve ayakları bulunan, büyük bir boğa olan Kujata'nın üzerindeki yakuttan bir kayanın üzerinde durduğu ve boğa Kujata'nın da kaosta yüzen devasa bir balık olan Bahamut'un üzerinde durduğuna inanılır.

 

Kujata bu bağlamda Bahamut tarafından desteklenen, yakut üzerinde oturuken aynı zamanda dünyayı taşımakta olan melek arasında yer alan mitolojik bir boğa

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kurt Adam http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/werwolf1.jpg

Kurt Adam

 

Bir insanın bir hayvan, özellikle de kurt biçimine girebilmeye yetenekli olması, kurtadam söylencesinin çıkış kaynağı hakkında yeterli bir açıklama değildir. Çok eskiden beri çeşitli kaynaklarda ve toplumlarda kurtadam öykülerine rastlanmaktadır. Farklı coğrafyalarda yaşayan insan topluluklarında sadece kurtadamlık değil çeşitli insan hayvan karışımı yaratıklarada rastlanmaktadır. İskandinavların Ayı Adamları, Kızılderililerin Bizon Adamları, Afrikalıların Sırtlan Adamları, Türklerin İtbarak'ları, ve İstanbul’un Kedi Kadınları bunlara örnektir.

İstanbul’un Kedi Kadınları, Kurt Adamları

İstanbul’un kedi kadınlarından söz eden Amerikalı romancı ve senaryo yazarı Guy Endore’dir. Endore Kedi kadınlardan bahsettiği ilk baskısını 1934 yılında yaptığı Parisin Kurt Adamı adlı kitabında kurgusal bir öyküyü anlatmaktadır.1870 yılının komün ayaklanmasında geçen öykü kurtadamlar konusunu ayrıntılı bir araştırma ile desteklemektedir.

İstanbul’un kedi kadınları hakkında şunları söylemektedir Endore: “Bir saç tokası kullanarak pirinç tanelerini yerler ve bilirler ki yaratıkların kurdukları sofrada karınlarını iyice dolduracaklardır.” Amerikalı yazar Endore bir korku romanı yazıyor ve elindeki folklor malzemesini buna göre yorumluyor , kurguluyor ve abartıyor.Yazar büyük bir olasılıkla Kedi kadınlar diye folklorumuzda ve masallarımızda geniş bir yer tutan her kılığa giren cadılardan ve cadı kadınlardan bahsetmektedir kendi savına uygun olarak.

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/germanwoodcut1722.jpg

Tarihte Kurtadamlık

Eski Yunanlılar ve Karadeniz'in kuzey kıyılarına yerleşmiş Scythia soyu, bölge yerlileri Neurianları sihirbaz olarak kabul ediyorlardı. Bu olağan üstü büyücülerin her yıl birkaç gün için kurda dönüştükIerine inanıyorlardı. Tarihin babası olarak nitelendirilen M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan eski Yunanlı Heredot ise dilediklerinde kurda, dilediklerinde insana kolayca dönüşebilen bir insan türünden söz etmektedir..

Bir görüşe göre yüzyıllar önce, insanlığın erken tarihlerinde kurtadam doğal olmayan bir istekle insan etine açlık duyan bir canlı türü olarak kabul edilirdi.Bu insan, çeşitli büyülerin yardımıyla dilediğinde yırtıcı bir kurda dönüşmenin bir yolunu bulmuştu. Eskilerin söylediğine göre, kurda dönüşen kişi insan sesini ve insan gözlerini muhafaza eder. Ancak vahşi dört ayaklı kurdun kuvvet ve kurnazlığını taşırdı. Kurtadamın kim olduğunu ses ve gözlerinden tanımak mümkündü.

Biçim değiştirerek kurda dönüşrnek olayından, Roma edebiyatında bir büyü işi olarak söz edilir. M.S. I. yüzyılda eser vermiş Vergilius, bu söylenceden söz eden ilk Latin ozanıdır. Bunu Propertius, Servius, ve Petronius izlemiştir. Petronius, M.S. 54-68 yılları arasında Nero dönemi Roma'sının saray eğlence müdürüydü. Satyricos adlı kitabında hiciv, macera ve fantezi dolu bir kurtadam öyküsü de vardır.

Eski Yunan ve Roma geleneğinde bir insanın kurda dönüşmesi, bir ceza olarak simgeleniyor. Böyle bir olayı M.S. 64- 113 yıllarında yaşamış olan Plinius şöyle anlatıyordu: "Tanrılara insan kurban etme törenlerinden birinde kurban gölün kıyısından alınır. Ancak kurban kaçarak karşı kıyıya yüzdü. Karaya çıktığında kurda dönüşmüştü. Bundan sonraki 9 yıl boyunca yanında bir grup insanla kırlarda dolaştı. Eğer bu süre içinde insan etine yaklaşmazsa yeniden insan olacaktı. Nitekim kurtuldu ama hayatının 9 yılını kurt olarak yaşadı. "

Günahı yüzünden ceza olarak kurtadama dönüşen birinin öyküsünü de M.Ö. 43-M.S. 18 tarihleri arasında yaşamış Ovidius anlatır. Metamorphoses (Değişimler) adlı uzun şiirinde, yaradılıştan Sezar'a dek olan dönemdeki mucizevi değişimlerden söz eder. Romalı ozan Ovidius, Arkadya'nın mitsel, kralı Lyeaon'un öyküsünü anlatır: "Tanrılar tanrısı Olimposlu Jupiter Lycaon'u denemek için kılık değiştirip onun sarayına yemeğe gider. Lycaon da onun Tanrı olup olmadığım anlamak için insan etinden yemek ikram eder. Jupiter bunu anlayınca ceza olarak Lycaon'u kurda çevirir. O da bu kimlikle sonsuza dek kalır ve çevreye korku salar." M.Ö. 4. yüzyıl civarında Eflatun ve M.S. 2. yüzyılda Pausanias da hemen hemen aynı türden değişim öyküleri anlatarak aynı noktada buluşuyorlardı.

15. ve 16. yüzyıllarda kurtadama dönüşme inancı, tüm Avrupa 'da büyücülük ve cadılıkla aynı kefeye konuyordu. Özellikle Fransa ve Almanya'da kurtadam olduğundan şüphe edilen biri, acımadan yakılır ya da asılırdı. Nitekim kurtadam avı dinsel duygular adına yapılırdı. Büyücü ve "kurtadam mahkemeleri" bugün bile anlatılmaktadır. Sözgelimi 100 yıldan daha fazla bir süre, 1520-1630 yıllarında Fransa'nın yaklaşık 30.000 kurtadam olayıyla sarsıldığı bilinmektedir.

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/werwolf.png

Kurtadamlığa Dair Çeşitli Örnekler

1573'te Fransa 'da Dijon yakınlarındaki Dôle' de, GilIes Garnier adında bir "kurtadam" köye zarar vermek ve küçük çocukları "yemekle" suçlanmıştı. Suçunu itiraf edince de kazığa geçirilerek yakılmıştı..

1598'de yine Fransa'da Caude yakınlarındaki ıssız ve vahşi bir yörede birkaç Fransız köylüsü, 15 yaşındaki bir erkek çocuğunun cesedini buldu. Çocuk.korkunç bir şekilde parçalanmıştı ve her yerinden kanlar fışkırıyordu. Bir çift kurt da cesedi yiyordu. Uzaktan köylüler görününce kaçıp ağaçlıkların arasında kayboldular. Köylüler "kurtları" izlediler ve bir çalılığın içinde sinmiş, yarı çıplak bir adam buldular. Uzun saçlıydı. Bakımsız, uzun bir sakalı, sanki pençe görünümünde uzun ve kirli tırnakları vardı. Aralarında pıhtılaşmış kanlar ve insan eti parçaları görülüyordu. Adam, Jacques Rollet adında bir ruh hastasıydı. Köylüler gelip de kaçmadan önce cesedi parçalıyordu. Aslında ortada kurt filan yoktu. Adamlar o andaki heyecanlı halleriyle bu ruh hastası adamı bir kurtadam olarak algılamış olabilirler. Fakat bunu anlayabilmek olanaksızdı. Ama şurası kesindi ki, Rollet kendini bir kurt gibi hissediyordu. Bu kuruntunun etkisi altındayken birçok insanı parçalayıp yemişti. Sonuçta ölüme mahkum edildi. Fakat Paris Mahkemesi kararı bozdu. Onu bir akıl hastanesine gönderdi. Burası idam edilmeyen kurtadamların kapatıldığı bir yerdi!

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/kurtadam.png

20. Yüzyıl

Kurtadamlara ilişkin olaylar eskisi kadar yoğun olmamakla birlikte zaman zaman bu tür olaylardan söz edilmektedir. Örneğin Birinci Dünya Savaşı'ndan kısa bir süre önce üç kurt adamın ele geçirildiği öne sürülmektedir.

1925'te ise Fransa'nın Strasbourg kenti yakınlarındaki bir köyün halkı, köyden bir çocuğun kurtadam olduğuna ilişkin tanıklık ettiler. 5 yıl sonra Bourg-Ia-Reine'de de bir kurtadam korku saldı. Pierre van Peasen, 1939'da yayımladığı, Bizim çağımızın Günleri adlı kitabında bu olaya değiniyordu.

