Jump to content

Boris Pasternak ve Şiirleri


KATA

Önerilen Mesajlar

Boris Pasternak (1890 - 1960)

 

 

Rus şair ve yazar. 1890 yılında doğdu.

Doktor Jivago adlı ünlü romanı, SSCB resmi görüşüne uygun yazılmadığı gerekçesiyle reddedildi. 1957'de ilk kez İtalya'da basılan roman, kısa sürede çeşitli dillere çevrilerek dünyaca ünlendi. Pasternak, 1958 Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görüldü. Ancak, yapılan baskılar sonucu ödülü geri çevirmek zorunda kaldı.

1958 yılında, dönemin Sovyet Hükümeti tarafından eserlerine getirilen yasak ancak 30 yıl sonra Gorbaçov döneminde kaldırıldı.

 

Şiirlerinden Örnekler :

 

Şairin Ölümü

 

(Mayakovski'nin ölümü için)

 

Başka türlüsüne kim inanır, saçmaladığınız söyleniyordu

Ama iki başka adam daha, aynı işi tekrarlayan

Ve bir üçüncüsü, dünyayı peşinde koşturan

Yanyanaydınız, hepinizi sarıp sarmalayan

Hiç kıpırtısız bir zaman.

 

Memur evleri ve tüccarlarınki vardı

Ağaçlar, avlular vardı yaşayan

Ve iki karga, güneşin sarhoş ettiği

Dişileriyle hırlaşan iki karga

Bundan böyle

 

Budala karılar burunlarını her şeye sokmasınlar diye

Şimdi felâket yağıyor üstünüze !

Çizgiler vardı yüzünüzde, yırtık ağlar gibi kırış kırış

ve ıslaktı yüzleriniz

 

Gönlünce yaşadığın, düzünelerle yaşadığın

Günlerden biriydi o gün

Evinin kapısında bir kalabalık

Tek bir tabanca sesi hizaya getirmiş hepsini

 

Suların havaya tükürdüğü balık

Şenlik fişeği sanarak nasıl koşuyorsa

Saz diplerindeki ölümüne

Tetikteki kurşunun içini çekmesi gibi, tıpkı öyle.

 

Uyuyordun, dedikodulu ve kıskanç bir döşek

sermişlerdi uykuna

Uyuyordun, artık susturulmuş, ama hâlâ korkulu

ürpertilerle komşu

Ve yakışıklıydın, yirmiiki yaşın avuçlarındaydı bunlar

Dört bölümlü şiirinde yazılıydı.

Uyuyordun, başın yastığındaydı

Boylu boyunca yaylanarak

En genç efsaneydin başımızda

 

Tetiğini çektiğin kurşun Etna yanardağına

benziyordu

Gittikçe büyüyordun, ama birdenbire eğilip

Korkak ve değersizlerin ayağına yüz sürüyordun.

 

(Çeviri: Erdoğan Tokatlı)

 

 

***

 

AĞUSTOS

 

Tam söz verdiği üzre

İlk sabah güneşi perdeler arasından içeri girdi

Ve safran renginde, meyilli bir çizgi

Sedire ulaşıverdi.

 

Güneşin sıcak cilası

Kapladı yakın ormanı, köy evlerini

Yatağımı, ıslak yastığımı

Ve kitaplarımın arkasındaki duvarı.

 

Yastığımın niçin ıslak olduğunu hatırlarım

Geleceğinizi görmüştüm düşümde

Birbiri ardısıra, ormanın içinden

Beni uğurlamaya.

 

Dağınık bir kalabalığın içinden yürüyordunuz

Sonra biriniz hatırlamıştı

Eski takvime göre

Bugün Ağustos’un altısı, Tecelli Yortusu’ydu.

 

Her zaman böyle bir gün Tabor dağından

Alevsiz bir ışık gelir

Ve sonbahar, bir levha gibi temiz

Tüm bakışlar ona yönelir.

 

Yürümüştünüz, küçük, dilenci çıplaklığında

Titreyen kızılağaç korusu içinden

Mezarlığın zencefil kızılı çalılığına

Ballı bir petek gibi parlayıp birden.

 

Gökyüzü ulu komşusuydu

Susmuş ağaç doruklarının

Ve uzaklık çağırıyordu uzaklıkları

Çoktan uyuklamış ötüşlerinde horozların.

 

Ağaçların arasında, kilise avlusunda

Mezbaha memuru gibi durmuştu ölüm

Ve bakmıştı solgun donuk yüzüme

Ölçmek için mezarım, büyüklüğüm.

