boggyhillocks Oluşturma zamanı: Mart 25, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Mart 25, 2007 ŞÜPHECİLİĞE CEVAP... Tanrı'nın varlığı üzerine gerçekleştirilen tartışmanın bir kısmı, etkilerin gözlemlenmesi ile bir nedeninin müdahalesi üzerine kurulmuştur. Şüpheci David Hume, "gerçekte (tecrübe) nedenselliği asla gözlemlemeyediğimiz için (bir etkiyi, olayı oluşturan sebepler) ne tür bir sebep ve sonuç ilişkisinin gerçekleştiğini bilemeyiz" demiştir. Hume, nedenselliği inkâr etmemiş ancak kendisinden hiçbir şey elde edemeyeceğimizi iddia etmiştir. Etkiden, neden hakkındaki gerçeği bilebileceğimizi reddetmiştir. (güvenilir ya da mutlak bilginin imkânsızlığına ve herhangi bir birey tarafından doğaüstünün herhangi bir açısının elde edilemeyeceğine dair inanç) BÖLÜME BAKIŞ En Büyük Destekçi Olan David Hume'a Göre Şüphecilik Bütün Bilgi, Fikirler Üzerindeki Hislerden ya da Düşüncelerden Elde Edilir Nedensellik İncelenemez, Ancak Alışkanlıklara Dayandırılarak Kabul Edilir Hume'un Şüpheciliğinin Bir Özeti Şüpheciliğe Cevap Şüphecilik Kendi Kendini Çürütür: Şüphecilik Hakkında Şüpheci Olmalı mıyız? "Bütün Bilgi, Fikirler Üzerindeki Hislerden ya da Düşüncelerden Elde Edilir" İfadesi ne Hislerden ne de Düşüncelerden Elde Edilmiştir Radikal Ampirik (Deneysellik) Atomculuk Kendi Kendini Çürütür, Birliğe ve İlişkiye İşaret Eder Nedenselliğin Reddedilmesi Kendi Kendini Çürütür Sonuç 1A. En Büyük Destekçi Olan David Hume'a Göre Şüphecilik Tanrı'nın varlığı üzerine gerçekleştirilen tartışmanın bir kısmı, etkilerin gözlemlenmesi ile bir nedeninin müdahalesi üzerine kurulmuştur. Şüpheci David Hume, "gerçekte (tecrübe) nedenselliği asla gözlemlemeyediğimiz için (bir etkiyi, olayı oluşturan sebepler) ne tür bir sebep ve sonuç ilişkisinin gerçekleştiğini bilemeyiz" demiştir. Hume, nedenselliği inkâr etmemiş ancak kendisinden hiçbir şey elde edemeyeceğimizi iddia etmiştir. Etkiden, neden hakkındaki gerçeği bilebileceğimizi reddetmiştir. 1B. Bütün Bilgi, Fikirler Üzerindeki Hislerden ya da Düşüncelerden Elde Edilir Hume'un Enquiry Concerning Human Understanding isimli eserinde yer alan ve sık sık alıntısı yapılan sonuç, şüpheciliğin açık bir özetidir: "Bu prensipler yanlısı yayınların yer aldığı kütüphaneleri elden geçiriyor olsaydık hangi eserleri yok ederdik? Eğer elimize ilâhiyat ile ilgili ya da metafizik hakkındaki herhangi bir okul kitabını alırsak, kendi kendimize şı soruyu sormamız gerekir, bu kitaplar nicelik ya da sayılar hakkında soyut muhakemeler içermekte midir? Hayır. Gerçek ya da varlık hakkında deneysel muhakemeler içermekte midir? Hayır. O zaman ateşe atınız çünkü bu kitaplar sadece hayaller ve safsatadan (kurnaz ve aldatıcı akıl yürütmeleri) oluşmaktadır." (Hume, ECHU, 12. 