Jump to content

Güneş Sistemimizin Oluşumu


nevermore

Önerilen Mesajlar

Araş. Gör. Selçuk Bilir

Yard. Doç. Dr. Yüksel Karataş

İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü

Kaynak: Popüler Bilim (2001) 92, 38-43

Yıldızlararası ortama ait bir kısım parçalar güneş sisteminin içerisinden geçmektedir. Atomik parçalardan ve az miktarda tozdan oluşan bu galaktik ziyaretçiler, gezegenlerarası ortamda dolaşabilecekleri gibi güneş sistemindeki büyük cisimler ile de çarpışabilir. Her bir parçacık mikroskobik ölçülerde olmasına rağmen, güneş sistemindeki toplam kütleleri inanılamayacak kadar büyüktür. Gerçekten, helyosferdeki gazın yaklaşık %98 lik kısmı -güneş rüzgârının doldurduğu uzay hacmi- yıldızlararası maddeden ibarettir. Bu parçacıklar bir gezegenin çevresi ile nasıl etkileşir? Gezegenin atmosferine önemli etkileri var mıdır? Şimdilik bu soruların cevaplarını kimse bilememektedir

Bu soruların cevapları ancak, güneşin galaksi çevresindeki yıldızlararası ortamın daha iyi anlaşılması ile verilebilir. Astronomlar yıldızlararası maddenin filament, düğüm, ilmik ve kabuklara benzeyen gaz ve toz bulutları içinde oluştuğunu keşfetmişlerdir. Uzayın çok küçük bir parçasında, birkaç bin ışık yılı genişliğindeki yıldızlararası maddede büyük bir sıcaklık ve yoğunluk farklılığı gözlenir. Astronomlar geçen on yıl içerisinde yıldızlararası ortamın fiziğini ve yapısal doğasını yeni yeni anlayabilmişlerdir. Bununla birlikte, astronomların güneşin 5 milyar yıllık ömrü boyunca geniş bir galaktik çevre ile etkileştiğine dair ellerinde deliller vardır.

Güneş sistemi değişen galaktik ortama karşı nasıl bir tepki verir? Cevabın bir parçası, güneşten kaynaklanan rüzgârda aranmalıdır. Güneş rüzgârı, güneşin yüzeyinde meydana gelen patlamalar sonucu gezegenlerarası ortama saçılan yüklü, iyonize olmuş parçacıkların bir bileşimidir. Burada, astrofizikçilerin son zamanlarda güneşin galaktik çevresi ve bu çevrenin güneş sistemi ile etkileşimi hakkında elde ettikleri bilgilerden bahsedilecektir.

Güneş Civarı

Burada güneş civarının Samanyolu galaksisinde hareketsiz olduğu düşüncesi varsayılacaktır: Milyarlarca yıl önce meydana gelen süpernova patlamaları yıldızlararası ortamı harekete geçirdiğinde, yıldızlararası bulutlar oluşmuş ve dağılıma uğramıştır. Yeni yıldızların doğduğu molekül bulutlarında, yıldız oluşumu boyunca kuvvetli yıldız rüzgârları oluşmuş ve molekül bulutlarının içerilerinde boşluklar meydana gelmiştir. Bu boşluklarda birbiri ardı sıra meydana gelen süpernova patlamalarının sonucu oluşan şokun, civardaki maddeye çarparak sürüklemesi " süperkabuk" adı verilen yapıların oluşmasına neden olmuştur. Süperkabuk içinde bulunan madde zaman içinde molekül bulutundan ayrılarak uzayın düşük yoğunluklu bölgelerine doğru yayılmıştır. Bu bulutlar içerisindeki atomlar yıldızların ışınımından ve atomların birbirleriyle çarpışmalarından dolayı kısmen iyonize olmuşlardır. Bazı süperkabuklar manyetik alandan dolayı " iplikimsi " bir yapıda bulunabilir ve çevrelerindeki iyonları kendi üzerilerine çekebilirler. Bugünkü gözlem ve teorik bilgiler dahilinde yıldız oluşum bölgelerinde bu tip olaylar meydana gelmektedir.

Güneşimiz de hareket eder. Çoğu yakın yıldızın ortalama hareketine göre güneş, yaklaşık olarak saniyede 16.5 km bir hızla, veya başka bir deyişle, 50 ışık yılı mesafeyi bir milyon yılda kat eder. Güneşin yörüngesi galaksi düzlemine göre 25 derece eğiktir. Güneş yaklaşık 230 ışık yılı bir genlikle her 33 milyon yılda bir, galaksi düzlemi içinden geçerek salınım yapar. Güneşin yerel yıldız çevresine göre hareketiyle, galaksi merkezi etrafındaki hareketini birbiriyle karıştırmamak gerekir. Çünkü güneş te dahil tüm güneş civarı galaksi çevresinde bir turunu 250 milyon yılda tamamlar.

Yerel Yıldızlararası Bulut (YYB) olarak bilinen ve Güneş sistemini çevreleyen ortam, ılık ve kısmen iyonize olmuştur. YYB yi oluşturan madde, gaz ve tozdan oluşmuş olup tozun YYB ye kütlesel katkısı yaklaşık %1 tir. Yıldızlararası bulutların temel bileşimi güneşinkine çok benzer; bu bileşimin yaklaşık %90 hidrojen ve %9.99 da helyumdan ibarettir. Ağır elementlerin bu bulutlara katkısı %0.01 tir.

Yakın galaktik çevrede bulunan yıldızlararası gazın dağılımındaki büyük bir boşluk Yerel Kabarcık(Local Bubble) olarak bilinir ve güneş bu kabarcığın kenarında bulunur. Yerel Kabarcığın iç kısmı şimdiye kadar keşfedilmiş en düşük yoğunluklu ortamdır. En iyi laboratuvarda bile oluşturulan boşluk, tipik bir yıldızlararası buluttan 10,000 kere daha yoğunken, Yerel Kabarcık söz konusu olduğunda bu oran 100,000 katına ulaşır. Yerel Kabarcık tamamiyle boş olmayıp (santimetre küpte 0.001 atom bulunur), sıcaklığı da yaklaşık 1 milyon derece kelvindir (o K). Yerel Kabarcığı güneş sisteminin çevresinde bulunan yıldızlararası ortamla karşılaştırıldığında, güneş civarındaki yıldızlararası maddenin daha ılık (7,000 oK) ve daha yoğun (santimetre küpte 0.3 atom) olduğu görülür.

Yerel Kabarcık, yıldız oluşum bölgesi olarak bilinen Gould Kuşağı ve bu bölgede bulunan genç yıldızlarla beraber bulunur. Gould Kuşağı galaksi düzlemine yaklaşık 20 derece eğimli, Orion ile Scorpius takımyıldızları arasında bulunan çok parlak yıldızların oluşturduğu bir bant olup, Kuşağının kuzey kutbu, Lockman Deliği'ne yakındır. Lockman deliği, güneş ile galaksi dışı uzay arasında neredeyse yıldızlararası gaz ve tozun bulunmadığı bir gökyüzü bölgesidir. Yıldız oluşumları Yerel Kabarcığın sınırlarında meydana gelir. Güneşe en yakın yıldız oluşum bölgesi Scorpius-Centaurus topluluğu olup güneşten 400 ışık yılı uzaklıkta bulunur. Yıldız oluşumu gösteren molekül bulutları Yerel Yıldızlararası Buluttan hem daha soğuk (100 oK) hem de daha yoğundur (santimetreküpte 1,000 atom).

Güneşin galaksi içindeki hareketi geçen birkaç milyon yıl içerisinde düşük yoğunluklu yıldızlararası ortama sahip Gould Kuşağı içinde yolculuk ettiğini göstermektedir. Güneşin bu yolculuğu süresince büyük yoğunluklu bir yıldızlararası ortam ile karşılaşmış olması pek muhtemel değildir. Güneş sistemi Yerel Kabarcıktan itibaren bir süreçte oluşmuş olmasına rağmen, güneşin yörüngesi en azından birkaç milyon yıl boyunca büyük kütleli bir bulut ile etkileşmeyeceğini göstermektedir. Dünyanın iklimi açısından böyle bir etkileşmenin sonuçları belirsizdir. Bununla birlikte, güneşin yıldızlararası maddeden yoksun bir uzay bölgesinde hareket ederken Homo Sapienslerin ortaya çıkmasının bir tesadüf olup olmadığı da merak konusudur.

