KATA Oluşturma zamanı: Mart 20, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Mart 20, 2007 Boris Pasternak (1890 - 1960) Rus şair ve yazar. 1890 yılında doğdu. Doktor Jivago adlı ünlü romanı, SSCB resmi görüşüne uygun yazılmadığı gerekçesiyle reddedildi. 1957'de ilk kez İtalya'da basılan roman, kısa sürede çeşitli dillere çevrilerek dünyaca ünlendi. Pasternak, 1958 Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görüldü. Ancak, yapılan baskılar sonucu ödülü geri çevirmek zorunda kaldı. 1958 yılında, dönemin Sovyet Hükümeti tarafından eserlerine getirilen yasak ancak 30 yıl sonra Gorbaçov döneminde kaldırıldı. Şiirlerinden Örnekler : Şairin Ölümü (Mayakovski'nin ölümü için) Başka türlüsüne kim inanır, saçmaladığınız söyleniyordu Ama iki başka adam daha, aynı işi tekrarlayan Ve bir üçüncüsü, dünyayı peşinde koşturan Yanyanaydınız, hepinizi sarıp sarmalayan Hiç kıpırtısız bir zaman. Memur evleri ve tüccarlarınki vardı Ağaçlar, avlular vardı yaşayan Ve iki karga, güneşin sarhoş ettiği Dişileriyle hırlaşan iki karga Bundan böyle Budala karılar burunlarını her şeye sokmasınlar diye Şimdi felâket yağıyor üstünüze ! Çizgiler vardı yüzünüzde, yırtık ağlar gibi kırış kırış ve ıslaktı yüzleriniz Gönlünce yaşadığın, düzünelerle yaşadığın Günlerden biriydi o gün Evinin kapısında bir kalabalık Tek bir tabanca sesi hizaya getirmiş hepsini Suların havaya tükürdüğü balık Şenlik fişeği sanarak nasıl koşuyorsa Saz diplerindeki ölümüne Tetikteki kurşunun içini çekmesi gibi, tıpkı öyle. Uyuyordun, dedikodulu ve kıskanç bir döşek sermişlerdi uykuna Uyuyordun, artık susturulmuş, ama hâlâ korkulu ürpertilerle komşu Ve yakışıklıydın, yirmiiki yaşın avuçlarındaydı bunlar Dört bölümlü şiirinde yazılıydı. Uyuyordun, başın yastığındaydı Boylu boyunca yaylanarak En genç efsaneydin başımızda Tetiğini çektiğin kurşun Etna yanardağına benziyordu Gittikçe büyüyordun, ama birdenbire eğilip Korkak ve değersizlerin ayağına yüz sürüyordun. (Çeviri: Erdoğan Tokatlı) *** AĞUSTOS Tam söz verdiği üzre İlk sabah güneşi perdeler arasından içeri girdi Ve safran renginde, meyilli bir çizgi Sedire ulaşıverdi. Güneşin sıcak cilası Kapladı yakın ormanı, köy evlerini Yatağımı, ıslak yastığımı Ve kitaplarımın arkasındaki duvarı. Yastığımın niçin ıslak olduğunu hatırlarım Geleceğinizi görmüştüm düşümde Birbiri ardısıra, ormanın içinden Beni uğurlamaya. Dağınık bir kalabalığın içinden yürüyordunuz Sonra biriniz hatırlamıştı Eski takvime göre Bugün Ağustos’un altısı, Tecelli Yortusu’ydu. Her zaman böyle bir gün Tabor dağından Alevsiz bir ışık gelir Ve sonbahar, bir levha gibi temiz Tüm bakışlar ona yönelir. Yürümüştünüz, küçük, dilenci çıplaklığında Titreyen kızılağaç korusu içinden Mezarlığın zencefil kızılı çalılığına Ballı bir petek gibi parlayıp birden. Gökyüzü ulu komşusuydu Susmuş ağaç doruklarının Ve uzaklık çağırıyordu uzaklıkları Çoktan uyuklamış ötüşlerinde horozların. Ağaçların arasında, kilise avlusunda Mezbaha memuru gibi durmuştu ölüm Ve