3) Hume muhakeme hakkında çok kesin ifadelerde bulunmuştur: İnsan muhakemesinin ya da araştırmalarının bütün objeleri doğal olarak iki türe bölünmüştür: Fikirlerin ilişkileri ve gerçek durumu. Fikirlerin ilişkileri kısmına, geometri, cebir ve aritmetik bilimleri girer. Kısaca sezgiyle ya da kanıtlar ile kesin olan bütün onaylamalar girmektedir . . . Bu tür öneriler, evrendeki bir varlığa bağımlı olmadan sadece fikir yürütme ile keşfedilebilir. Gerçek durumu kısmına dahil olan objeler ise benzer bir tutum ile doğrulanmaz. Bu objelerin gerçekliğine dair elimizdeki deliller ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar bir önceki objeler ile benzer bir doğayı içerirler. Ancak bütün gerçek durumlar herhangi bir tutarsızlık içeremeyeceği için bu durumların tam zıtları da mümkündür." (Hume, ECHU, 4.1) Hume şu iddiada bulunmuştur: "Fikirlerimizin tümü izlenimlerimizin kopyalarından başka bir şey değillerdir ya da başka bir deyiş ile evvelden hissetmediğimiz bir şey hakkında düşünmemizin imkânsızlığı tartışılmazdır." (Hume, ECHU, 7. 1) Jerry Gill, Hume'un şüpheciliğinin etkisini şöyle özetlemiştir: Hume, Amerikalı rasyonalistlerin ve Britanyalı ampiristlerin yüksek ümitlerine bir son vermiştir. Amerikalı rasyonalistler kendi kendini kanıtlayan doğrulardaki elde edilebilir olan tüm sonuçlarda yer alan bilgi için epistemolojik bir temel bulma yolunu araştırmışlar ve bulduklarını ileri sürmüşlerdir. Britanyalı ampiristler ise bu temelin hislerle elde edilen izlenimlerin "ikna edici" sonuçlarında yer aldığını ileri sürmüşlerdir. Hume, ampiristik yaklaşımı seleflerinden daha katı bir biçimde takip etmiş ve ne tümden gelimden ne de tüme varımdan bilgi için tatmin edici bir temel elde edilemeyeceğini iddia etmiştir. Tümden gelim, kanıtlarla desteklenen dayanak noktaları iddialarına rağmen tanımsaldır (analitik) ve gerçeklere dayanan içerikten yoksundur. Tüme varımın ise geleceğin, geçmiş ile aynı olacağına dair kanıtlanamaz varsayıma dayandığı ortaya çıkmıştır. Hume bu iddiaları ile matematiğin ve metafiziğin gerçeklere dayanan gerçek-iddialarını elimine ettiğini düşünmüştür. (Gill, PRK, 73) 2B. Nedensellik İncelenemez Ancak Tecrübelere Dayandırılarak Kabul Edilir Nedensellik belli bir etkiyi oluşturan bir koşul ya da durumdur. Neden ve etki arasındaki ilişkiyi inceler. Hume güçlü bir şekilde iddiasını sürdürür: "İki prensip vardır ki, ne tutarlı olarak kabul edilebilir ne de reddetmeye gücümüz yeter. Bizim bütün kesin algılarımız, kesin varlıklarla ilgilidir ve zihnimiz kesin olan varlıklar arasında gerçek bir bağlanıyı algılamaz." (Hume, THN, Appendix) Hume, belli bir nedenin etkisinden neden tespit edilemeyeceğini şöyle özetlemiştir: Tek bir cümle ile ifade etmek gerekirse her etki, nedeninden ayrı bir olaydır. İşte bu yüzden etkiyi keşfedeceğimiz yer neden olamaz; nedene dayandırılarak ileri sürülen etki kavramı tamamen keyfi bir tutumdur. Bu tür bir etki ilân edildikten sonra neden ile kurulacak ilişkiler de aynı şekilde keyfi bir çalışma ürünüdür. Tüm bunların sebebi, muhakeme sonucunda aynı şekilde tutarlı ve doğal gelecek bir çok diğer etkinin varlığının tespit edilmesinin mümkün olmasıdır. İşte bu yüzden gözlem ve tecrübeye