Güneşin içinde bulunduğu 100 ışık yılı büyüklüğündeki bölgede büyük kütleli bulutların bulunmamasına rağmen, yerel galaktik çevrenin çok kısa zaman ölçeklerinde değişebileceği mümkün görülüyor. Yerel Kabarcığın düşük yoğunluğu, süpernova patlamalarında oluşan süperkabarcığın ve şok dalgalarının boşluk içinde kolayca ilerlemesine ve hatta güneşin bile böyle ortamlar içerisinden geçebilmesine olanak vermektedir. Gerçekten, geçen 250,000 yıl içinde güneş Scorpius - Centaurus topluluğundaki yıldız oluşum bölgesinden atılan maddenin içerisine girmiştir. Yıldızlararası ortamın geçen 2,000 yıl içinde değişmiş olabileceğini dair bazı şüpheler vardır. Ama bu belirsizdir. Çünkü astronomlar yerel yıldızlararası bulut yapılarını halen tam anlayamamışlardır. Güneş sistemini kuşatan bulut Scorpius - Centaurus topluluğundan dışarıya akan maddeden oluşur. Yakın yıldızların ortalama hareketine göre bir kişinin bakış açısı sabit kabul edildiğinde, güneşin Yerel Yıldızlararası Buluta göre hareketi hemen hemen dik olur. Bir başka ifadeyle, güneş civarındaki yıldızlararası yapı güneşin hareketine göre dik ve güneş sisteminin içinden geçer. Bu iki hareketin sonucu olarak, galaksi merkezine yaklaşık 15 derece eğiminde ve tutulum (ekliptik) düzlemine çok yakın bir doğrultuda saniyede yaklaşık 26 km'lik hızla güneşe doğru akan bir yıldızlararası madde gözlenir. Güneşe doğru akan bu madde Yerel Yıldızlararası Rüzgâr olarak bilinir (Şekil 1).

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image003.gif

Şekil 1. Güneşin (sarı ok) Yerel Yıldızlararası Bulutlara (mor ok) doğru hareketi sonucu oluşan Yerel Yıldızlararası Rüzgâr (beyaz ok), tutulum düzlemi üzerinden güneş sistemi içine saniyede 26 km lik bir hızla girmektedir.

Yerel Kabarcığın ve Yerel Yıldızlararası Bulutun kökeni bugüne kadar açıklığa kavuşturulamamıştır. Bazı astronomlar, Scorpius, Centaurus, Orion takımyıldızlarında ve Gum bulutsusunda olduğu gibi art arta gelen yıldız oluşumlarının neden olduğu şok dalgalarının, galaksinin spiral kolları arasındaki uzayı boşalttığına inanmaktadırlar. Diğer astronomlar Scorpius - Centaurus topluluğunda oluşan bir süpernova patlamasının bugünkü Yerel Kabarcığı oluşturduğunu düşünmektedirler. Yerel Yıldızlararası Bulutun ise ya yıldız oluşumunun neden olduğu rüzgârlardan itilen madde ile ya da bir süpernova patlamasının neden olduğu süperkabuktan oluştuğu düşünülmektedir (Şekil 2).

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image004.gif

Şekil 2. Güneşin de içinde bulunduğu 1,500 ışık yılı büyüklüğündeki galaktik ortamda farklı yoğunluk ve sıcaklıkta bulunan gaz bulutları vardır. Güneş, birkaç milyon yıldır çok düşük yoğunluklu sıcak bir bölge olarak bilinen Yerel Kabarcık (siyah) içerisinde yolculuğuna devam etmektedir. Yerel Kabarcık Scorpius - Centaurus yıldız oluşum bölgesinden gelen kısmen iyonize (mor) olmuş madde ile çevrilidir. Aquila Yarığı gibi soğuk ve yoğun moleküller bulutlar (turuncu) yeni yıldızların oluşacağı yerlerdir. İyonize hidrojenden oluşan Gum Bulutsusu (yeşil) 11,000 yıl önce patlayan Vela süpernova kalıntısını (pembe) içinde barındırır.

Helyosfer

Yerel Yıldızlararası Rüzgâr güneş sistemi içinde eserken, güneş rüzgârı da yerel yıldızlararası rüzgârın içinden geçer. Güneş rüzgârı, yüksek hızla güneşten dışarı doğru akan proton, helyum çekirdeği ve elektronlardan oluşan sıcak bir plazmadır. Rüzgârın kaynağı koronadır. Güneşin en dış katmanını oluşturan korona, güneş tutulmasında gözlenebilen ve sıcaklığı milyon dereceye varan bir bileşendir. Güneş rüzgârının, güneşin kendi ekseni etrafındaki dönüşünden kaynaklan bir manyetik alanı vardır. Güneşin koronal deliklerinden ses üstü (süpersonik) hızlarla yayılan güneş rüzgârı, Plüton gezegeninin ötesine kadar uzanarak yüklü yıldızlararası gaz ile etkileşir.

Dış güneş sistemi içinde etkisini yitirmeye başlayan güneş rüzgârının yoğunluğu azalır. 1 Astronomik Birim (A.B.) uzaklıkta (Dünya güneş uzaklığı - 150 milyon km) tipik bir güneş rüzgârının santimetreküpte yaklaşık 5 parçacıktan ibaret bir yoğunluğu olup, hızı yaklaşık 400 km/sn tir. Güneş rüzgârı 80 ile 100 A.B. uzaklıkta ses üstü hızından ses altı (subsonik) hızına geçerken, güneşten 130 ile 150 A.B. uzaklıkta yıldızlararası iyonların etkileşmesiyle durgunlaşmaya başlar. Güneş rüzgârının ses üstü hızından ses altı hızına geçtiği bölge sonlandırma şoku (termination shock), durgunlaştığı bölge heliopause ve güneş rüzgârının durduğu yer ise helyosferin sınırı olarak bilinir.

Bilim adamları tarafından oluşturulan modeller helyosferin su damlası şeklinde olduğunu göstermektedir. Helyosferin boyutları oldukça büyük olup güneş rüzgârının yüklü yıldızlararası gaz ile etkileşimi sonucu belirlenebilir. Yıldızlararası ortamın yaklaşık %30 u iyonize -çoğu proton ve elektron- olmasına karşın, bu yüklü parçacıklar güneş rüzgârında bulunan manyetik alan içerisinden geçmezler (çünkü Lorentz kuvveti bu yüklü parçacıkları manyetik alana bağlar). Bundan dolayı, yıldızlararası plazma helyosferin sınırında hem sıkıştırılır hem de saptırılır. Bununla birlikte, yüksüz hidrojen atomları yıldızlararası protonlar ile elektron alış verişinde bulunduğundan, yüksüz yıldızlararası hidrojenin küçük bir kısmı da helyosferin sınırında sıkıştırılıp ve saptırılır. Yüksüz hidrojen atomlarının oluşturduğu gözlenebilir bu durum hidrojen duvarı olarak bilinir.

Helyosferin dışında bulunan başka bir fenomen ise yay şok (bow shock) olarak bilinen Yerel Yıldızlararası Bulutların içinden ses hızından daha yüksek hızlar ile hareket eden (süpersonik) maddenin ürettiği etkidir. Buluttaki ses hızı saniyede 9.6 km ve güneşin de bulutlara göre göreceli hızı saniyede 26 km olduğundan helyosferdeki yay şoku 2.5 Mach (Mach = ses hızı) tır. Bununla birlikte, Yerel Yıldızlararası Bulutları içinde bir yay şokunu meydana getirebilecek 3 - 4 mikro gaussluk çok zayıf bir manyetik alan vardır (Şekil 3).

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image005.jpg

Şekil 3. Güneşin koronal deliklerinden çıkan güneş rüzgârı, yıldızlararası ortamdan güneş sistemine doğru akan madde ile etkileşir. İyonlaşmış gazlardan oluşan güneş rüzgârı sonlandırma şoku denen bölgede ses altı hızı ile ilerlerken, helyosferin sınırını ifade eden helyosfer durma noktasında (heliopause) hızını yitirerek tamamiyle durgunlaşır. Yıldızlararası rüzgârda çoğu hidrojen iyonundan oluşan yüklü parçacıklar (beyaz çizgi) helyosferin kenarlarında saptırılmalarına karşı, yüksüz hidrojen ve helyum atomları (pembe ok) helyosferin içerisine girebilir. 11 yıllık güneş aktivitesi güneş rüzgârının etkilediğinden, yıldızlararası ortamın homojen bir yapısı yoktur. Şekil üzerindeki renkler Kelvin cinsinden sıcaklıkları gösterir.

Helyosfer içindeki Madde

Yıldızlararası ortamdaki iyonlar helyosfer çevresinde sapma göstermelerine karşın, yüksüz yıldızlararası atomların büyük bir bölümü (çoğu hidrojen ve helyum olmak üzere) güneş sisteminin içerisine girebilmektedir. Helyosferdeki yaygın gazın yaklaşık %98 i (gezegen ve gezegen sistemleri ile kuyruklu yıldızlar hariç) yıldızlararası maddeyi oluşturur. Yıldızlararası ortamdan güneş sistemine akan madde yoğunluğu ile güneş rüzgârının yoğunluğu Jüpiter gezegenin yörüngesi civarında dengeye ulaşır.