1946'de Kuzey Amerika'nın en eski Kızılderili kabilelerinden biri olan Navajo'lara "dört ayaklı bir katil" musallat oldu. Bu garip yaratık hep dolunay zamanı ortaya çıkıyordu.

1949'da Roma'da bir polis ekibi, garip davranışlı bir adamı izlemekle görevlendirildi. Adam, kurtadam psikozu içindeydi. Düzenli olarak her dolunay döneminde kontrolünü kaybediyor ve ürkünç bir şekilde uluyordu.

1957'de Singapur'da polisler, benzeri bir olayı izlemek için görevlendirildiler. Çünkü, bir yatılı kız okuluna sürekli olarak bir kurtadamın saldırdığı iddia ediliyordu. Kızlardan biri bir gece, baş ucunda duran birisinin varlığıni hissederek gözlerini açtı. Karşısında saçları burnuna kadar düşen, uzun ve sivri dişli, korkunç görünüşlü bir adam duruyordu. Fakat olayın ardındaki gizem çözülemedi.

1975'te İngiliz gazeteleri, Staffordshire'ın Ecc1eshall köyünde yaşayan 17 yaşındaki bir gencin olağanüstü haberleriyle dolup taşıyordu. Delikanlı, kurtadama dönüştüğü inancı içindeydi. Bu zihinsel acılarına kalbine sapladığı bir bıçakla son verdi. Delikanlının yakınlarından biri şöyle diyordu: "Ölmeden çok kısa bir süre önce bana telefon etti. Yüzünün ve ellerinin renk değiştirdiğini ve giderek kurtadama dönüştüğünü söyledi. Az sonra sesi giderek homurtuya dönüştü."

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/jpggi5.png

Sonuç

Halihazırdaki bilimsel bilgiler, kurtadam olayında olduğu gibi bir insan formunun bu kadar kısa zamanda bir başka biçime dönüşmesinin kesinlikle olanaksız olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla kurtadam efsaneleri tümüyle cehalet ve kuruntu üzerine kurulmuş olabilir. Fakat yine de yüzlerce yıldır bildirilen bu tür olayların. gözardı edilemeyeceği belirtiliyor.

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/achim_schulz_werwolf01.jpg

Likantrofi

Seri cinayet her zaman var olmuştur seri cinayet suçunu tarif etmek için kullanılan terminoloji, asırlarla beraber değişmiştir. Dört yüz yıl önce katiller, Avrupa’yı dolaşıp kurbanlarını hayvani bir hırsla öldürürlerdi. O zamanlar onlara “Psikopat” ya da “Cani manyak” veya “Şehvet katili” denmezdi. Onlara Likantrofi denirdi. Bu ifade, iki Yunanca kelimenin, Lykos (Kurt ) ve Antropos (Adam) birleşmesinden oluşmuştu.

Bu seri katillerin bazıları, o kadar sapkın adamlardı ki kendilerinin doğaüstü canavarla olduklarına gerçekten de inanıyorlardı. Avladıkları köylüler, zaten buna kesin olarak inanıyorlardı. Aynı şekilde, yetkililer de likantrofiye açıktan açığa inanıyor ve onu dönemin en önemli toplumsal sorunu olarak görüyorlardı.

1941 tarihli klasik Kurt Adam gibi eski filmlerde, likantrofi korkunç bir lanet olarak gösterilir. Lon Chaney Jr, bir kurt adama dönüşmekten hiç hoşlanmaz, fakat ister hoşlansın, ister hoşlanmasın, her dolunayda kılları ve pençeleri çıkıp dişleri sivrileşmeye başlar. On altıncı yüzyıl insanları, olaylara başka bir gözle bakıyorlardı. Kurt adamlar, şeytanla bilerek bir anlaşmaya giren kötü adamlar olarak görülürlerdi. Canavara dönmeyi kendileri istiyorlardı.

1500’lerin sonlarındaki Gilles Garnier adındaki Fransız bir münzevinin böyle şeytani bir anlaşma yaptığı rivayet edilir. Anlaşmanın karşılığında Garnier, onu aç ve insan yiyen bir kurda dönüştüren kara büyü içeren bir merhem almıştı. Aşağı yukarı aynı zamanlarda Peter Stubbe adında bir Alman, güya ona kurt adam güçleri veren efsunlu bir kemere karşılık ruhunu satmıştı.

Dönüşüm yöntemleri farklı olabilirdi, fakat bu iki manyak tarafından işlenen suçlar, şaşılacak derecede birbirlerine benziyordu ve aynı ölçüde mide bulandırıcıydı. Kurt adam filmlerinin sahte dehşetlerinden çok daha korkutucuydu. Hem Garnier hem de Stubbe, genelde çocukları avlayan şehvet katilleri ve yamyamlardı. Garnier, iki ay içinde dört küçük kurbana saldırmış ve onları çıplak elle ve dişleriyle parçalamıştı. Daha uzun bir zaman içinde Stubbe, aralarında öz oğlunun da bulunduğu en az beş kurbanı öldürmüştü. Söylendiğine göre Stubbe, oğlunun boynunu kopardıktan sonra kafatasını parçalayıp beynini yemişti.

Modern psikiyatri, ortaçağın kurt adamlığı yerine, bize “Anti sosyal kişilik bozukluğu” gibi kavramlar sunmuştur. Ancak bu yüzyılda bile, arada bir öyle bir katil çıkar ve suçları öylesine tüyler ürpertici olur ki bunlar doğaüstü bir canavarın işi gibi görünebilir. Örneğin 1920’lerde yamyam bir katil olan Albert Fish, on iki yaşındaki bir kız çocuğunu kandırıp Wisteria Köşkü diye anılan terk edilmiş bir eve götürmüş, onu orada öldürüp parçalamış ve etlerinin bir kısmını pişirip yemişti. Bu suç su yüzüne çıktığı zaman, bulvar gazeteleri bu işi yapan kişiyi tanımlayacak çarpıcı bir isim bulmak için çok düşünmüşlerdi.

Buldukları diğer iğrenç adların yanı sıra, onu “Wisteria Kurt Adamı” olarak da adlandırmışlardı.

Bu yazı A'dan Z'ye Seri Katiller Ansiklopedisi kitabının 184-185. sayfasından alınmıştır.

Boris Vian'in Kurt Adamı

Boris Vian'in anlattığı, dolunay vakti insana dönüşen kurdun hikayesi, çeşitli Kurt Adam hikayelerine çok güzel bir alternatiftir.

Buffy the Vampire Slayer'da kurt adamlar

Kurtadamlar, Buffy the vampire slayer adlı dizide ilk defa Phases adlı bölümde, Oz’un kurtadam olduğunu keşfetmesiyle ortaya çıktı. Buffy the Vampire Slayer dünyasında kurtadamlar sadece dolunay zamanı üç geceliğine kurta dönüşür. Yaratığın insan tarafı, kurta dönüştüğünde neler olduğunu hatırlamaz. Bir insanın kurtadama dönüşmesi için bir kurtadam tarafından ısırılması gerekir. Oz, kuzeni Geordie tarafından ısırılmıştı. Sevgilisi Willow ve arkadaşları Oz’un kontrol edemediği ikinci benliğini öğrenince ona yardım etme kararı aldılar. O, kurta dönüştüğü üç gece boyunca kendini kütüphanedeki kafese kilitler. Lover’s Walk adlı bölümde Oz’un, Willow’un kokusunu çok uzaklardan alması kurtadam duyularına insan şeklindeyken de sahip olduğunu gösteriyor. Kurtadam avcıları onları öldürmek için gümüş kurşun kullanır. Buffy, Phases adlı bölümde Caine adında bir avcıyı avlamaya çalıştığı kurtun aslında bir insan olduğuna ikna etmeye çalışmıştı.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kuzu Kuzu Kuşu http://rhowey.googlepages.com/Bird2342sm.jpg/Bird2342sm-full.jpg

 

Kuzu Kuzu Kuşu

 

Kuzu Kuzu Kuşu; Balıkesir'in Bigadiç ilçesinde ormanda yaşadığına inanılan bir kuştur.Bu kuşu Bigadiç'in köylerindeki herkes bilir.Kuşun hikayesi şöyledir: bir gün bir adam çobanın birini, kuzularına bakması için tutar.Çoban bu kuzulara bakarken bir gün dalgınlığına gelir ve kuzuları kaybeder.Kuzuları veren adamdan korkan çoban o gün Allah'a Allah'ım beni kuş yapta buradan uçup gideyim. der.Gerçektende kuş olup uçar.Ve hala o yıllardan bu yıla hala bu kuş çoban Kuzu Kuzu diye seslenerek kuzularını aramaktadır.Bigadiç'in ormanlarında sesi duyulabilir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kyreneia Geyiği

Kyreneia Geyiği ya da Kyrenitis adlı büyük geyik, Ay ve Avcılık Tanrıçası Artemis'in kutsal hayvanıdır. Altından boynuzları ve bronz'dan toynakları ile eşsiz olan ve yaydan çıkmış bir ok'tan daha hızlı koştuğu söylenen geyik dilden dile dolaşan efsanevi bir hayvandı.