dayandırılmadan bir olayın, nedenin ya da etkinin ileri sürülmesi, anlamsız ve boşuna bir iddia olmaktan öteye gidemeyecektir. (Hume, ECHU, 4.1) Hume, neden ve etki arasındaki bağlantının tespit edilmesinin tek yolunun tecrübeden geçtiğini iddia eder: "Herhangi bir objeyi ya da nedeni aynen zihnimizde yer aldığı şekli ile, gözlemden uzak bir şekilde muhakeme edersek, varlığı kesin olan bu objenin etkisini elde edemeyeceğimiz gibi, aralarındaki koparılamaz ve uzaklaştırılamaz olan bağlantıyı da göremeyiz." (Hume, ECHU, 4.1) Hume'un keskin ifadeleri şöyle devam eder: "Bütün çıkarımlar tecrübeden kaynaklanmaktadır; bundan dolayı ileri sürülen etkileri de muhakeme değil alışkanlıkların ürünüdür." (Hume, ECHU, 5.1) Hume, bir taşın düşme sebebini bilemeyeceğimize göre dünyanın yaratılış nedenini de bilemeyeceğimizi ileri sürer: Binlerce deney yapsak bile bir kayanın neden düşeceğine ya da ateşin neden yanacağına inandığımıza dair tatminkâr bir cevap veremeyiz, nedeni ortaya koyamayız. Şu andan sonsuza kadar uğraşsak da gezegenlerin orijini ya da doğanın durumu hakkında tatmin edici bir tespit ile ikna olmamız da mümkün değildir. . . . Bana göre soyut bilimin kanıtlama yolunda elinde bulundurduğu tek objeler, nicelik ve rakamlardır; bilginin bu mükemmel ürünlerini aşan bir anlayış, hayal ve safsatadan başka bir şey değildir." (Hume, ECHU, 12.3) Ravi Zacharias, Hume'un görüşünü şöyle özetlemiştir: "Hume'a göre nedensellik prensibi, birbirini izleyen izlenimlerin ilişkilendirilmesinden başka bir şey değildir. Adetler ve alışkanlılar aracılığı ile birbirini izlemelerin her zaman devam edeceğini farz ederiz; ancak gerçekte böyle bir mecburiyet asla var olmamaktadır. Kısaca, evrensel ve gerekli kanunları formüle edecek hiçbir yetki yoktur, ki buna bilim de dahildir." (Zacharias, CMLWG, 199) 3B. Hume'un Şüpheciliğinin Bir Özeti Hume, matematik gibi bir çok bilim dalının bilgi iddialarını sorgulamıştır. Tecrübelerimizi aşan olasılıklar üzerine kurulmuş inançlara karşı açıktır. Doğanın birbirine benzerliği hakkında önceden varsayımların tamamen kaşısındadır. Etrafımızdaki doğada birbirine benzerliği gözlüyor olmamız demek her şeyin birbirine benzer olacağı anlamına gelmemektedir. Hume'a göre tüme varım geçerli bir muhakeme yolu değil, yalnızca tecrübelerin bir birbirine benzerliği üzerine kurulmuş olan, benzer sonuçları bekleme alışkanlığıdır." (Dr. William Grouse, kişisel tekabül etme, July 14, 1999) 2A. ŞÜPHECİLİĞE CEVAP 1B. Şüphecilik Kendi Kendini Çürütür: Şüphecilik Hakkında Şüpheci Olmalı mıyız? Hippo'lu Augustinus şüpheciliğin kendi kendini çürüten doğasını daha Hume'un şüpheci ifadelerinden bir milenyum önce tespit etmiştir: "Şüphe içinde olan herkes şüphelendiğinin bilincindedir, kısacası en azından ‘şüphe duymakta olduğuna dair' kesin gerçeği kabul eder. Gerçek diye bir şeyin varlığı hakkında şüphe besleyen herkes en azından bir gerçek olduğunu bilir. Bu kişinin şüphe duyma kapasitesi, kişiye gerçek diye bir