Jump to content

'Yaş Günü' Töreni ve ‘Mum Söndürmek’


nevermore

Önerilen Mesajlar

Günümüzde, kaynaklarını araştırmadan, bize son derece doğal görünen bir dizi davranışta bulunuyoruz. Yaş günü töreni, kurban kesimi, sünnet, diş çıkarma, ad verme törenleri gibi.

 

Bu tür törenlerin kaynaklarını tanımamız, bizim ‘toplumsal değer”lere, gündelik uygulamalarımıza karşı yaklaşımımızı büyük ölçüde değiştirecektir.

 

Toplumsal değerler’in, kültür’ün, davranış tarzlarının erken dönem kaynaklarını tanımadan, şimdiki bir dizi uygulamamızı 'açıklayıcı' yanıtlar veya yapılacak değerlendirmeler daima eksiklik taşıyacaktır. Bu tür törenler ya, sonsuzdan beri varmış gibi içselleştirilip sürdürülüyor ve sessizce kabul görüyor veya 'ilkellik', 'cehalet', 'batıl inanç' gibi yuvarlak yanıtlarla töreyi uygulayan toplumun hakir görüldüğü bir ‘gerilik’ konusu olarak dışlanmaya çalışılıyor.

 

Böyle törenler konusunda ‘aydın’larımızın genel olarak davranışları, bu tür 'açıklama’ların dışına pek çıkmaz. 'Berdel'e karşı sadece ona 'cehalet' diyerek mücadele edilebileceğini; kan davasına 'ilkellik' demekle onun ortadan kaldırabileceğini sanmak biçimindeki yanılgılar da böyledir.

 

Toplumdan bunları ortadan kaldırmanın yolu, o ilişki biçimlerine yol açan yapıyı ortadan kaldırmaktan; o yapıyı ortadan kaldırmak ise, önce olguyu tanıma ve buna bağlı olarak insanları bilgilendirmekten geçer. Hiçbir parlak veya 'etkili' sözcük, böyle bir çabanın değeri yerine konulamaz.

 

Eski toplumda,ilk çocuklukta, ceza edimlerinde, evlilik töreni öncesinde , hac sırasında ‘baş tıraşı’nın ; İslam’da “kurban töreni”nin neden yineleniyor olduğu konusu ve bunun muhtemel nedenleri üzerine düşünürken, eski toplumun son derece anlamlı bazı ritüellerinin 'genelleşme özelliği' ve ritüelin periyodikleşmesi dikkatimi çekmişti.

 

Şimdiki halleriyle ele alındıkları vakit, başlangıçtaki anlamlarından tamamen uzaklaşmış olduğu anlaşılan ritüellerin bu yanı, onların eski toplumdaki gerçek fonksiyonlarının çözümlenmesinde güçlükler ortaya çıkarmaktadır. Gerçi bu noktada imdadımıza ‘batıl inanç’, ‘hurafe’ gibi yuvarlak bir terminolojinin yetişme olanağı varsa da, bizim çalışma tarzımızda bu kavramlara başvurmak olmadığından “açıklama güçlüğü” devam eder...

 

 

Kurban sunum veya hac ibadeti sırasında (kaç kez ziyaret edilmiş olursa olsun !) erkek baş tıraşı ki, bu ritüeller yetişkin bir insanın yaşamında bir kez başvurulduğunda ‘geçiş töreni’ olarak anlamlı olurken, nasıl olmuş da 'her yıl', ‘her sefer’ tekrarlanan bir kural haline dönüşebilmişlerdir?

 

Bir çocuğun ‘ergenlik’ dönemine geçişte, yetişkin bir erkek veya kadının ‘arınması’ için bir kez başvurmasında anlam bulunan davranışların 'her yıl’da, ‘her sefer’inde yinelenmesi, ilgili ritüelin anlamlarının çözümünü kavramakta güçlük yaratan noktalar olmaktadır.

Burada, daha önce bahsettiğimiz, ‘yaş günü töreni’, bu törenin pasta’sı, mum’ları, mumlarının söndürülmesi ve söndürülmesinden duyulan sevinç gibi olguların, farklılaşmış haldeki ritüellerin değerlendirilmesinde belki yol gösterici olabileceğini görmeye başlıyoruz. Böyle konular pek tanımıyor olmalı ki, bu konuda da fazla kaynaklarımız bulunmuyor.