Herkül'ün 12 görevi arasında 3. sırada yer alan Kyreneia Geyiği'nin yakalanması, gerçekleştirilen ilk 2 göreve göre çok daha zorlu bir vazifeydi. Bu görevleri Herkül'e veren Eurystheus'un, Herkül'ün ilk iki görevinden başarı ile dönmesi neticesinde kızgınlığı artmış ve çeşitli tehlike ve badireleri atlatan Herkül'e, bu sefer çok daha zorlu bir görev olan Kyreneia Geyiğini canlı olarak yakalama görevini vermiştir.

Geyiği bir sene boyunca Yunanistan ve Trakya'da takip eden Herkül, geyiği yorulup bir su pınarı başında dinlenirken yakalamış, kaçmak hiçbir gücü kalmayan geyik, çaresiz Herkül'e boyun eğmiştir.

Eurystheus, bu görevde, Herkül'ün geyiği yakalaması sebebiyle, Artemis'in gazabından kurtulamayacağını planlamış, fakat bu plan Herkül'ün ; Artemis ve Apollo ile dönüş yolunda karşılaşıp, durumunu anlatıp, merhamet dilemesi ve geyiği geri getireceğini dair söz vermesi ile suya düşmüştür.

Herkül, Eurystheus'un yanına gelip, geyiği kral için getirdiğini söylemiş, kral geldikten sonra, geyiği tam Eurystheus'e teslim etme sırasında ipini erken salıvermiş, göz açıp kapayıncaya kadar kaçan geyik ise Tanrıça Artemis'e geri dönmüştür. Herkül bunun üzerine kral'a, Eurystheus'un yeterince hızlı olmadığını ve bunun onun hatası olduğunu anlatarak, hem görevini başarı ile bitirmiş hem de Artemis'e verdiği sözünü yerine getirmiştir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Leprikon http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/0/0b/Leprechaun_ill_artlibre_jnl.png/200px-Leprechaun_ill_artlibre_jnl.png

 

Leprikon

 

Leprikon, (Modern İrlandaca: leipreachán, diğer kullanımları: leprechawn-lubberkin-lepracaun) İrlanda mitolojisinde İrlanda Adası'nda yaşadığına inanılan yeşil giyinen, ayakkabıcılıkla uğraşan küçük vücutlu cinler. İrlandalı mitoloji araştırmacılarının söylediklerine göre Celt ırkı insanların İrlanda adasına ayak basmadan önce burası Leprikonların ortak yaşam alanıydı.

Leprikonlar ve diğer yaratıklar Celt ve Celt öncesi tarihin birer sembolüdür.

Ayakkabı yapımıyla para kazandıkları,çok zengin oldukları ve savaş zamanında birçok hazine gömdükleri söylenir. Efsaneye göre bir Leprikonla karşılaşıp gözgöze gelen kaçamaz ve o anda ortadan kaybolur.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Loch Ness Canavarı

http://2.bp.blogspot.com/_2kZOjmN3OSQ/SQusy8P1TPI/AAAAAAAAACc/ZwVp5jpT2oU/S600/Lochness+Monster.jpg

 

http://www.dancewithshadows.com/society/images/loch-ness-monster-1.jpg

 

http://www.greatplay.net/uselessia/articles/images/nessie.jpg

 

http://curbed.com/uploads/2007_11_LochNessMonster.jpg

 

Loch Ness Canavarı

 

İskoçya´daki Ness Gölü´nün dünyaca ünlü canavarı Nessie yine ortaya çıktı. Bir öğretmenin çektiği fotoğraflar ve turistlerin gözlemleri gölde birşeyin olduğu şüphesini tekrar uyandırdılar. Nessie miti sürüyor, acaba turistik potansiyel mi provake ediliyor, yoksa Nessie yine evine mi döndü?

 

Ness Gölü´nden haber var; daha da doğrusu Nessie´den haber var; İskoçya Göller Bölgesinde İnverness´de öğretmenlik yapan Austin Hepburn pop-canavarı gördüğünü ve fotoğraflarını çektiğini söylüyor. İşte genç öğretmenin anlattıkları;

 

"17 Ağustos 1996 Pazar günü, öğleden sonra saat 16:00 sularında İnverness´e balık tutmaya gidiyordum. Yanımda geçen Mayıs´da bir arkadaşımdan doğa manzaraları çekmek için ödünç aldığım zoomlu Patricia tipi fotoğraf makinesi vardı, Ness Gölü kıyısında birkaç resim çekmek için durdum, o anda birşey görmemiştim. Daha sonra Torness yolu üzerinde her zaman alabalık avladığım Duntelchaig Gölü´ne gitmeye karar verdim, Torness yolu Duntelchaig Gölü´ne yönelmeden önce Ness Gölü´nden 400 m. yükseklikte bir yokuş vardır. Tepeyi çıktım ve sağıma baktığımda gölün durgun, cam gibi olduğunu görünce fotoğraflamaya karar verdim. Uygun yeri ayarladım, yaklaşık 4 km. ötedeki Urquart Sarayı´na kadar olan panoromayı görüntüleyecektim. Rüzgarsız, açık bir gündü, objektifi ayarlarken, suların üstünde yavaş yavaş ilerleyen gemi izine benzer birşeyin gittiğini gördüm, gölün tam ortasında, izin arkasında kayığa benzer bir şey vardı ama kımıldamıyordu ve çevrede de başka bir kayık veya turist botu görülmüyordu, o orada birkaç fotoğraf çektim. İçime bir korku düştü çünkü cisim gidiyordu, daha yaklaşabilmek amacıyla aşağıya doğru epey koştum ama kıyıya hakim bir yere yaklaşamıyordum daha çok mesafe vardı. Gölün akıntısı kuzeybatıdan güneydoğuya doğrudur ama sudaki kuzeye doğru gidiyordu, göründüğü kadarıyla yürüme hızında ilerliyordu, kımıldamayan boş kayık ile karışılaştırılırsa sudaki iz, kayığa göre 2-2.5 m. genişlikte olmalıydı. Bulunduğum son noktadan makinenin zoomunu ayarlayarak bir kez daha baktım, suyu bölen siyah birşey vardı, tuhaf alışılmamış birşeydi ve anladım ki bu bir gemi izinden çok farklı bir izdi. Yıllardır balık avlarım ve gölde yüzen herşeyi tanır ve uzaklardan ayırd edebilirim. Az rüzgarlı havalarda bile sudaki nesneleri anlayabilirim ve o gün hiç rüzgar yoktu ve de su kıpırtısızdı. O anda, genişlikleri 2-3 m. arasında olan üç nesneyi veya çıkıntıyı fark ettim ve kaybolmadan önce beş resim çektim. Sonra hemen aşağıda, bir turist otobüsünün durduğunu gördüm, içinde Alman ve Hollandalı turistler vardı. Onlar da gölü işaret ediyorlardı. Daha sonra kıyıda bulunan bir grup Kanadalı turistin de, cismi kameralarıyla görüntülediklerini öğrendim."

 

"Gölde dev birşey yüzüyordu."

 

Ertesi gün bölgedeki gazeteciler, Kanadalı turistlerden Ron Davies´le görüştüler, Davies önceki gün öğleden sonra eşiyle beraber kıyıda bir saat kadar piknik yaptıklarını anlatıyor ve şöyle diyordu; "Herşey sakindi, birden kıyıya dalgalar vurmaya başladı, gölün ortasında birşey yüzüyordu, kayık, gemi benzeri bir araç ortada yoktu. Saat tam 13:00´dü, kameramla görüntüyü aldım ama açıkçası pek fazla üzerinde de durmadım, ta ki siz gelip Nessie´yi hatırlatana kadar, çünkü efsanelere inanmıyorum ama sudaki o iz alışılmış birşey değildi." Buna karşın, Davies inanmasa dahi, Ness Gölü´nde yaşayanlar için canavar Nessie bulunmaz bir nimettir çünkü bölgeye sayısız turist çekmekte ve ticari potansiyeli arttırmaktadır. Ama ilginçtir ki, yöre halkı Nessie´ye pek inanmamaktadır, yine de içlerinde ilginç olaylar yaşayanlar da yok değil; bunlardan birisi de Michelle Smith´di; "Sekiz yaşımdayken, Ness Gölü kıyısındaki İnverness´e yakın olan Dalchreichart´da yaşıyordum, hergün okul otobüsüyle gölün yanından geçerdim, gölün bir gizemi vardı, her yaz otobüsler dolusu turist gelirdi ve bazen de okul otobüsümüzde turistlerle beraber gider gelirdik, bir gün okula giderken otobüsdeki çocuklar birden "Nessie" diye bağrıştılar ve turistler hemen resimler çekmeye başladı. Evet, su da birşey gidiyordu ama neydi? Her söylentiye inanmıyorum ve turistlerin çok saf olduklarını görüyorum, herşeye inanıyorlar. Buna karşın, yıllar önce bir Şubat gecesinde bir arkadaşım ve babasıyla beraber arabayla eve dönerken, gölde yaklaşık 100 m. uzaklıkta, 8-10 m. uzunluğunda ters dönmüş bir kayığa benzeyen bir şeyin suda gittiğini gördük, arkadaşımın babasından durmasını istedik ama o aldırmadı ve boşverin, diyerek yola devam etti. Ertesi gün yine oraya gittim ama suda duran kayık gib birşey yoktu, hatta yakında bile yoktu. Sonra bir korucu suda gece giden bir teknenin muhakkak ışıklarının açık olması gerektiğini söyledi. Bunu hiç unutmuyorum, orada büyük ve canlı birşey vardı ve gidiyordu ama neydi? Şimdi artık Nessie´nin olabileceğine inanıyorum."