bakmıştı solgun donuk yüzüme Ölçmek için mezarım, büyüklüğüm. Hepiniz işitebiliyordunuz net Yakınınızdaki bitkin sesi Benim yiten sesimdi o, peygamberane Yok olmanın henüz el değmediği. "Elveda gök mavisi ve altını Tecelli Yortusu’nun Bir kadının son okşayışlarıyla yumuşak Ölüm saatimin acılığı. Elveda süresiz yıllar Ve alçalış uçurumlarına Meydan okuyan kadın Ben alanıydım savaşınızın. Elveda gerilmiş kanatların köprüsü Özgür inatçılığı uçuşun Şekli dilde açıklanan dünya Yaratıcılık, mucizelerin çalışma gücü." Çeviren: Osman Türkay *** Güzel Birşey Değil Ünlenmek Guzel bir sey degil unlenmek Bu, yucelik vermez kisiye. Arsiv derlemeye gerek yok, El yazmasi icin titremeye. Yaraticilik meyve verir, Hem basari degil yaygara. Bir degeri yok ,rezilliktir Sakiz olmak herkesin agzinda. Ve, bir adim geride durmak Oyle bir yasam ki, sonunda Sevgi dermek ve kulak vermek Hep gelecegin cagrisina. Ve boslugu kagitta degil de Kaderde birakmak gerekir, Bir hayat ve bolumleri ise Ancak derkenarda imlenir Ve bilinmezlige dalarak Ve orda gizleyerek her izi, Siste nasil gizlenirse toprak, Zifiri karanliktaymis gibi. baskalari , hem de sen sagken Yolunu izleyebilir senin, Ama yenilgileri yengilerden Kendin ayirt etmemelisin. Ve yuzunun bir tek cizgisinden Yuzde yuz vazgecmemek de var, Ama sagken ve kipir kipirken, Sagken ve ancak sonuna kadar. (1956) Çeviri: Kansaubiy Miziev-Ahmet Necdet *** Korkulu Şiir Her şey değişecek her şey Asıl olana doğru, büyük olana, çocukların uykusunu bölenler Bağışlanmayacak asla. Unutulmayacak, unutulur mu hiç Şu minik yüzlere işlemiş gam, tasa, Düşman saldığı bu dehşeti Ödeyecek bir gün mutlaka . Gün gelecek yolu onun da Tüyler ürpertici bir öyküden geçecek, Alınacak yüzlerce yüzlerce defa Yetimin, sakatın, dulun öcü. Aklına getir bir o bombaları O astığı astık dönem 0 cinayetler, o yıkıntılar, Herode'un Bethleem'de yaptığı gibi. Eli kulağında daha iyi bir çağın, Değişecek her şey , besbelli, Ama şu sakatlanmış küçükleri Unutabilir mi insan unutabilir mi? (Çeviri: Cemal Süreya) *** Öyledir Öyle Başlar İnsan iki yaşında da öyle başlar işte Ezgilerin karanlığına sıyrılır kucaklardan, Cıvıl cıvıl cıvıldar, mırıldar bir süre, Derken, üçüne doğru, sözler dökülür ağzından. Öyledir işte, yavaşça başlarsın anlamaya, Kapılıp bir türbinin büyük gürültüsüne, Sen misin bu, bir başkası mı yoksa, Yabancılaşmıştır evin, bir gölgedir annen de Bu zalim leylâk parıltısının nedir derdi? bu dökülen, bu inen bir park kanepesine, Nedir ? çocukları kaçırmak gibi bir şey mi? Öyledir işte, kuşlar öyle doluşur içine Arttıkça artan kıvamını bulan acılardan : Yüreğinde ulaşılmayanın özlemi, uzak yıldızlar, Faust gibi olduğun, kafan bulandığı zaman Öyledir, öyle başlar çingene çalgıcılar. Uçaraktan yüce yüce gök katlarından Çevrili alanlar görürsün, evsiz topraklar, ve denizler bir iç çekiş kadar ansızın, İşte tıpkı öyle doğar heceler ve uyaklar. Yulafların üstünde, sırtüstü, yaz geceleri, yakarır durur : her şey yerini alsın