 

“Mum yakma”, eski toplumun ateş kült kalıntısıdır. 'Mum söndürme’ de öyle... Bu iki davranışın hem üzüntü veren ve hem de sevindiren özelliği, eski toplumun 'iki zıttan oluşan birlik' yapısıyla uyuşmaktadır. Orada ‘haramsız’ bir ‘helal’, ‘iyi’siz bir ‘kötü’ bulunamaz. Eski toplumda ‘kardeşlik’ , ancak ‘düşmanlık’la tamamlanarak var olarak ‘düşman kardeşlik’ ilişki biçimiyle yaşanabilir ve en ideal olan eski toplum biçimleri de karşılıklı ilişkilerinde bunu uygulamıştır. Akado sammaru toplumlarında karşılıklı ittifakın sağlanması ve giderek şimdiki aile biçiminin ilk şekillerine ulaşılmasına bağlı süreçte, tanrıçalar daima 'ikiz' doğurmak zorundaydı ve o topluluklarda birbirine 'düşman' olmadan 'kardeş' olamayacak olan Habil ile Kabil'in 'ilk insan’ın 'ilk oğul’ları olması ve daha 'kimseler yok iken' , birinin ötekini öldürerek, Kutsal kitapların 'ilk cinayeti'ne imza atmaları nedensiz değildi. Vatikan’ın Noel’inde, tam 'gece yarısı' gerçekleşen “İsa’nın 'doğum töreni”nin bir 'sevinç' ayini olması gerekirken, Hıristiyanlığın en 'üzüntülü' törenlerinden biri olması da...

 

Bir topluluk bakımından, kilise’de veya bir başka ibadethane'de, türbe’de veya yatır’da yakılan mum ile sevinç bir arada bulunmaz. Tersine, ittifak halindeki iki topluluktan birisi için “mum”, daima bir üzüntü belgisidir. Çünkü orada yakılan her mum, insan kurbanın ateşle yakımını (sonradan 'arınma'yı ) sembolize eder. İmanlı tanıklara karşı kaldırılan her 'kutsal sürahi-kupa’nın kurban insan İsa’nın kanı’nı ve hüznü anımsatması gibi.

 

Kiliselerin, olimpiyatların vb. sembolik ateş’lerinin, yani mum’ların veya meşalenin sönmemesinin gerekmesi de bu ilişki türüne bağlı olarak oluşmuş bir kural olarak şekillenmiş görünüyor. Sürekli yanan sembolik ateş, eski toplumun sürekli kurban sunumunun ve kurban, iki toplumun ittifakı için sunulduğuna göre, sürekli ittifak ortamının anlatımıydı. Kurban sunucu taraf için üzüntü kaynağı olsa da, ittifak amacı için sürekli ateş’in, sembolik ateşin, sürekli olarak yanık durması gereklidir.

Bir insanın 'çırasını yakma' dileği de, eski toplumda, bu kapsamda, bireyin ölümünden önce (veya öldükten sonra) yakılması anlamına geliyordu.

 

Kızdığımız bir kişinin 'sevinmesi'ni veya üzülmesini istediğimizde kullandığımız ‘ Mum yaksın!’ dileği de böyledir.

Eski akado sammaru tabletlerinde karşılaştığımız 'İbila' kavramı ile ifade edilen şahıs, babanın yetkilisi, daha doğrusu ölen baba’nın başında yağ’ını, kandil’ini yakma görevlisi, sorumlusu, babanın mirasçısı olan şahıs idi.

 