 

"Nessie bir yumuşakçadır ve kalıntısı olmaz."

 

Northumberland´da bulunan Ness Haberleşme Servisi´nin işi sorulara cevap vermektir. En çok sorulan iki soruya şöyle cevap veriyorlar; Nessie büyüklüğündeki bir yaratık bu kadar küçük bir gölde nasıl beslenebilir ve neden bu yaratığın benzerlerinin ve atalarının kalıntıları bulunamıyor? Deniz radarı ölçümlemelerine göre, su altı yaratıklarının önemli bir kısmı, daha büyük bir hayvan tarafından yendikleri için azalmıştır. Eldeki araçlar, gölün sadece genel yapısını incelemiş, kenarlarını, tüm tabanını ve girintilerini çıkıntılarını incelememiştir. Ölçümlerde yılan balıklarının gittikçe artmakta olduğu da görüldü. Daha önce ölmüş yaratık artıklarının bulunamamasını Servis, gölün suyunun aşırı soğukluğuna ve derinliğinin tahminlerin çok ötesinde olmasına bağlıyor. Ayrıca da, Nessie tipi dev bir yaratığın ölüsünü parçalayabilecek başka büyük canlılar da gölde bulunmuyor. Yazar Ted Holliday, Nessie´yi bir tarih öncesi canavar olarak tanımlıyor ve türünün Tullimonstrum dönemi sonrasındaki dev yumuşakça olduğunu belirtiyor. Bu dev yumuşakçaların, dipteki kum birikintilerinin içindeki besinlerle beslendiklerini ve öldüğü zaman da iskeleti olmadığı için kalıntı bırakmadan yumuşak doku olarak dağılacağını da ekliyor. Kim ne derse desin, Nessie ve Ness Gölü efsanesi hala sürüyor, eğer Titanik´e ulaşan, 10.000 m. derinliğe gözlem aygıtları yollayabilen teknoloji bir gün Ness Gölü´ne dikkatlerini çevirirse ortaya muhakkak birşeyler çıkacaktır. Ama acaba yöre halkı ve ticari çevreler bunu isteyecek midir? Çünkü birçoklarına göre, efsanelerin basit açıklamalarla sona ermeleri, pek hoş değildir.

 

Van gölü´nden önce Nessie vardi

 

Loch Ness gölü´nün büyüklüğü 5260 hektar, buzlu dağların vadilerinden gelen nehirlerle besleniyor. Suyunun güzelliği ile ünlü. İnverness Bölgesi’nin çok önemli bir özelliği daha var, burada bulunan yüzlerce göl yeraltı tünelleri ve su kanallarıyla birbirine bağlı. Bu gerçek ortaya bir başka düşünce çıkarıyor. Acaba Nessie gölden göle geçerek dolaşıyor muydu? Belki de bu yüzden sürekli görülemiyordu. Sayısız kez su yüzeyinin hemen altında kütlesel hareketlerin başladığı belirlendi. Hem de sismik cihazlar aracılığı ile tesbit edildi ama Nessie bir daha görülemedi. Bu arada 15.Yüzyıl’da çizilmiş şövalyelere ait bazı çizimler ortaya çıktı ve bunların birinde Loch Ness’de bulunduğu belirtilen bir deniz ejderhası resmedilmişti. Öyleyse, efsane çok eskiydi.

 

"Sahile doğru geliyordu"

 

MS 565´e kadar geri dönüyoruz, canavardan ilk söz eden kişi İrlandalı Aziz Columba´ydı. Aziz Columba sandalla karşı sahile geçerken canavar suların içinden yükseldi, ağzı açıktı ve kükrüyordu. Böylece 1400 yıllık bir efsane başlıyordu, yüzyıllar boyunca öğretmenler, denizciler, rahipler, bir Nobelli bilim adamı, muhasebeciler ve daha sayısız inandırıcı tanık...Tümü Loch Ness Gölü´nün canavarını gördüler ve anlattılar. Yüzyılımızda zoologlar ve doğa bilimciler onu görmek için çok çaba gösterdiler ama Loch Ness Canavarı´nı daha onu aramayanlar gördü. Örneğin, bir ormancı olan Lachlan Stuart 1951 yılında bir sabah erken saatlerde ineğinden süt sağarken, gözü göle ilişti. Suyun üzerinde üç büyük kambur vardı, hareket ediyordu ve sahile doğru geliyordu. Stuart eve koşarak, fotoğraf makinesini ve bir yakınını yanına alarak geri döndü ve canavar yok olmadan önce tek bir kare resim çekebildi. Bu fotoğraf daha sonra diğer fotoğrafların yanında yerini alacaktı. 1960´da fotoğrafçı Tim Dinsdale ilk hareketli filmi çekti, kendisi bir havacılık mühendisiydi, göl kıyısındaki küçük bir teknede yaşıyordu.

 

Bir garip fotoğrafçı

 

1961 yılında BBC Radyosu Loch Ness Gölü’nde, dev bir deniz yılanının görüldüğü haberini verince büyük olay başladı.1970 yılına kadar birçok kez Nessie´yi görenler oldu ve hala tartışılan fotoğraflar, filmler çekildi. Ama henüz uzmanlar ortaya çıkmamıştı. Derken 1971´de bir bomba patladı; Lenny adlı bir fotoğrafçının Loch Ness’de çektiği birkaç makara film Daily News Gazetesi’ne verilmişti. Filmler banyo edildikten sonra bir tarafta unutuldu; ta ki bir zaman sonra Doc Shiels adlı bir editörün eline geçinceye kadar. Shiels, filme baktığında Nessie´nin çok belirgin fotoğraflarının çekilmiş olduğunu gördü. Bir tanesini banyo etti ve ortaya dünyaca ünlü fotoğraf çıktı. İşte gizem ve modern mit bu noktada başladı; Önce çektiği fotoğrafları bir köşeye atan fotoğrafçı Lenny arandı ama bulunamadı. Üstelik adamı kimse tanımıyordu. Tek bilinen şey kırk yılda bir gazeteye çektiği fotoğrafları getirip bıraktığı ve bir zaman sonra yine gelip parasını istediğiydi. Hiçkimse nerede oturduğunu bilmiyordu; Lenny bir daha hiç gelmedi ve asla bulunamadı, neyi gördüğü ise kendisine sorulamadı. Ardından fotoğraflar gazete arşivinden yokoldu, ortalık birbirine girdi ama sonuç yoktu, negatifler ve basılı resimlerin bulunduğu zarf sanki uçmuştu. Aynen çok belirgin olduğu söylenen bazı UFO veya uzaylı filmlerinin kaybolmaları olaylarında olduğu gibi...Geriye sadece resimleri ilk bulan Shiels´in elindeki fotoğraf kalmıştı. Ne olmuştu? Gizem hala çözülmüş değil, ama Nessie artık iyice efsane olmuştu. 1961 yılında Loch Ness Fenomenini Araştırma Bürosu kuruldu. İki doğabilimci, bir parlamento üyesi biraraya gelerek büroyu organize ettiler. O güne kadar elde edilen herşeyi tüm dokümantasyonu toplayıp, biraraya getirdiler. Bu olay ciddi bir araştırma döneminin başlangıcıydı.

Bilim Nessie´yi kabul ediyor.

 

1960´da garip bir olay daha yaşandı, 15 metrelik Finola Yatı gölde dolaşırken, geceyarısı birdenbire sarsıldı. Yattakiler suya baktıklarında suların yükselip alçaldığını ve yüzeyin hemen altında büyük bir cismin hareket ettiğini gördüler. Teknenin altında birşey vardı ve canlıydı. Sonra birden herşey sakinleşti. Kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Finola olayı kayıtlara geçen en önemli olay oldu. Ama hemen ardından yapılan araştırmalar sonuç vermedi; Nessie yoktu. 1969´da modern cihazlarla donatılmış Pisces ve sonarı olan tek kişilik Viperfish denizaltıları gölü olabildiğince taradılar. Önceleri birşey bulunamadı ama Pisces, Urquhart Şatosu´nun kıyısından geçerken derinliğin değiştiğini farketti. Dalış yapılınca dev bir su altı mağarasının varlığı bulundu. İçine girmek mümkün değildi. Burası Nessie´nin evi miydi? Belki ama o yoktu, sonra efsanenin sonu diye bir açıklama yapılarak araştırmadan vaz geçildi. Ekim 1975´de doğabilimci Sir Peter Scott canavarın varolduğunu açıklayınca ortalık yine karıştı. ABD´den Massachusetts Araştırmalı Bilimler Akademisi Başkanı Akademi´den Robert Rines, 16 mm´lik bir sualtı kamerasıyla her 75 saniyede bir çekim yaparak gölü taradı. Ama yine Nessie´ye raslanmadı.