 

Hepiniz işitebiliyordunuz net

Yakınınızdaki bitkin sesi

Benim yiten sesimdi o, peygamberane

Yok olmanın henüz el değmediği.

 

"Elveda gök mavisi ve altını

Tecelli Yortusu’nun

Bir kadının son okşayışlarıyla yumuşak

Ölüm saatimin acılığı.

 

Elveda süresiz yıllar

Ve alçalış uçurumlarına

Meydan okuyan kadın

Ben alanıydım savaşınızın.

 

Elveda gerilmiş kanatların köprüsü

Özgür inatçılığı uçuşun

Şekli dilde açıklanan dünya

Yaratıcılık, mucizelerin çalışma gücü."

 

Çeviren: Osman Türkay

 

***

Güzel Birşey Değil Ünlenmek

 

Guzel bir sey degil unlenmek

Bu, yucelik vermez kisiye.

Arsiv derlemeye gerek yok,

El yazmasi icin titremeye.

 

Yaraticilik meyve verir,

Hem basari degil yaygara.

Bir degeri yok ,rezilliktir

Sakiz olmak herkesin agzinda.

 

Ve, bir adim geride durmak

Oyle bir yasam ki, sonunda

Sevgi dermek ve kulak vermek

Hep gelecegin cagrisina.

 

Ve boslugu kagitta degil de

Kaderde birakmak gerekir,

Bir hayat ve bolumleri ise

Ancak derkenarda imlenir

 

Ve bilinmezlige dalarak

Ve orda gizleyerek her izi,

Siste nasil gizlenirse toprak,

Zifiri karanliktaymis gibi.

 

baskalari , hem de sen sagken

Yolunu izleyebilir senin,

Ama yenilgileri yengilerden

Kendin ayirt etmemelisin.

 

Ve yuzunun bir tek cizgisinden

Yuzde yuz vazgecmemek de var,

Ama sagken ve kipir kipirken,

Sagken ve ancak sonuna kadar.

 

(1956)

Çeviri: Kansaubiy Miziev-Ahmet Necdet

 

***

 

Korkulu Şiir

 

Her şey değişecek her şey

Asıl olana doğru, büyük olana,

çocukların uykusunu bölenler

Bağışlanmayacak asla.

 

Unutulmayacak, unutulur mu hiç

Şu minik yüzlere işlemiş gam, tasa,

Düşman saldığı bu dehşeti

Ödeyecek bir gün mutlaka .

 

Gün gelecek yolu onun da

Tüyler ürpertici bir öyküden geçecek,

Alınacak yüzlerce yüzlerce defa

Yetimin, sakatın, dulun öcü.

 

Aklına getir bir o bombaları

O astığı astık dönem

0 cinayetler, o yıkıntılar,

Herode'un Bethleem'de yaptığı gibi.

 

Eli kulağında daha iyi bir çağın,

Değişecek her şey , besbelli,

Ama şu sakatlanmış küçükleri

Unutabilir mi insan unutabilir mi?

 

(Çeviri: Cemal Süreya)

 

***

 

Öyledir Öyle Başlar

 

İnsan iki yaşında da öyle başlar işte

Ezgilerin karanlığına sıyrılır kucaklardan,

Cıvıl cıvıl cıvıldar, mırıldar bir süre,

Derken, üçüne doğru, sözler dökülür ağzından.

 

Öyledir işte, yavaşça başlarsın anlamaya,

Kapılıp bir türbinin büyük gürültüsüne,

Sen misin bu, bir başkası mı yoksa,

Yabancılaşmıştır evin, bir gölgedir annen de

 

Bu zalim leylâk parıltısının nedir derdi?

bu dökülen, bu inen bir park kanepesine,

Nedir ? çocukları kaçırmak gibi bir şey mi?

Öyledir işte, kuşlar öyle doluşur içine

 

Arttıkça artan kıvamını bulan acılardan :

Yüreğinde ulaşılmayanın özlemi, uzak yıldızlar,

Faust gibi olduğun, kafan bulandığı zaman

Öyledir, öyle başlar çingene çalgıcılar.

 

Uçaraktan yüce yüce gök katlarından

Çevrili alanlar görürsün, evsiz topraklar,

ve denizler bir iç çekiş kadar ansızın,

İşte tıpkı öyle doğar heceler ve uyaklar.