şey olduğunu ispatlar." (Augustinus, TR, 39.73) Gordon Glark, bu noktayı farklı bir biçimde ifade etmiştir: "Şüphecilik, hiçbir şeyin kanıtlanamayacağına inanmaktır denir. O halde şu soruyu yöneltmemiz gerekir: ‘hiçbir şeyin kanıtlanamayacağını nasıl kanıtlarsınız?' Şüpheci hiçbir şeyin bilinemeyeceğini, gerçek denen şeyin bir imkânsız olduğunu ileri sürer. Peki gerçeğin imkânsız olduğu bir gerçek midir? Eğer bütün önermeler gerçek değilse bile en azından bir önermenin gerçek olduğu kesindir -hiçbir önermenin gerçek olmadığı önermesi. Eğer gerçek, imkânsız olan olsa idi, bunu ifade ederek bile gerçeğe ulaşmış olurduk." (Glark, GVMT, 30) Norman Geisler, şüpheciliğe şu tenkit ile yaklaşmıştır: Gerçeklik hakkındaki bütün yargıları ortadan kaldırmak isteyen şüpheci girişim kendi kendini çürütür, çünkü kendi söyleminde bile gerçeklik hakkında bir yargı içermektedir. Bir kişinin gerçekliğin bilinemeyeceğine dair iddiayı gerçek olarak kabul etmeden gerçeklik hakkındaki bütün yargıları reddetmesi mümkün değildir. Şüphecilik, agnostisizmi içerir [gerçekliği hakkında ifadeleri mevcuttur] ve agnostisizm bilgi hakkında bazı gerçekleri kabul eder. Gerçeklik hakkındaki bütün yargıların reddedilmesini öngören sınırsız şüphecilik, gerçekliğin bilinebilirliği hakkındaki en kapsamlı yargıyı içerir. Eğer bir kişi gerçeğe ulaşmak adına yapılan bütün çalışmaların başarısız olduğunu bilmekte ise niçin bu uğraş içine girsin ki? Eğer bir kişi bu ön gerçeğe sahip ise bu kişinin gerçek hakkında zaten bilgisi var demek değil midir? (Geisler, CA, 22) Profesör Geisler, sağlıklı olabilen kısmi şüphecilik ile tam şüphecilik arasında bir farklılık olduğunu iddia eder: "Tam şüphecilik kendi kendini çürütür. Gerçeğin bilinemeyeceğine dair bir iddia, içinde bir gerçek ifadesi barındırmaktadır. Hiçbir gerçeğin bilinemeyeceğine dair bir ifade aynı anda kendi kendini çürüten bir ifadedir." (Geisler, CA, 133-134) Scott MacDonald, birinci prensipler hakkında bilgi sahibi olma olgusunun şüpheciliği çürüttüğüne işaret eder: "Belirli anlık öneriler için gerekli gerçekler hakkında dolaysız bilgi sahibi olmamız, bu bilgilere şüphe içermeyen ve hatasız bir şekilde ulaşmamızı mümkün kılar. Bu önerilere ve kanıtlamalara dayanan önerilere göre şüphecilik kanıtlanabilir bir şekide yanlıştır." (MacDonald, TK alıntı yeri Kretz*mann, CCA, 187) Augustinus, Contra Aca*demics isimli bilimsel incelemesinde kendi dönemine ait şüpheciliği çürütmek için birinci prensipler hakkındaki bazı bilgilere başvurmuştur. Frederick Copleston, Augustinus'un ifadesini bizlere aktarmaktadır: "En azından tutarsızlık prensibinin doğruluğundan eminim." (Copleston, HP, 53) Katolik inanç savunucusu G. H. Duggan, şüphecilerin içinde bulunduğu ikileme parmak basmıştır: "Şüpheciler bir ellerinde ‘gerçeğin asla var olmadığı' bayrağını taşırlarken diğer ellerinde ‘tutarsızlık prensibinin doğruluğu olmadan hiçbir beyanda bulunamayacaklarının" bayrağını taşırlar. Bu prensibe göre var olma