 

Bu arada İngiltere Hükümeti, Vahşi Hayvanları Koruma Yasası´nı uygulayarak Nessie´yi koruma aldığını ilan etti. Yine 1975 yılında, Amerika´da Boston´da bulunan Bilimler Akademisi’nden gelen uzmanlar foto-sonar tekniği ile çektikleri su altı fotoğraflarını bilgisayar aracılığı ile resimlediler ve bir bomba daha patladı; teknoloji bir yaratığı yakalamıştı. Nessie vardı ve yaşıyordu... Aynı yıl ünlü "National Geographic Society" bir araştırma düzenledi. Sonarla tüm göl tarandı ama birşey bulunamadı fakat gölde balık sayısının çok az olduğu görüldü. Uzmanlara göre gizemli Nessie dinozorlar çağından kalma bir Plesiosaur´du ama nasıl ve nerede yaşıyordu? Fakat, daha öteye gidilemedi. Sir Peter Scott´a göre Nessie balıkla besleniyordu ve 70 milyon yıllık bir canlıydı.

Nessie yakalanıyordu ama para yetmedi...

 

1987 yılında, 24 motorlu tekneden oluşan bir filo sonarlarla gölü tarayarak araştırdılar. Araştırma sırasında, 60 metre derinlikte hareket eden büyük bir cismin varlığı saptandı. Ya Nessie bulunmuştu ya da dev bir fok oradaydı. Ama araştırma sürdürülemedi, o ana kadar yaklaşık 1 milyon Pound harcanmıştı, ötesi finanse edilemedi. Gizem çözülememişti. Aslında Nessie tek değildi. Kuzey İskoçya´nın başka göllerinden de canavar ihbarları uzun zamandır gelmekte. Gairloch ve Cromarty´de ormanlarda yaşayan gri renkli dev bir yaratıktan söz ediliyordu, hatta üç adam saldırıya uğramışlardı. Bir diğer göl olan Loch Morar´da olduğu söylenen Mhorag, tariflere göre, bir fil biçiminde, 9 metre uzunluğunda, dört kamburu olan, yılan başlı, dört ayaklı bir yaratıktır. İrlanda´da da göl canavarları bölgesel folkörün bir parçasıdır, bu geleneksel inanç, İskandinavya´da, İzlanda´da ve hatta ABD´de de British Columbia kıyılarında da görülür. Tüm bunları harita üzerinde işaretlerseniz bir canavar kuşağının oluştuğunu görürsünüz. Kısacası Loch Ness´in Nessie´si yanlız değildir, binlerce yıllık bir inancın belki de yaşayan bir simgesidir. Ama bu kuşağın içine ne yazık ki Van Gölü girmiyor tabii ortada bir gramlık gerçek varsa...

 

Aradan yıllar geçti, sayısız araştırma yapıldı, su altı araçları indirildi, balık adamlar gölün hemen her tarafını taradılar ama birşey yoktu. Nessie yine kayıplara karışmıştı. O günden beri Nessie görülmedi, şimdi Loch Ness’deki Nessie Araştırma Kurumu hala çalışıyor, birçok turistik reyon var ve Loch Ness dünyanın en çok turist çeken yerleri arasında ilk ona giriyor. Nessie uzmanların ulaştığı sonuçlara göre vardı, şimdi yok veya bir başka yerde ya da dev yeraltı tünellerinin birisinde ölüp kaldı. Bir başka ihtimal daha akla gelmiyor değil, eğer uydurma değilse ve çok küçücük bir doğruluk payı varsa Nessie acaba Van Gölü’nde mi! Dünya sayısız gizemle dolu, ama ortaya iki sonuç çıkıyor; birincisi alışılmışın ötesinde her an her şey olabilir; ikincisi ise, batının turizm konusundaki inanılmaz başarısı; oysa Anadolu’muz da neler yok ki? Görmesini ve kullanmasını bilene...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Medusa http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/e/eb/Medusa.jpg

 

Medusa

 

Medusa, Yunan mitolojisinde gözlerine bakanı taşa çevirdiğine inanılan yılan saçlı, keskin dişli, dişi canavar.

 

Medusa hayata çok güzel bir kız olarak başladığında, Athena onu çok kıskanmıştı. Poseidon'un Medusa'nın güzelliğinden başı öylesine dönmüştü ki, ona Athena'nın tapınaklarından birinde sahip oldu. Bu Athena için son derece aşağılayıcı bir davranıştı, o da Medusa'yı bir Gorgon yaparak cezalandırdı. Medusa, bir insan olarak doğduğu için ölümlüydü.

 

Bu cezayla yetinmeyen Athena, daha sonra, Perseus'a onu yakalayıp öldürmesi için yardım etti. Perseus, Medusa'nın başını kestiğinde, Poseidon'dan olan çocukları Pegasus ve Chrysaor dışarı fırladı. Kan damlaları Libya çöllerinde birer yılana dönüştüler. Daha sonraları bu yılanlardan biri Mopsus'u öldürmüştür.

 

Perseus Medusa'nın kestiği kafasını alıp gittikten sonra, Athena olay yerine geldi. Medusa'dan geriye ne kaldıysa inceledi. Derisini yüzüp Aegis'in markası yaptı. İki damla kanını da Kral Erichthonius'a biri hastalıklara deva, diğeri öldürücü bir zehir olarak hediye etti.

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/6/6b/Rubens_Medusa.jpeg

Efsane

 

Kainatın, Tanrılar tarafından bölüşüldüğü çağlarda, Medusa adında güzelliğiyle herkesi kıskandıran, aynı zamanda bütün tanrıları kendisine aşık eden bir kız yaşarmış. Medusa o kadar güzel bir kızmış ki yeryüzünde güzelliğiyle ona rakip olabilecek başka bir kadın bulmak mümkün değilmiş. Bu yüzden derlermiş ki, yeryüzünde bütün kadınlar bu güzelliği yüzünden Medusa'yı kıskanırmış. İşte bu güzel Medusa kendisine Tanrılara adamış ve iki kız kardeşi ile birlikte baş Tanrı Zeus'un en sevdiği kızı zeka Tanrıçası Athena'ya ait bir tapınakta yaşarmış. Phorkus ve Keto'nun kızları olan bu üç kız kardeşten Medusa'nın haricinde diğer ikisi ölümsüzmüş. Kendi tapınağında yaşayan bu güzel kızı gören Athena da kızın güzelliğinden etkilenmiş ama kendisini daha güzel ve çok daha zeki bulduğu için de pek fazla önemsememiş. Athena, Baş tanrı Zeus'un kardeşi olan denizlerin efendisi büyük Poseidon ile birlikteymiş. Güçlü ve ölümsüz, büyük Tanrı Poseidon da karısı Athena'nın tapınağında yaşayan bu güzeller güzeli kızın farkındaymış ama Tanrılar katında bir ölümlüye aşık olduğu için küçümsenmekten korktuğu için de gizliyormuş ona olan ilgisini. Bir gün Athena her şeyi bilen baş Tanrı Zeus'un izniyle öğrenmiş Poseidon'un,Medusa'ya karşı ilgisini. Poseidon bunu şiddetle reddetmiş ve Tanrıça Athena'ya da yeryüzü ve gökyüzünde ondan daha güzel ve alımlı hiçbir canlının olmadığı üzerine yeminler etmiş. Athena da Poseidon'un bu söylediklerine inanarak olayı çok fazla büyütmemiş.Poseidon Athena'ya öyle demiş demesine ancak yine de bir türlü çıkaramıyormuş aklından dünyalar güzeli Medusa'yı.

 

Medusa tutkusu yüzünden Poseidon aklını kaçıracak gibi oluyormuş. Sonunda denizlerin büyük tanrısı bu tutkusuna yenik düşmüş ve bir gün gizlice girdiği sevgilisi Athena'nın tapınağında, güzeller güzeli Medusa'ya zorla sahip olmuş. Dünyalar güzeli Medusa harap bir halde tapınakta kalmaya devam ediyormuş ama bu olayı Athena'nın duyması da fazla zaman almamış. Athena, güçlü Poseidon'un bu yaptığı karşısında kendisini aşağılanmış hissetmiş. Bu hissi önce derin bir kıskançlığa, sonra da büyük bir sinire dönüşmüş. Öyle hiddetlenmiş,öyle hiddetlenmiş ki Medusa'yı çok acı bir şekilde cezalandırmaya karar vermiş ve kendi kendine demiş ki "Öyle birden öldürmeyeceğim onu ve kardeşlerini, onlara da önce büyük acılar çektirmeliyim.Tıpkı benim çektiğim gibi."Ve bu sinirle Medusa ve kız kardeşlerini birer ifrite çevirivermiş. Dünyalar güzeli Medusa ve kız kardeşlerinin artık yüzleri o kadar çirkinmiş ki kimse bakmaya tahammül bile edemiyormuş. Medusa'nın gören herkesi bir mecnuna çeviren, en ufak bir yelde bile bütün telleri havalanan o güzelim saçlarının her bir teli bir yılana dönüşmüş. Bununla da yatışmayan Athena'nın siniri Medusa'ya yine de bakmaya çalışan herkesi o bakışların taşa çevirmesini sağlamış. Gel zaman git zaman Athena bu cezayla da yetinmemiş ve Medusa'yı öldürmek için Argos Kralı Akrisios'un kızı Danae'nin, Zeus'tan olma oğlu Perseus'la yani üvey kardeşiyle işbirliği yaparak Medusa'nın kafasını kesmeye karar vermiş.Perseus üvey kız kardeşinin bu isteğini hemen yerine getirerek ışıltılar saçıp insanların gözlerini kamaştıran keskin kılıcını savurduğu gibi zavallı Medusa'nın yılan saçlı kafasını bedeninden ayırıvermiş.

