tugba Oluşturma zamanı: Nisan 10, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 10, 2007 Kapadokya Binlerce yıldır toprağında yüzlerce uygarlığın yaşamış olduğu bir yerde yaşıyoruz biz. Türkiye´nin her karesinde bir gizem, bir soru işareti var. Açıklanamayan konforlu mağaralar, derin kuyular, eski mezarlıklar ve kimbilir daha keşfedemediğimiz neler neler... Eski uygarlıklardan kalma bir çok mitoloji kahramanı bizim ülkemizde yaşamış. Tarihin bir sır perdesi altına sakladığı bu eşsiz kalıntılar için çeşitli buluntular ve söylenceler var. Bunlardan bir kısmını konumuz içine dahil ettik. Kapadokya-Gizemler şehri Kapadokya Anadolu´nun Altı Oyuk mu? Yeraltı kentlerini kim, neden yaptı? 85 m. derinlik, çağdaş bir havalandırma sistemi, binlerce kişinin yaşayabileceği bir kompleks, mükemmel bir savunma sistemi; Ve bunların ne zaman, niçin yapıldığı belli değil. Orta Anadolu´da Nevşehir, Niğde Aksaray yörelerinde yüze yakın yeraltı kenti, tüneller ve mağralar bulunmaktadır yani bu yöremizin altı karıncaların yuvalarına benzer. Cevabı hala bulunamayan bir gizemle karşı karşıyamıyız? Gözümüz hep uzaya dönük ama dünyamızın içindeki bilinmeyenler de hala uzay kadar karanlık ve çözümsüz. Cevap hala bulunamadı, bir gün birileri ciddi maliyetleri göze alıncaya kadar... Ne garip değil mi? Neredeyse Orta Anadolu´nun yarısına yakın bir bölümünün altında dev yeraltı kentlerinin bulunduğu ancak 1960´ların başında farkedildi. Söylencelere göre, yeraltı kentlerinin bulunmasının nedeni bir deliğe girip kaybolan bir tavuktur, bir diğerine göre Demir adındaki bir köylüdür veya meraklı turistlerdir. Bu garip yerlerin birer mühendislik şaheseri olduğunu söylersek abartmış olmayız, bir kere havalandırma sistemi ve mantığı mükemmeldir, evet kayaların normalin altında bir kırılganlığa sahip oldukları doğrudur ama yeraltı kentlerini gördüğünüzde bunun yeterli bir açıklamadan çok uzak olduğunu görürsünüz çünkü modern araçlar gerekmektedir. Günümüzdeki modern teknolojinin çizgisinde olan maden ocaklarının hiçbirisi böylesine mükemmel ve hatta konforlu değildir... Peki Nevşehir civarındaki bu yeraltı kentlerinin amacı nedir? 4000 yıl önce varolan yeraltı kentleri Kapadokya Temel neden tartışılmaz olarak korkudur çünkü yeraltı kentleri içine girilmesi çok zor olsun diye yapılmışlardır, bu yüzden de uzun zaman fark edilmediler. Derinkuyu, Kaymaklı ve Özkonak´da bulunan yeraltı kentlerinde, değirmen taşı şeklinde insan boyunda taşlar girişleri kapatmak amacıyla kullanılmıştır ama bu taşlar ancak içerden açılabilmektedir. Kimler, kimlerden kaçıyorlardı? Bunu bilmiyoruz. Yunanlı tarihçi-asker Xenephon "Anabasis" adlı kitabında Pers Kralı Kiros´un emrindeki Hellenler´in bu yeraltı kentlerinde bir zaman konakladıklarını söyler. Öyleyse, yeraltı kentlerini yapanlar bazı tarihçilerin ve arkeologların iddia ettikleri gibi Roma´nın şerrinden kaçan ilk Hıristiyanlar değildirler ama buraları bulmuşlar ve sığınmışlardır, daha sonraları da aynı amaçla Bizans ve Selçuklu dönemlerinde de kullanılmıştır. Katlara inildikçe geç Hitit döneminden birkaç kalıntının bulunduğu da belirtilmektedir. Anabasis, MÖ 4. Yüzyılı anlatır, Hititler ise MÖ 2.000-1.200 arasında etkindiler. Yeraltı kentlerinin geçmişini iyi niyetli bir tahminle buralara kadarg*türürsek, kentlerin yaklaşık 4.000 yıllık olduklarını belirlemiş oluruz. Buna karşın bilinen Hitit tarihinde Kapadokya´daki yeraltı mağaraları veya kentleri ile ciddi bir referansa raslanmaz ve sonuç olarak bu aşama işimiz söylencelere kalacaktır; ilginç bir yöresel örnek vardır. Melekler Derinkuyu´damı? Kapadokya Kaymaklı ve Derinkuyu köylülerinin yaşlıları dedelerinin