 

Yulafların üstünde, sırtüstü, yaz geceleri,

yakarır durur : her şey yerini alsın diye,

Sakınarak gözünden şafağı ve evreni

Öyle olacaktır, öyledir dalaşımız güneşle.

 

Öyledir, öyle başlar yaşamak, dizelerle.

 

(Çeviri: Cemal Süreya)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

KOPUŞ

 

 

 

1

 

 

 

Ah, yalan söyleyen melek, şimdi, şimdi,

 

Sızdırırdım ben de seni arı kederle!

 

Ama işte yok cesaretim, ama işte dişe diş!

 

Ah, illet, başlangıçta yalanla bulaşan,

 

Ah, acı, ah, acı, cüzamdaki!

 

 

 

Ah, yalan söyleyen melek, ölümcül değil, hayır,

 

Acıları yüreğin, yüreğin ki egzamalarda!

 

Ama neden sen ten hastalığıyla ruhu

 

Bağışlıyorsun vedalaşırken? Niçin amaçsız yere

 

Öpüyorsun, yağmur damlaları gibi, ve zaman gibi,

 

Gülümsemeyle, öldürüyorsun, herkes için, önünde herkesin!

 

 

 

2

 

 

 

Ah, utanç, ağırlıksın bana! Ah, bulunç, bu erken

 

Kopuşta o kadar düş, hala direşken!

 

Ben, insan, ne zaman boş dermesi olsam

 

Şakakların ve dudakların ve gözlerin, ayaların,

 

omuzların ve yanakların!

 

O zaman dörtlüklerin ıslığıyla, çığlığıyla onların, işaretiyle,

 

Kasvetin berkliğiyle, gençliğiyle onun

 

Ben onları tüm feda ederdim, hücuma kaldırırdım onları,

 

Saldırırdım senin üzerine, ayıbım benim!

 

 

 

 

 

4

 

 

 

Önle beni dene. Yaklaş, tat söndürmeyi

 

Bu keder nöbetini, uğuldayan bugün, civa gibi

 

boşluğunda Toriçelli’nin.

 

Yasakla, çılgınlığı, bana, ah, yaklaş, kastet!

 

Önle bende uğuldamayı sana dair! Ar etme, yalnızız.

 

Ah, söndür haydi, söndür. Kaynar!

 

 

Çev: Azer Yaran

 

 

KIŞ ŞİİRİ

 

 

Kapı açıldı, buharla doldu mutfak,

Soğuk, yuvarlana yuvarlana daldı içeri.

Her şey eskisi gibi oluverdi bir anda

Çocuk yıllarındaki o akşamlar gibi

 

Hava kupkuru ve tertemiz

Ve dışarda, beş adım ötede

Süklüm püklüm duruyor kış

Yüzü tutmuyor içeri girmeye

 

Kış. Ve işte her şey ilk kez başlıyor sanki.

Ağarmış uzaklıklarına doğru kasımın

Uzaklaşıyor aksöğütler

Değneksiz ve rehbersiz körler gibi....

 

Nehir buz tutmuş, donmuş sepetçi söğütü.

Ve konsol üstünde bir ayna gibi

Bir buz tabakasına, enlemesine

Yerleşmiş kara gök kubbesi.

 

Ve karşısında onun, yol kavşağında,

-yarı yarıya kara gömülmüş kavşakta-

Seyrediyor bu aynada kendini

Kayın ağacı, saçında bir yıldızla.

 

Ve gizlice sezmektedir ki o

Kış, harikalarla doldurmuştur her yeri;

Kır evini, uzakta görülen,

Ve kendi tepelerini...

 

 

 

 

Çeviren: Ataol BEHRAMOĞLU

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

NOBEL ÖDÜLÜ

 

 

Bitkinim, izlenen bir hayvan gibi

Gürültü, şamata ardımsıra.

Bir yerlerde insanlar, özgürlük, aydınlık

Bir çıkış yolum yok dışarıya.

 

Kara bir orman ve göl kıyısı

Devrik bir köknar kütüğü karşımda

Yolum kesilmiş dört bir yandan

Olsun artık ne olacaksa.

 

Ne yaptım, işlediğim suç ne,

Katil miyim, mücrim miyim ben?

Ülkemin güzelliği üstüne şiirlerimle

Ben değil miyim dünyaya göz yaşı döktüren.

 

Yine de, çok az kala ölümüme

Gelecek bir zamana inanıyorum.

Alçaklığı ve kötülüğü

Aşacağına iyilik ruhunun.

 

Çeviren: Ataol BEHRAMOĞLU

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...