 

Ancak Athena'nın bilmediği bir şey varmış. Güzel Medusa, Poseidon'un kendisine zorla sahip olduğu gece denizlerin kudretli Tanrısından hamile kalmış. Perseus'un gözleri kamaştıran kılıcı Medusa'nın kafasını bedeninden ayırdığı anda Poseidon'un Medusa'nın rahmine bıraktığı çocukları Pegasus ve Chrsyar, Medusa'nın cansız bedeninden dışarı çıkıvermişler.Athena, denizler tanrısı Poseidon'dan olma bu iki kardeşi kendisine köle yapmaya karar vermiş. Kardeşlerden Chrsyar'ın iyi bir savaşçı olacağını düşünen Athena onu kendisine, kanatlı beyaz bir at olarak doğan Pegasus'u da Korinthos şehrinin kralı Glaukos'un oğlu Bellerophone'e vermiş. Pegasus'u ona vermesinin nedeni de Bellerophone'nin ağzından ateşler saçan, aslan başlı, keçi gövdeli ve yılan kuyruklu Khmimaira adında bir canavarla savaşmaya gidecek olmasıymış. Athena, uzun zamandır bu canavarla savaşmak için yardım isteyen Bellerophone'a Pegasus'u vererek yardım çağrılarına da kayıtsız kalmadığını göstermiş böylece. Athena "Pegasus, Bellerophone için bu savaşta oldukça işi yarar, ne de olsa denizler Tanrısı güçlü Poseidon'un oğlu" diye düşünmüş. Bellerophone, Pegasus'u iyi bir savaşçı olarak eğitmiş ve çok güzel bir dostluk kurulmuş aralarında. Zamanı gelince de Bellerophone kanatlı atı Pegasus'a binerek Khimaira ile savaşmaya gitmiş. Pegasus canavarın ağzından fışkırttığı alevlerin kendilerine ulaşamayacağı bir yüksekliğe çıkmış. Bellerophone da canavara havadan oklarıyla saldırmış. Kurşun ve demir karışımı oklarının birbiri ardına fırlatmış korkunç canavara.

 

Canavar yaralanıyormuş ama bu yaraları hiç de ölümcül değilmiş. En sonunda elinde tuttuğu,Tanrıların onu kutsadığı mızrağını kaldırmış ve canavar Khimaira'nın en zayıf yerine, yani tam çenesine saplamış.Canavar Khimaira'nın ağzından fışkırttığı alevler mızrağın kurşun ucunu hemen eritmiş.Eritince de kurşun canavarın boğazından içine doğru akmış.Ve canavar oracıkta ölüvermiş. Bellerophone canavarın cansız bedenine gururla bakmış.Yakın dostu büyük ve güçlü Tanrı Poseidon'un oğlu Pegasus'la birlikteyken yenemeyeceği hiçbir düşman olamayacağını düşünmüş. Bellerophone bu büyük zaferinin sarhoşluğu içinde kendinden geçmiş ve artık kendisini de bir Tanrı olarak görmeye başlamış.Yerinin de Tanrıların yaşadığı Olympos Dağı'nın zirvesi olduğunu düşünerek oraya doğru yola çıkmış.O sırada Olympos'taki tahtında olup biteni izleyen Tanrıların Tanrısı Zeus,Olympos'a doğru kanatlı atıyla gelen Bellerophone'u görünce çok sinirlenmiş. Hemen bir atsineğini göndererek Pegasus'u ısırmasını emretmiş.At sineği Baştanrıdan aldığı emirle birlikte hızla Bellerophone ve Pegasus'un yanına gitmiş ve Pegasus'u ısırmış.At sineğinin ısırmasıyla canı çok yanan Pegasus gökyüzünün engin mavilerinin ortasında çırpınınca sırtındaki Bellerophone'u da atıvermiş. Böylece Bellerophone tanrılara karşı işlediği bu büyük günahının cezasını ölene kadar insanların ondan iğreneceği bir şekilde çirkin,kör, sakat olarak geçirmeye mahkum olmuş.Pegasus ise yükselmeye devam etmiş. Sonunda Olympos'un tepesine varmış.Zeus buraya kadar gelebilen bu kanatlı beyaz atı çok sevmiş ve kendisinin silahlarını taşıyan bir hizmetkar olarak yanında görevlenmiş...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Melek http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/mcfert28lp.jpg

Melek

 

Melek, dini bir terim. Melek, birçok dinde inanılan semavi yaratıklara verilen isimdir. Meleklerin görevleri ALLAH'a hizmet ve yardım etmektir. Meleklere inancın var olduğu her din ve inançta melek kavramına bakış farklıdır.

Bu makalede bir dini terim olan Melek genel bir biçimde incelenmiştir. Herhangi bir din veya inancın konu üzerine detaylı görüşü için o dine bağlı maddeye göz atınız.

İslam dininde melek

İslam dininde melek konusu hakkında daha fazla bilgi için İslam'da melek maddesine bakınız.

Meleklere inanmak İslam dini akidesinin bir parçasıdır, yani iman esaslarındandır. Buna göre İslam dininde meleklerin varlığına ve İslam dininin melek görüşüne inanmayan kişi iman etmiş olmaz. Konuya Kur'an'da 2/285 ve 2/177'de değinilmiştir.

İslâm dininde melekler, yemeyen, içmeyen, erkeklik ve dişiliği olmayan, uyumayan, günah işlemeyen, Allah'ın emriyle çeşitli görevleri yerine getiren ve gözle görülmeyen varlıklar olarak nitelenmiştir. Ayrıca İslam inancında meleklerin Nur'dan yaratıldığına inanılır.

İslam dininde meleklerin iradeleri yoktur. Eylemlerini, kendi iradeleri, istekleri doğrultusunda yapmazlar. Günahsız olmalarının nedeni bu sayılmaktadır(istekleri ve iradeleri yoktur).

İslam dininde, Kur'an'da veya hadislerde meleklerin sayıları ve çeşitleri tam olarak belirtilmemiştir. Yine de bazı melek çeşitleri ve görevleri gerek Kur'an'da, gerekse hadislerde belirtilmiştir. İslam dininde özellikle dört büyük melek olarak anılan dört baş melek vardır. Bunlar: Cebrâil, Mîkâîl, İsrâfil ve Azrâîl'dir.

Musevilik'de Melek

Musevilik'de İbranice'si Malah olan melek, Tanrı tarafından belirli bir görevi yerine getirmek amacıyla yaratılan, günahsız yaratıklardır.

Museviliğe göre meleklerin cinsiyeti olmaz ve yemek içmek gibi ihtiyaçları da yoktur ancak, görevleri icabı insan kılığına büründüklerinde bir cinsiyete sahip gibi görünebilirler ve bu durumdayken yiyip içebilirler.

Melekler doğrudan Tanrı'nın direktiflerine göre hareket ederler ve insiyatif kullanamazlar. Musevilikte başlıca büyük melekler şunlardır.

Mihael, Gavriel, Rafael, Uriel ve Ölüm meleği (Azrail) olan Malah HaMavet.

Talmud'un Bava Batra 16a bölümüne göre:

" (הוא שטן הוא יצר הרע הוא מלאך המות הוא שטן דכתיב)

Şeytan, Kötü dürtüler ve Ölüm meleği aynı şahsiyetlerdir. "

Talmud Bava Batra Daf 16a

ai:ki.do

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Melusine http://images.elfwood.com/art/m/a/mariina/melusine_small.jpg

 

http://artfiles.art.com/images/-/Emile-Bayard/Melusine-Revealed-Giclee-Print-C12366964.jpeg

 

http://www.avirtuel.ch/dossierart/mythes/photos/melusine.jpg

 

Melusine

 

Melusine (ya da Melusina) Avrupa efsanelerinde bir fügrdür. Kutsal kaynaklı nehirlerin sularının dişi ruhlarıdır.

Genellikle yılan ya da balık biçiminde bir kadın olarak betimlenirler. (Deniz kızları gibi). Bazen bu betimlemere kanat, ikinci bir kuyruk veya boynuz da eklenebilir. Bazı efsanelerde niksilerden oldukları da belirtilmiştir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Meran http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/sah7.jpg

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/shahmeran.jpg

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/gulefsan_sahmeran3.gif

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/68-sahmaran.jpg

Meran

 

Daha çok güney, orta ve doğu Anadolu resminde, masallarında, hikayelerinde rastlanan, bellerinden aşağısı yılan üstü ise insan şeklinde tanımlanan, insanların derdine deva olabilen doğaüstü yaratıklar. Yeraltında -akıllı ve iyicil bir dünyada- yaşayan meranların başında Şahmeran adlı bir ece vardır. Şahmeran'ın -insanlarca- öldürüldüğünü henüz bilmeyen, bu nedenle 'Şahmeran geleneği' olarak sürdürdükleri derde deva olma işine devam eden meranların Şahmaran'ın ölümünü duydukları an Meran Ülkesinden çıkıp insanların yaşadıkları şehirleri basacakları ve yerle bir edecekleri söylenir.