anlattıklarına göre çok eski zamanlarda yeraltı kentlerinde meleklerin yaşadıklarını anlatıyorlar. Göklerden gelen bu melekler, yöreyi çok sevmişler ve yerleşmişler ama uzun zaman sonra yine göklerden gelen kötü cinler. melekleri yok etmeye niyetliymişler. Büyük bir savaş çıkmış, cinleri yenemeyen melekler büyü yaparak yeraltı kentlerini oluşturmuşlar, buradan dünyanın içine girerek cinlerden uzaklaşmışlar ve hala dünyanın içinde yaşıyorlarmış. Köylü dedeler, meleklerin nurdan ışıklar halinde göğe yükseldiklerini görenlerin olduğunu da söylüyorlar. Bizim köylülerin Daniken´den ve UFO´lardan hiç haberleri yok ama bu şirin söylence ister istemez akla çizgi dışı düşünceleri getiriyor. Herşey bir yana günümüzün nükleer savaş tehlikesine karşı, yeraltı kentlerinden daha mükemmel, daha uygun bir sığınak sistemi düşünülemez, hele bir de tamamı ortaya çıkarılırsa... Bir kez daha söylemeden edemiyoruz; şu kralın, bu imparatorun veya bir padişahın ya da tarihsel kişiliğin yazdırdığı tarihleri bir yana atarak, kendi tarihimizi kendimiz öğrenmeye karar verip, bir sürü siyasi saçmalığa harcadığımız paraları buralara yönlendirsek? O zaman, kimbilir neler bulacağız... Anadolu´da bir kehanet merkezi : Didim tapınağı Didim Tapınağı Anadolu´da Bir Kehanet Merkezi Şimdilerde "Orakl"ların yaşadıkları veya geçerli oldukları dönem MÖ 700 ile MS 300 arasındaydı. Sözcüğün üç anlamı vardır ya da üç şeyi tanımlar; birinci anlamda "Orakl" tanrıların konuştuğu kişidir, ikinci anlamda geçerli yani güncel olan tapınak veya çekinilen, saygı duyulan tanrıdır, üçüncü anlamda ise tanrı tarafından kahin aracılığı ile verilen cevaptır. Batı Anadolu´nun yani İyonya´nın bağrında bulunan Söke yakınlarındaki Didim Apollo Tapınağı 1700 öncesine kadar yaklaşık ikibin yıllık bir "Orakl" merkeziydi. Antik Dünya´dan günümüze gelen bu baş döndürücü Tapınak, geçmişe terk ettiğimiz ve unuttuğumuz görkemin ve de gizemin muhteşem bir örneği olarak gözlerimizin önünde hala durmaktadır. Meşhur "Orakl"lar Didim Tapınağı Anadolu´da bir kehanet merkezi Şimdilerde "Orakl"ların yaşadıkları veya geçerli oldukları dönem MÖ 700 ile MS 300 arasındaydı. Sözcüğün üç anlamı vardır ya da üç şeyi tanımlar; birinci anlamda "Orakl" tanrıların konuştuğu kişidir, ikinci anlamda geçerli yani güncel olan tapınak veya çekinilen, saygı duyulan tanrıdır, üçüncü anlamda ise tanrı tarafından kahin aracılığı ile verilen cevaptır. Batı Anadolu´nun yani İyonya´nın bağrında bulunan Söke yakınlarındaki Didim Apollo Tapınağı 1700 öncesine kadar yaklaşık ikibin yıllık bir "Orakl" merkeziydi. Antik Dünya´dan günümüze gelen bu baş döndürücü Tapınak, geçmişe terk ettiğimiz ve unuttuğumuz görkemin ve de gizemin muhteşem bir örneği olarak gözlerimizin önünde hala durmaktadır. Didim ve Lucifer ilişkisi Didim Tapınağı Apollo ve Lucifer ilişkisi Antik Yunan´da ve İyonya´da (Batı Anadolu) "Orakl" merkezleri birçok yerdeydi. Fakat daha önce mitolojiye bir göz atmak yararlı olacaktır. Apollon, en büyük tanrı olan Zeus ile sevgilisi Leto´nun oğludur, Zeus´un kıskanç karısı Hera´dan kaçan Leto, Delos Adası´ndaki Kynthos Dağı´na gelir ve orada Apollo ile kızkardeşi Artemis´i doğurur. Mitlere göre doğum esnasında, göklerden altın pırıltılı yağmurlar yağmış, güller açılmıştır. Apollon, ışığın tanrısıdır, ona "Phoibos" yani "ışıldayan" veya "ışığı getiren" olarak da tanınır; burada ezoterik anlamda Apollo´nun Şeytan´ın majikal tanımı olan "Lucifer" ile özdeşleştiği farkedilir. Apollo´nun ve Lucifer´in ışığı ya da daha uygun tanımla bilgiyi vermesi, özde saklı olan sembolizmanın ifadesidir. Ve Apollo aynı zamanda da kehanetlerin tanrısıdır, üstteki