nevermore Oluşturma zamanı: Nisan 17, 2011 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 17, 2011 Tibet Ölüler Kitabı ölüm sırasında herkesin kullanmasına yönelik bir dizi kılavuz bilgiler olarak geliştirilmişti. Ölümün anlık oluşunu bilen kişiler olarak, bundan şaşkınlık duymayacağımızı umuyor, önceden hazırlıklı oluyoruz. Bu nedenle, ölüm bizim için çok önemli bir şey değil yalnızca bir geçiş, bir kapı, ipekböceğinin kelebek olmak üzere kozasından ayrılması gibi bir şey olacaktır. Bu, bir olanak, neşeli bir şey ve kurtulmadır. Ancak oturmaktan başka bir şey yapmayacağımız cennete benzer edilgen bir düş ortamına bırakılma değildir. O, içinde daha da gelişeceğimiz bir bedenleşmeye bırakılmadır. Tibet Budizm'inde, Tibet Ölüler Kitabı, İki Durum Arası Öğrenme Yoluyla Doğal Kurtuluş ya da bardotoeudroeul adını taşır. Bu, kendi gerçeğinizin yapısını, iki durum arasındaki, ölüm sonrası deneyim olan bardodaki ince beden-akıl ikilisini öğrendiğinizde, doğal olarak kurtulacaksınız anlamına gelir. Tibet Ölüler Kitabı'nı ilk çevirdiğimde, bu konuda zaman harcadım, kendimi ona uyarladım ve birçok inanılmaz yorumlamalar yaşadım. Ondan öğrendiğim en önemli şey, bu Batılı Ölüler Kitabı başlığının tam tersi anlamına gelmesiydi. Kimse ölmemişti, orada da ölü yoktu ve bu benim için önemli bir şeydi. Birçok kültürde insanların öldükten sonra da yaşadıklarına inanılır ve çoğu insan ölülerden ve hayaletlerden korkar. Ancak Tibet Ölüler Kitabı'nın verdiği büyük mesaj ölü olmadığıdır. Kimsenin ölecek zamanı yoktur çünkü ölüm daha ileri bir varoluşa açılan bir geçiş noktasıdır. Bu aşamada, bu geçiş noktasından geçmek kuşkusuz korkutucu olabilir. Bu kapıdan denetimsiz, hızla geçer ve öteki yanda ne olduğunu bilmezseniz, bu size korkutucu gelebilir. Bilineni bırakarak bilinmeyene doğru denetimsiz bir geçişin hoş bir şey olmaması insanları korkutuyor sanıyorum. Ölüm bir kapı, genişliği olmayan bir çizgidir. Bu kapıdan geçerken, kapının neresindesiniz? Bir odadan diğerine geçerken arasında kesin bir sınır olan geçişin bir genişliği yoktur. Ama on santimetre genişliğindeki bir kapı eşiği üzerinde ayakta durabilirsiniz. Peki, ne zaman gerçekten eşikten geçiştesiniz? Ayak parmaklarınız eşiğe değince mi? Eşiğin ortasındayken mi? Bir odayla diğerini ayıran gerçek geçiş çizgisi nerededir? Bu, duruma bağlıdır. Bir anlamda geçiş diye bir şey yoktur, onun genişliği olmaz. Aynı biçimde, ölüm de bir yaşam ile öteki arasında genişliği olmayan bir çizgidir. Bilincin, bu bedenden ayrılarak "ara-durum bedeni" dediğimiz, tutarlı bir güçten oluşan ve alışkın olduğu gibi kendini bedenleşmiş olarak görmesine göre biçimlenmiş, sanal gerçek bir bedene büründüğü bir durumdur. Öldükten bir dakika sonra, bedenimin durumu daha önceki bedenime benzeyebilir çünkü bilincim, gözlerim, kulaklarım, kol ve bacaklarımla o biçimde bedenleşmeye alışmıştır. Düşlerinizde, görüyor, duyuyor, bazen bir şeye dokunuyor gibi olursunuz. Beden, kol bacak, gözler ve kulaklarınız var gibi gelir. Ancak düşteki bilinciniz bedende değil, sanal gerçeklik bölgesindedir; mekanik olarak devinir, alışkın olduğunuz bedeninize benzer bir sanal beden yaratır. Ölüm o çizgiden başka