Güneş sistemi içindeki ilk yıldızlararası maddenin keşfi 1960 larda bir uzay aracı ile yerkoronasını -bir gezegen atmosferinin en dışta bulunan ve yüksüz hidrojen atomlarından oluşan tabakası- incelenirken bulunmuştur. Uzay aracı dünyanın yerkoronası üzerinde Lyman-alfa morötesi radyasyonunu zayıf bir floerason parlaklığında gözlemiştir. Bir Lyman-alfa fotonu, yüksüz hidrojen atomundaki bir elektronun birinci enerji seviyesinden temel enerji seviyesine geçtiğinde yayınladığı enerji olarak bilinir. Yıldızlararası uzayda hidrojen atomlarının elektronları temel seviyede bulunduklarından oldukça soğukturlar. Bununla birlikte, yüksüz yıldızlararası atomlar güneş sisteminin içine doğru ve özellikle güneşe doğru hareket ettikçe, güneşten gelen radyasyonun etkisinden dolayı elektronlar ilk uyarılma enerji seviyesine çıkarlar. Bir elektron bu enerji seviyedeki duruş süresi tamamlandığında, temel enerji seviyesine geri dönerek bir Lyman-alfa fotonu yayınlar. Bu işlev gezegenler arasında gözlenen zayıf morötesi ışınımın kaynağıdır. Işınımın daha yeni bir gözlemsel kanıtı, SOHO uydusu üzerinde bulunan TRACE aletinin gezegenlerarası Lyman-alfa şiddet haritasının oluşturulmasıyla elde edilmiştir.

1960 larda yapılan bu keşiften beri, yıldızlararası maddenin birçok kanıtı güneş sistemi içinde elde edilmiştir. Astronomlar yıldızlararası ortamın güneşten birkaç A.B. içinde iyonize olduğunu bilmektedirler. İyonizasyonun bir kısmı güneş radyasyonunun foto-iyonizasyonundan, bir kısmı da güneş rüzgârının yük değişiminden kaynaklanmaktadır. Diğer yandan, helyum atomları güneş fotonları tarafından iyonize edilmeden önce güneşe 1 A.B. uzaklığına kadar yaklaşabilirler. Bazı yüksüz helyum atomları güneşin iyonizasyonundan kaçabilmelerine karşın, güneşin çekim alanına girerek güneş etrafında konik bir yapı içerisinde toplanır. Dünya her kasım ayının sonunda bu koninin içerisinden geçer (Şekil 4). Yıldızlararası atomlar iyonize olduğundan, güneş rüzgârı plazması bu atomları toplayarak helyosferin sonlandırma şokuna iter. Yakalanan iyonlar, güneş rüzgârı ile yıldızlararası ortamın yüksüz atomlarının birbirleriyle etkileşmesi sonucunda üretildiğinden ölçümleri yıldızlararası ortamın kompozisyonu hakkındaki ip uçlarını verir. Toplanan helyum iyonları ilk kez Eberhard Möbius liderliğindeki bir grup tarafından dünya yakınlarında keşfedilmiştir. Daha yeni keşifler, iç güneş sisteminde bulunan Ulysses uzay aracındaki SWICS aygıtı kullanılarak gerçekleştirilmiştir. SWICS aygıtı toplanan iyon popülasyonunun içinde nitrojen, neon, oksijen, helyum ve neon izotoplarını tespit etmiştir. Bu elementlerin her biri yıldızlararası gazda kısmen yüksüz halde bulunduğundan helyosfere kolaylıkla girebilir. Yakındaki yıldızlararası gazın iyon bolluğu ile toplanan iyon bolluklarının karşılaştırılmasından, güneş sistemi içinde bulunan yıldızlararası gazın orijinal iyonizasyon seviyeleri hakkında ip uçları elde edilebilir.

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image006.gif

Şekil 4. Helyosfere giren yıldızlararası helyum atomları (pembe ok) güneşin çekim kuvvetinden dolayı konik bir yapı içinde toplanır. Yüksüz yıldızlararası parçacıkların yaklaşık %10 u helyum atomudur. Dünya her yıl kasım ayının son günlerinde helyum atomların oluşturduğu koniğin içinden geçmektedir.

Toplanan iyonlar sonlandırma şokuna ulaştıklarında, kozmik ışın enerjilerine ivmelenerek anormal kozmik ışın popülasyonu olarak bilinen bir bileşeni oluştururlar. Bu anormal popülasyonun galaktik kozmik ışın spektrumunun düşük enerji bölgesinde oluştuğu görülür. Bu parçacıkların "anormal" olarak isimlendirilmelerinin nedeni, enerjilerinin helyosfere girecek kadar büyük olmamasındadır. Bu da onların güneş sistemi içinde oluştuğunu gösterir. Helyosferden geri dönen anormal kozmik ışınlar iç güneş sistemine doğru ilerler. Bu esnada bazı kozmik ışınlar dünyanın manyetosferi tarafından yakalanabilir. Başka bir ifade ile, bu parçacıklar helyosfer içinde ileri geri hareketlerde bulunurlar: Parçacıklar güneş sistemi içerisine yıldızlararası nötral atomlar olarak taşınır. Toplanmış iyonlar sonlandırma şokunun ötesine atılır ve iç güneş sistemi içersine anormal kozmik ışınlar olarak geri dönerler (Şekil 5) !

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image007.gif

Şekil 5. Helyosferin ve yakın yıldızlararası ortamın kesiti.

Atomik parçalar dış uzaydan güneş sistemi içine gelen yegâne ziyaretçiler değillerdir. Eberhard Gruen liderliğindeki bir grup Ulysses ve Galiloe uydularında bulunan toz dedektörleriyle 0.2 - 6 mikrometre boyutlarında "büyük" toz tanelerini helyosfer içinde keşfetmişlerdir. Bu toz tanecikleri Yerel Yıldızlararası Rüzgârın doğrultusunda ve hızında hareket etmektedir. Büyük toz taneciklerinin güneş aktivite çeviriminden ve güneş rüzgârından etkilenmeyen yörüngelerinin olmasıyla beraber, yıldızlararası helyum atomlarının güneş çevresinde oluşturdukları koniğe benzer bir yapılaşmaları da vardır. Dünya her kasım ayının sonlarında toz parçacıklarının oluşturduğu koniğin içinden geçmektedir (Şekil 6). Orta boyutlardaki toz parçacıkları güneş rüzgârının -güneş çeviriminin 11 yıllık evresinde- manyetik polaritedeki değişiminden dolayı hem tutulum düzleminde hem de bu düzlemin dışında bulunabilmektedir.

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image008.gif

Şekil 6. Yıldızlararası ortamdan güneş sisteminin içerisine girmekte olan toz parçacıkları değişik boyutlarda olabilmektedir-ler (çok küçük toz parçacıkları helyosfere giremez). Yaklaşık 1.4 mikrometre (üstte) büyüklüğündeki toz tanecikleri, helyum atomlarının güneş çevresinde oluşturdukları koniğe benzer bir yapılaşması vardır. Dünya, her yıl kasım ayının son günleri ile aralık ayının ilk günleri arasında toz parçacıklarının oluşturduğu yapının içerisinden geçmektedir.

Değişen Galaktik Çevre

Güneşin içinden geçen yıldızlararası bulutun homojen bir yapı gösterip göstermediği bilinmemektedir. Yerel Yıldızlararası Bulutlar çok uzaklarda görülen yıldızlararası bulutlara göre hem daha küçük (100 ile 10,000 A.B. genişliğinde), hem de içerdikleri madde açısından daha yoğundurlar (santimetre küpte 1,000 parçadan fazla). Güneş sistemi böyle yoğun bir yıldızlararası bulutun içerisinden geçmiş olsaydı, helyosferin boyutları çarpıcı oranlarda değişirdi.

