nevermore Oluşturma zamanı: Aralık 29, 2010 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 29, 2010 Rönesans ve Rönesans sonrası dönem Batı simyası açısında hem bir yükseliş, hem de dönem noktasını temsil ediyordu. Kepler, Galileo, Descartes, Boyle, ve Newton’un devrim nitelliğinde bilimsel eserlerini yazdıkları aynı yıllarda, öncekinden çok daha fazla simya eseri yayınlandı. Ancak ilk başta reformarmasyonun, sonra da on yedinci asır bilimsel devrimin etkisiyle, simya büyük değişiklik gördü ve gözden düştü. Simyacıların organik, niteliksel kuramları atomsal mekanik bir değişme modeliyle değiştirildi, bu da sonuçta simyagerlerin dönüşüm kuramlarının temelini yıktı. Uzun tarihi boyunca ruhsal ve fiziksel arasında dengeye dayanan simya yıkılmıştı ve simya ikiye bölündü: teosofi ve laboratuara dayanan kimya bilimi. Uygulamalı Simya Rönesans simyacıları genelde kadim ve ortaçağı hemcinslerinin teori ve pratiklerini kabul ediyorlardı. Simya etütleri Avrupa’ya gelinceye dek, saygın bir geçmişi olan yerleşik bir disiplindi. Temelini oluşturan kuramlar kadim felsefesinin ayrılmaz parçalarıydı. Batılı bilim adamları bu kuramları kabul ettiler çünkü doğa ve laboratuarda oluşan olaylara inanılır bir açıklama sunuyordu. Dönüşüm bütün değişim şekillerinin bir yönü olarak görülürdü. Tırtıllar kelebeklere dönüşür, buz erir, yiyecek ete dönüşür. Pratik simyacılar çok önce, bu dönüşümlerin arkasındaki mekanizmalar inceleniyordu. Kadimler on yedinci asıra kadar simyagerlerin çoğunu tatmin eden açıklamamlar sunuyorlardı. Aristo felsefesi, Stoikism ve Hermetizmi bir araya getirerek simyagerler bütün oluşumları canlı ve mükemmelliğe ulaşmak için çabalayan dirimselci bir felsefe geliştirmişlerdi. Mükemmel olmayan ne varsa, (örneğin basit metal kurşun) nihai olarak zamanın seyrinde veya simyager tarafından felsefe taşı olarak bilinen esrarengiz maddenin yardımıyla mükemmelliğe ulaşır (altın). Kuramsal bir seviyede dönüşüm apaçık olmasına rağmen, pratik açıdan onu gerçekleştirmek biraz daha zor gözükmekteydi. On beşinci asrın ünlü İngiliz simyacısının “Ordinall of Alkimy” zamanının en popüler simya eserlerinden biri simyagerin çalışamlarının ne denli tatminsiz bir uğraş olabileceğini anlatmıştır. Sadece uygun ham maddeleri bulmak yeteri kadar zordu. Norton yıllardır verimsiz çalışmalardan sonra artık ne yapacağını kestiremeyen ve ümitsizliğe kapılan bir simyagerin dokunaklı bir portesini vermektedir. Bir simyager doğru unsurları seçecek kadar şanslı olsa dahi, onlarla ne yapılması gerektiğini belirleme sorunuyla karşılaşmaktadır. Simyanın basamakları renklerle ilintili olarak verilmekteydi. Çalışma, simyagerlerin maddelerini şişesinde beyaz evre ile öldürdükleri inandıkları siyah evresinden başlaması gerekliydi. Beyaz evrede maddeler arınırdı ve ardından gelen kırmızı evre, felsefe taşının başarılı imalı ile sonuçlandırdı. Norton’un dediği gibi. “Kırmızı simyanın son çalışmasıdır”. Renk dizisinin iyi yerleşmiş olmasına rağmen, Rönesans simyagerleri siyahtan beyaza ve beyazdan kırmızıya geçişi sağlayacak gerekli kimyasal işlemi konusunda anlaşamamışlardır. En iyimser praktisyenler taşın tek bir şişede bir maddeden ve bir işlemler elde edildiğini söylediler. Ancak eski resimlerde