"Maran" Farsça bir sözcüktür. "Mar" yılan anlamında, "-ar" ise çoğullamasıdır. Maran ya da incelterek söylenilen Meran sözcükleri Anadolu topraklarında birçok yöre ve yer adı olarak ta kullanılmaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Merküt, Markut http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/0/08/Simurghdetail.jpg

 

Merküt, Markut

 

Merküt (ya da Markut); Altay efsanelerinde, gök yolculuğuna çıkan kamın ruhuna, ilk üç gökkatı boyunca kılavuzluk eden dev dişi gök kuşudur.

Anadolu 'da geleneksel Türk kültürünün taşıyıcılarından olan Yörük boyları arasında, yaramazlık yapan çocukları korkutmak için uydurulan düşsel bir varlık olarak ta görünür. Aslında bu düşsel denilen varlığın kökü, ulu dil birliği çağına kadar gider. Bu mitolojik varlık hakkında Yörükler arasında şöyle denilir: "Merküt Merküt ... Bacadan kolunu salla..." Yaşlıların derin inanışlarına göre, Merküt bir kuştur. O sadece adı anılanları korkutur.

V. Radlov, "Sibirya'dan" adlı eserinde, Altay dağlarında yaşayan kamlardan ve kurban törenlerinden söz ederken, "Sema kuşu Merküt"ün adı geçen bir kam duası metnini de kaydetmiştir:

"Gök kuşları beş Merküt, tırnakları bakırdan Ayın tırnağı bakırdan, Ayın gagası buzdan Geniş kanatları muhteşem hareketli.

Uzun kuyrukları yelpaze gibi Sol kanadı ayı örter. Sağ kanadı güneşi Ey dokuz kartalın anası! Yayığı geçerken şaşmaz İdil üstünde yorulmez, Öterek gel sen bana! Oynayarak gel sen sağ gözüme! Sağ omzumun üstüne kon."

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Minotaur, Minotor http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/minotaur.jpg

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/minotaur3.jpg

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/minotaur2.gif

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/minotaur-theseus.jpg

Minotaur, Minotor

 

Minotor (Yunanca: Μινώταυρος, Minotavros): Yunan mitolojisinde yarı insan-yarı boğa yaratık. Özgün sözcük Minotor'dur ve Yunanca "Minos’un Boğası" anlamına gelir.

Öyküsü

Girit’te hüküm süren güçlü kral Minos, gücünü kanıtlamak için Poseidon’dan ona kurban edeceği bir boğayı denizden çıkartıp vermesini ister. Ama hayvan Minos’a o kadar güzel görünür ki onu kurban etmeye kıyamaz ve saklar. Bunun yerine başka bir boğayı kurban eder. Poseidon bunu fark ettiğinde çok sinirlenir ve Minos’un karısı Pasiphae’de boğaya karşı bir aşk uyandırır. Pasiphae’nin boğayla çiftleşmesinden boğa başlı ve kuyruklu, insan bedenli Minotor doğar.

Minotor, sanatçı Daidalos’un yaptığı, Labyrinthos adlı, içinden kimsenin çıkamayacağı yapıya kapatılır. Minotor insan etiyle beslenmektedir. Bunun için, Atinalılara karşı savaş kazanmış olan Minos onlardan, haraç olarak, her yıl Minotor’un yemi için yedi genç erkek, yedi genç kız ister. Üçüncü haraç yılı geldiğinde, Theseus Minotor’u öldürmek için Girit’e giden gemiye biner. Labyrintos’a sokulacak kafile halkın gözü önünden geçirilirken, kralın kızlarından Ariadne Theseus’u görür görmez ona aşık olur. Daidalos’un öğüdüyle Theseus'a bir yumak iplik verir. İpliğin ucunu girişe bağlamasını, böylece dönerken ipi takip edip çıkışı bulabileceğini söyler. Ariadne Theseus'un kendisiyle evleneceğine dair bir de söz alır. Theseus, uykuda yakaladığı Minotor’u kıpırdamaz halde yere bastırıp yumrukları ile öldürür.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Nemea Aslanı (The Lion of Nemea) http://www.erbzine.com/mag13/jo1edc5.jpg

 

http://www.saffasart.com/images/Medallions/lion.jpg

 

Nemea Aslanı (The Lion of Nemea)

 

Argolis Bölgesi'nde, "Nema" adındaki vadide yaşayan ve etrafa dehşet saçan bir aslanın adıdır. Bu aslan, Herkül tarafından öldürülmüştür. Nemea Aslanı'nın Typhon ve Echidna'nın çiftleşmesinden bir araya geldiği söylense de, bazı tarihçilere göre Zeus ve Selene'nin çiftleşmesinden doğma, Ay'dan düşen bir varlık olduğu da zaman zaman belirtilmektedir.

 

Nemea Aslanını öldürüp, postunu yüzmek, Herkül'e kuzeni Eurystheus tarafından verilen 12 görev içerisinde ilk sırada olandı. Aslan, o sıralarda Nemea Bölgesi'ne dehşet ve terör saçmaktaydı. O zamana ait herhangi bir av silahı ile bu hayvanı öldürmek mümkün görünmemekteydi. Herkül, aslanla ilk karşılaştığında önce bir odun, daha sonra ok ve yay ve en son olarak da bronz bir kılıç ile hayvanı öldürmeye çalışsa da başarılı olamamış, daha sonra aslanla saatlerce güreştikten sonra, kolları ile boğarak öldürmeyi başarmıştır.

 

Hayvanı uzun bir uğraştan sonra öldükten sonra, saatler boyunca uğraşmasına rağmen, aslanın postunu yüzemeyen Herkül'ün imdadına, yaşlı bir kadın kılığına bürünen Athena yetişir ve Herkül'e bu postu yüzmek için en iyi aletin, aslanın kendi pençeleri olduğunu anlatır. Bu küçük ilâhi yardım ile ilk görevini başarı ile bitiren Herkül, Nemea Aslanı'nın her türlü kesici silaha karşı olan postunu daha sonra kendisi için bir zırh gibi kuşanarak diğer görevlerini gerçekleştirirken kullanmıştır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Nemf http://www.cybergooch.com/images/artwork/Forest-Nymph.jpg

 

Nemf

 

Nymphler (Nymphe veya Türkçe nemf, nimf olarak da anılırlar) Yunan Mitolojisi nde yeri ve denizi dolduran sayısız çokluktaki dişi, tanrısal varlıklardır. Ölümsüz değillerdir ama tanrılar gibi ambrosia ile beslendiklerinden çok uzun yıllar yaşarlar ve hep genç ve güzel kalırlar. Doğurganlık ve zariflik simgesidirler. Mitlerde genellikle güzellikleri yüzünden başlarından geçenler anlatılır, genel olarak perilerin güzelliğine vurgu yapılır.

Çok sayıda nymph türü vardır ve bunlar yaşadıkları yerlere göre ayrı adlar alırlar. Oreadlar dağlarda, Naiadlar akarsularda, Dryadlar meşe ağaçlarında yaşarlar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Oçi Koçi

 

Megrel halkının inanışında kışın köylere dadanan ve erkek çocuklarla ahırdaki inek yavrularını yiyen vücudu kıllarla kaplı insan görünümünde bir iblisin adıdır. Lazca Germakoçi ve Trabzon'da Karakoncolos adıyla bilinen yaratıkla ilişkilidir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Omay (Umay) ve Ayzıt

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/umay.jpg Omay (Umay) ve Ayzıt

 

Omay

 

Omay (Umay), Eski Türklerde anneleri ve çocukları koruyan, olumlu nitelikleri bulunan bir ruhtur. Yir-Sub'un (Yer-Su; yerin ve suların ruhları) Türk topluluklarına yardım etmesi gibi Omay da yalnızca çocukları değil, bütün Türk boylarını koruyan, onlara kut veren bir varlıktır. Bundan ötürü Omay, Kırgız Türklerine göre bol ürün almaya, mal-mülkün artmasına da yardım eder.

 

Her şeye yaşam veren Güneş'in de Omay'la ilgisi vardır. Güneş'in sarı rengi yüzünden Türk boylarında Omay'a, Sarı Kız da denilmektedir. Omay'a Sarı Kız denilmesi, Balıkesir'de Kazdağ yöresinde yaşayan Türkmenlerin Sarı Kız Efsanesi'ne açıklık getirir. Bu efsanedeki Sarı Kız adı, sarışın olan bir kıza değil büyük olasılıkla Omay'ın korumasında olan bir kıza atıfta bulunmaktadır. Buna bağlı olarak da "Sarı Gelin" türküsündeki gelin sözcüğü, sarışınlığa değil sarı-ışık-Güneş'le ilişkilendirilen, çocuk ve kadınların koruyucusu Omay'a işaret eder. Omay, Güneş'in ısı vermesine bağlı olarak, ateş ve ocak kültleriyle de ilgilidir.