ve var olmama özdeş değillerdir. Bu prensibin reddedilmesi durumunda olumlu ve olumsuz bütün ifadeler anlamını yitirirler; açıkçası düşünmek ve konuşmak imkânsızlaşır." (Duggan, BRD, 65) Mortimer Adler, aynı noktaya parmak basar: "Bu tutarsızlık prensibi, bir ifadenin doğru ya da yanlış olamayacağını ileri süren bir şüpheci için tam bir kabustur ve fikirlerinin çürütücüsüdür. Bunun sebebi ise şudur: Eğer şüphecinin ifadesi doğru ise en azından elimizde bir gerçek vardır; eğer yanlış ise bütün ifadelerin ya doğru ya da yanlış olduğu ancak ikisi birden olamayacağı ortaya çıkmış olur. Eğer şüphecinin söylediği ne doğru ne de yanlış ise zaten bu kişiyi dinlememizin ne önemi kalmıştır ki?" (Adler, TR, 133-134) Adler, sağduyunun şüpheciliği reddettiğini belirtir: Kendi kendisi ile çelişen ve kendisini çürüten bir doğaya sahip aşırı şüpheciliği, hem mantıksızlığı hem de uygulamazlığı nedeniyle reddetmek amacıyla en çok sarılınan görüş sağduyu görüşüdür. Aşırı şüpheciliğin reddedilmesi yerine kabul edilmesi, günlük hayatımızın bütün olgularını etkiler. Biz, doğrunun ve yanlışın araştırma yoluyla, çeşitli kesinlik derecelerinde elde edilebileceğine sarsılmaz bir biçimde inanıyoruz. Neredeyse yaptığımız ve inandığımız her şey bu prensip üzerine kurulmuştur. (Adler, SGI, 35) Ravi Zacharias konuyu şöyle özetlemiştir: "Hume'un gerçek hakkındaki tüm yargıların reddedilmesine dair şüpheci tümden gelimi kendi kendini çürütmektedir, çünkü bütün yargıların yürürlükten kaldırılmasını ifade eden cümlenin kendisi, gerçek hakkında bir yargıdır." (Zacharias, CMLWG, 200) Colin Brown, Hume'un keskin ifadelerine karşı çıkar: "Hume, ‘Doğa, prensiplerle zaptedilemeyecek kadar güçlüdür' ifadesiyle zararsız ve dürüst izlenimini yaratmaktadır. İlk bakışta karşımıza çıkan nominal değer açısından sistem-yapıcılar ve yıkıcılar için kapsamlı doğrulamalarında ya da reddedişlerinde kendilerinden fazla emin olmamaları için faydalı bir uyarıdır. Ancak Hume'un gözlemi, aslında imalı bir iddiadır ve sadece kendi yaklaşımının geçerli olduğunu varsayar. Aslında Hume'un şüpheciliğinin her temel noktası sanılarla tesis edilmiştir." (Brown, PCF, 71) Ronald Nash şu uyarıda bulunmuştur: "Eğer bir kişi, kimsenin bir şey bilemeyeceğini iddia ederse, o kişinin bunu nereden (ya da nasıl) bildiğinden şüphe etmem çok doğaldır." (Ronald Nash, WVC, 84) G. H. Duggan, şüpheci görüşün kendi kendini çürüten doğasının bir başka noktasına parmak basar: "Şüpheci görüşe göre dış sezgiler güvenilmezdir ve bu sezgilerin bilgi için bir alet değil, başka fonksiyonları oldukları kabul edilmelidir. Eğer bir kişi dış sezgileri bir bilgi aracı olarak kabul ederse, aynı zamanda bu sezgilerin güvenilir olduklarını da kabul etmiş olur. Eğer bu harici sezgiler güvenilmez olsalardı bilgi elde etmek için bir araç olamazlardı, çünkü güvenilmez bilgi sunmuş olurlardı. Güvenilir olmayan bilgi, bilgi değildir." (Duggan, BRD, 65) Mortimer Adler şüpheci iddianın içerdiği bir başka ikilemi