nevermore Oluşturma zamanı: Mayıs 26, 2011 Paylaş Oluşturma zamanı: Mayıs 26, 2011 Theophrastus Aureolus Bombastus von Hohenheim ya da kendine verdiği isimle Paracelsus tıp alanında Kopernik’in yaptığına benzer bir devrime yol açmıştır. 16 ve 17. yy’da batı tıbbı kuramsal olarak ciddi şekilde gelişmesine rağmen hastalıklar karşısında da bir o kadar çaresizdi. Böyle bir ortamda Paracelsus akademik çevrelerce ağır şekilde eleştirileceğini bilmesine rağmen son derece radikal fikirleriyle yeni iyileştirme sanatını gittiği her yerde uygulamaya ve öğretmeye çalışmıştır. Bütün hayatını hastalıkların nedenlerini araştırmaya ve bunlara doğal yollar ve ilaçlarla çözüm bulmaya adadığını söylemiş olsak herhalde yanılmış olmayız. Bitkiler, madenler ve metaller üzerindeki derin bilgisi (kendisi çinko’yu da keşfeden kişidir.) kuşkusuz yöntemlerinin sırrına işaret eder fakat hepsi bununla da kalmaz. Bir hekim ve şifacı olan Paracelsus’un bir o kadar da felsefi yönü bulunur. İnsanı doğadan ayrı değil doğa ile bütün olarak düşünmüştür. Fakat ne yazık ki uzun bir süre bir hayalperest ve mistik olarak düşünülmüş ve en sonunda 1541′de Salzburgafter’de büyücülük ile suçlanmasının ardından yakılmıştır. Külleri kendisinin isteği üzerine Salzburg’daki bir kiliseye gömülmüştür. Gerek otoriteleri kızdırmakta gerekse şifacılığında kazandığı ün ve başarılar kendisini bu trajik sona götürmüştür diyebiliriz. Bazı özelliklerini bir bakıma ailesinden aldığını söyleyebiliriz. Daha doğar doğmaz dedesinin etkisiyle bazı düşmanlar edinmiştir. Paracelsus aristokratlığını kaybetmiş bir ailede büyümüştür. Dedesi Haçlı Seferleri’nde kumandanlık yapmıştır. Babası ise gayri meşrudur. Tıp, simya ve metalurji üzerine çalışmıştır ama doktorluk lisansını almamıştır. Göçebe bir hayatın ardından İsviçre’de doğa harikası bir köye yerleşmiş ve çoğunlukla ‘Kara Leydi’nin türbesini ziyarete gelenleri tedavi etmekle meşgul olmuştur. Köy rahibinin kızı Elsa ile evlenmiş ve bir yıl sonra Paracelsus dünyaya gelmiştir. Babasının oğlundan istekleri daha ona verdiği isimlerden bile belli olmaktadır. Theophrastus Aristoteles’in ardından gelen önemli bir filozof ve ilk botanisttir. Aurelous ise ünlü bir simyacıdır. Hayatı hakkında daha fazla ilerlemeden yaşayacağı dönemde tıbbın ne durumda olduğunu hatırlamak faydalı olabilir. Rönensans’ın başlamış olması ile birlikte antik dünyaya duyulan hayranlığın batıda önemli etkileri olmuştur. Manastırlarda korunmuş el yazmaları araştırılmış, Yunanca çalışılmış ve Yunan kültürünün zenginlikleri aktarılmaya başlanmıştır. Özellikle 15.yy dan sonra bilimler ve tıp da bu etkilenimden payını almıştır. Batlamyus’un Almagest’indeki gözlemler, matematik ve bazı hipotezler Kopernik’in kitabına önemli bir temel olmuştur. Tıpta ise Galen, Hipokrat, Dioskorides yunancadan çevrilmeye başlanmıştır. Celsus’un tıbbi yazıları da latin tıp terminolojisine önemli katkılar sağlamıştır. Sonuç olarak batı tıbbı giderek Galen’e dayanmaya başlamış ve insanlar eski yazılar bulundukça Galenik tıbbı tamamen çözmenin mümkün olduğuna inanmaya başlamıştır. Antik dünyada sadece Galen, Batlamyus, Aristoteles