Gary Zank ve Priscilla Frisch helyosferin yoğun bir yıldızlararası bulut ile karşılaştığı zaman helyosferde meydana gelecek değişimleri modellemişlerdir. Modellere göre; Yerel Yıldızlararası Bulutların yoğunluğu her santimetre küpte 10 parçacık artsaydı, helyosfer yaklaşık 15 A.B. boyutlarına gerileyip, heliopause da kararsız bir yapıda bulunurdu. Bununla beraber, güneşten 1 A.B. uzaklıktaki yıldızlararası hidrojen atomlarının yoğunluğu yaklaşık her santimetre küpte 2 atom artar ve dünyanın gezegenlerarası ortamı çarpıcı bir şekilde değişirdi. Santimetre küpte 1,000 atomun bulunduğu ortamı canlandıran bir model ise helyosferin ancak güneşten birkaç A.B. uzaklığına kadar etkin olabileceğini gösteriyor. Bu modele göre; Satürn, Uranüs, Neptün ve Plüton gibi gezegenlerin (güneşten 9 A.B. uzaklıkta bulunan gezegenler) güneşten aldıkları ışınımın tamamiyle sıfıra ineceği ve dünyadan görülemeyeceği anlaşılıyor. Bununla beraber, güneş rüzgârının etkinliğinin 2 A.B. ile sınırlı kalacağı görülüyor. Bu simülasyonlar yerel galaktik çevrede meydana gelecek değişimlerde güneş rüzgârının iç gezegen sistemlerini koruyacağını gösteriyor (Şekil 7).

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image009.jpg

Şekil 7. Helyosferin yoğun yıldızlararası bulutlar (10 atom cm3) ile karşılaştığı zaman dengede olamayacağını görülüyor. Güneş, yaklaşık santimetre küpte 0.3 atomluk ortalama yoğunluğu bulunan bir yıldızlararası bulut içinde gömülüdür. Simülasyonlar, helyosferlerin yoğun bir yıldızlararası ortamla karşılaşması durumunda dış güneş sisteminde bulunan gezegenleri etkileyeceğini ve gezegenlerarası ortamın da değişeceğini gösteriyor. Helyosferin santimetre küpte 1,000 atomdan daha büyük yoğunluğu olan bulutlar ile karşılaşmasını canlandıran bir simülasyon, iç gezegen sistemlerinin atmosferlerinde büyük değişiklere neden olacağını gösteriyor.

Geçmişte güneşin galaktik çevresinde değişimler olmuştur. Gerçekten, dünya üzerinde bazı deliller yerel galaktik çevrenin kararlı olmadığını gösteriyor. Antarktika'daki buz koru örneklerinden biri günümüzden 60,000 yıl, diğeri 33,000 yıl önce meydana gelen iki olayda berilyum 10 izotop (yarı ömrü 1.5 milyon yıl) konsantrasyonunda bir artış görülmüştür. Berilyumdaki bu ani artış hangi olaydan kaynaklanabilir? Bir teoriye göre, gezegenin yüzeyinde bulunan radyoaktif berilyumun ani bir şekilde çoğalmasının nedeni dünya atmosferi üzerindeki kozmik ışınların artmış olacağı yönündedir.

Dünya çevresinde kozmik-ışınların artmasını açıklayan bir mekanizma bilim adamları tarafından önerilmiştir: Bir süpernova şokunun Yerel Yıldızlararası Bulut için küçük ama yoğun bir parça ile karşılaşması bu tip kozmik-ışınları üretebilir. 30 ışık yılı içinde bulunan yıldızlararası toz parçacıklarının 100 ile 200 km/sn lik hızlarla hareket eden şok dalgalarıyla yok edildiğini gösteren deliller mevcuttur. Bu da süpernova senaryosunu destekler (Şekil 8). Fakat berilyumdaki ani artışın nedeni belli değildir.

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image010.jpg

Şekil 8. 11,000 yıl önce meydana gelen Vela süpernovası iyonize olmuş sıcak bir kabuk ile yıldızlararası ortamda hızlı bir şekilde yayılmaktadır. Gelecek birkaç milyon yıl içinde yapı soğuyarak yavaşlayacak ve kabuk içindeki elektronlar ve protonlar birleşerek yüksüz hidrojen atomlarına dönüşecektir. Vela süpernova kalıntısının bu fotoğrafı Anglo - Avusturalya gözlemevinden alınmıştır.

Daha yaşlı süpernova olaylarını gösteren deliller de vardır: Deniz tabanında biriken demir-60, yaklaşık 5 milyon yıl önce güneşten 90 ışık yılı uzaklıkta meydana gelen bir süpernova patlamasının delilli olarak yorumlanmıştır. Süpernova patlamasında oluşan demir-60, 1.5 milyon yıl yarılanma ömrü olan radyoaktif bir izotoptur. Dünyanın yeraltı katmanlarında bulunan demir-60 izotopu yakın uzayda bulunan elementlerin nükleosentez geçirip, önce dünya atmosferine oradan da yeraltı katmanlarına saplanması sonucu oluşmuştur.

Gezegenler, güneşin galaktik çevresinde geçmişte meydana gelen kayıtları içermelerine rağmen, güneşin gelecekte karşılaşacağı olaylar ancak, bilim adamlarının güneşin galaktik çevresinde yapacakları gözlemler sonucu oluşturacakları haritalardan itibaren anlaşılabilir. Gerçekten, mor-ötesi absorbsiyon çizgilerinin incelenmesi, güneş ile Alfa Centauri (4 ışık yılı uzaklıkta bulunan güneşe en yakın yıldız) yıldızı arasında iki tane bulutun bulunduğunu gösteriyor. Bu bulutlardan biri, Yerel Bulut kompleksi içinde gömülü küçük, yoğun bir yapıda olabilir mi? Bu sorunun cevabı tam olarak bilinmiyor, çünkü yerel yıldızlararası ortamın hız yapısı hakkında yeterli bilgi yoktur. Eğer böyle bir bulut varsa gelecek 3,000 yıl içinde güneş bu bulutun içerisinden geçecektir (Şekil 9).

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image011.jpg

Şekil 9. Güneşin de içinde bulunduğu 10 ışık yılı içerisindeki yakın yıldızlararası ortam, Scorpius - Centaurus topluluğundan dışarı doğru akan ve Yerel Yıldızlararası Bulutu (mor) oluşturan madde ile çevrilidir. Kabuğun bu parçası (mor ok) uzayda güneşin hareketine dik doğrultuda ve onun yörüngesi (sarı ok) ile kesişecek şekilde hareket etmektedir.

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yıldızlararası Uzay Aracı

Güneşin galaktik çevresinin anlaşılmasında kullanılan iki yöntem vardır: Dünya tabanlı teleskopların kullanılması ve dünya yakınında dolaşan uzay araçları. Bununla birlikte, yerel galaktik çevrenin keşfi için en iyi yol bir "Yıldızlararası Uzay Aracının" hazırlanmasıdır. Bu tip çalışmalar şimdi Kaliforniya'da Pasedena Jet Propulsion Laboratuvarında "Yıldızlararası Uzay Aracı" adında bir proje ile yürütülmektedir. Yıldızlararası uzay aracı kullanımı bir yıldızın (güneşin) çevresiyle olan ilişkisini incelemek için önemli bir yöntemdir. Güneş sistemi etrafındaki yıldızlararası bulutun fiziksel özellikleri hakkında bilgi toplanmasıyla, yıldızlararası uzaydaki gaz ve tozun ilk ölçümleri elde edilmiş olacaktır.

Uzay araçlarını yıldızlararası ortama yollayarak ortam hakkında detaylı verilere ulaşmak pahalı bir uğraş olarak görünmesine rağmen çok gereklidir. Teleskoplar ile yıldızlararası gaz gözlendiğinde birkaç ışık yılı boyutlarındaki bulutlar hakkında bilgi sahibi olunurken, buluta ait bir parça hakkında detaylı bir bilgiye ulaşılamaz. Diğer yandan, güneş sisteminde içindeki yıldızlararası maddenin gözlemleri helyosfere giren madde hakkında bilgi verir. Dünya üzerindeki teleskoplar ile güneş sistemi içindeki yıldızlararası maddenin gözlemi her zaman anlamlı değildir, çünkü teleskoptan elde edilen veri aynı bir bulut parçasından gelmez. Güneş sistemi içindeki maddeyi besleyen yıldızlararası bulutun fiziksel özelliklerini tamamiyle anlamak için yıldızlararası uzay aracına yerleştirilecek aletler ile bulutun direkt ölçümlerinin yapılması gerekir.

Yıldızlararası Uzay Aracı, yıldızlararası ortamın doğasını, yıldızlararası ortam ile güneş rüzgârı arasındaki etkileşmeyi keşfedebilmek için Jet Propulsion Laboratuvarında tasarlanmaktadır. Bu yıldızlararası araç ile güneşin çevresindeki bulutun kimyasal yapısı, iyonizasyon seviyesi, manyetik şiddeti ve diğer fiziksel özellikleri hakkında detaylı bilgi elde edilecektir. Bu verilerin toplanmasıyla helyosfer içerisinde güneş rüzgârı ile yıldızlararası gaz ve tozun nasıl etkileştiği ve yıldızlararası ortamın helyosferi nasıl etkileyeceği anlaşılacaktır.