ortaya koyar: Doğruluğun ya da yanlışlığın varlığını reddeden aşırı şüpheci, mecburen ya bağımsız gerçekliğin varlığını reddedecektir ya da bağımsız gerçekliğin düşüncelerimizin tekabül ettiği ya da edemediği tespit edici bir karaktere sahip olduğunu reddedecektir. Bu aşırılığa kaçan şüpheci açıkça kendisi ile çelişmektedir. Bağımsız gerçekliğin varlığını ya da belirleyici karakterini reddetmesi durumunda kendi iddiası yok olucaktır; eğer iddiasının gerçek olduğunu iddia ederse, bu durumda da gerçeğin tanımını önceden varsaymak ve kabul etmek durumunda kalacaktır. (Adler, SGI, 213) Eğer bir kişi, kimsenin bir şey bilemeyeceğini iddia ederse, o kişinin bunu nereden (ya da nasıl) bildiğinden şüphe etmem çok doğaldır. - - RONALD NASH 2B. "Bütün Bilgi, Fikirler Üzerindeki Hislerden ya da Düşüncelerden Elde Edilir" İfadesi ne Hislerden ne de Düşüncelerden Elde Edilmiştir Ravi Zacharias bu konuda şunları ifade etmiştir "Hume'un savına göre, bütün ifadelerin anlamlı olmaları için ya fikirler ile ilişkili olmaları gerekir (matematiksel ya da niceliksel) ya da ifadelerin ne matematiksel ne de deneysel olarak ispatlanmış gerçekler üzerine kurulmamış, deneysel muhakemeler olması gerekir. Hume'un anlamlı bir ifade tanımı, aynı zamanda kendi ifadelerini de anlamsız kılmaktadır." (Zacharias, CMLWG, 200) Mortimer Adler bu konuda şunları gözlemlemiştir: "Hume'un ifadelerinde iki kusur vardır; birinci kusur algılarımızın ve zihinsel imajlarımızın, bilincimizin anlık objelerinin ‘fikir' olarak kabul edilmesidir; ikinci kusur ise insan zihninin, ancak duyumlarımız sonucu olarak hayal edilen ya da hislerimiz ile sezilen dışında hiçbirşeyi algılayamayan saf bir duygusal yetiye indirgenmesidir." Adler şu soruyu sormaktan kendisini alamamıştır: "Duyumlarımız ve zihinsel imajlarımız dışında soyut fikirlerimiz (kavramlar) var mıdır, yok mudur?... Hobbes, Berkeley ve Hume açıkça olmadığını ileri sürmüştür." (Adler, TPM, 38, 40) Adler, soyut bir fikri ya da "köpek" gibi bir evrensel kavramı oluşturamama durumunda yaşayacağımız ikileme işaret etmiştir. Aşağıdaki muhakeme bu konuya aydınlık getirir: Şüphecilere, iki ya da daha fazla varlık (ör: "köpek" kategorisi hem ‘Karabaş' hem de ‘kaniş' için geçerlidir) için ortak olanı mı, yoksa ortak yönlerini mi kavrayabileceğimizi sormamız gerekir. Eğer bu soruya verecekleri cevap olumsuz olursa şüpheciler bir kez daha kendi açıklamalarını çürütmüş olurlar. Şüphecilere göre cins isimlerin anlamı rahatlıkla iki ya da daha fazla varlık ya da nesne için kullanılabilir (bazı noktalarda farklı olmadıklarına dikkat edilerek) uygulanabilir. Eğer birden fazla varlığın ya da nesnenin ortak yanlarını tespit edemez, algılayamazsak, aynı ismi rahatlıkla bu varlık ya da nesne için kullanamayız. Şüphecilerin bu durumda tek alternatifi şu soruya evet cevabını vermektir: Birden fazla varlığın ortak yanlarını ya da bu varlıklar için ortak olanları anlayabilme yetisine sahip miyiz? Şüpheciler mecburen bu