 

Türk efsane, masal ve öykülerinde ay erkek, güneş de dişi olarak düşünülür. Bu düşünce Omay kültüyle ilgilidir. Çünkü -yukarıda da değinildiği gibi- dişi bir rûh olan Omay'ın, Güneş'le bağlantısı vardır. Bundan ötürü, Anadolu Selçuklu mimarisine ait kimi örneklerde erkek ve kadını temsil eden daire ya da ışınlı daire içinde Ay (hilal) ve Güneş kabartmaları bulunur.

 

Kaşgarlı Mahmut'un eseri "Divân-ü Lügât-it Türk"te de kendisine değinilen Omay hakkındaki en eski yazılı belgeler, Orhun Anıtları'dır. Tonyukuk Yazıtı'nın ikinci taşının batı yüzündeki 2. ve 3. satırlarda, düşmanın çokluğu karşısında geri dönmek isteyenlere Bilge Tonyukuk'un verdiği yanıtta, Omay şu biçimde anılır:

 

"Altun yışıg aşa keltimiz, İrtiş ögüzüg keçe keltimiz. Kelmişi alp tidi, tuymadı. Tengri, Omay, ıdık Yir Sub basa berti erinç. Neke tezer biz?"

 

"Altın (Altay) dağını aşarak geldik, İrtiş ırmağını geçerek geldik. Buraya dek gelenler geliş zor dedi, ama zorluk da duymadı. Sanırım Tanrı, Omay, kutsal Yer Su ruhları bize yardımcı oldular. Niye kaçıyoruz?"

 

Tonyukuk'un bu konuşmasından sonra Kök Türkler, düşmana saldırıya geçerler ve savaşı kazanırlar.

 

Köl Tigin Yazıtı'nın doğu yüzünün 31. satırında ise, Omay'dan şöyle söz edilir:

 

"Omay teg ögüm katun kutınga, inim Köl Tigin er at bultı. Altı yegirmi yaşınga, eçim kagan ilin törüsin ança kazgandı..."

 

"Omay gibi annem hatunun kutu sayesinde, küçük erkek kardeşim Köl Tigin erkek adı elde etti. On altı yaşında, amcam kaganın ilini (=devletini) töresini şöyle kazandı..."

 

Köl Tigin Yazıtı'ndan alınan bu satırlarda kaganın karısı (dolayısıyla Bilge ile Köl Tigin'in annesi), Omay'a benzetilmektedir. Kutunu Omay'dan alan Katun (hatun, kraliçe) onun yardımıyla Köl Tigin'i doğurmuş, Köl Tigin de bu kut sayesinde erkeklik adını kazanmıştır. Bu anlatımlardan, Omay'ın kadın ve çocuklarla ilgili bir varlık olduğu açıkça anlaşılmaktadır.

 

Omay, Orhun Anıtları'nda dişi bir rûh olarak anılırken, 1. Altın Köl Yazıtı'nda beg (beğ) olarak geçer. Bunun nedeni Türkçe sözcüklerde dişil-eril ayrımının olmamasıdır. Öz Türkçe adlar; erkeklere de, kadınlara da verilebilir.

 

Anadolu'da dâhil olmak üzere günümüz Türklerinin yaşadığı yerlerde görülen, pınar başlarındaki ağaçların dallarına Tanrı'dan çocuk dilemek üzere küçük bez salıncak ve beşiklerin asılması, İslamiyet öncesi Omay kültünün izleridir. Bu gelenek, Omay inancının yer, su, ağaç, ölüm kültleriyle ilişkili olduğunu vurgular.

 

Eski Türklerden kalma yontu ve kaya resimlerinde Omay'a ait olduğu ileri sürülen tasvirler bulunur. Kök Türk çağından kalma kalma kimi yontular, Kazakistan'ın Taraz (Cambul) kentindeki bölge müzesinde bulunan kaya resmi, Kök Türklerden kalmış olan Kudirge kaya resimlerinden büyük boyutta yapılmış olanı Omay olarak tanınmış ve saygı görmüştür. Günümüzde Orta Asya'da, nazarlık olarak kullanılan Omay tasvirli dokumalara da rastlanmaktadır.

 

Orta Asya'da Çulışman ırmağı yakınlarında bulunan Kudirge kurganlarının Kök Türklerle ilgili olan katlarında bulunan tasvir, kimi araştırmacılara göre Omay'ı betimlemektedir. Bu tasvirde, ortada kürklü bir kişi vardır. Bağdaş kurmuş, ellerini önünde kavuşturmuştur. Kulaklarından uzun küpeler sarkmakta, başında sivri ve üç dilimli bir başlık bulunmaktadır. Solunda, yine kendisi gibi kürklü ve küpeli bir kimse oturmaktadır. Bunların sağında üç atlı atlarından inmiş, kadının karşısında diz çökerek ona saygı göstermektedirler. Atlarından inmiş atlıların arkasında da büyük boyutta çizilmiş bıyıklı bir kişi vardır. Kimilerine göre küpeli ve kürklü olan kadın Omay'ı tasvir etmektedir. Ama bu küpeli kişinin erkek olması da muhtemeldir. Çünkü, Kök Türkler zamanında erkekler de küpe takmaktaydı. Bu tasvirin ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte Kök Türk Devleti'nin kurulduğu sıralarda (6.yüzyıl) yapılmış olması muhtemeldir.

 

Omay inancı günümüzde Altay ve Sibirya Türkleri arasında yaşamaktadır. Bu Türk topluluklarındaki inançlara göre Omay, her zaman çocukla birliktedir. Omay çocuktan uzun süre ayrılırsa, çocuk hastalanır. Omay'ın çocukla birlikte olmasının belirtisi, çocuğun uykuda gülmesidir. Ağladığında, Omay gitmiş demektir. Çocuk hastalandığında, Omay'ı getirmesi için kam çağrılır.

 

Omay'ın çocukları ve anneleri korumasıyla ilgili olarak onun, loğusa kadınlara kötülük yapan Al karısı / Albastı'nın (Albıs) düşmanı olduğu fikrini savunan Türkologlar da vardır.

 

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/omay.jpg

Omay ve Ayzıt

 

Ana Türk topluluğundan milattan çok eski dönemlerde kopup ayrılmış olan Saha (Yakut) Türklerinde Omay benzeri bir rûh vardır ve Ayısıt ya da Ayzıt olarak adlandırılmaktadır. Yakutlar onu Kotun (katun, hatun, kraliçe) olarak anarlar. Ayzıt, bazı Yakut rivayetlerinde Gök Tanrı'nın karısı olarak geçer. Ayzıt, güzelliği simgeler. Eski Yunanlıların Afrodit'ine benzer ama onun gibi fuhşu değil namusu temsil eder. Bir kadın doğum yaptığında Ayzıt tarla, çiçek ve yemiş perilerini yanına alarak kadının yanına gider. Bu periler üç gün, üç gece loğusanın yanında kalarak ona hizmet ederler. Ayzıt, cennetteki Süt Ak Göl'den getirdiği damlayı yeni doğmuş çocuğun ağzına damlatır ve bu damla çocuğa ruh verir. Çocuk süt damlası ile kut'landıktan sonra Ayzıt perilerini alıp gider. Ayzıt ancak namusunu koruyan kadınların loğusalığına gider; namussuz kadınlara asla gitmez.

 

Abdülkadir İnan'ın anlatımından Yakutların inancında birden çok Ayzıt olduğu anlaşılır. Abdülkadir İnan, "Şamanizm" adlı eserinde Ayzıt hakkında şu bilgileri verir: "Ayısıt; yaratıcı, bereket ve refâh sağlayıcı dişi rûhların zümresine denir. Bunlardan kimileri, kadınları ve çocukları; kimileri de, dişi hayvanları ve hayvan yavrularını korurlar. Ayısıtlar, dağınık halde bulunan hayat unsurlarını birleştirir ve kut yaparlar. Bu kut denilen nesneyi ana karnındaki çocuğa üfleyip ona can verirler. Gebe kadınla,r daima bu rûhların himayesinde bulunurlar. Kuğu kuşları Ayısıtlar'ın timsâli sayıldığı için bu kuşlara dokunulmaz. Yakutların inanışlarına göre Ayısıtlar, gökten gümüş tüylü ak bir kısrak suretinde inerler. Yele ve kuyruklarını kanat gibi kullanırlar. İnsanları koruyan Ayısıtlar, yaz günlerinde güneşin doğduğu yerde, hayvanları koruyan Ayısıtlar da kış günlerinde güneşin doğduğu yerde bulunurlar. Yakut kızları Ayısıt, adına tangara yapıp yataklarının altında saklarlar. Kısır kadınlar, çocuk vermesi için Ayısıt'a dua ederler. Gebe kadınlar, doğum zamanı yaklaştığında oda ve evlerinin çevresini temiz tutmağa çalışırlar. Komşu çocuklarına ve hayvan yavrularına karşı şefkat gösterirler, onları doyururlar. Çünkü, Ayzıt gelince herkes güler yüzlü ve şen olmalıdır.[1

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...