sembolizmadan yola çıkarak geleceğin bilgisinin insana verildiği noktasına ulaşırız ve o zaman da pagan inançlara karşı doğan tek tanrılı semavi dinlerin kehanetlere neden karşı çıktığı anlaşılır. Tüm pagan kültürü ve gelenekleri yok etmek zorunda olan günümüzde yaşayan üç büyük semavi din ve onların uzantısındaki inançlar doğal olarak gelecekten haber vermeyi şeytansı tanımlamışlar ve korkutarak yasaklamışlardı. Apollo, kehanetlerin babasıydı ve "Orakl" merkezleri onun adına ve onurunaydı. Delphi, Claros ve Didima bunların en önemlileri ve etkin olanlarıydılar. Didima ya da "Didymaion" sözcüğü "ikiz" anlamına gelir, ikiz kardeşleri yani Apollo ile Artemis´i kasdetmektedir. Didim´de 25 metrelik dev apollo Didim Tapınağı 25 Metrelik Apollo Heykeli Didima´daki Apollon Tapınağı, bugün Aydın ili hudutları içinde Söke kazasına bağlı Yenihisar (Yoran) köyü mevkiidir. Tapınak, antik çağlarda Miletos´un yaklaşık 19 km. güneyindeydi. Bilindiğine göre, şimdiki Tapınağın bulunduğu yerde ünlü İyonya göçünden ve Miletos kentinin kuruluşundan önce de eski bir tapınak vardı. Arkaik Dönem´den kalan bu eski Apollo Tapınağı, krallar tarafından hatta Lidya Kralı Krezüs tarafından da ziyaret edilmişti. İlk inşaatın MÖ 8. Yüzyıl´da yapıldığı ve yaklaşık MÖ 560´larda şimdiki büyük tapınağın tasarımlandığı Alman arkeologlar tarafından ileri sürülmektedir. MÖ 5. ve 6. Yüzyıllar´da, Tapınağın etkisi azalmaya başladı. 5. Yüzyıl´da Persler Batı Anadolu´ya yani İyonya´ya geldiler. Tapınak, çevresindeki yerleşim alanı ve içerde bulunan bronzdan yapılma dev Apollo heykeli (Bronz Apollo heykeli, 25 metre yüksekliğindeydi ve çatısız iç avluda "Cella" duruyordu, çevresi mitolojik yaratıklarla süslenmişti.) Pers Kralı Darius tarafından yok edildi. Tapınak 180 yıl boyunca harabe olarak kaldı. Büyük İskender´in Persleri kovmasının ardından yeni bir yükseliş dönemi başladı. İskender Tapınağın yeniden yapılması emretti, sonra Suriye Kralı I. Sleukos, Persler´in kaçırdığı Apollo heykelini Tapınağa geri getirtti. MÖ 300´de günümüzdeki Tapınak, Efesli Paionias (Artemis Tapınağı´nın mimarlarındandı) ve Miletos´lu Daphis tarafından inşa edilmeye başlandı. Didim´deki Tapınak inşaatının sonu Didim Tapınağı Ama proje çok büyük tutulmuştu, bu nedenle de tamamlanamadı, inşaat MS 200´lerde dahi bitmemiş, geçen beş yüzyıla rağmen sonuca ulaşılamamıştı. Roma İmparatorları´nın desteğine rağmen yine de inşaat tamamlanamadı, bugün dahi inşaatın eksiklikleri görülmektedir (traş edilmemiş taşlar, yivsiz sütünlar ve ücretini alamamış taş ustalarının imzalarının durması gibi..). Tapınak düz bir alan üzerinde değildir, bu nedenle yapı zaman içersinde kaymış ve bu nedenle de ön kısmına yay biçiminde bir takviye duvarı yapılmıştı. Temeller, depremlere karşı ızgara biçiminde yerleştirilmişti. Yapının ölçüleri 109.34 x 51.13 metre olarak tahmin edilmektedir. Toplam 112 sütun bulunuyordu (Bazı uzmanlara göre 124 sütün vardı). Ön girişte görülen 7 yüksek basamaklı, 3.5 metre yüksekliğindeki kaide (krepis), hem Hellenistik bir evrimin simgesi, hem de çukurda kalan o bölümü yükseltmek içindi. Tapınağın en çarpıcı yeri kuşkusuz önünde 1.45 m. yüksekliğinde bir eşik bulunan dev kapıdır. Bu büyüklük, mimari bir nedene dayanmıyordu, dini bir amaçtı ve bir kehanet merkezi olması etkindi. Tapınak, MS 200´lere kadar yarı inşa edilmiş haliyle kullanıldı; Hıristiyanlığın yayılması ve çok tanrılı inancın çökmesiyle içine bir kilise yapıldı ama bir yangın sonucunda tüm yapı zarar gördü. MS 395´de İmparator Theodosius; "tüm kehanetleri boş iş ve umut" ilan ederek yasakladı. "Orakl"ın sonu gelmişti. Bizans döneminde askeri garnizon olarak kullanıldı ve ikinci bir yangın yaşandı. 