nickmickyok Oluşturma zamanı: Nisan 2, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 2, 2007 " BEN YAZARKEN KENDİ YÜZÜME TÜKÜRÜYORUM " Geriye Doğru Baktığımda... Geriye doğru baktığımda, çünkü ancak böyle anlaşılıyor bazı şeyler, ben aslında ilkokul 4.-5. sınıftan itibaren yazar olmayı kafama koymuşum. Ama bu ciddi, planlı projeli bir düşünce halinde değil. Tabi babamdan gelen Kuvay-ı Milliye, Kemalistlik, subaylık da var. Bu yüzden iyi, yardımsever, dürüst, çevresinde sayılan sevilen adam yani bir tür kahraman olmak üzere yetiştirildik biz. Çok küçük olanaklarla zengin çocuklarının önüne geçme projesi...Kemalizm biraz da böyle bir proje. Hadi bakalım kendinizi gösterin projesi, romantik bir proje bu. Öte yandan korkunç bir oyun bu. Baştan aşağı yanlış hesaplarla dolu. Belli olanaklar babanın maaşı belli, makarna yumurta yiyorsun, hadi bakalım benim çocuğum nasıl geçecek sizi projesi, üstelik iyi adam olacak ve onları da geçeceksiniz. Okuduğun okul belli,mahalle devlet okulları. Kabataş Erkek Lisesi’ne kaydımı yaptıracaktım. Babam hastaydı, ayakları şişmişti. Makasla pantolonunun paçalarını kesmişti ve ayağında terlik vardı. Çok komik görünüyordu. Emekli bir albay fakat cebinde parası yok. Müdür “çocuğu yatılı verin” demiş. Ev Suadiye’de okul Ortaköy’de. O zaman köprü de yok. Gidiş-dönüş 4 saat. Ama yatılı parası yok. “Gündüzcü olsun, gitsin-gelsin” demiş babam. Tartışmışlar. Müdür, “almıyoruz çocuğunuzu okula” deyince babam çıkarmış beylik tabancasını müdürün masasına koymuş. “Alıyor musun almıyor musun?” odadan bir çıktı, kıpkırmızı bir surat. “Gemileri yaktık oğlum” dedi. “Baba ne gemileri...” dedi ki; “Oğlum durum ciddi”. Küçük çelimsiz bir çocuğum. Kaydımızı yaptırdık, girdik okula. İlk dönem iki zayıf geldi karneye. Hiç unutmuyorum, babam “teessüf ederim” dedi. “Ulan bu okulda birinci olcam” dedim Can Havliyle... Memur ailelerinde bir çalkantı vardır. Can havliyle okursun, can havliyle yaşarsın. Uzun vadede ne olacak diye düşünemezsin. Lisede üniversiteye girebilmek için fen bölümlerinden mezun olmak gerekir. Ben de fen bölümündeydim. Arasıra edebiyat sınıfına giderdim. Millet orada Necatigil okuyor, Orhan Veli, Özdemir Asaf okuyor. Özeniyorum onlara, çünkü onlar edebiyat deyip kaybetmişler zaten. Üniversiteye giremeyecekler ama mutlular. Ben başarılı olmayı mutlu olmaya yeğ tuttum. Çünkü başarılı olmak zorundaydım. Ailenin seni bir kere daha okutma şansı yok. Sınıfı geçmek zorundasın. Halkalar çok gevşek yani. “Hadi lan bu sene de asayım, hayatın tadını çıkartayım biraz” dediğin anda kayarsın. Yani can havli söz konusu olduğunda kimse kimsenin bohem macera arayışını taşıyamaz. Böylece edebiyat hep gizli, yasak bir tutku olarak varoluyor bende. O da meğer yaşamının ta kendisi olmuş, meslek değil yani. Kemalizm'e gönül bağlamış... Kemalizm’e gönül bağlamış ve kaybetmiş bir aile benim ailem. Danslar, tangolar, radyo piyeslerine ağlamalar, arkası yarın’lar üzerine sohbetler... Bir ütopya yaşamışlar, ama ütopya duvara çarpmış. Benim babam o ütopyanın duvara çarptığını Özal’la anladı. Kemalizm’in kaybettiğini, Kemalizm’e gönülden bağlanan o samimi insanların kaybettiğini babamda gördüm. Babamla beraber ben de yenildim. Çünkü ben o tarihe ne, o insanların yenilmişliğine tanığım. Cezmi Ersöz Kaybetmeye... Cezmi Ersöz kaybetmeye mahkumdur. Kaybettikçe haz alıyorum. Mazoşizm değil bu. Benim ruhum böyle oluşmuş. Kaybetmek bana şiirsel bir tad veriyor. Ayağım kaydıkça, birileri tarafından kazandığım başarı elimden alındıkça ben kendime “Hah tamam şimdi sensin” diyorum. Ben kaybedince kazanıyorum. Kendimle buluşuyorum. Yenilgiyi