Böyle bir görevden sağlanacak sonuçlar; sanıldığından daha erken elde edilebilir. Yıldızlararası uzay aracı yılda 14 A.B. yol kat ederek 15 yıl içerisinde yıldızlararası ortama girecek (yaklaşık 150 A.B) şekilde tasarlanmaktadır. Bu uzay aracı ile insanlık, güneş sisteminin sınırlarını terk ederek yeni bir çağa girecektir.

Kaynak: American Scientist, Vol 88, 1.

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image012.jpg

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image013.jpg

 

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image014.jpg

 

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image015.jpg

 

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image016.jpg

 

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image017.jpg

 

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image018.jpg

 

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image019.jpg

 

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image020.jpg

 

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image021.jpg

 

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image022.jpg

 

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image023.jpg

 

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image024.jpg

 

GÜNEŞ

Dünyaya en yakın yıldızdır ve 8 ışık dakikası (149.6 milyon km) uzaklıktadır. Bu aynı zamanda güneşe baktığımızda onun 8 dakika önceki halini görüyoruz demektir.700.000 km yarıçapı ve 15 milyon K çekirdek sıcaklığı göz önüne alındığında H-R diyagramına göre G2 türünden cüce yıldızlar sınıfına girer. Güneş sisteminin Samanyolu’nda Oort Bulutu’ndan oluştuğu sanılmaktadır. ( C ile K dönüşümü +/- 273 ile yapılır)

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image025.jpg

Güneş manyetik bir alana sahip olan, dönen ve çekirdeğinde enerji üreten bir gökcismidir. Güneş, güneş sistemindeki maddenin % 99.85’ni içerir. Gezegenler % 0.135, uydular,asteroidler, kuyruklu yıldızlar, meteoritler ve gezegenler arası ortam ise % 0.015’ni oluşturur. Güneşin enerjisi, 15 milyon K (Kelvin) sıcaklıktaki ve yeryüzü atmosfer basıncından milyarlarca kez fazla olan çekirdeğindeki, hidrojenin helyuma dönüşmesinden kaynaklanır. Çekirdek tepkimeleri sonucu serbest kalan enerji, yüzeye gelir ve buradan uzaya yayılır. Bu enerjinin sadece 2.2 milyarda biri yeryüzü tarafından soğurulur ve yaşam için gerekli koşulların oluşmasını sağlar. Güneşten, X-ışınlarından radyo dalgalarına kadar her dalga boyunda enerji yayılır. Güneşte ışınım kuvveti ile çekim kuvveti denge halinde bulunur.

 

700.000 km çapa göre çekirdekte oluşan ışığın hızı da göz önüne alındığında yüzeye yaklaşık 2 sn de gelmesi gerekirken, aşırı hidrojen yoğunluğuna bağlı olarak bu süre 10 milyon yıldır. Aslında biz 8 dakikadan da öte güneşin 10 milyon yıl önce oluşturduğu ışığı görüyoruz.

 

Güneş ;

Yeryüzü çapının yaklaşık 110 katı,

Yer yüzey alanının 12.000 katı,

Yer kütlesinin 333.000 katı,

Yer hacminin ise 1.306.000 katıdır.

Güneş kendi ekseni etrafında diferansiyel dönme hareketi yapar yani kutuplar ve ekvator farklı hızlarda döner. Ekvatoral bölgenin dönme hızı kutupların dönme hızından fazladır. Yaklaşık 400 km kalınlığında olan ve Işıkküre (fotosfer) denilen güneşin gözle görülen parlak yüzeyi teleskopla incelendiğinde granüler (bulgurcuk) yapıya sahip olduğu görülür. Her biri sıcak bir gaz kütlesinin tepesi olan bu granüllerin sayısı yaklaşık 4 milyon kadardır ve tüm güneşin yüzeyini kapsar. Ortalama ömürleri 7-10 dk arasında olan bu granüllerin boyutu 300–1450 km arasındadır ve bu gazlar saatte 0.5 km hızla yükselirler, enerjilerini kaybedince soğuyarak yüzeye doğru düşerler ve granüller arası karanlık çizgileri oluştururlar.

 

Güneşin kenarı, merkezinden daha karanlık görünür. Bunun nedeni, güneşin merkezine bakıldığında ışıkkürenin derin ve sıcak katmanlarını, kenar kısmına bakıldığında ise daha yüksek ve daha az sıcak katmanlarını görüyor olmamızdır. Işıkkürenin üzerinde, yaklaşık 5.000 km kalınlığında ve renkküre (kromosfer) adını alan bir iç atmosfer vardır. Yapılan araştırmalar renkkürenin kenarlardaki katmanlarının bir çayır yangını görünümünde olduğunu, birbiri üzerine binişen pek çok fışkırtı bulunduğunu belirledi ve bunlara iğnecik (spikül) adı verildi. Bu iğnecikler bulundukları yüzeyden 8.000 km kadar yüksekliğe çıkabilmektedir.

Renkkürenin de üzerinde son derece yüksek sıcaklıklı Güneş tacı (korona) bulunur. Güneş tacı, birkaç güneş yarıçapı uzaklıkta, yaklaşık 2 milyon K’lik bir kinetik sıcaklığa sahiptir. Güneş tacının bu kadar sıcak oluşu, ışıkkürede ve renkkürede bulunan bulgurcuk (granül) ve iğneciklerdeki (spikül) kütle hareketleri olduğu sanılmaktadır. Güneş tacının bu yüksek sıcaklık nedeniyle, dışarıya doğru yayılan ve dünyanın ötesine kadar uzanan elektrik yüklü bir tanecik akımı (nötrino) oluşturur. Bu akım, Güneş rüzgarı olarak adlandırılır.

 

Güneş lekeleri ışıkküredeki önemli, değişken, kalıcı olmayan, güneş yüzeyine oranla fazla yer kaplamayan ve çok şiddetli manyetik alana sahiptir oluşumlardır. Bu alan 500 gauss’dan başlayıp 4.000 gauss’a kadar çıkabilir, bir karşılaştırma yapmak gerekirse dünyanın manyetik alan şiddeti 1 gauss’dan küçüktür ayrıca güneşin manyetik alan şiddetinin de birkaç gauss olduğu düşünülmektedir Güneşin merkezinde açığa çıkan enerji radyatif iken yüzeye doğru gittikçe maddesel taşınma (konveksiyon) meydana gelir. İşte bu maddesel taşıma ile güneşin diferansiyel dönmesi etkileştiğinde kara leke meydana gelmektedir. Ortaya çıkan leke grubu hızla büyüyerek birbirinden ayrılır ve güneşin dönme yönünde en öndeki leke genellikle en büyük lekedir ve baş leke adını alır. Lekeler max. büyüklüklerine ulaştıktan sonra genellikle birkaç hafta içinde kaybolurlar, yalnız kalan baş leke de giderek küçülerek o da birkaç hafta içinde kaybolur. Ortalama büyüklükteki bir lekenin gölge çapı 30.000 – 50.000 km arasındadır, nadiren de 140.000 km’ ye kadar çıkabilir. Güneş yüzeyinde gözlenen leke sayısı sürekli olarak değişir. Leke etkinliğinin max olduğu iki çevrim arasındaki süre 11 yıldır, buna ilaveten 80 yıllık bir çevrim daha olduğu bilinir.

 

Genelde renkküre beneklerinde zaman zaman ortaya çıkan ani parlamalar püskürme denir. Küçük püskürmeler birkaç dakika, büyükleri ise birkaç saat sürer. Fışkırmalar, görünüşü çok güzel olan güneş olaylarından biridir. Bunlar güneş yüzeyinde 200.000 km uzunlukta, 40.000 km yükseklikte ve 6.000 km kalınlıkta olabilen şerit biçimli gaz akımlarıdır.

 

15 milyon K iç sıcaklığa sahip olan güneş, yaydığı enerji (3.86 x 1033 erg/sn) göz önüne alındığında saniyede 4.7 milyon ton kütle kaybetmektedir. Başka bir deyişle güneş yılda kütlesinin 100 milyarda birini kaybetmektedir. Güneşin kütlesinde ve yaydığı enerjide sezilebilir bir değişme ancak 6 milyar yılda ortaya çıkabilir. Dünyanın 4.5 milyar yaşında olduğu düşünülürse, bu da demektir ki güneş, yeryüzü var olduğundan beri hiç değişmemiştir. %60’ı hidrojenden oluşan güneşin bu kadar güçlü enerji açığa çıkarması ancak çekirdek tepkimeleri sonucunda oluşabilir. Bu tepkimeler içerisinde en önemlisi proton-proton tepkimesi olarak adlandırılan çekirdek kaynaşması (füzyon) zinciridir. Açığa çıkan enerjinin küçük bir bölümü de tepkimelerde oluşan nötrinolar tarafından taşınmaktadır.