bir şey değildir. Bu yüzden kimse ölü kalmaz ve ölü insan yoktur. Ölmüş olan annem, babam, büyükbabam, dostlarım, şu anda boş oturmuyorlar, hemen yeni deneyimlerine başlamış durumdalar. Onlar yeni biçimlerde bedenleşmiş durumdalar. Bazen olabildiği gibi, önceki yaşamlarına çok bağlı kalmışlarsa, ikisi arası durumda kalabilirler; bilgeler; bu durumda da herkesin küçük ölümler ve yeniden doğumlar yaşadığını ileri sürerler. Yeni bir sanal bedenleşme eylemiyle, hiç uyanmayacakmış gibi düşlerde, çözülüp yeniden doğarlar. Daha önceki maddesel gerçeklikleriyle bağlantılı olarak hayalete benzer bir görünüm kazanabilirler. Budist geleneğinde hayalet gerçekten böyle tanımlanır. O anda da ölü değil, hayalete benzer bir durumdadırlar. Daha önceki biçimlerine yakın olmalarına karşın ölü değildirler. Olumsuz, korkutucu, dengesiz, düşmanca bir ruh hali içerisindeyseniz, yine olumsuz, yıkıcı bir yaşantıya girebilirsiniz. Sevecen, iyi, açık, eli bol, aydın bir ruhsal durumdaysanız, dünya da yaşamış olduğunuzdan çok daha hoş görünen olumlu bir yaşantıya kısa sürede, gireceksiniz demektir. Her şey o denli aydınlıktır ki, biraz bunaltıcı olan dünyamızdan sonra, ara yolda bulunmaktan bir pişmanlık duymazsınız. Yeryüzünün aydınlanmış kutsal varlıklarınca, bize daha çok sevecenlik olanağı sağlamaları için, bu göksel olmayan durumda özellikle tutulduğu söylenmektedir. Tibet Ölüler Kitabı, büyük Hint ve Tibet Tantra bilgelerinin çalışmalarıyla ortaya çıkan bir yapıttır. Bu bilgeler ölüm ile yeniden doğma, düş ile uyanıklık durumlarını, bu bilinç ve bedenleşme aşamaları arasındaki geçişleri özenle, deneysel ve düşünsel olarak incelemişlerdir. Bu geçişler yoluyla bir bilinç geliştirmiş ve bu deneyimlerinden de öğretiler ve kılavuzlar oluşturmuşlardır. Örneğin, öldüğünüzde, bir tür erime duygusu duyduğunuz söylenir. Yapınızdaki tüm sertlik yok olur, bir yığın biçiminde ya da içsel olarak bir su birikintisi gibi erirsiniz. Bu, her zaman gördüğünüz nesnelerin belirgin kenarları erimeye başlamış gibi bir görünüm aldığı için bir tür düşsel serap yaşıyormuşsunuz gibi bir duygudur. Nesneler girdap gibi dönen sıvı biçimlerdir. Görme ve biçimlendirme yeteneğinizi yitirirsiniz. Bir sonraki aşamada, bir tür içsel duman (gözlerinizle değil) görüntüsü algılarsınız. Bir duman içindeymişsiniz gibi bir duyguya kapılırsınız; sıvı ve erimiş bir duygu yerine, kol bacak gibi organlarınız ve tüm duygularınızı yitirmiş olduğunuz halde, sıcak ve coşkun bir duygudur bu. İşitme duyunuzu yitirirsiniz, insanların konuşmalarını duymazsınız ama içinizden gelen yalımların çıtırdaması, sel sularının akışı gibi kükreyen sesler duyar, dıştan gelen sesleri duymazsınız. Daha sonra, kıvılcımların ya da ateşböceklerinin titrek ışıklarla ve uğultularla uçuştuğu, yağmur damlalarının pürüzsüz bir havuz yüzeyinde çemberler oluşturduğu bir ortama girilir. Bu ötekilerden daha parlak bir görüntüdür. Sonra, hiç kımıldamayan, mavi lekeli, beyazımsı, sarımsı bir alevle yanan bir mum duyumsarsınız. Bu, tam sessizlik, arı, içten yanan bir yalım, o geçiş öncesi an olabilir. Gözleriniz artık görmediği için onu göremezsiniz. O anda hiçbir motor güç çalışmamaktadır. Üzerine oturduğunuz