Daha önceki dönemler bakımından bu şahıs baba’nın cesedini yakacak ilk ateş’i tutuşturan şahıs olmalıydı. Eski yazıtlarda ‘İbila’ olarak çözümlenen bu kavram, gerçekte bugünkü haliyle 'Veli' kavramıydı; yani 'Yetkili' şahıs. Eski tablet çözümleyicileri bu kelimeyi belki 'b' harf sesi ile okumuşlardır, belki de yazan topluluk bu çizimi ‘b’ ses değeriyle kullanıyordu. Bu çizimin ses -yazı değeri konusunda, eski yazıtlarda b=v geçişmesini, İbrahim- Abraham ve Avraham ilişkisinde ele almıştık. Bektaşiliğin de temel kavramlarından olan ‘Veli’lik, ateşin yakılma ve söndürülmesinde ‘yetkililik, ‘temsilcilik’ anlamına geliyor olmalıydı ki, gerçekten de Ocak’larda, Tekke’lerde ateş ('kutsal kandil') yakıcı ve söndürücü görevlisi, orada son derece yetkili bir şahısın, Dede veya Baba’ların sorumluluk alanındadır. Ateş kült kaynaklarına dayanan Hıristiyanlık ritüellerinde ‘mum’suz, kandilsiz, buhurdanlıksız bir işlem olamaz zaten. Musa’nın Mısır’dan çıkıştan sonraki muhalefeti ‘temizlik’ hareketinin bir nedeni de, “ateş yakıcı”lığın sembolik aracı haline gelen ‘buhurdanlık’ın sorumluluğunun bir tek yetkilinin elinde toplanması isteği idi. Musa, kavmi içinde bu yetki tekelleşmesini kabul etmeyen, eski uygulamayı sürdürmek isteyen yüzlerce dini görevli kişiyi, bu nedenle “Tanrı ateşi”nin içine atıp yok edivermişti.

Mum, ateş, bir yanıyla üzüntü timsali, hüzün fikriyle dolu iken ve sönmesi ‘kötü’ bir sonuç olarak kabul edilirken (‘ocağın sönsün!’, ‘ocağım söndü!’ ), öte yandan yaşgünü töreninde söndürülen mum, bu törenin en önemli bölümünü oluşturduğu gibi, büyük bir sevinç kaynağı olarak da algılanır. Demek ki, mum’un söndürülmesi, ilgili şahsın (erken dönemde 'çocuğun') kurtuluşunun simgesi olarak kavranılmaktaydı ve gerçekten de, burada 'ateşin sönmesi' yakılması öngörülen kişinin simgesel kurtuluşunu anlatıyordu. Yanmayı sürekli kılma anlayışının öteki yüzü olan bu özellik, yaş günü törenimizin ve mum söndürme seansının eski ateş kült ilişkisiyle bağlantısını ortaya koymaktadır.

Bu ‘kutlama’nın erken dönemde çocuk kurbanıyla ilgili olarak ortaya çıktığı anlaşılıyor. Bu, ateş kült topluluklarında 'ilk oğul' kurbanı (yakılması) ile bağıntılı olarak ortaya çıkmış olmalıydı. Abraham’ın ilk oğlunun başını gövdesinde ayırmakla kalmayıp, onu üstelik eşeğine yükleyip getirdiği ve sonra da 'ilk oğul’un sırtına yükletip kurban edileceği noktaya kadar taşıtma düşüncesi, kurbanın taşıdığı kendi ağaç’la ( ağaca vurma, çağırma tutumu!) yakma eski uygulamasına bağlı idi.

 

Eski toplumun yamyamlık ediminden kurtarılmak için Tanrıya adanması kararlaştırılan bu 'ilk oğul' ve giderek 'ilk çocuk' ve daha sonraki aşamalarda bu ‘ilk oğul-çocuk’ların sembolik kurban (ki herhalde bunun için dönemsel bir referans bulunmuştu, Musa’nın yılda bir kez Fısıh, Pesah 'bayramı' bununla ilgili görünüyor...) ediminin yaygınlaşması, genelleşmesi üzerine kurulu bir 'yaş günü' töreni, bugün 90 yaşındakilerin de kullandığı bir tören haline gelmiş görünüyor.

***

 

 

 

 

Nikaragua veya Küba’da ise, bir kız çocuğunun 15'inci yaş günü töreni,

çocukluktan kadınlığa geçiş olarak, hayatının en önemli töreni sayılır.

'Evlilik töreni’nin('gelinlik) elbiselerini giyme kuralı

bu törenin 'kadınlığa' geçiş töreni olduğuna kuşku bırakmıyor.

 

Anımsanmalıdır ki, Amerika yerlileri arasında, kızların cinsel özgürlüğü çok önemlidir ve "15'inci yas günü",öyle anlaşılıyor ki, eski yerli toplulukların kızlarının serbest cinsel ilişki başlangıç tarihi olarak önemseniyor, bu bakımdan ortada şimdiki anlamda bir evlilik işlemi olmadığı halde 'evlilik' olarak algılanıyordu...

TOPLUM VE TARİH

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...