yoktur tabi ki. Araştırmacılar daha pek çok önemli yazmalarla karşılaşmıştır. Bunlar arasında en önemlilerinden biri Mısır’da yazıldığın söylenen Hermes Trismegistus’un Corpus Hermeticum’udur. Aslında bu kitaptan çok bir yazmalar bütünüdür ve bunların yazarları, insanı yani mikrokozmosu doğal bir büyücünün makrokozmosu yani doğayı araştırarak anlayabileceğini düşünmüştür; onlara göre mikrokozmos, makrokozmosun mükemmel bir yansımasıdır. Bu düşünce daha sonra Paracelsus’un simyacı yönüne de eklenecektir. Paracelsus babasından kendisine ilaçlar konusunda ilk eğitim veren kişi olarak söz eder. Babası bulundukları bölgenin şifalı bitkileri ve minerallerini tanıtmıştır. Ayrıca simya ve madencilik konusunda bilgiler vermiştir kendisine. Annesinden ise çok az bahseder. Annesinin ağır bir depresyondan muzdarip olduğu ve Paracelsus 9 yaşındayken intihar ettiği düşünülür. Annesinin ölümü ardından yeniden yola çıkarlar. Babasının çalıştığı yerde simya ve Latince konusunda bir miktar daha öğrenim gördükten sonra öğrenimine ve hayatına göçebe olarak devam eder. Bir çok okula ve üniversiteye girer ve ayrılır. Buralarda aritmatik, geometri, müzik, astroloji, yunan felsefeleri gibi konularda eğitim alır. Bir dönem sonra İtalya’ya gider ve orada Galenik tıbbı aleyhinde konuşmaya başlar. Eski Yunan’dan beri Avrupa’nın temel tıbbı hakkındaki bu söylemleri onun yeni düşmanlar kazanmasına sebebiyet verir. Galenik tıbbını uygulayanların yarardan çok zarar verdiği üzerinde durmuştur. Orada Ferrara Üniversitesi’nden doktora aldığı konusunda spekülasyonlar vardır ama bu konu hakkında bir delil bulunmamıştır. Cerrahi alanındaki öğrenimi ise askerlerle beraber olduğu sırada başlamıştır. Enfeksiyon nedeniyle meydana gelen ölümler ve hastalıkların sayısı karşısında düştüğü şaşkınlığın ardından soruna çözüm bulmaya koyulur. Burada simyacılığının bariz etkileri bulunur. Gözlem, deney ve ‘sihir’ şifacılığının temelindedir. Diğer meslektaşlarına nazaran doğanın iyileştirme gücüne daha fazla inanmıştır. Askerlerden pansumanın yara yerine yaraya sebep olan şeye (kılış, kargı) uygulandığında yaranın daha iyi iyileştiğini duymuş ve hemen bunu denemeye koyulmuştur. Yaranın geleneksel merhemlerle tedavi edilmeden daha iyi iyileştiğini görür ve “eğer enfeksiyon önlenirse doğa tamamen kendi kendine yarayı iyileştirecektir” diye sonuca varır. Kendisi doktorların herkese adil davranması gerektiğine inanıyordu. Zengin, fakir ayırmaksızın ihtiyacı olan herkesi tedavi etmiştir. Özellikle tedaviyi karşılayamayacak olanları da tedavi etmekteydi. Belki de ününü biraz da bu artırmıştır. Tedavileri halk tarafındna çoğunlukla mucizevi görülmüştür. Bir şifacı olarak ünü artarken aynı zamanda yerel otoriteleri de kızdırmaktaydı ve bu gerçekleştiğinde çoğunlukla o yerde daha fazla durmazdı. 33 yaşındayken İsviçre’deki Basel Üniversitesi’nde öğretim kadrosuna girer. 