1493´deki büyük deprem tapınağa çok zarar verdi. Ve bundan sonra tamamen terk edildi; ta ki 18. Yüzyıl´a kadar... Tapınak´tan ilk kez ünlü gezginler Texier ve Nevton söz ettiler; 1858´de İngilizler, 1872´de Fransızlar çalışmalar yaptılar. 1904´ten sonra Wiagand başkanlığındaki Alman ekibi Tapınağı şimdiki haline getirdi. Çok uzak bir öykü : Nemrut dağı Nemrut Dağı Çok Uzak Bir Öykü; "Kardeşlik Örgütü" Anadolu´daydı Nemrut´un Sırrı Nemrut Dağı hep gizemli iddialara hedef oldu; hatta uzaylıların gizli üssü olduğu bile iddia edildi; kesin olan tek şey dağda bilinmeyen veya henüz keşfedilmemiş tünellerin olduğu ve efsanevi Commagene Kralı I. Antiochos´un kayıp mezarıdır. Dağın gizemi, çok değişik alanlara yöneliyor; Hıristiyanlığın burada başlamasından tutun da, İsa´nın doğumundaki simgesel anlama ve de Noel´in yanlış zamanda kutlanmasına kadar... "The Orion Mystery ve The Mayan Prophecies" kitaplarının yazarlarından araştırmacı Adrian Gilbert, bu sırrı kovaladı, Rusya´dan Fransa´ya ve Mısır´a, Filistin´den Güneydoğu Anadolu´ya uzanan yorucu bir çalışmadan sonra edindiği bilgileri, inanılmaz iddialarla bütünleştirerek, bir kitap yazdı ve gizem büyüdü; Nemrut dağının gizemi Nemrut Dağı Tarihin neresine bakarsanız bakın, muhakkak dünyanın bir yerinde, özgün bir inanç veya mistik ya da okült bir yaşam biçimi karşınıza çıkacaktır. Bu tür grupların ana ilkesi kardeşliktir, kardeşlik adayı belli bir eğitim, öğrenim ve sınav aşamasını yaşadıktan sonra ezoterik gizemlerle beraber yaşamaya başlar ama bunları dışarıya taşıması yasaktır çünkü bilgi özeldir ve yeterince eğitilmemiş, amacını bilmeyen ve meraktan öteye geçemeyen yani hak etmeyen kişilere verilemez. Yüzyılın sonuna doğru, çoğunluğu Rus olan bir grup okültist veya ezoterist gizemci peşpeşe ortaya çıktı; aralarında Madam H.P.Blavatsky, Alexandra David-Neale, P.D. Ouspensky ve G.I.Gurdjieff gibi çok önemli isimler bulunuyordu. Doğunun tanımıyla bunlar; "Bilgeliğin Ustaları" ydılar. Tümü, uzak geçmişin ezoterik ve gizemci mantığı doğrultusundaydı, kurdukları gizem örgütleri günümüzde milyonlarca insanı yönlendiriyor, yani "Kardeşlik" hala yaşıyor. Hristiyanlığın lideri Nemrut´da mıydı? Nemrut Dağı Yoksa, Hıristiyanlığın Gerçek Lideri Nemrut´da Mıydı? 1920´de G.I.Gurdjieff, batıya geldi ve Fransa´da kendi adına bir gizem veya ezoterizm okulu açtı, okulun izlediği yol çok eski bir ezoterik okulun yoluydu; bu çok uzak geçmişten gelen okulun adı "Sarmoung Kardeşliği" idi. İpucu izlendiğinde, (Gurdjieff hakkında yazılan otobiyografi de bu yöndedir.) adı geçen örgütün temelinde büyük bir olasılıkla, bir zamanlar Kuzey Mezopotamya´da gelişip, yayılan ama sonra yok edilen Hıristiyan Gnostik Okulu´ndan geriye kalanlar bulunuyordu. İzleri sürdürdüğümüzde bu kez günümüz Türkiye´sinin sınırlarının içine giriyor ve kayıp gizem okulunun Güneydoğu Anadolu´da bulunduğu anlaşılıyordu yani Gurdjieff´in kurduğu örgütün en uzak geçmişinde yer alan kayıp gizem okulu Anadolu´daydı; Ama nerede? İşte burada ortaya çıkan bir adam yeri bulduğunu söyledi, adamın adı Adrian Gilbert´ti,1972 yılında, Adrian Gilbert hacı olmak amacıyla, Filistin´e, Hz. İsa´nın doğum yeri olan Bethlehem´e gitmişti, aslında bilgeliğin peşindeydi, bir gizem örgütü arıyor ve eğitilmek istiyordu. Bölgede bir gizli okulun olduğunu duymuştu, kulağına gelenlere göre Matta İncili´nde adı geçen Maji Okulu buradaydı, sıkı bir arayışın ve gizem dedektifçiliğinin sonucunda, o da Gurdjieff´in izine rasladı, Filistin´de ortaya çıkan iz, Fransa´da gelen izle Anadolu´da birleşiyordu ve Adrian Gilbert artık sonuçtan emindi; Kayıp "Kardeşlik