Jump to content

Aiçvarya


nevermore

Önerilen Mesajlar

Çağlarca önce yıkılıp batmış olduğu varsayılan ve “Blavatsky”ye göre insanlığın beş temel ırkından üçüncüsünün yaşadığı “Mu” kıtasının en görkemli süreçlerinde,çok sayıda “Bilgelik Okulu” açılmıştı.Bu okullarda; çocuklara, gençlere ve yetişkin insanlara, değişken basamaklı kategorilerde olağanüstü bir eğitim/öğretim programları uygulanmaktaydı.Kıta tümüyle yok olmadan önce kurulmaya başlanan “Atlantis Uygarlığı”nın ilk öncüleri,buradaki okullarda öğrenim görüp ustalaşmış ve kendilerinin yeni kıtalarında da benzerlerini oluşturmaya başlamışlardı.Hatta günümüzde Mısır Tanrısı olarak adlandırılan “Osiris” de,buradaki eğitimlere katılarak insiye olmuş ve Eski Mısır’da adına yaptırılan büyük tapınakta, bu eğitim modelini uygulamaya koymuştu.Sonraları ise bu okullar Avrupa ve Doğu ülkelerine biçim değiştirerek yayıldı.Günümüzde halen Uzakdoğudaki “Zen Okulları”,Bilgelik Okulları’nın biçim değiştirmiş modeli olarak çok prensipli şekilde faaliyetlerini sürdürmektedirler.

 

 

 

“Çok eski devirlerde şimdiki Büyük Okyanus’un (Pasifik) olduğu yerde bulunduğu anlatılan “Mu” uygarlığı, tek bir ada kıta üzerinde kurulmuştu.Kıtanın ve uygarlığının adı olan“Mu”,Tibet ve Meksika bölgelerinde bulunan kalıntılar arasındaki “Naga-Maya” diliyle yazılmış taş tabletlerde geçmektedir.Bazı araştırmacılara göre buraya “Lemurya”da denilmektedir. Bazılarına göre ise Mu,Lemurya kıtasından (uygarlığından) geriye kalmış olan büyük bir kara parçasıdır.Bir kısım arkeolog,Mu uygarlığı ile ilgili olarak çok sayıda kanıtın bulunduğunu belirtmişlerdir.

 

Mu ya da Lemurya’da kurulmuş olan uygarlık ve realitenin,şu anda bizim bulunduğumuzdan çok daha ileri konumda olduğunu ezoterik bilgilerden öğrenmekteyiz.O devrenin varlıkları,bizlerden hayli yüksek bir manevi gelişim içindeydiler.Bir çok araştırmacıya göre çağımızdan 70 bin yıl kadar önce,orada tek Tanrı’lı bir inanç modeli bulunuyordu.Bu inanç modeli, aslında kozmik bir öğreti biçimiydi ve özellikle “Sirius” (yıldızı) kültürünün Mu halkına doğrudan yansımasıydı.

 

Bu inanış ya da öğreti, adlarına “Naakal” denilen rahiplerin ve aynı zamanda bilim adamlarının olağanüstü parapsikolojik yetileri sayesinde çok yüksek seviyede gelişiyordu.Kurdukları öğreti sistemine, ezoterik bilgilerde “Aiçvarya” terimi kulllanılmaktadır ki,ne zaman yazıldığı bilinmemektedir.Çok eski Hint kutsal metinlerinden Yoganın ilkelerini belirleyen “Yoga Sutra”lardaki anlamıyla,”sahip olunduğu bilinmeyen gizli yeteneklerin açığa çıkarılması bilimi” olarak tanımlanır aiçvarya...Naakaller,bunlara tamamen sahiptiler ve her gerektiğinde aiçvarya bilgilerinin kazandırdığı yetenekleri kullanabiliyorlardı.

 

Bu Aiçvaryalar, Yoga Sutra’larda 7 bölümde sınıflandılırlar.Bu sınıflandırma özetle şöyledir :

 

l. Amma : Nesneleri, zihin gücü kullanarak büyültüp küçültebilme.

 

2. Lghima : Yerçekiminin gücünden sıyrılabilip havada durabilme (Levitasyon)

 

3. Prapte : Düşünceyi aktarabilme,zamanı aşarak her yere ulaşabilir olma

 

4. Prakamya : Nesnelerin içinden geçebilme

 

5. İçitritva : Maddelerin yapılarını değiştirebilme

 

6. Sohtart : Beden değiştirebilme ya da kendi bedenine ikinci bir ruhu kabul edebilme.

 

7. Atartvaç : Görünmez hale geçebilme.

 

Bazı arkeolog ve diğer araştırmacılara göre Uygur Türkleri,Mu kıtasının parçalanmasından sonra Asya’ya göçmüş olanların bir kısmıdır.Hint ve Çin efsanalerinde Asya’da “Gobi” bölgesine yerleşenler için “Beyaz Yıldız’dan (Sirius kastediliyor) gelenler”in burada üs kurmuş oldukları anlatılır.Her iki göçü birlikte değerlendirirsek,yıldızdan gelenlerle Mu’dan gelenlerin birbirleriyle uyum sağlayabilecek bir düşün ve kültür sistemine sahip oldukları sonucunu çıkartabiliriz.