 

Güneşin bundan sonraki evriminin öteki yıldızların evrimine benzeyeceği söylenebilir. Bütün hidrojen tükendiğinde helyum ile daha ağır atomlar arasında oluşacak tepkimeler başlayacak, böylece güneş, boyutları büyüyüp parlaklığı artarak, bir kırmızı dev yıldıza dönüşecektir. Sonunda bütün nükleer enerji kaynakları tükenince, dış katmanlarını boşluğa fırlatacak ve gezegenimsi bulutsu oluşturacaktır. (Gezegenimsi bulutsular ise daha sonra yeni yıldızların oluşması için ortam hazırlayacaklardır) Gezegenimsi bulutsu oluşturduktan sonra beyaz cüceye dönecek olan güneş, şu anki çapının 1/100’üne kadar küçülecek. Güneşin toplam ömrünün 10 milyar yıl olduğu tahmin edilmektedir.

 

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image026.jpg

MERKÜR

Güneş sisteminde, güneşe 58 milyon km mesafeyle en yakın ve 4.878 km çap ile Plüton’dan sonraki en küçük gezegendir.

Güneş çevresindeki dolanımını 48 km/sn hızla 88 günde tamamlayarak en hızlı dolanan gezegen konumundadır. Kendi ekseni çevresindeki dönme hızı son derece düşüktür ve Merkür’ün 1 günü yaklaşık 180 dünya gününe eşittir.

 

Yüzey sıcaklığı -170 ile 400 oC arasındadır. Merkür yüzeyine en fazla meteorit çarpan gezegendir, bu nedenle Merkür’ün yüzeyi büyük ölçüde Ay’ın yüzeyi gibi kraterlerle kaplıdır. Yüzlerce km uzunluğunda yılankavi izler saptanmıştır. Bazı bilim adamları Merkür’ün çekirdeğinin önceden eriyik demirden oluştuğunu, bu çekirdeğin soğuyarak katılaşmasından sonra da yüzeyin kilometrelerce büzüldüğünü, bunun sonucunda da kabuk katmanında uzun kıvrımların ortaya çıktığını ileri sürerler. Merkür’ün yakınlarında manyetik bir alanın varlığı bu gezegeninde tıpkı dünya gibi büyük bir demir çekirdeğe sahip olduğunu düşündürmüştür. Merkür’ün atmosferi oldukça önemsizdir ve yerçekimi o kadar zayıftır ki, atmosferinde önemli miktarda gaz tutunamaz.

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image027.jpg

VENÜS

Venüs kütlesi ve boyutları bakımından neredeyse dünyanın ikizidir. Venüs’e dünyanın kız kardeşi de denir. Ünlü İngiliz fizikçi Maxell’in adının verildiği 11.000 m yükseklikteki dağ hariç olmak üzere Venüs’ün tüm yüzey şekillerine bayan ismi verilmiştir.

Güneşe 108 milyon km mesafeyle ikinci sırada yer alır ve güneş etrafındaki dolanımını 224 günde tamamlar. Çapı yaklaşık 12.103 km (dünyanın 12.756 km) ve kütlesi de dünyanın 0.81 katıdır.

 

Gezegen; yüzeyinden 50 km yükseklikte, sülfirik asit damlacıklarından oluşmuş 15 km kalınlığında bir bulut ile kaplıdır. Bu bulut tabakasının altında da kükürt dioksit ve kükürt bulutları yer alır. Gezegende meydana gelen şimşek çakmalarının ve hava tedirginliklerinin bu kimyasal yapıdan kaynaklandığı sanılmaktadır. Atmosferin % 96 kadarlık bölümü CO2 ‘den oluşmaktadır. Yoğun atmosfer ve gezegeni çevreleyen kalın bulut örtüsü güneş enerjisini öyle bir tutar ki Venüs’ün yüzey sıcaklığı 465 oC’ye ulaşır. Bu güneş sistemindeki gezegenler arasında en yüksek yüzey sıcaklığıdır. Yüzey basıncı da yaklaşık 94 atmosfer basıncı gibi yüksek bir düzeydedir. Öteki gezegenlerin çoğunun tersine Venüs, ekseni çevresinde ters yönde (doğudan batıya doğru) döner ve bir tam dönüşünü 243 günde tamamlar.

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image028.jpg

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

DÜNYA (Yer)

Güneş sisteminde, şu ana kadar edinilen bilgiler ışığında canlıların yaşamasına elverişli tek gezegendir. Güneşten yaklaşık 150 milyon km uzaklıkta bulunan yerin, güneş etrafında dolanma hızı 30 km/sn’dir. Kendi ekseni etrafındaki dönüşünü yaklaşık 24 saatte, güneş etrafındaki dolanımını ise 365 gün 6 saatte tamamlar. Güneş sisteminin 5. büyük gezegeni olan dünyanın, ekvator uzunluğu 40.000 km, çapı ise 12.750 km’dir. Kütlesi yaklaşık olarak 6.1021 ton’ dur. Toplam yüzey alanı yaklaşık 510 milyon km2 dir. Kara parçaları yüzey alanının %29’unu kaplar. Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avrupa, Asya, Afrika, Avustralya ve Antarktika yeryüzündeki kara parçalarını oluşturan 7 kıtadır.

 

Dünyanın tek doğal uydusu olan ay, yaklaşık 385.000 km uzaklıktadır. Kilitli dönme sistemiyle Ay, dünyaya sürekli olarak aynı yüzünü gösterir. Ay’da atmosfer olmadığında gökyüzü sürekli olarak karanlık görülür ve yüzeyi göktaşı çarpmasına bağlı olarak çok sayıda kraterlerle kaplıdır. Eliptik bir yörüngeye sahip olan Ay, 40.000 km.lik bir band içerisinde Dünya’ya yakınlaşıp, uzaklaşmaktadır.

 

Yerin biçimi elipsoittir, yani kutuplar ekvatora göre basıktır. Bunun da nedeni, yerin kendi ekseni etrafında dönüşü nedeniyle oluşan merkezkaç kuvvetidir. Mevsimlerin oluşması dünyanın dönme ekseninin eğimiyle ilgilidir. Sıcaklık, yeryüzüne güneş ışınlarının dik gelmesine göre değişir. Yaz aylarında kuzey yarıküreye dik gelen güneş ışınları, kış aylarında ise güney yarıküreye dik olarak gelir. Yerin çevresinde magnetosfer denilen güçlü bir manyetik alan vardır. Magnetosfer, yerden 140 km yükseklikten başlayarak dışa doğru yayılır ve yer yarıçapının yaklaşık 10 katı kadar (64.000 km) bir uzaklığa ulaşır. Bu sayede güneşten salınan elektronlar ve yüksek enerjili protonları yakalayarak yeryüzünde yaşamın devam etmesine katkıda bulunur. Yakalanan bu parçacıklar Van Allen adı verilen ışınım kuşaklarını oluştururlar. Bunlar yeri çevreleyen, eşmerkezli, sınırları kesin olarak ayrılamayan, iki kalın halka biçimindeki yüklü parçacıklar kuşağıdır. Kuşaklara biçimini veren etki yerin manyetik alanıdır. Yerin manyetik alanı simetrik olmadığından bu kuşaklarda simetrik değildir ve yerden 64.000 km yükseklikte ışınım kuşağı birdenbire son bulur. Bu yükseklik yerin manyetik alanın düzenli etkisinin, güneş rüzgarı nedeniyle ortadan kalktığı geçiş noktasıdır.

Magnetosferin dış sınırında, yerin çekim alanından kurtulan parçacıkların uyguladığı basınç ile güneşin kütleçekimi alanından kurtulan proton ve elektronlardan oluşan parçacık akışının (güneş rüzgarı) uyguladığı basınç birbirini dengeler. Yaklaşık 100 km kalınlığındaki bu dengelenmiş kuşağa magnetopoz denir ve burası magnetosferin dış sınırını oluşturur.

Güneş rüzgarının bu basıncı, magnetosfer üzerinde bir miktar daralmaya yol açar ve magnetosfer kabaca bir kuyruklu yıldız biçimini alır. Yer bu kuyruklu yıldızın çekirdek bölümünde bulunur, magnetosferin kuyruğu ise yerden güneşten öte tarafa doğru uzar.

 

Sıvı halde su içerdiği bilinen tek gezegen, dünyadır. Hidrosferin toplam kütlesinin %98’den fazlasını deniz suyu, geri kalanını ise göller ve akarsular oluşturur. Yerin kütlesi üç ayrı bölümden oluşur.