Okulu" nun liderini ve yerini bulmuştu; Gilbert´e göre örgütün kurucusu Commagene Kralı I. Antiochus, yeri ise Nemrut Dağı´ydı. Kral Antiochus´un krallığı Nemrut Dağı Sıra Urfa´da Gilbert, Kral I. Antiochus´un yaşadığı çağda varolan Sarmoung Kardeşlik Örgütü ile yakın ilişkisi olduğu görüşünde, onun Kuzey Fırat bölgesine yayılan küçük krallığının ana simgesi aslandı veya Commagene Aslanı´ydı. Nemrut Dağı´nda bulunan dev mezar anıtta, astrolojik ve Hermetik simgeler kullanılarak, gizem vurgulanmıştı. Nemrut´da bulunan Aslan kabartmasının üzerindeki Astrolojik simgeler aslında bir horoskop yani yıldız haritasıdır ve Gilbert burada belirtilen işaret edilen iki zaman dönemiyle, Kral´ın doğum ve inisiye yani örgütte eğitildiği tarihleri işaret ettiği düşüncesindedir, bu tarih 6 Ocak´tır yani İsa´nın Yahya Peygamber tarafından vaftiz edildiği tarih yani özgün adıyla "epiphanes" günü. Günümüzde, aynı tarihte Ortodokslar suya haç atarak kutlamalar yapıyorlar. Gilbert, Kral Antiochus´un krallığının henüz bulunmamış bir yerinde 35´ eğiminde, 155 m. uzunluğunda, nereye gittiği bilinmeyen bir tünel olduğunu iddia ediyor. Aslında bu iddia doğru, çünkü arkeologlar uzun zamandan beri bu bulmacanın peşindeler, Kahta´dan Nemrut Dağı´na uzanan tünellerin varlığı biliniyor ama nereye gittikleri henüz anlaşılamadı zira o boyutta kazılar yapılmış değil. Gilbert Commagene Kralı´nın doğum tarihini de hesaplıyor; bu tarih Güneş´in, Regulus yıldızıyla Aslan Burcu´nda buluşum yaptığı tarih yani 29 Haziran. Adrian Gilbert, Urfa´nın da (Eski adıyla Edessa) Orion Bilgeliği ile ilgili bir astrolojik merkez olduğu görüşünde ve bunun kanıtlarının da Eski Ahit´te yani Tevrat´da bulunduğunu belirtiyor. Hristiyanlık kalıntıları ve Urfa Nemrut Dağı Kral´ın doğumu ve Mısır´a uzanan yol Hıristiyanlığın ilk yıllarında Urfa, çok önemli bir eğitim merkeziydi ve kutsal kalıntılar hala orada görülür. Haçlılar´ın yıkımlarından sonra bölge, 1145´de İslam Komutanı Zengi tarafından ele geçirilmiş ve 1146´da da Zengi´nin oğlu Nureddin, Haçlıları tamamen uzaklaştırmıştı. Gilbert, araştırmalarında kayıp Kardeşlik Örgütü´nün izlerinin Urfa´da da bulunduğu belirtiyor ve Matta İncili´ndeki "Maji Öyküsü" nü hatırlatıyor. Mesih´in yani İsa´nın doğumu yani Christmas Günü sandığımız gibi 25 Aralık değildir, bu tarih aslında antik bir Pagan festivalini simgeler (Mitralar´ın Doğum Kutlamaları). Gerçek Christmas Milattan önceki 7. yılın 29 Temmuz´udur yani İsa milattan 7 yıl önce doğmuştur ve o gün gök konumu çok özeldir; Güneş her yıl aynı tarihte, "Kral´ın Doğumu" konumuna girer Aslan Burcu´ndaki "Küçük Aslan" veya "Aslan Yürek" de denen Regulus´la buluşur. Bu aynı zamanda da, göğün en parlak yıldızı olan Sirius´un yükseliş döneminin hemen sonrasıdır yani Sirius özgün periyodundaki görünmezlik dönemini bitirerek, yükselmeye başlar. Mısır Mitolojisi´nde Sirius yıldızı, Tanrıça Isis´in özel yıldızıdır, görülmediği dönemde Tanrıça hamiledir, yükseldiğinde yani parlamaya başladığında oğlu Horus doğar, bu da Güneş-Regulus buluşmasıyla simgelenir SELENE’NİN IŞIĞI VE AY ÜLKESİ BAFA Troja Gizemi Bilinmeyen Anadolu´dan bir dilim... Üzerlerine binlerce kitabın yazıldığı, filmlerin çekildiği kayıp uygarlıklar ve kentler sizlere kendi içinizdeki göremediğiniz yerleri açabilir veya kapalı kapıları aralayabilir. İşte Ege´den Türkiye Gizemtur´un birinci bölümü... Bilinmeyene doğru derken ve bilinmeyeni genelde hep gökte veya bir başka boyutta ararken gelin yere inelim... Anadolu binlerce yıldan bu yana sayısız uygarlığın beşiği olurken birçok gizemi de bağrında saklamış.. Elbette ki, her gizem doğaüstü değildir, bazı gizemler