 

Kimi araştırmacılar, Anadolu’nun “Karya” bölgesine günümüzdeki Paskalya Adası’ndan gelen “Karyenler”in de Mu’dan göçen bir kısım halk olduğunu öne sürerler.

 

Mu uygarlığının çöküşü hakkında Dr.Bedri Ruhselman “burada bir üst realiteye geçilirken uğranılan teşevvüş ortamının atlatılamamış olmasını” parçalanma nedeni olarak vurgulamıştır.Bir çok araştırmacı;Türkler’in kökeninin, Asya’ya ve Anadolu’ya göç eden Mu halkının olduğunda birleşmektedir.Bu nedenle Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk;Mu konusuna özel ilgi göstermiş, 1930’lu yılların başlarında yapılmış olan araştırmaları özellikle incelemiş ve hatta onların sayfa kenarlarına bazı notlar düşmüştür.Bu türden olan çeviri kitapları halen Ankara’daki “Anıtkabir” kütüphanesinde saklı tutulmaktadır.

 

Uygurların, klasik tarih öğretilerindeki gibi yaklaşık 2000 yıllık bir süreçte varolduklarını ve yok olduklarını kabul etmek bazı bilgilere göre mümkün değildir.Rus arkeologları,önceleri bir deniz olduğu bilinen vekuruyarak kumsallaşan “Gobi Çölü”nün 20 metre kadar altından çıkarılan ve 18 bin yıl öncesine ait olduğu tesbit edilen Mu sembolleriyle işlenmiş kalıntılar bulmuşlardır.Bu kalıntılar ile ezoterik bilgiler sentezlenince,araştırmacıların birleştiği ortak görüş şöyle özetlenebilir :

 

Günümüzden yaklaşık 80 bin yıl önce,Gobi Çölü’nün bulunduğu yerde oldukça büyük bir iç deniz bulunuyordu.Mu uygarlığının yıkılmasından ve bir kısım halkının buraya göçünden çok önce bir grup beyaz Mu ırkı,kendi anayurtlarının dışındaki Asya’yı seçerek bu iç denizin verimli kıyılarına gelip yerleşmişlerdi.Ve bugünkü Moğolistan ile Gobi bölgesindeki dağların eteklerine kentler kurarak “Naakallar” aracılığıyla tek Tanrı’lı “Aiçvarya” öğretisini, oradaki halka sunuyorlardı.Sonraları batıya doğru genişlemeleriyle Mu’dan sonra en büyük ikinci Dünya devleti olan Uygur İmparatorluğunu kurdular.

 

Araştırmacılara göre bu imparatorluk iki defa çok büyük doğal felaketlere maruz kaldı.Bunlardan birincisi tufan adı verilen manyetik felaketti. (Şu anda Dünya planeti böyle bir manyetik felaketle karşı karşıyadır.) Bu tufan sırasında Uygurlar’ın başkenti dahil olmak üzere bir çok yerleşim bölgesi harabeye dönmüş ya da yerle bir olmuştur.Doğal felaketlerin ikincisi ise,büyük depremler ve dağların yükselmesi olayıdır ki,Avrupa’ya kadar uzanan güzergah üzerindeki bütün Uygur kolonileri coğrafyadan silinmiştir.

 

İçdenizin de bu ikinci tufan sırasında suları kayarak (ya da çukurunun dibi çökerek), şimdiki Hazar Denizi ile Karadeniz’i oluşturduğu da bilgiler arasındadır.Tufan sırasında,yüksek bilgileri nedeniyle paniklemeyen Naakallar,Uygur arşivlerindeki önemli tabletleri Tibet dolaylarına götürmeyi başarmışlardı.Bu tabletler;halen yaşamakta olan bazı efsanelerin,Hint tradisyonlarının ve ilk kutsal metinler olan “Vedalar”ın ana kaynağını oluşturmuştur.

 

Kimi araştırmacılar,Uygurlar’ın diğer kökeninin kozmik varlıklar olduğunu öne sürmektedirler.Bazı Hint yazıtlarına göre,”Büyük Beyaz Yıldız”dan (Sirius) gelen bir beyaz ırk,Gobi içdenizindeki bir adaya inmişler, süreçler içinde orada bulunan insanlara yüksek bilgiler iletmişler ve onlarla kolayca kaynaşmışlardır.Bazı araştırmacılara göre bu olayın oluştuğu zaman İ.Ö.sindeki 16 binli yıllardır ve iniş noktasının Altay Dağları’nın güney silsilelerindeki “Lob-Nor Gölü”nün 600 kilometre kadar Kuzeydoğusundadır. Hint yazıtları bu beyaz yıldızdan gelenlerin inişini şöyle anlatmaktadır :

 

“Erişilmez yüksekliklerden hızla inerken çıkardığı gök gürültüsü gibi sesiyle,alevlere bürünmüş olarak “Ateşin Oğulları”nın arabası ve Parlak Yıldız’dan gelen Alev Tanrı’ları göründü.Gobi Denizi’nin o yemyeşil , göz kamaştırıcı ve mis kokulu çiçeklerle örtülü Ak Ada’sı üzerinde durdu...”