çoğu simyagerin laboratuarlarını doldurun alet edevatlarına dayanarak diyebiliriz ki çoğu simyagerler çalışma konusunda bu denli basit bir görüş paylaşmadıklarını kabul edebiliriz. Simya amblemleri üzerinde kitabında (Viridarium Alchymicum . . . , 1624) Daniel Stolcius 11 simya işlemleri sıralamaktadır. “Splendor Solis” kitabında (bakınız sitemizde Splendor Solis) Salomon Trismosin bu rakamı yediye indirdi. Diğer bir saygın İngiliz üstadı, George Ripley, Simyanın 12 kapısı kitabında (Twelve Gates of Alchemy) 12 basamak saymaktadır. Dom Pernety, 18. asırda yaşayan bir Fransız simyageri her bir işlemi zodiakta bir burçla eşlendirmektedir: 1. Kavurma, Kalsinleme (calcination) (Koç) 2. Dondurmak (congelation) (Boğa) 3. Sabitleme (fixation) (İkizler) 4. Çözündürme (dissolution) (Yengeç) 5. Sindirme (digestion) (Aslan) 6. Damıtma (distillation) (Virgo) 7. Arındırma, Sübliminasyon (sublimation) (Terazi) 8. Ayırma (separation) (Akrep) 9. Kapatma (ceration) (Yay) 10. Fermentasyon, Mayalama (fermentation) (Oğlak) 11. Çoğaltmak (multiplication) (Kova) 12. Projeksiyon, İzdüşüm (projection) (Balık) Simya her zaman astrolojiden güçlü bir şekilde etki almıştır. Yedi metalin simya simgeleri yedi gezegenin astrolojik simgeleri ile aynı olduğuna göre, kimyasal davranışları eşleştirildikleri gezegenlerin hareketlerine tepki göstereceği düşünmek mantıklı gelebilir. Bütün değişik simya işlemlerini açıklamak ve ayrıştırmak kolay değildir. Kalsinleme oldukça kolaydır ve bir maddeyi açık veya kapalı bir şişede ısıtmayı ve genelde maddenin oksitleme ve kararmasını içerir (Bu işlem belki de simyaya “kara sanat” lakabını kazandırmıştır). Kalsinleme simyagerler tarafından “öldürme”, “ölüm” veya “çürüme” olarak ve işlemin gerçekleştiği simya şişesi veya kabı tabut ve hatta “Hades” veya “Cehennem” tanımlanmıştır. Dondurma ve sabitleme maddeyi katı ve gayri uçucu hale getirmek anlamına geliyordu. Bu önemli basamak simyageri metallerin en sabir ve istikrarlısı olan altına daha yakın kılıyordu. Damıtma ve arındırma arınma ve beyaz evre ile ilgiliydi. Damıtma ve arındırma işlemleri 18. asra dek simyagerlerin kafalarını karıştırıyordu, ama her iki işlem onları huşu içinde bırakıyordu. Buhar ve buğuların yükseldiğini, yoğunlaştığını ve tekrar buharlaştığını gördüklerinde maddenin ruhunun “beden”inden ayrıldığını ve daha arınmış bir şekilde yeniden onunla birleştiği mücizevi bir dönüşüme tanık olduklarını sanıyorlardı. Ayrıma bir sıvıyı artıkından süzme (filtration), dekantasyonu veya damıtmasını açıklayan esnek bir terimdir. Fermentasyon, çoğaltma ve projeksiyon ile felsefe taşını yapmayı içerdiği simya çalışmanın kalbine geliyoruz. Fermentasyon ile taş maya görevini görür ve maddeye dönüşüm gücünü kazanmış oluyor. Çoğaltma işlemi taşın gücüne o denli artırır ki gücünü kaybetmeden ağırlığından çok daha fazla ağırlıkta baz metali dönüştürebilir. Projeksiyon olan son işlemde taş bir toza çevrilir ve dönüşüm gereken ne varsa üzerine serpilir. Felsefe taşının imal edilmesi için gereken zamanın hesaplamalarında bir günden on iki yıla dek değişmektedir. Taş ve bir çocuk arasındaki benzetmeler (taş birçok kez “asil çocuk” veya oğul olarak tanımlanırdı) dokuz ayın neden sık sık söz edildiğini