tarihi konumları ve anlaşılmaz ama hissedilebilir anlamlarıyla gizemli olurlar. Gizem ya da bilinmeyen faktör doğanın ta kendisinde de olabilir, eğer yaşadığınız çevre hakkında bilgi edinmek ve bazı olayları yaşamak istiyorsanız, siz siz olun ve muhakkak gezin, unutmayın eskiler “Çok gezen ve çok bilen..” arasındaki farkı bize gayet iyi belirtmişler.. Durumunuz orta düzeyde dahi olsa, çoğunuzun bir arabası vardır ve yine çoğunuz bu araba ile güneye tatile gitmişsinizdir, Ege´den geçerken yolunuzun üzerinde bazı önemli yerler vardır, işte size sözünü ettiğim önemli yerlerden birisi Bafa Gölü ve bu göl kıyısının şimdi birkaç avuç kalmış olan altın kumları. Durun ve Bafa´ya bir iki saat ayırın. Göreceğiniz doğa size çok farklı kılabilir. Troja gizemi Troja Gizemi Troja ve tahta at bir masal mı? Birçok araştırmacıya göre Troya Efsanesi, Homeros´ın yazdıkları ve tahta at birer masaldan ibaret. Gizemi aydınlatan Hitit tabletleri, kimliği bilinmeyen "Deniz Adamları", insanımsı tanrılar ve Homeros´dan binlerce yıl sonra efsaneyi gerçekten yaşayan adı bilinmeyen Sicilyalı genç kız... Çoğumuzun yolu Çanakkale´den geçmiştir. Dünyanın jeo-politik önemi büyük en önemli boğazlarından biri olmasının yanısıra Çanakkale bir savaş destanının da odağı ve simgesidir. Ama Çanakkale´nin bir diğer yönü daha vardır ve bu yönü ile Çanakkale tüm dünya kültüründe yer alır çünkü Homeros´un ölümsüz Troya´sı oradadır. Bu günlerde, Troya adı yine gündemde çünkü yüzyılın başında Çanakkale kıyılarından Schliemann adlı hırsız tarafından kaçırılan ve Troya Kralı Priam´a ait olduğu varsayılan hazine yıllardan sonra Rusya´da sergilenmek üzere ortaya çıktı. Şimdi, Almanlar hazinenin kendilerinden kaçırıldığını ileri sürerken, Yunanlılar da, Schliemann´nın Yunanlı karısı yüzünden olsa gerek hak sahibi olduklarını iddia ediyorlar ve tabii biz de varız, çünkü hazinenin bulunduğu yer bizim topraklarımız, öyleyse Priam´ın Hazineleri bize iade edilmeli diyoruz. Ama gelin biz konumuza dönelim ve Troya Gizemi´ne doğru yol alalım. Truvalılar bir kadın için on yıl savaştılar mı? Troja Gizemi Bir Kadın İçin On Yıl Savaştılar mı? Tarihin babası Heredot, Troya destanının yaratıcısı olduğu bilinen Homeros´u kör bir ozan olarak anlatır; Giritli fakir bir köle kadının oğlu olarak, eski İzmir yakınlarında bulunan Meles Çayı kıyısında doğmuştur. Efsaneye göre, annesinin bir dil öğretmeni ile evlenmesinden sonra eğitim görebilen homeros yaşamının sonraki yıllarında, Yunanistan, İtalya ve İspanya´ya yolculuklar yapar, Kios Adası´nda yaşar ve Atina´ya giderken yolda ölür. Heredot, bize Homer´in kendisinden 400 yıl önce yaşamış olduğunu yazar ve Homer´ de Troya savaşından 80 yıl sonra yaşamıştır der. Öyleyse konumuz olan Troya olayı MÖ 1180-1250 yılları arasındadır. Troya Savaşı, bazı görüşlere göre, aynen Kurtuluş Savaşı´ ında olduğu gibi, Yunanistan´dan Anadolu´ya yapılan bir saldırıdan başka birşey değildir. Neyse, yazımızın konusu bu değil, bizi ilgilendiren veya araştırdığımız gizem Troya Efsanesi´nin ardında yatıyor. Bir diğer iddianın peşindeyiz acaba Troya Savaşı gerçekten yaşandı mı? Örneğin on yıl sürdüğü varsayılan Troya Savaşı gerçekten de bir kadın yüzünden mi başladı? Üç tanrıça arasındaki güzellik yarışmasını kazandırdığı için Aşk Tanrıçası Afrodit, Yunanlı dilber Güzel Helena´yı, Troya Kralı Priam´ın oğlu Çoban Paris´e aşık eder ve Paris´de evinde konuk olduğu bir dönemde, kocası Kral Menelaos´un önünde Helena´yı kaçırarak Troya´ya getirir. Ve işte koca bir savaş böyle başlar? Eski Yunanlıların mantık ve felsefeye dayanan bir yaşam biçimine inandıklarını biliyoruz, biran için olaya böyle bir açıdan