Kabuk (Litosfer) ; kalınlığı yaklaşık 35 km’ dir.

Manto ; 35 – 2.900 km arasındaki bölümdür

Çekirdek ;2.900 – 6.400 km arasındaki bölümdür.

Dış çekirdek erimiş haldeki demir metallerinden, iç çekirdeğin ise yüksek basınç altında olması nedeniyle ( yaklaşık 3.2 milyon atmosfer basıncı) donmuş demir metallerinden oluştuğu sanılmaktadır. Kutup bölgelerinde atmosfer dışından gelen elektron ve proton gibi hızlı parçacıklar ile üst atmosferdeki atomlar arasındaki etkileşimler sonucunda çapı 2.000 km’ ye kadar uzanan ışık olayları görülür. Bu kutup ışıkları perde, yay, ışın, şerit, yelpaze şeklinde olabileceği gibi kutup ışığı fırtınası da denilen değişebilen ışık gösterileri biçiminde de olabilir. Bu ışık olaylarının kutuplarda olmasının nedeni de, güneş rüzgarlarınca taşınan yüklü parçacıkların, yerin manyetik alanı tarafından kutuplara doğru iletilmesidir.

 

Dünyanın güneşin çevresindeki, güneşin de Samanyolu galaksisi çevresindeki dolanımları ve bütün evrenin geometrik yapısı da kütleçekimi (yerçekimi) kuvvetinin sonucudur. Einstein’in geliştirdiği genel görelilik kuramı, 200 yıldan fazla geçerliliğini koruyan Newton’un kütleçekimi kavramına karşı tamamen yeni bir anlayış ortaya koymuştur. Buna göre Eukleides geometrisine değil Riemann geometrisine uyan bir evren ortaya çıkar ve böyle bir evrende cisimler eğrisel jeodezik (en kısa yol) üzerinde yol alırlar. Böylece Newton’un kuramına aykırı düşen;

 

*Işık ışınlarının, güneş gibi kütlesi çok büyük bir cismin yanından geçerken doğrultu değiştirmesi,

*Kütlesi çok büyük bir cisimden salınan ışığın renginin kırmızıya kayması,

*Yerden yüksekte tutulan bir saatin yeryüzündeki saate göre geri kalması,

*Merkür’ün yörüngesinin güneş çevresinde yalpalaması

 

gibi olayların da açıklanması, Einstein’in geliştirdiği genel görelilik kuramı sayesinde mümkün olmuştur.

 

Havayuvarı da olarak bilinen atmosfer, %78 N ve %21 O2’den oluşur. Geri kalan %1’ de ise daha çok argon olmak üzere su buharı, CO2 ve diğer gazlar vardır. Deniz yüzeyinde cm2’ye 1.033 kg’lık basınç uygular ki bu da 760 mm yüksekliğindeki civa sütununun uyguladığı basınca eşittir. Kabaca 1.000 km olan bu hava örtüsünün derinliği, yükseklik arttıkça giderek inceldiğinden tam olarak bilinememektedir. Atmosfer ağırlığının %50’si yerden 5.5 km yükseklikte, %99’dan fazlası yerden 40 km’lik yükseklikte bulunur. Yerden 100 km yükseklikte atmosfer, hava boşluğu olarak nitelendirilebilecek kadar seyrelir. Burada basınç, deniz yüzeyindeki atmosfer basıncının milyonda biridir. Su buharı ilk 10-15 km’lik bölümde yoğunlaşmıştır. Büyük bölümü 30-80 km arasında yoğunlaşmış olan ozon tabakası ise güneşten gelen zararlı morötesi ışınları soğurduğundan yeryüzündeki yaşam açısından büyük önem taşır.

 

Atmosfer sıcaklık değişikliklerine göre katmanlara ayrılır ;

Troposfer; sıcaklığın giderek azaldığı yerden 11 km’lik yüksekliğe ulaşan bölgedir. Bu yükseklik kutuplarda 8 km, ekvatorda ise 17 km’dir. Yeri etkileyen hava süreçlerinin çoğu burada gerçekleşir.

 

Stratosfer ; troposferden sonraki 50 km’lik bölgedir ki burada sıcaklık yeniden artmaya başlar. Ozon tabakasının bulunduğu stratosferin üst bölümünde sıcaklık kabaca yeryüzeyi ile aynıdır.

 

Mezosfer ; stratosferin üzerinde yer alan bu kuşakta ise hava sıcaklığı yaklaşık 85 km yükseklikte en düşük değeri olan -100 oC’ye düşer.

 

Termosfer ; mezosferin üzerinde yer alan bu kuşakta ise sıcaklık yeniden yükselerek 1.750 oC’ye kadar çıkar.

Atmosferin diğer bölgelerinin belirlenebilmesi amacıyla sıcaklıktan başka parametrelere de ihtiyaç vardır.

 

Yerden 55 km yükseklikten başlayıp yer çapının birkaç katına kadar çıkan bölgede çok miktarda iyon olduğundan buraya İyonosfer bölgesi denir.

Gazların dengeli dağılımı ve bölgenin her yerinde aynı oranda olması nedeniyle yerden mezosferin ortalarına kadar olan bölgeye homosfer, daha yükseklerde ise yoğunluğun azalması nedeniyle gazların oranlarında değişmeler görüldüğünden bu bölgeye de heterosfer denir.

 

Egzosferde atmosferin yoğunluğu o kadar azalır ki, molekül çarpışmaları giderek yok olur ve buna bağlı olarak da sıcaklık kavramı bilinen anlamını yitirir. Bu bölgede hidrojen ve helyum gibi hafif atomlar yerin kütleçekiminden tümüyle kurtulmalarına yetecek hıza ulaşabilirler.

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image029.jpg

MARS (Merih)

Demir oksit nedeniyle kırmızı gezegen olarak adlandırılan Mars’a aynı zamanda dünyanın erkek kardeşi de denilmektedir. 228 milyon km mesafesi ile güneşe olan uzaklığı bakımından 4. Sırada yer alan Mars kırmızımsı görünümdedir. Güneşin etrafında eliptik bir eksende dolanan Mars, bir turunu 657 günde tamamlarken, kendi çevresini 24.5 saatte döner. 6.787 km çap ile dünyanın yarısı kadar bir büyüklüğe sahip olan Mars’ın ortalama yüzey sıcaklığı (- 40 oC) dir.

 

Mars’ın çevresinde manyetik alan saptanamaması ve yoğunluğunun düşük olması dikkate alındığında , gezegenin çekirdek bölümünün metalsi yapıda olmadığına işaret eder. Mars’ın ince atmosferi temel olarak CO2’den oluşur. Bir miktar da azot ve argon içerir, ayrıca eser miktarda da su buharına rastlanmıştır. Mars’ın kuzey ve güney yarıkürelerinin son derece farklı yüzey yapılarından oluştuğu anlaşılmıştır. Güney yarıküre daha eski ve kraterli, kuzey yarıküre ise daha genç ve volkanik kökenlidir. Mars’ın yüzeyinde çeşitli yanardağların, geniş lav düzlüklerinin, çeşitli türden kanalların ve kanyonların ve heyelan kalıntılarının olduğu saptanmıştır. Bu yüzey şekillerinin boyutları, dünya yüzeyindekilerinin boyutlarına oranla oldukça büyüktür.

 

Mars, güneş sistemindeki bilinen en büyük yanardağ olan Olympus Mons’u bünyesinde bulundurur. Bu dağın taban çapı 600 km yüksekliği ise 20 km civarındadır. Olympus Mons’un da içinde bulunduğu Tharsis yaylasında bir çok yüksek yanardağ da vardır. Buna karşılık ekvatoral bölgede ise 2.000 km genişliğinde büyük bir çöküntü alanı vardır. Rüzgar, Mars’ın yüzey şekillerinin oluşmasında önemli bir etkendir. Gezegenin yüzeyinde rüzgarlarca biriktirilmiş kumullara ve krater izlerine rastlanır.

 

Mars’ın Phobos ve Deimos isimli iki uydusu vardır. Yüzeylerinin düzensiz, kraterli kaya bloklarından oluştuğu anlaşılmıştır. Bunların Mars’ın oluşumu evresinde kütle çekimine yakalanarak yörüngesine giren küçük gezegenler (asteroid) olduğu sanılmaktadır.