öven birisi değilim. Ama bu kadar adaletsiz bir toplumda başarılı olmak bana “yanlış mı yaptım?” sorusunu sorduruyor. Bu soruyu sorunca kendime tezgah açıp, kendime çelme takıyorum. Bunu yapıyorum ki beni okuyan, yazılarımı seven insanlara biraz daha yaklaşayım, hiç olmazsa onlardan kopmayayım. Başarıyı küçümsememizin bir nedeni de bilinçaltımızdaki korku ile ilgili. Başarıyı istemiyor muyduk? Hem de çok. Biz zaten başarıya koşullandırılmış çocuklardık. Ancak öte yandan kazandığımız başarının tadını biraz olsun yaşayamadan, zenginlerin, iktidar sahiplerinin, güçlü insanların gelip hemen elimizden alacağını düşündüğümüzden, belki de bu acıyı hafifletmek için başarıyı küçümsedik. Kendi oyununu, kendi başarını gölgeleme isteği. İnsanlara Bakıyorum... İnsanlara bakıyorum, inanılmaz bir tutarlılık çizgisi izliyorlar. O insanlar kendi oyunlarını asla bozamazlar. Benim binlerce okurum var. Fakat hiçbir basın organı Cezmi Ersöz’den bahsetmiyor. Ben bunu kendim yaptım. 28 yaşımda egemen medyaya tavır aldım. Yani tabancayı masaya koydum, gemileri yaktım. Onlar da benim ve benim gibilerin onların hamurundan olmadığımızı anladılar. Bugün paraya ihtiyacım olur, anlaşma yaparım, üç gün sonra herşeyi yazar çeker giderim, ellerinde patlarım yani. Ciddi bir misyonun sahibiyiz bu anlamda. Açık Konuşayım... Bazı şeyler giderek netleşiyor. Eurogold bütün gazetelere tam sayfa, yarım sayfa ilanlar verdi. Açık konuşayım, Öküz ve Leman dergisi Eurogold’un ilanını alsaydı, ben bir daha oraya imzamı atmazdım. İnsan yazar arkadaşından da bu kadar dürüstlüğü bekliyor. Ama zaten holdingçiler bıçaklamadı bizi, en büyük darbeyi sağımızdan solumuzdan en yakın arkadaşlarımızdan yedik. Benim çok sevdiğim insanlar acı çekerek öldüler. Hayatlarını örnek aldığım, beslendiğim, gönül bağı kurduğum insanlar çok düşük maaşlarla, köşelerinde, hayattan istifa etmiş vaziyette çığlık çığlığa öldüler. Şimdi benim onların anılarına sadık olmak gibi bir misyonum var. Eğer ben Eurogold’un ilanını basan bir yerde yazarsam onlara haksızlık etmiş olurum. Bu dürüstlük anlayışına bugün aptallık gibi bakılıyor. Tesadüfler ve Kaos Tesadüfler, kaos...bizim hayatlarımızı birisi filme alsa kimse inanmaz. Absürd, akıldışı, tuhaf... Mesela ben pazarcılık yapıyordum. Mahmutpaşa’dan elbezi, havlu filan aldım. Pazarın en kötü yerindeyim, mafya var orada, yağmur yağıyor, havlular ıslandı. Bir baktım bir müşteri geldi. Aaa annem! “Kaça havlular?” dedi. Yarısını anneme sattım. Bir başka zaman salça aldım. 25 kg. salça. Getirirken elimi kesti, yağmur yağdı, vapura zor attım kendimi. Açtım, bozuk çıktı. Zarar ettim. Akla mantığa uyan yanı yok yani. Beyoğlu Rumeli Han’da dayımın yanında ofisboyluk yaptım. Bankaya para yatırır, vergi dairesine, defterdarlığa giderdim. Çay, dosya, sigorta bildirgesi taşıdığım yerlerde şimdi imza istiyorlar. Her şey akıldışı gelişti çünkü. Mantığı yoktu. Hiç bir şey planlanmamıştı. Yine de ben o rastlantılardan, büyülerden, esinlerden yanayım. Sait Faik’de sistem mi vardı? O rastlantılarla yaşayan bir insandı. Hayatlar onu çekerdi, insan yüzleri onu çekerdi, bakışlar, adını koyamayacağımız bir takım insan davranışları, içsezişler ve yoğun duyarlılıklar onu çekerdi. Ekollerin adı sonradan konulmuştur. Oğuz Atay’ı da bu nedenden çok seviyorum. Küçük memur ailesi, plan program yok, anlık duygular... 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Deaths_Expulsion Yanıtlama zamanı: Nisan 2, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 2, 2007 eline sağlık güzel konu açmıssın Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nickmickyok Yanıtlama zamanı: Nisan 2, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 2, 2007 Sağol sende;)....... Aşkta Yarın Yoktur Sevgili Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili. O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır. Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur. Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar. Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular yoktur. Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili. İnsan bir başka ışığa teslim olur... Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında. Hindistan`da Ganj Nehri`nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork`ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de... Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan... Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye... Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya... İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır. Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır... Bazen denizler, kıyılar çeker insanı. İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu. Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara... Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi... İşte şimdi biz de sevgili, ya olmadık zamanlarda umutsuzluğa kapılıp, soluğu evlerde alacağız, ya da denizler, kıyılar çekecek bizi. Nasıl biz başkalarının korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim korkaklığımızı taşıyacak, yenilgimizi, umutsuzluğumuzu... Birazdan sabah olacak... Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular başlayacak... Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım... Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış. Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını, cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek... Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak... Aşkta yarın yoktur sevgili... Hadi Bulun En Zayıf Yerimi İnsan kendisini merak etmeli; hem de ölümüne merak etmeli. Gün bitti işte... Kim farkında bunun senden başka... Herkes bu yenilgiyi nasıl da rahat kabulleniyor... Vaatlerini tutmadı gün. Kimse kendisini merak etmedi. Sabırsızlığın bundan; bundan çocuksu hasretin... Kabullenince herkes yaşamını sen ortaya kendini koydun... ve bütün suçlarını üzerine aldın sonra Bundan işte bu çocuksu hasretin Ve ölümcül bir rulet oynadın insanlarla hadi dedin, hadi bulun en zayıf yerimi... Ve diktin gözlerini gözlerine kastın bedenini yükselttin omuzlarını Öylece kaldın... Baktılar sana... Baktılar... Ama yüreğini bir türlü göremediler. Kimsem Kalmamıştı Artık Uzağımda Hava güneşliydi,ama ılık bir kan gibi yağıyordu yağmur yine de... İki büklüm olmuştuk,başımızın üzerinde incecik, bembeyaz ve yorgun bir tülbent vardı... Kimdin sen,annem miydin,sevgilim mi, o an tanıştığım birimiydin, yoksa hepsi birden mi,bilmiyordum. Bildiğim,hava güneşliydi,iki büklüm olmuştuk, başımızın üzerinde bembeyaz,sevinçli bir tülbent vardı ve bize amansızca vuruyorlardı. Yüzünde anlamlı bir korku ve çok sevdiğim bir koku vardı...Çünkü bize vurdukça onlar,gerçek kokumuz çıkıyordu ortaya ve bu koku bizi birbirimize daha çok bağlıyordu... Hava güneşliydi,ılık bir kan gibi yağıyordu yağmur ve amansızca vuruyorlardı bize. Bense bu anı çok uzun yıllar öncesinden hatırlar gibiydim. Zaten ben bu ülkede ne yaşadıysam onu uzun yıllar öncesinden hissetmiş gibi yaşardım. Ne yaşadıysam çok uzak yerlerden görür gibi yaşardım. Bana benzemeyenlere yakında buralardan gideceğimi kanıtlamakla geçmişti ömrüm... Hava güneşliydi,ama ılık bir kan gibi yağıyordu yağmur yine de... Ve onlar vurdukça bize