bakacak olursak acaba bir kadın için koca bir ordu on yıl süreyle bir başka ülkeye gidip savaşır mı?Pek akıllıca görünmüyor, her ne kadar bu bir efsaneyse, her ne kadar kadınların tarihi tersyüz ettiklerini biliyorsak da, Josephine, Hürrem Sultan, Kleopatra gibi kadınlardan söz ediyorum; Bunlara rağmen Troya örneği yine de biraz fazla. Truva´yı yağmalayan dolandırıcı arkeolog Troja Gizemi Ünlü ingiliz gizem araştırmacısı Colin Wilson, "Unsolved Mysteries/Past and Present-Geçmişin ve Bugünün Çözülemeyen Gizemleri" adlı kitabını 1993 yılında yayınladı. Gerek kitabı okuduktan sonra, gerekse de kendisiyle yaptığımız görüşme sonucunda Wilson´un çalışmaları sonucunda Troya Efsanesi´nin gerçek dışı olabileceğini ileri sürdüğünü gördük. Kitapta Kral Arthur ve Büyücü Merlin Efsanesi´nin, Afrika´daki Dogon Kabilesi´nin Sirius Yıldızı ile ilgili söylencesinin, lanetli Ümit Elması´nın, İnsanlığın Evrimi´nin, 6000 yıl önceki uygarlıkların, vampirlerin ve zombilerin, Karın Deşen Jack´ın. Hipnoz ve Telepati´nin, mısır tarlalarındaki UFO izlerinin, perilerin, doğaüstünün ve daha birçok gizemin üstüne günümüzün bilimsel mantığı ile gidiliyor ve cesur bir üslüpla kör inançlar kökten silkeleniyor. Wilson yaptığımız görüşmede "Artık, ne olursa olsun, bu böyledir inancının ortadan kaldırılmasının zamanı geldi, bu çağda efsaneler de dahil olmak üzere, her tür gizemin kaynağını bulmalı, araştırmalı ve sonuç ne olursa olsun katlanmalıyız..." diyordu. Peki acaba bizim Çanakkale´deki Troya´nın ardındaki gizem ne? Biz Hisarlık Tepesi´ndeki kalıntıların Troya olduğunu nereden çıkardık? Wilson iddiasına şöyle başlıyor "Maceraperest ve silah tüccarı Heinrich Schliemann Yunanlı genç karısının da yardımıyla, küçük yaşlardan beri okuduğu Homer´in ´İliada´ sından yola çıktı ve 1871´de Troya´yı Çanakkale´de Hisarlık´da buldu. Osmanlı hükümetinin genişliğinden de yararlanarak istediği herşeyi yaptı. Ama acaba bulunan yer Homeros´un Troya´sı mıydı? Schliemann üst üste yapılmış ve arasında yüzyıllar bulunan 7-8 Troya kalıntısı buldu ve bunların birisine Homer´in Troya´sı dedi. Oysa sonrakikazılar ve araştırmalar Yunanlılar tarafından yakılıp yıkılmış bir kentin varlığını kanıtlamıyordu." Doğru olabilir mi? Bütün bunlar bir masal mı? Heinrich Schliemann Türkiye´den kaçırdığını söylediği Troya Kralı Priam´ın hazinelerini kaçışından oniki yıl sonra ortaya çıkardı ve sonra bir çok uzman bu kalıntıların Girit´de yaşamış olan Mikenler´e ait olduğunu ileri sürdüler. Schliemann otobiyografisinde hazineyi bir duvarın içinde bulduğu bakır bir küpte bulduğunu yazıyordu ama nedense bu küpü Troya´yı yağmalayan Akhalar gibi çalışan işçilerin hiçbirisi göremeyecek ancak Schliemann öğle yemeği tatilinde bulacaktı. Raslantılar, rahatsız edecek kadar fazlaydı. Derken 1972 yılında ABD´de Colorado Üniversitesi´nden Prof. William Calder, Schliemann üzerine bir araştırmaya girişti ve ortaya inanılmaz bir sonuç çıkardı. 1851´de Schliemann, San Francisco´ya gelmiş ve altın bir antik takıyı satarken. Troya hazinesinden söz ederken iki ortağının daha bulunduğunu anlatmıştı. Bunlardan birisi adı bilinmeyen bir Osmanlı Paşası, diğeriyse Frank Calvert adlı bir Amerikalıydı. Ama Schliemann, onları aldattığını söylemişti, demek ki Schliemann bir dolandırıcıydı. 1889´da Schliemann tekrar Hisarlık´a, Troya kazılarına döndü ve kazılarda bir bina kalıntısıyla bazı çanak çömlek ortaya çıkarıldı ama bütün bunlar tartışmasız Miken uygarlığına aittiler. Schliemann, şok geçiriyordu, tüm iddiaları boşa çıkacaktı ama sonucu göremeden o yıl felç geçirerek yaşamını yitirdi. Schliemann Homer´in Troya´sını bulamamıştı... Truva´daki kayıp deniz adamları Troja Gizemi Schliemann´dan sonra kazıları sürdüren Alman Wilhelm Dörpfeld, duvarlar buldu ama bu duvarların Homer´in İliada´sında anlatılan dev kale duvarları, kuleler ve duvar ardındaki beş evle hiç ilişkisi yoktu. Üstelik yazılanlara göre çok küçük ve kısaydılar. Üstelik, yine efsanedeki gibi kıyıya yönelik değildiler. 