bacağınızın ya da ayağınızın uyuşması gibi, tüm bedeniniz uykuya dalmıştır. Bedeniniz tüm olarak uyuşmuş, hatta uyuşmayı da aşarak duyularını yitirmiştir. Bedeniniz içinde olduğunuz duygusunu yitirmiş durumdasınız. Daha sonra, "ışınlanma" aşamasına geçersiniz. Bilinen güç kavramı ile bağlantınızı keserek, sinirsel bir güce benzeyen, "esinti" ya da "ince esinti" denilen ince, sanal bir güç kazanırsınız. Ve ay ışığı, ışıma, sessizlik, serin bir havayla dolu çok geniş bir içsel alan duyumsarsınız. Buradan da, güneş ışığıyla dolu geniş bir gökyüzü gibi "ışıma" denilen bir duruma geçersiniz. Burada ne güneş, ne ay, ne de ayrı bir nesne vardır. Onların yerine, arı, parlak, yoğun, güçlü, kırmızımsı turuncu bir güneş ışığı her yeri kaplamıştır. Bu aşamadan sonra, "yücelik" ya da "kara ışık" denilen, içindeki her nesnenin koyu, parlayan bir siyah renkte olduğu daha derin bir aşamaya geçilir. Başlangıçta, bu aşamaya girdiğinizin bilincine varmak, bir hiçliğe dönüşmek ya da bir hiç olmak gibidir, eğitimsiz bir kişi bu durumda bütünüyle bilincini yitirir ve bir birey olduğunu anlamaz. Öznellik duygusu, -önceki geniş ay ışığı ve sonraki güneş ışığı aşaması- iki durumunda da suskun kalmıştır. Karanlık durumda yalnızca bilincinizi yitirirsiniz. Ama bir yogi bu aşamadaki bölünmez bilinçsizliğinden kendine çok ince bir bilinç ayırır ve bilincini bütünüyle yitirmez. Son aşama olan "saydamlık durumu" Amerika'da "açık ışık" olarak bilinen aşamadır. Ne yazık ki, bu çoğu insana göre açık "canlı" ya da "parlak" anlamına gelir ve beyaz ışık sanılır. Bu ışık aslında beyaz değil, aydınlık ile karanlık arası, griye yakındır, cam gibi saydamdır. Parlaklığı olmadığı gibi karanlık da değildir. Gölge vermeyen bir ışıktır. Bir nesne üzerine düşmeyen bir ışıktır; bir nesne içindedir ve de değildir. Gerçek bir saydamlıktır ve en ince bilinç durumu olarak bilinir. Bu gerçek özgürlük, içinden geçmenin gerçekten ölüm olduğu ve aydınlanmanın tüm varlıklarla birleştiği yer olan en derin budalık bilincidir. Saydamdır, bu nedenle öteki durumları engellemez, hiçbir şeyden ayrı değildir. Bu saydamlık çok yaratıcı, iyileştirici, güçlü ve sonsuzdur, ancak onu kendiniz yaşamalısınız. Sıradan bir insan öldüğünde, bilinci duyu organlarıyla yönlendirildiği için, başka bir biçime girme, öteki öz ve nesnelerden ayrı bir benlik oluşturma çabasına girer. Bu nedenle, erkek ya da dişi, bu geniş ay ışığı, güneş ışığı, kara ışık, açık ışık aşamalarından geçerek kendine yeniden bir biçim arayışına girer. Eğitimsiz, bilinçsiz bir insan olayları göremez ya da unutur. Bunlar birlikte çalışılması gereken en iyi durumlardır. Bunlar, Tantra yogalarında, mandalada bulunan Tantra yoginin, gezinmeyi, bilinçli kalmayı, sonra da bu durumlardan bir biçim oluşturmayı, sekiz ışık simgesinden geçip geri gelerek öğrendiği durumlardır. Yogiler; saydamlıktan kara ışığa, kara ışıktan güneş ışığına, oradan sırasıyla, ay ışığına, mum ışığına, ateşböceklerine, kıvılcımlara, dumana, serapa, sonra da biçimlerin güçlü olarak algılanması aşamalarına geçerler. Tibet’in Mücevher Ağacı, Robert Thurman Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