açıklar. Çelişkili süreler Thomas Norton’un simyager için sabrın bir öncelikli fazilet olduğunu görüşünü desteklemektedir. Simyagerin karşılaştığı diğer bir zorluk da ateşinin ayarlanmasıydı. On sekizinci asra dek pratik bir termometre keşfedilmediği için, bu neredeyse imkansız bir çabaydı. Birçok simyager fazla ısı uygulayarak deneylerini havaya uçurdular veya ateşin ölmesine neden olarak aylardır uğraştıkları çalışmalarını bozdular. Isı sorunu o denli hayatiydi ki Norton “Ordinall of Alkimy” kitabında ona ayrı bir bölüm ayırdı ve ateşini kontrol edebilen bir simyagere “mükemmel Üstad” diye tanımlıyor. Simya metinlerinin anlaşılması güç oluşu çoğu zaman Rönesans simyager için nihai ve aşılmaz bir engel oluşturmuştur. Simyagerler metafor üstatlarıydı. Talimatlarını alegoriler ve mesellerle giydirirler, sembollerle örterler ve bilmecelerden hoşlanırlardı. Bir maddeye gerçek adı dışında herhangi bir adla tanımlamaya tercih ettiler. Büyük dahi Isaac Newton’u dahi simya literatüründeki anlaşılmazlık şaşırtmıştı. Simya metinlerin belirsizliği biraz da simya simgelerindeki dini imalardan şüphe duyan kilisenin muhalefetine karşı tepkiydi. Simyagerler ayrıca haklı olarak kalpazanlığa karşı milli kanunlara ters düşmekten korkuyorlardı. Ayrıca kaçırılmaktan da korkuyorlardı. Simya literatürü dönüşümün sırları peşinde olan açgözlü maceraperestler tarafından kaçırılan üstatların öyküleriyle doludur. Dolayısıyla, simyagerlerin gizli bilgilerini ve kimliklerini saklamaları ihtiyatlı bir tedbirdi. Hapis, aforoz veya kaçırılmanın gerçek tehlikeleri dışında, simya metinlerin şifreli oluşunun başka nedenleri de vardı. Yüzyıllar boyunca birçok simya terimi değişti simya metinlerin sürekli tercümesi (Grekçe’den Arapça’ya, Arapça’dan Latince’ye ve sonrada anadillere) karışıklığı daha da artırdı. Yine de, şifreli oluşun en önemli sebebi simyanın özelliğinden kaynaklanmaktadır. Simya, kadim ve ilkel insanlarda madencilik ve metalürjiyi etrafını saran aynı mistik bağlantıları paylaşmaktaydı. Simya bir fiziksel işlem olduğu kadar, aynı zamanda ruhsal bir işlemdi ve simyanın anlaşılması güç yönü ruhsal boyutunu yansıtmaktadır. Ruhsal bir Disiplin olarak Simya Simyanın başından beri bir parçası olan esrar ve din, Rönesans devrinden itibaren önem kazandı. Birçok durumda simya laboratuardan tamamen çıktı ve keşişin hücresine veya filozofun çalışma odasına girdi. On altıncı asır “Filozofların Gül Bahçesi” (“Rosary of Philosophers”) başlıklı eserin yazarı “altınımız bilinen altın değildir” yazmıştı. Ruhsal bir disiplin olarak simyanın ünü Rönesans ve Reformasyon devrinde dini ortodoksi ve sosyal düzenin yıkılmasıyla eş zamanlıydı. Petru Bonu, simyanın ruhsal özelliğini vurgulayan birçok simyagerden biriydi. “Yeni Eşsiz Değerde İnci” (“The New Pearl of Great Price”) başlıklı eserinde simyanın Tanrı tarafından insanın maddi refahı için değil, onun ruhsal saadeti için verildiğini yazar. Bu ruhsal simyagerler için simya altının imalatıyla hiç bir ilgisi yoktu (bu uğraşta bulunan simyagerlere “isli empirikler” [“sooty empiricks”] veya “püfleyiciler” [“puffers”] olarak alayacı bir şekilde tanımlamaktadır). Simya reçetelerde bulunan bütün unsurlar – maddenler, metaller, asitler, bileşimler, karışımlar – aslında sadece tekti, simyagerin kendisi. Ateşle arınmaya gereği olan temel maddeydi ve dönüşümü gerçekleştirmek için gerekli asit onun ruhsal rahatsızlığından, bütünsellik ve sükunet arayışından geliyordu. Çeşitli simyasal işlemler kimyasal değişimle ilgili değildi, onlar esrarengiz ruhsal diriliş işlevinin basamaklarıydı. Ruhsal simyagerler sanatın ahlaki ve etik gereklerini sürekli vurguluyorlardı. Örneğin, “Aurora Consurgens” eserinin yazarı simyagerlerin alçak gönüllü, kutsi, iffetli, faziletli, inançlı, hayırsever, ılımlı ve itaatkar olmasını gerektiğini ısrar ederdi. Bunlar pratik simyagerlerden beklenen özellikler değildir. Bunların ruhsal simyagerler tarafından öne sürülmesi simyanın dini yönü ne denli baskın bir hale geldiğini göstermektedir. Simyanın bir ruhsal disiplin olarak yorumlanması ruhsal simyagerlerin yazılarında simya kavramlarının Hıristiyan dogmalarıyla karıştırılması, bunu tehlikeli bir dini sapma olarak gören birçok kilise mensubunu rahatsız etti. Hıristiyan sembolizmasının en cesur uyarlanmasından biri Hermanstadt’li Nicholas Melchior tarafından simya çalışmasını Hıristiyan kilisenin takdis ayını (Aşai Rabbani) şeklinde açıklamasıydı. Kitabına “Ordinall” (kilise ayın kitabı) adı vererek Norton Melchior’a bir derece öncülük yapmıştı. Heinrich Khunrath (1560—1601) simyanın ruhsal akımının diğer bir timsalini sunuyor. “Ebedi Bilgeliğin Tiyatrosu” (“The Amphitheatre of Eternal Wisdom”) eserinde, Khunrath dönüşümü üstadın ruhunda gerçekleşen bir mistik süreç olarak yorumluyor. Simyagerin laboratuarını Lab Oratorium diye tanımlıyor. Khunrath gibi ruhsal simyagerler sık sık filozof taşını her ikisi basit maddeyi dönüştürdüğü için İsa ile eşleştirmektedir. 19. asır simya tarihçisi Hermann Kopp, İsa ile felsefe taşı arasında yapılan benzetmeleri skandal olarak değerlendirmişti ve bu konu üzerinde yazdığı “Der Wasserstein der Weysen” (Die Alchemie in älterer und neuer Zeit, 1886, cilt. 1, sayfa 254) eserinde bu konuya elli sayfa ayırmıştı. Ruhsal simyagerleri felsefe taşını İsa ile eşleştirmekle kalmadılar ve her ikisini kendileriyle eşleştirdiler. Buradaki dini sapma (heresi) açıktır. Luther, hem pratik uygulamaların değeri, hem de Hıristiyan doktrinin doğrulayıcısı olarak simyayı öven yüksek konumlu kilise adamları arasında istisna oluşturanlardandı. 16. ve 17. asırlarda simyagerler fikirlerinin bir çoğunu Rönesans Yeni-Platonculuk ve Hermetizm’den almışlardı. Her üç sistemde dünya ruhsal güçlerinin nebati, hayvani, beşeri ve ruhsal bütün seviyelerde eriştiği tek bir ogranizma olarak görülürdü. Frances Yates insanların çevrelerini anlayabileceği ve kontrol edebileceği konusunda teşvik eden “magus” zihniyetinin nasıl bu fikirlerden geliştiğini çok güzel açıklamıştır. Bu düşünce biçimi Paracelsus’un (1493—1541) yazılarında açıkça görülür. Paracelsus için Tanrı dünyayı kaostan kalsinleme, dondurma, damıtma ve arındırma ile yaratan ilahi simyagerdi. Kimya teoloji, fizik ve tıbbın sırlarını açıklayabilen evrenin anahtarıydı. Simyager yaratılışın sırlarını kavramak için laboratuarındaki reaksiyonları büyük boyutta görmesi gerekirdi. Rönesans ve Modern Bilim Ruhsal simyanın heybetli fikirlerini kimyasal reaksiyonların pratik etütlerine