1900´lerin başında İngiliz arkeolog Arthur Evans, Girit´te bir dizi kazıya girişti ve hala tamamı çözülemeyen garip bir hiyeroglif yazıyla yazılmış tabletler buldu. Çözümlenen bölümler şaşırtıcıydı, çünkü Homer´in İliada´sında geçen isimler burada da vardı. Evans, buradan yola çıkarak, Troya´yı reddetti ama bu iddiayı kabul etmeyenler de vardı. Fakat yeni bir iddia ortaya atılıyordu, Amerikalı Carl Blegen, Troya Savaşı´nı reddetmiyor, ama kentin yakılıp yıkılmasına Akhaların değil, dev bir depremin kuşatmanın onuncu yılında neden olduğunu ileri sürüyordu. Blegen´e göre, depremin izleri açıkça ortadaydı. Yıkıntıların aldığı şekil, bir at görünümü almış olabilirdi ve işte o noktada efsane işe karışmıştı. Troya´nın öyküsü burada da bitmiyor, uzak denizlerden gelerek Troya´yı kuşatan "Deniz Adamları" kimdiler? Onlarla ilgili eski kaynaklara raslanmıyor, hala da bulunamadı, Troya´yı anlatan en eski kaynaklar çok daha sonralara ait. Schliemann´ın bulduğunu iddia etiiği Kral Agamemnon´un maskı, Helena´nın mücevherleri, Blegen´in ortaya çıkardığı Pylos´daki Kral Nestor´un sarayı birer iddia olmaktan öteye gidemediler. Hala uzak denizlerden çıkıp gelen "Deniz Adamları" nın kimlikleri belli değil. Ve 1834´de genç bir Fransız olan Charles Texier, İç Anadolu´da Hitit başkenti Boğazköy´ü buluncaya kadar. 1908 yılında arkeolog Hugo Winkler, Hititler´in dış politikasını anlatan bir tablet kütüphanesi bulunca antik Orta Doğu´nun siyasi tarihini ayrıntılarıyla anlatan gerçek kaynaklar ortaya çıkarılmış oldu. Ardından 1924´de İsveçli tarihçi Emile Forrer "Ahhiyawa" adlı dökümanları açıkladı. Dil uzmanlarına göre, bu isim Akha Ülkesi demekti. Yani Homer´in Yunanlılar diye sözünü ettiği Troya´ya saldıran Akhalardı. 1963´de Atina´nın kuzeyinde Thebes´de yapılan kazılarda birçok Hitit tableti bulundu, işte bu kaynaklar Hitit-Akha ilişkisini kanıtlıyorlardı. Tabletlere göre, Akhalar Batı Anadolu kıyılarını kontrol ediyorlar ve antik liman kenti Milet´e gidip geliyorlardı ve burası Troya´ya birkaç yüz km uzaklıktaydı. Ve daha kuzeyde de Wilios adlı bir kentin adı geçiyordu. Acaba Troya´ya saldıran gizemli "Deniz Adamları" bunlar mıydılar? Sonunda bu Hitit tabletlerinde, Homeros´un sözünü ettiği Troya´yı yakıp yıkan Akha Kralı Agamemnon adına ilk kez raslandı, kayıtlara göre Kral Agamemnon, Hititler´in bir ara savaştığı Tawalaga adlı bir Yunanlı kralın kardeşiydi. Ama Homeros´un eserinde, Agamemnon´un kardeşinin adı Menelaos değil miydi? Alıntıdır.... 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vegeta Yanıtlama zamanı: Nisan 10, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 10, 2007 Paylaşım için sağol.Gerçekten de yeraltı şehirlerini görmenizi tavsiye ederim.Tabiki bel rahatsızlığı olanların gitmesini pek tavsiye etmem.Bazen koridorlar o kadar küçülüyorki sanki burda bir insanlar değil de cüceler yaşamış dersiniz.İnsan iki büklüm geçmek zorunda kalıyor.Haberiniz olsun... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
tetterkous Yanıtlama zamanı: Nisan 11, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 11, 2007 gercekten cok guzel bir paylasim ama son bolumde biraz kafam karisti truva savasi olmadimi yani veya olduysa homeros gormeyip sadece ki.indanmi uydurdu butun hikayeyi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.