soruya evet derlerse bunun sebebi başka çıkış yolları olmaması ya da başka bir alternatif olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu soruya verilecek evet cevabı, şüphecilerin kendi orijinal iddialarının çürütülmesi ile eş değerdedir. (Adler, TPM, 44, 45) 3B. Radikal Ampirik (Deneysellik) Atomculuk Kendi Kendini Çürütür, Birliğe ve İlişkiye İşaret Eder Hume'un nedenselliğe olan şüpheci yaklaşımının sonucu, hiçbir olayın birbiri ile bağlantılı olmaması anlamına gelmektedir. Bu görüşe radikal ampirik (deneysel) atomculuk ("evren sayısız küçücük, bölünmez, gerçeklik taneciklerinden meydana gelir" [Geisler/Fein*berg, IP, 430]) denir. Norman Geisler şu iddiada bulunmaktadır: Hume'un radikal deneysel atomculuğuna göre bütün olaylar tamamen "bağımsız ve birbirinden ayrıdır", hatta özün, duyuların izlenim yığını olması olanaksızdır. Eğer her şey bağlantısız olsaydı, bu görüşün iddiasını dile getiren ifadede bulunmak mümkün olmazdı. Çünkü her şeyin bağlantısız olduğunu onaylayan bir ifade, aynı anda bazı birliği ve bağlantıları içermektedir. Daha da ötesi "Ben sadece kendim hakkımdaki izlenimlerimden ibaretim" ifadesini onaylamak, kendi kendini çürüten bir tutumdur, çünkü ifadenin kendisi "ben" ile "ifade de bulunan kişi" arasında bir bağlantı içerir. Bir kişi kendi içindeki birliği reddetmek için bu birliği kullanamaz. (Geisler, CA, 22-23) Ravi Zacharias aynı fikirdedir: "Hume'un hiçbir olayın birbiri ile bağlantılı olmamasına, bağımsız ve alakasız olmasına dair iddiası tamamen hatalıdır. Bu ifadenin kendisi bile bir birlik ve bağlantı içermektedir; zaten bu unsurların içerilmediği bir cümle kurmak imkânsızdır. Başka bir deyiş ile Hume'un özü kapsayan ifadesi özü reddetmektedir." (Zacharias, CMLWG, 200) 4B. Nedenselliğin Reddedilmesi Kendi Kendini Çürütür Hume'un iddiasını açıklığa kavuşturmak için: Hume asla nedensellik prensibini reddedememiştir. Hatta varlıkların sebepsiz yere var olduklarını iddia etmenin saçma olduğunu kabul etmiştir. Ancak Hume'un girişimi, nedensellik prensibinin felsefe ile tesis edilemeyeceğini gösterme yolunda gerçekleşmiştir. Eğer nedensel prensibi fikirlerin analitik ilişkisi değil, işin aslı şeklinde alışkanlığın bağlamı üzerine tesis edilmiş bir inanç olsa idi, ne bir zorunluluk içerirdi ne de felsefe açısından bir onaylanmaya ihtiyaç duyardı. Daha önceki bölümlerde içeriğe sahip ifadelerin bu iki sınıfa bölünmesinin kendi kendisini çürüten bir eylem olduğunu görmüştük. Nedensellik prensibi hem bir zorunluluktur hem de içeriğe sahip bir prensiptir. Aslında nedenselliğin reddedilmesi, bazı nedensellikleri mecburen içeren bir tutumdur. Reddetme için gerekli olan bir neden ya da sebep olmadan reddediş gerçekleşemez. Eğer reddetme için gerekli olan bir neden ya da sebep mevcut ise, bu durumda da reddediş kendi kendini çürütür, çünkü bu reddetme olayında, zorunlu nedensel bağlantıların varlığının reddedilmesi için zorunlu nedensel bir bağlantı kurulmaktadır. (Geisler, CA, 