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image030.jpg

JÜPİTER (Müşteri)

Güneş sistemindeki en büyük gezegendir. Yaklaşık 143.000 km çapa sahip olan Jüpiter’in kütlesi Yer’inkinin 318 katı, hacmi ise 1.300 katıdır. Jüpiter’in bu devasa kütlesinin oluşturduğu kütle çekimi etkisi, güneş sistemindeki diğer gezegenler üzerinde önemli tedirginliklere yol açar. 4 tanesi 1610’da Galileo tarafından bulunmuş en az 16 uyduya sahip olan Jüpiter, güneş sisteminin küçük bir modeli gibidir.

 

Hidrojen ve helyum elementlerinden oluştuğu ve güneşten aldığı kızılötesi ışınların %70’ni geri saldığı anlaşılan Jüpiter’in çekirdeğinin, yer büyüklüğünde, kayaç yapılı ve iletkenliği çok yüksek sıvı metallerle kaplı olduğu sanılmaktadır.

Jüpiter ile uydularından biri olan İo arasında bir akım hattı vardır ve bu hattan akan yüklü parçacıklar ile gezegenin dış atmosferindeki yüklü parçacıkların etkileşimi sonucunda yaygın bir kutup ışığı ışıması ortaya çıkmaktadır.

Yaklaşık 10 saatte kendi ekseni etrafında dolanan Jüpiter, bilinen gezegenler içerisinde en büyük manyetik alana sahip olandır ve yarıçapının 100 katına kadar ulaşarak Satürn’ün yörüngesini içine alır. Yüzeyinde oldukça büyük bir alanı kaplayan kırmızı lekesi vardır.

 

Ganymedes (Ganimed ya da Jüpiter III) ; Gezegenden 1.070.000 km uzakta bir yörüngede dolanan Ganymedes, Jüpiter’in en büyük uydusudur. Yoğunluğunun çok düşük olması kütlesinin yaklaşık yarı yarıya kaya ve buzdan oluştuğunu gösterir.

Europa (Jüpiter II) ; Jüpiter’in dördüncü büyük uydusu olan Europa’nın yüzeyinin büyük bölümü düzgün ve çok parlak buzla kaplıdır. Europa’nın en çarpıcı özeliği, yüzeyinde çapraz, koyu renkli, karmaşık çizgilerin bulunmasıdır. Bunlar onlarca km genişliğinde ve bazen binlerce km uzunluğundadır. Bunların Europa’nın kabuğundaki gerilmelerin yarattığı çatlaklar olduğu düşünülmektedir.

 

İo ; 4 büyük Galileo uydusundan en içte yer alanıdır ve Yer dışında etkin yanardağlara sahip olduğu bilinen tek gökcismidir. Kendi ekseni etrafındaki dönme hızı ile yörüngede dönme hızı aynı olan (1.77 Yer günü) İo, Jüpiter’e her zaman aynı yüzünü gösterir. İo’nun olağanüstü çok renkli görünümü, çok sayıdaki lav akıntısından kaynaklanmaktadır ve bu akıntılar o kadar çoktur ki, uydunun yüzeyi her yıl 1 cm kalınlığında yeni bir örtüyle kaplanmaktadır.

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image031.jpg

SATÜRN (Zühal)

Satürn güneş sisteminde Jüpiter’den sonra en büyük gezegendir. Kütlesi Yer’inkinin 95 katı, hacmi ise yaklaşık 750 katıdır. En büyüğü Titan olmak üzere tümü buz yapılı 22 uydusu vardır ve Güneş sisteminde en fazla uyduya sahip olan gezegendir. Güneş sisteminde yoğunluğu sudan az olan tek gezegendir. Eğer Satürn’ü okyanus üzerine bırakabilseydik suya batmaz, yüzerdi.

Gezegenin ekvator düzlemi, yörünge düzlemine göre 27o yatıktır. Bu nedenle gezegenin üzerinde mevsimsel değişiklikler olduğu düşünülmektedir. Gezegenin çevresinde ince, yassı ve birbirinden ayrı 7 halkadan oluşan bir dış halka sistemi vardır. Halkalar ancak birkaç yüz metre kalınlığındadır ve ekvator düzleminde sabit bir konumdadır. Halkalar değişik boyutlarda, birbirinden ayrı sayısız cisimden oluşur. Bu cisimlerin büyüklüğü ince toz zerresinden onlarca km çapındaki kütlelere kadar değişir.

 

Halkaları oluşturan cisimler ayrı ayrı gözlemlenememiştir, bunların varlığı güneş ışığını ve radar dalgalarını yansıtma tarzlarına bağlı olarak belirlenmiştir. Bunların yüzeyinde su buzuna rastlanılmıştır, aslında halka malzemesinin asıl hacmini su buzu oluşturur.

Satürn’ün uydusu Titan, şu anda dünyanın ilk oluşum evrelerine çok benzemektedir. Bu nedenle Titan’ın gelecekte insanoğlunun yeni adresi olabileceği düşünülüyor.

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image032.jpg

URANÜS

Uranüs’ün kütlesi Yer’inkinin 15 katı, hacmi ise 67 katıdır. Uranüs’ün çevresinde ince, keskin hatlı ve koyu renkli 10 halkanın olduğu tespit edilmiştir. Halkaların tümü, yaklaşık 1 m çapında koyu renkli kaya benzeri parçalardan oluşmaktadır. Bunların yapısı henüz belirlenememiştir. Uranüs, kutbu güneşe bakacak şekilde tekerlek gibi döner. Böylece etrafındaki halkalarda dik olarak onunla birlikte döner.

 

Uranüs’ün 21 uydusu bulunmaktadır. Satürn’den sonra en fazla uyduya sahip olan gezegendir. Beş büyük uydusunun (Miranda, Umbriel, Ariel, Oberon ve Titania) çapı 310 – 1600 km arasında değişir.

 

Uranüs’de, Yer’in ve Satürn’ün çevresindekilerle karşılaştırılabilecek ölçüde manyetik alan vardır. Manyetik alanın ekseni, gezegenin dönme eksenine göre 55o eğiktir ve bu diğer gezegenlere oranla oldukça yüksek bir değerdir. Bu eğiklik manyetik alanın, güneş rüzgarı karşında tirbuşan benzeri uzun bir kuyruk yapmasına neden olur. Gezegenin dönme periyodu yaklaşık olarak 17.5 saattir ve dönme ekseni olağandışıdır. Uranüs’ün eriyik halde bulunan ağır bir çekirdeği vardır. Çekirdeğin çevresinde ise su, metan ve amonyaktan oluşan birkaç bin oC sıcaklığında ve binlerce km kalınlığında bir manto yer alır. Bu aşırı sıcak mantonun, üzerindeki atmosferin ağırlığından kaynaklanan devasa basıncın etkisiyle kaynayamadığı ve buranın elektriksel olarak iletken olduğu, gezegenin manyetik alanını ürettiği sanılmaktadır.

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image033.jpg

NEPTÜN

Neptün, varlığı keşfedilmeden önce matematiksel yöntemlerle orada olması gerektiği hesaplanan bir gezegendir. Neptün’ün kütlesi Yer’inkinin 17 katı, hacmi ise 57 katıdır. Yüzeyinde büyük bir kara leke vardır.

 

8 uyduya sahip olan Neptün, kendi ekseni etrafındaki bir dönüşünü 16 saate yapmaktadır. Yapılan çalışmalar çevresinde 5 halkanın bulunduğunu ve gezegenin manyetik alana sahip olduğunu göstermiştir. Jupiter ve Satürn gibi önemli bir iç ısıya sahip olduğu düşünülmektedir.

 

Yer atmosferinin stratosfer katmanında olduğu gibi sıcaklık terslenmesi (yüksekliğe bağlı olarak sıcaklık artması) vardır. Bunu açıklayabilecek düzeyde ozon ya da metan bulunmadığından, bu sıcaklık terslenmesi açıklanamamıştır.

 

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s63/s2_files/image034.jpg

PLÜTON

Güneş’den 5.913 milyon km mesafesi ile en uzak gezegendir. Çapı yaklaşık 2,300 km olan Plüton, Dünya’nın uydusu olan Ay’dan bile küçüktür. Yoğunluğu çok düşük olan gezegenin yüzeyi metan donu ve buzundan oluşmuştur. Sıcaklığın –220 oC kadar olduğu gezegende atmosfer ya çok ince bir tabaka halindedir ya da hiç yoktur. Plüton’un farklı fiziksel özelikleri (kütlesi, büyüklüğü, eksenel dönme, yörünge dışmerkezliği ve eğiklik gibi) farklı bir evrim geçirdiğinin göstergesidir.

 

Araştırmalar gezegenin eskiden Neptün’ün bir uydusu olduğunu ve sonradan bu sistemden ayrıldığını gösterir. Plüton’un Charon adında, kendisinin yarısı büyüklüğünde ve onda biri ağırlığında bir uydusu vardır.

EVRENİN SIRLARI

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...