alışkanlıklarımız çözülüyordu böylelikle. Küçümsediğimiz yollar açılıyordu önümüzde. Çiçeklerin dudaklarındaki sıcak rüya korkularımızı dolduruyordu... Çünkü saf hiçbir şey yoktu bu dünyada. Kötülükler bile terkederken bir kalbi geride buruk bir üşüme bırakıyordu. Zulüm bile saf değildi,bize vuranlar yitirdikleri masala vuruyorlardı aslında...Hiç bilmedikleri sırlara,hissetmekten korktukları sevgilerine... İnsan ancak kendi cesedine bu kadar acımasız olurdu, ve biz onların hiç yaşamadıkları masallarda,hiç bilmedikleri sırlarıyla ve hissetmekten korktukları sevgileriyle birlikte ölmüş cesetleriydik aslında... Çünkü saf hiçbir şey yoktu bu dünyada... Bir ara yüzüne baktım,acıya dayanamayacak gibiydin, aşk gibiydin,saf bir güzellik gibiydin,olmayacak birşeydin. Sonra geçti,gülmeye başladın,bana mutluluklar, sonsuz mutluluklar diledin,sonra gözlerimden öptün,şükür dedin,şükür bu hayat bizim değil, bizim değil bu dünya...Bizim değil bu sınırları kayıp cesetlerle dolu ülke... Bize vuranlara hiçbir borcumuz yoktu artık, çünkü ancak zulüm altındakiler barışabilirdi cesetleriyle. Kimdin sen,annem mi,sevgilim mi,o an tanıştığım biri mi,yoksa hepsi birden mi,bilmiyordum... Önce kendimle kucaklaştım,sonra senle,çünkü kendini hiç bulamayan,kayıp insanların eseriydi bu ülke,bu dünya,bu sınırları kayıp cesetlerle dolu hayat... Dışındaydık artık cam fanusun ve başındaydık henüz fanusun içindeyken küçümsediğimiz yolların... Kimsem kalmamıştı artık uzağımda. Kimsem kalmamıştı artık kendisine benzemeyenlere birgün mutlaka buralardan çıkıp gideceğini kanıtlamaya çalışan... Senden başka kimsem kalmamıştı... Çünkü zulme borçluyduk bizi birbirimize bağlayan gerçek kokumuzu... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Deaths_Expulsion Yanıtlama zamanı: Nisan 2, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 2, 2007 çok güzel Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nickmickyok Yanıtlama zamanı: Nisan 2, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 2, 2007 Hayallerini Yak Evi Isıt / Hayalet Tek başına bir odada kalıyordun. Odanın duvarları baştan başa camdı. Baştan başa sımsıcak ruhtu... Odanın ortasında çırılçıplaktın. Bir sandalyede oturuyordun. Odan ılık, tanıdık, hiç kesilmeyen bir rüyanın ortasında salınıyordu. Yüzünden dünyadaki bütün zamanlar geçiyordu. Yüzündeki bütün zamanları özlüyordum... Yüzünün bütün zamanlarının dışındaydım. Odanda tek başınaydın, ama o büyüsünü, o derinliğini yaşamayı çok arzulasam da, yine de nerede olduğunu bilmediğim dünyaya senden gidiliyordu... Senin gözlerinden görülüyordu... Senin gözlerinden görülüyordu benim sonsuz düşüm... Sonsuz kayıplığım... Varlığımın bir parçası sana gitmiş, bir parçası bende kalmıştı. Varlığımın sende olan parçası seninle gerçek dünyaya, başka ruhlara, öteki hayatlara gidiyordu... Beni içeri, odana, yanına almamıştın. Varlığımın en sahici, en cesur, en erdemli yanı içerde, seninle kalmıştı, seninle gitmişti öteki hayatlara, başka ruhlara... Böyle başlamıştı o büyük dışlanmam. Ömrüm odanın kapısında, beni içeri çağırmanı beklemekle geçmişti... Yaşamadım diyemem, yaşadım. Sevgilerim oldu. Başarılar kazandım. Misafirler geldi evlerime... Çılgın, başıboş, şımarık, ihtiras dolu yaz akşamlarım oldu... Sevgi dolu mektupları aldım. Telgraflar, çağrılar... Yolculuklara çıktım. Beni karşılayanlara el salladım sevinçle, içim kamaşarak... İştahlıydım. Arzularım hiç dinmeyecek gibiydi... Doğum günlerimde pastamı keserken herkese ve kendime hak ettiğimizden daha çok şans diledim hep... Ama yine de unutamazdım senin kapında bekletildiğimi, beni içeri almadığını, varlığımın en