MadUnknown Yanıtlama zamanı: Nisan 17, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 17, 2011 Bu Tibetlilerde olmasa insanlık çoktan gerikalmışlığın bataklığına iyice kapılacaktı.Saygı duymak gerek. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
fairytale Yanıtlama zamanı: Nisan 17, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 17, 2011 tam duymaktan hoşlandığım şeyler. ellerine sağlık never 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
aksak lisan Yanıtlama zamanı: Nisan 17, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 17, 2011 okurken aldı götürdü; teşekkürler çok güzeldi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
rinkitoka Yanıtlama zamanı: Ağustos 19, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 19, 2011 Bu Tibetlilerde olmasa insanlık çoktan gerikalmışlığın bataklığına iyice kapılacaktı.Saygı duymak gerek. cok hakli yani bende boyle seyler duymak istiyordum olum hakkinda tesekkurler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
emir869 Yanıtlama zamanı: Ağustos 19, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 19, 2011 Uzun olmasına rağmen üşenmeden okudum hepsini. Bu bilgileri gerçekten elde etmek mümkün müdür bilinmez ama tüm inanışlarda benzer şeyler anlatıldığına göre mutlaka doğruluk payı olmalı. Birbirinden alakasız zamanlarda ve yerlerde insanlar aynı yalanı söylüyor olamaz. Sahi tibetliler ölüm ötesi hakkında bu kadar bilgiye sahipken neden o kapıdan geçmek yerine hala bu dünyaya tahammül ediyorlarki. Nedir acaba açıklaması? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Ağustos 19, 2011 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 19, 2011 sanırım bunun en mantikli cevabı, tekamul Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
emir869 Yanıtlama zamanı: Ağustos 19, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 19, 2011 Gerçi bu da mantıklı. Ölmek için doğru zaman geldiğinde öleceklerine inanıyorlar. Bize göre ise her ölüm erken ölümdür . Gerçi böyle düşünmekte de biz haklıyız çünkü gerçekten hazır hissetmiyoruz kendimizi ölmek için Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
hortlana Yanıtlama zamanı: Ağustos 19, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 19, 2011 Tibetliler zaten tekamülün son aşamasındaki insanlar bence..Bence bunun cevabı hala bişeyler öğretebilicekleri insanlar olması bu tahammül edilemez dünyada.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Cuq0 Yanıtlama zamanı: Ağustos 19, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 19, 2011 Müthişti teşekkürler. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Ağustos 20, 2011 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 20, 2011 Tibetliler zaten tekamülün son aşamasındaki insanlar bence..Bence bunun cevabı hala bişeyler öğretebilicekleri insanlar olması bu tahammül edilemez dünyada.. Tekamülün son aşaması nedir sayın hortlana ? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
darkstar Yanıtlama zamanı: Eylül 5, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 5, 2012 tibete yerleşmek lazım. biraz orada yaşayıp geri dönmek ve hayatı anlamak daha iyi olurdu sanırım Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.