24-25) Nedensellik prensibinin mantık alanı ile sınırlanması da aynı şekilde kendi kendini çürütür: Bazı tenkitçiler nedensellik prensibinin gerçekliğe uygulanamayacağını, sadece mantık alanı içerisinde yer alabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu da kendi kendini çürüten bir görüştür. Bir kişinin tutarlı olarak düşünce kanunlarının gerçeklik ile bağlantı kurularak onaylanamayacağını onaylaması mümkün değildir. Gerçekliğin düşünülemez olduğunu düşünmek bir tutarsızlıktır. Nedensellik prensibi muhakemenin temel prensibi olduğu için gerçeğe uygulanabilir olmaya mecburdur. Aksi takdirde, bir kişi, gerçeklik hakkında bilinenlerin aslında bilinemeyeceğini savunan, kendi kendini çürüten bir tutum içerisinde bulur (Geisler, BECA, 122) C. S. Lewis konuyu şöyle özetlemiştir: "Evrendeki her şeyi açıklayan ancak düşünmemizin geçerli olduğuna inanmamızı imkânsız hale getiren bir teori salt bir biçimde geçersizdir. İlk olarak bu teorinin kendisi düşünme süreci ile elde edilmiştir, eğer düşünme geçersiz bir eylem ise bu durumda bu teori de geçersizdir. Bu tutum kendi kaynaklarını yok eden, inkâr eden bir yaklaşımdır. Bütün argümanların geçersiz olduğunu ispatlayan bir argüman -hiç bir şeyin ispatı olamayacağının ispatıdır- ki bu da mantık dışı bir görüştür." (Lewis, M, 14-15) Paul Carus, rasyonel ve varlıkbilimsel (ontoloji) arasındaki bağlantıyı ortaya koymuştur: "Her ne kadar Hume reddetse de, bizlerin nedensellik prensibine olan inancımız nihai olarak mantığa dayanan özdeşlik prensibi (A=A) üzerine kurulmuştur. Özdeşlik prensibinin, bir tür önerge durumudur." (Carus, EKP, Kant, PFM, 201) James B. Sullivan neden kanısı ile nedensellik prensibi arasında bir ayrım olduğunu ortaya koyar: "Neden kanısı, bir objenin formalitesi ile diğerlerinin entelektüel karşılaştırılmasından ve bir objenin eylemleri ile diğerlerini etkilediğinin ya da oluşturduğunun tüme varım ile keşfedilmesinden elde edilmiştir. Nedensellik prensibi ise tecrübelerden tüme varım ile tespit edilmemiş, ele alınan varlığın kanısının analizi ile elde edilmiştir." (Sullivan, EFPTB, 124) Evrendeki her şeyi açıklayan ancak düşünmemizin geçerli olduğuna inanmamızı imkânsız haline getiren bir teori salt bir biçimde geçersizdir. İlk olarak bu teorinin kendisi düşünme süreci ile elde edilmiştir, eğer düşünme geçersiz bir eylem ise bu durumda bu teoride geçersizdir. Bu tutum kendi kaynaklarını yok eden, inkâr eden bir yaklaşımdır. Bütün argümanların geçersiz olduğunu ispatlayan bir argüman -hiç bir şeyin ispatı olamayacağının ispatıdır- ki bu da mantık dışı bir görüştür. - - C. S. LEWIS 5B. Sonuç "Şüphecilik her ne kadar epistemolojik açıdan savunulamaz da olsa değersiz olarak görülmemelidir. Şüphecilik epistemologistin eğerindeki bir iğne gibidir; bilgi ile ilgili her türlü iddianın yeterli delile dayandırılmasını ve tutarsızlık ya da saçmalıktan uzak olmasını talep eder." (Geisler, IP, 100) 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.