diye, Sakınarak gözünden şafağı ve evreni Öyle olacaktır, öyledir dalaşımız güneşle. Öyledir, öyle başlar yaşamak, dizelerle. (Çeviri: Cemal Süreya) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Kasım 30, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 30, 2008 KOPUŞ 1 Ah, yalan söyleyen melek, şimdi, şimdi, Sızdırırdım ben de seni arı kederle! Ama işte yok cesaretim, ama işte dişe diş! Ah, illet, başlangıçta yalanla bulaşan, Ah, acı, ah, acı, cüzamdaki! Ah, yalan söyleyen melek, ölümcül değil, hayır, Acıları yüreğin, yüreğin ki egzamalarda! Ama neden sen ten hastalığıyla ruhu Bağışlıyorsun vedalaşırken? Niçin amaçsız yere Öpüyorsun, yağmur damlaları gibi, ve zaman gibi, Gülümsemeyle, öldürüyorsun, herkes için, önünde herkesin! 2 Ah, utanç, ağırlıksın bana! Ah, bulunç, bu erken Kopuşta o kadar düş, hala direşken! Ben, insan, ne zaman boş dermesi olsam Şakakların ve dudakların ve gözlerin, ayaların, omuzların ve yanakların! O zaman dörtlüklerin ıslığıyla, çığlığıyla onların, işaretiyle, Kasvetin berkliğiyle, gençliğiyle onun Ben onları tüm feda ederdim, hücuma kaldırırdım onları, Saldırırdım senin üzerine, ayıbım benim! 4 Önle beni dene. Yaklaş, tat söndürmeyi Bu keder nöbetini, uğuldayan bugün, civa gibi boşluğunda Toriçelli’nin. Yasakla, çılgınlığı, bana, ah, yaklaş, kastet! Önle bende uğuldamayı sana dair! Ar etme, yalnızız. Ah, söndür haydi, söndür. Kaynar! Çev: Azer Yaran KIŞ ŞİİRİ Kapı açıldı, buharla doldu mutfak, Soğuk, yuvarlana yuvarlana daldı içeri. Her şey eskisi gibi oluverdi bir anda Çocuk yıllarındaki o akşamlar gibi Hava kupkuru ve tertemiz Ve dışarda, beş adım ötede Süklüm püklüm duruyor kış Yüzü tutmuyor içeri girmeye Kış. Ve işte her şey ilk kez başlıyor sanki. Ağarmış uzaklıklarına doğru kasımın Uzaklaşıyor aksöğütler Değneksiz ve rehbersiz körler gibi.... Nehir buz tutmuş, donmuş sepetçi söğütü. Ve konsol üstünde bir ayna gibi Bir buz tabakasına, enlemesine Yerleşmiş kara gök kubbesi. Ve karşısında onun, yol kavşağında, -yarı yarıya kara gömülmüş kavşakta- Seyrediyor bu aynada kendini Kayın ağacı, saçında bir yıldızla. Ve gizlice sezmektedir ki o Kış, harikalarla doldurmuştur her yeri; Kır evini, uzakta görülen, Ve kendi tepelerini... Çeviren: Ataol BEHRAMOĞLU Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
minerval_ Yanıtlama zamanı: Kasım 30, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 30, 2008 NOBEL ÖDÜLÜ Bitkinim, izlenen bir hayvan gibi Gürültü, şamata ardımsıra. Bir yerlerde insanlar, özgürlük, aydınlık Bir çıkış yolum yok dışarıya. Kara bir orman ve göl kıyısı Devrik bir köknar kütüğü karşımda Yolum kesilmiş dört bir yandan Olsun artık ne olacaksa. Ne yaptım, işlediğim suç ne, Katil miyim, mücrim miyim ben? Ülkemin güzelliği üstüne şiirlerimle Ben değil miyim dünyaya göz yaşı döktüren. Yine de, çok az kala ölümüme Gelecek bir zamana inanıyorum. Alçaklığı ve kötülüğü Aşacağına iyilik ruhunun. Çeviren: Ataol BEHRAMOĞLU Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.