 

Gerek “Beyaz Yıldız”dan geldiği söylenenlerle, gerekse Mu kıtasından göç edenlerle karmalanan ve psişik güçleri yüksek olan bu özgün topluluklar,uzunca bir tarih sürecinde birlikte yaşamışlardır.Zamanımızdan binlerce yıl öncelerine dayanan bu oluşumun asıl izleri bugün tamamen yok olmuşsa da,kırık dökük bazı söylenceler,o toplulukların yeni kuşaklarınca halen yaşatılmaktadır.

 

Araştırmacılara göre ve kaba bir hesapla en az 70 bin yıl önceki bir son devreyle yıkılan uygarlık ve yok olan Mu kıtası hakkında verdiğimiz bu bilgilerden sonra, biraz da “bilgelik” hakkında iki söz edelim:

 

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre “İlkçağ felsefesinde,kendini bilmenin bilgisi” olarak eşleştirilen bilgelik, farkındalığın ve yaşamın ustalığıdır.Hikmet sahibi olmanın,kemale ermenin ve aydınlanmanın kişide tezahür etmesi,dışarıdan içe dönülmesi ve varoluşun sırlarına erişilmesidir.

 

Bir başka anlatımla,her insanın beklediği,sahip olmak istediği sayısız fenomen bulunmaktadır.Hepsini elde edip aldığını ve onlara kavuştuğunu düşünelim.En son öyle bir şey olmalı ki,artık hiç bir şekilde başka bir dileği ya da sahip olmak istediği şey bulunmasın.Yani ona sahip olununca,başka hiç bir şeye gerek kalınmasın.İşte bunun adı “bilgelik”tir.Oraya varıldığında,başka hiç bir şeye gerek yoktur ! Çünkü o yer,tanrısal yüceliktir ve erişilmezliktir.Ayrıca,yeryüzünde giderek zorlaşan yaşam şartları ve paniklemeye karşı bir yüksek dirence sahip olma halidir.Böyle bir kişi,herşeyi endişesiz ve olağan karşılayarak üzüntü duymaz.Asla ve asla hiç kimseye de zararlı olmaz.”Bilgelik Bilinci” ne ulaşmış kişiler ise ;

 

* Hiç kimseye kötülük edemezler.

 

* İyilik ya da yardım ederken ayrım yapamazlar.

 

* Alçakgönüllü,kalender,her zaman ciddi ve güler yüzlüdürler.

 

* Az ve sözcükleri tartarak konuşurlar.

 

* Her söylemlerinde binlerce hikmet gizlidir.

 

* Tanrı adını kullanmamaya özen gösterirler.

 

* Dua ve beddua etme gereksinimi duymazlar,çünkü herşey zaten

 

planlıdır ve değiştirme olasılığı yoktur.

 

* Mal,mülk peşinde asla olamazlar,olanla yetinirler.

 

* Ölüm onlar için asıl olana dönüştür ve bayram günüdür.

 

* Cennet ya da cehennem onlar için önemsizdir.(Bana seni gerek, seni/Yunus)

 

* İnanmak ya da inanmamak, onlara göre farklı şeyler değildir.

 

* Sürekli pozitiftirler ve yüzlerinden nur yağar.

 

* Onlar Tanrı’dan korkmak yerine sevmenin gereğini duyarlar.

ALINTIDIR

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Öncelikle çok güzel bir bilgilendirme.Bu yüzden teşekkürü borç bilirim.Zaten Yoga Sutra'larda günümüz açısından bakılırsa mantıklı bilgiler.O dönemdeki insanların bu bilgileri bildiği zaten onların büyük bir bilgelikte ve hikmette olduklarını göstermektedir.Ayrıca ''*Onlar Tanrı’dan korkmak yerine sevmenin gereğini duyarlar.' sözü burada çok önemli.Çoğu insanları bu iki terimi yani korkmak ve sevmek terimini malesef karıştırmaktalar.Ayrıca 'Cennet ya da cehennem onlar için önemsizdir.(Bana seni gerek, seni/Yunus)' Konuyu karıştırmak gibi olmasın ama burada kurnaz olan aslında Yunus Emre'dir.Evet cennet-cehennem onun için önemliydi aslında yoksa neden Bana seni gerek seni! desinki.Zaten onu elde edince herşeyi de elde edecekti.Bunun sırrı ve kurnazlığı burada gelir.Tekrardan bilgilendirme için teşekkürler nevermore.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...