anlamlı, en sahici parçasının sende kaldığını, o ikiye bölünmüşlüğümün derin sızısını unutamazdım, bunun yıllarca süreceğini ve de hiç dinmeyeceğini... Bazı geceler penceremi açar derin nefesler alırdım. Nefes alırken gücümü daha da artırsın, acılarımı bana unuttursun diye Tanrı’ya yaranmak geçerdi aklımdan. Doğanın ayrılmaz bir parçasıydı odan. Odan doğadaki o en ağırbaşlı cinayetlerin ortasında sessizce beklerdi... Daha da ısınırdı sahipsiz ruhlardan yapılmış camları... O camları kırabilsem, sana dokunabilsem, kendimi sana inandırabilsem kainatın bütün şefkati, bütün sevgisi içime akacaktı, biliyorum... Yaşarken hiç tatmadığım bu duygu elimi uzatsam dokunabileceğim kadar yakındı sanki. Ama neden bu kadar uzaktaydı, hiç anlayamıyordum... Bilmek çözer sanıyordum bu muammayı... Bu uzaklığa çalışırsam beni içeri alırsın diye düşünüyordum... Çünkü yaşadığım şehirlerden en umutsuz durumlardan büyük vaatler, büyük sürprizler çıkarıyorlardı karşıma insanlar... Sanki insanlar o büyük kayboluşlarını unutturmak için bir arada yaşıyorlardı... Ben de o insanlardan biriydim ve bir gün kapını açıp beni içeri alacağını, bir gün beni gerçekten seveceğini sanıyordum... Bu yüzden dünyadaki hiçbir şey üzerinde dikkatimi yoğunlaştıramıyordum. Bu hayatta hiçbir şeyi tam yapamıyordum. Görenler kendimden intikam alıyorum sanıyorlardı... Sonsuz bir ertelemeydi hayatım. Aslında bu bir gecikmişlik değildi. Hayattan istifa etmek de değildi. Hem sen olmadan nereye gidebilirdim ki? Ben senden uzaklaştığımda gecikmiş olurdum her şeye, seni sevmekten vazgeçtiğimde intikam almış olurdum her şeyden, seni sevmekten vazgeçtiğimde intikam almış olurdum kendimden... Uzağa, istediğim uzaklara gitme şansım ancak yanında olursam mümkündü. Çünkü ne zaman içime baksam yüzünden geçen bütün zamanları, bütün özleyişleri, yüzünden gerçek dünyaya açılan yolları, başka ve öteki hayatları görüyordum... Yüzünde varlığımın sende kalan parçasını görüyordum. Böyle zamanlarda yüzünde, acıyla gölgelense de bağışlayan bir gülümseme olurdu. Ve bu gülümseme senin beni bir gün içindeki varlığımla buluşturacağını hissettirdi... İşte o zaman bu sürgün bitecekti... İşte o zaman yaşadığım bütün endişeler, bu suçluluk, değersizlik duyguları, bu korkular, bu günaşırı intiharlar bitecekti... Bunu bile bile yaşamak nedir bilir misin? ... Geri döneceğini bile bile tanımadığın, sana hep yabancı yollara düşmek... Karşına çıkan herkeste seni aramak... Seni hatırlattığı için birine âşık olduğunu sanmak... Sen olmadığını bile bile, bütün hayatını bu ilişkiye adamak için çırpınıp durmak... Bunu bile bile yaşamak nedir bilir misin? ... Düşünsene, ben seninle düşlerimi, heyecanlarımı, çocukluğumu, acılarımı aldattım... Seni unuturum diye yaşamaya başladığım her aşkı, ben yine seninle aldattım... Sen beni içine almadığından beri yıllardır ben seninle kendimi aldattım... Bir tek seni sevdiğim doğruydu... Ve bu doğru yüzünden hayatım yalana battı... Sen beni dışladığından beri beni sevenlere bir hayalet hediye ettin... Tepeden tırnağa aşka, tepeden tırnağa özleme batmış bir hayalet... Bu hayaletin içinde beni değil seni gördüler hep. Çoğu bu hayalete dayanamayıp çekip gitti... Kimisi senin beni beklettiğin kapıda, beni bekledi. Seni beklemekten yorulur, onunla birlikte çekip giderim diye buralardan... Ve ben en çok onların sevgisine inandım. En çok onlara derinden üzüldüm. Ve hep merak ettim, karşılıksız ve onca yıl bir hayaleti nasıl böylesine sevebildiler diye... Dünyanın iyi bir yer olduğuna ve yaşamak için çok sebep bulunduğuna bu insanların bir hayalete duydukları o akılalmaz, o sonsuz sevgileri yüzünden bir kez daha inandım... Seni unutmak için başladığı her aşkı yine seninle aldatan bir hayalete... Seninle kendini, bütün hayatını, düşlerini, çocukluğunu, yaşadığı bütün acıları aldatan bir hayalete... Bir tek sana duyduğu sevgisi doğru olan, bu yüzden bütün hayatı büyük bir yalan olan hayalete... kıskanıyorum yaa:(.... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Aralık 23, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 23, 2007 Yine Seninle Geldi Hayat "tek başıma hiçbir sorunun yanıtını bulamıyorum. hep yeni hayatlar yaşamayı isterken, kendimi aynı hayatı tekrar tekrar, yeniden yaşarken buluyorum.. sisli bir gecede yolunu kaybetmiş gemilere benzetiyorum kendimi.. yanına gidip konuşmak istediğim insanları da işte bu kayıp gemilere benzetiyorum. uzaktan soluk ışıklarını görüyorum.. ama o ne onlar bana yaklaşabiliyorlar ne de ben onlara. sisli gecede birbirimize uzaktan bakıp, yeniden kayboluşlarımıza karışıyoruz. umudum kalmadı artık.. bu dünyada düşüncelerimi, beni, duygularımı gerçekten anlayacak birini bulmam imkansız gibi görünüyor artık bana. ama evimde duramıyorum yine de. kendimi sokaklara atmak, insanlarla konuşmak, kendimi onlara anlatmak istiyorum. dinliyor gibi görünüp dinlemeseler de anlıyor gibi yapıp anlamasalar da.." .... "tek başıma dolaşıyorum beyoğlu nda.. gecenin kim bilir hangi saati, yine de her yer insan dolu. kimse evine gitmek istemiyor sanki. gece koyulaştıkça yalnızlık derdi artıyor. sadece benim evimin duvarları değil, bütün evlerin duvarları sanki aynı ayrılık şarkısını söylüyor. kimse tek başına bu şarkıyı dinlemeye katlanamıyor. evler saçmalığın kederine boğulmuş, yanlış yerde arıyor herkes kendini.. anılar zorba, bellek yorgun, hayaller kanatsız.. kimin gözlerine baksan, bu gördüğün ben değilim, ben aslında çok başkasıyım, diyor. kimi sevsem bu sevgiyle yarışacağı yerde benimle yerışıyor.kim beni sevse sevgide önce kendi yaralarını onarmaya çalışıyor. sevgi bir eliyle çağırıyor, korku iki eliyle geri itiyor.. kim beni öpse ayrılığın ipini geçiriyor boynuma. nereye gitsem, oraya benden önce anılarım gidiyor. oraya benden önce sevgiyi öğrenmeden nefreti öğrenen kadın gidiyor. nereden dönsem ardımda küskünlüğüm kalıyor. kimse kurtulamıyor bu küskünlükten. şiirler, ask nefret etmektir, diye bitiyor.." ........ "Hayat kitaplarda yazılan gibi değilmiş. Kitaplarda her kelimenin altında başka bir kelime gizliymiş. Her yüzün altına başka bir yüz... Böyle gidiyormuş, bunun sonu yokmuş. Geç de olsa şimdi anlıyorum. Beni aşar bu kelimelerin altındaki kelimeler, bu yüzlerin altındaki yüzler... Ben içimdeki acıya bakarım. içimdeki enayiliğe bakarım. Evet, kelimelerin altındaki kelimeyi, yüzlerin altındaki yüzü biliyorum ama, ben seni içimde hissederken, sana inanmışken şehrin her tarafında yanan bir ışık vardı. Yollarda, bahçelerde, hiç durmadan yanan bir ışık... Sen bu hayatta her şeyi benden iyi bilirsin. Öyleyse açıkla seni içimde hissettiğim her an hayatı aydınlatan bu ışığı... Yollarda, bahçelerde, evlerde gece ve gündüz durmadana yanan bu ışığı.. Hadi böyle bir ışığın hiç olmadığına inandır beni. Enayisin de bana... Çocuklardan, sarhoşlardan, budalalardan bile daha enayi..." Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
dark_venus Yanıtlama zamanı: Aralık 23, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 23, 2007 Hayat Bir Emrin Var Mı ? kitabı başucumdadır ara sıra istedigim yerleri açar okurum. Güzeldir Cezmi Ersöz. Hep bildigimiz şeyleri yazar. Birilerinin yaşanmışlığına illa dokunur yazdıkları. Yazdıkları hayattandır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.