uygulayarak, Paracelsus ve takipçileri simyayı maddesel değişimin her yönünü içeren evrensel bir bilime çevirdiler. Nicolas le Fèvre popüler kitabı, “Tam Kimya Külliyatı” (“A Compleat Body of Chemistry” -1670) şöyle yazdı: “Kimya doğanın sanatı ve bilgisinden başka bir şey değildir.” Simyanın rolü konusunda bu çok genişletilmiş perspektif 16. ve 17. asırlardaki Avrupa’da mevcut ilerici akımlarda tepki uyandırdı. Gül+Haç manifestoları bu sıralarda cereyan eden yaygın ütopik vizyonların tipik örneğiydi. Ruhsal simyanın dil ve imajlarını kullanarak toplumun yenilenmesini çağrıştılar ve gerekli sosyal, ekonomik, siyasal ve dini reformları belirtiler. Kimse Gül+Haç manifestoların kim yazdığını bilmiyor. Genelde, yazılarında ütopik idealizm ve simya içeren Johann Valentin Andrea (1586—1654) atfedildiler. En ünlü eseri Christianopolis’te Andrea, vatandaşları için sağlık, eğitim ve refahı ön plana alan ideal bir toplumu betimlemiştir. Bu toplumun kurumlarında biri doğayı incelemeye ve toplum yararına keşiflerini uygulamaya adanmış bir “laboratuar”dı. Francis Bacon (1561—1626), Gül+Haç manifestolardan etkilenen birçok filozof arasından biriydi. Bacon Altın Çağa dönüşümü müjdeleyecek bilgide “Büyük Onarımı” bekliyordu. Bunu ütopik eseri The New Atlantis’te açıklandı. Ne Andrea, ne de Bacon bilimsel açıdan pek önemli bir şey söylemediler. Onların görüşlerinde özgün olan ortak bir yöntemle ortak bir amaca çalışan bilimsel bir kurum fikriydi. Anlattıkları bilimsel toplum, her ne kadar ruhsal simyagerlerin temalarından tetiklenmişse de simyaya has esrar ve sır özelliği yoktu. Bu 17. asır ütopik literatüründe çıkacak en önemli buluşlardan biriydi ve simyanın revaçtan düşmesinde etkin bir rolü olacaktı. Simyagerler keşiflerini açıkça ilettikten sonra doğal bilimlerde beklenen muazzam gelişmelerin sahnesi hazırlanmış oldu. 1655 yılında Chymical, Medicinal, and Churgical Addresses: Made to Samuel Hartljb, Esquire başlıklı küçük bir kitap yayınlandı. Bu ince kitabın kapakları arasında eski ve yeni simya yan yana duruyordu. Bir yandan, ruhsal simyanın esrar dolu ve şatafatlı stili Eirenaeus Philalethes’nin “Ripley’nin Kral Edward’a Yazdığı Risalenin Açıklanması” (“Ripley’s Epistle to King Edward Unfolded” ile temsil edilmişti, ancak yeni simyayı sözcüsü Robert Boyle’ın “Fiziğin Sır ve Formüllerin Cömert Paylaşımı için Bir Davetiye” (“An Invitation to a free and generous Communication of Secrets and Receits of Physick”) halkın yararına doğanın araştırılması üzere kurulmuştu. Böyle simyagerlerin umumi menfaat ve bilimsel gelişme adına sırlarını paylaşmalarını öneriyordu. Reformasyon kadim bilgeliği şüpheyle bakılmasının artan bir felsefi şüpheciliğin hem sonucu, hem de nedeniydi. Her ne kadar şüphecilik rasyonel bilgi olasılığım temelini yıktığı nedeniyle hem filozoflar ve hem de din adamları tarafından sert bir şekilde eleştiriye maruz kaldıysa da, bir paradoks olarak uzun vadede bütün bilimlere yarayan yapıcı bir bilimsel metodun gelişmesine katkıda bulundu. Gözlem ve deneyim yeni bilimin parolasını ve zamanla simyanın düşüşünü oluşturdu. Laboratuarlarda olumsuz kanıtlar biriktikçe simyasal dönüşüm tarihin sayfalarında indirgendi. ALINTI Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.