1 yıl bile sürmeyen bu dönemde Galenik tıbbına karşı durmaya devam etmiştir. Galenik tıbbını kullanan doktorların doğru teşhis koyamayacağını söylemektedir. Fakülte böyle bir şey karşısında dehşete düşer ve Paracelsus’u öğretimden men eder. Paracelsus tabi ki fikrinden dönmez ve asla düşünceleri için akademik onay aramadığını sadece kendisine Basel’de bunları öğretme izni verilmesini ister. Bu şekilde geçici bir zafer kazanmıştır ve patolojiyi, ilaç hazırlamayı, nabzı ve idrarı incelemeyi, yaralanmaları ve diğer hastalıkları içeren radikal tıbbi tedaviler üzerinde dersler verir. Daha da ileri giderek derslerini tıp dili olan Latince ile değil Almanca olarak verir. Böylece halk dahil kendisini herkes anlamış olacaktır. Tabi bunlar da yetmez Paracelsus için ve otoritelerin daha da üzüleceği bir olay olur. Öğrencilerin kutlama yaptığı St.John Günü’nde klasik tıbbın kitabı, Canon of Avicenna’yı ateşe atıp yakar. Daha sonra kendisi hakkında bir dava açılır. Paracelsus (sözde) bir din adamından çok yüksek bir ücret talep ettiği için mahkeme hapis cezası verir. Böylece yine bir geceyarısı Paracelsus kaçıp yollara düşer. Basel’i terkettikten sonra göçebe hayatında tıbbi pratiğe devam etmesi zor olmasına rağmen bunu gerçekleştirebilmiştir. Paracelsus paradoksların adamıydı denilebilir. Dışardan bakıldığında hayatı sahtekar bir simyacınınkine benziyorken kendisi aslında gerçek bir simyacıydı. Paracelsus ortaçağ tıbbını modern çağa taşırken ikisi arasında kesin sınırlar koymamıştı. İyileştirmek için bir tanrının, meleklerin, cinlerin, şeytanların ve her türlü ruhların kullanılabileceği fikrini hep korumuştur. İyileştirdiği durumlar mucizevi göründüğünden çoğu onu bir çeşit büyücü sanmıştır ama o asla bir büyücü olduğunu kabul etmemiştir. Sadece bunun doğanın iyileştirme gücü olduğunu biliyordu ve tanrının onu oraya yerleştirdiğini düşünüyordu ve ne zaman doğal bir iyileşmeye tanık olsa bu inancı daha da pekişmekteydi. Tanrı, Doğa ve insan arasındaki ilişkiyi düşünüyordu. Bunlar gerçek simyacıların özelliğiydi. Bu nedenle asla simyayı; çözeltimi, buharlaştırmayı, çökeltmeyi, damıtmayı terketmemişti. “Altın yapmayı bırakın, ilaç bulun.” diyordu. Çünkü işe yaradıklarını biliyordu. Bu yönü sayesinde 1526′da çinko elementini de tanıyan ve isimlendiren ilk kişi olmuştur. Kimya biliminin temelleri bu şekilde atılıyordu. Tıbbi ilaçları bitki özlerinden gelmekteydi. Kullandığı madeni bileşikler arasında ise arsenik ve cıva bulunuyordu. Maden sularını araştırmış, özellikle Pfaffer suyunun faydalarını incelemiştir. Bu suyun demir özelliklerini keşfetmede ayıraç olarak ağaç yumruları tentürünü kullanmıştır. Doğal bitkilerden edindiği çoğu özüt ve tentür o günün çoğu karmaşık ilaçlarının yerini almıştır. Bir çok karşıtı ilaçlarının zehirli olduğunu söyleyerek Paracelsus ile tartışmıştır. Onun bu konuda söylediği ise “Herşey zehirlidir, hiçbir şey yoktur ki zehirli niteliği olmasın…bir şeyi zehirli yapan sadece onun dozudur.” Paracelsus tedavi yönündeki simyacı fikirlerine ek olarak beden sağlığının insanın kendisi (mikrokozmos) ve doğa (makrokozmos) ile olan uyumuna bağlı olduğunu düşünüyordu. Ondan öncekilerin düşüncesinde bu fikir sadece ruhun arındırılmasına yararlı diye ifade edilirken ona göre sadece bununla sınırlı değildi. Ona göre mikrokozmos ve makrokozmos arasındaki ilişkideki benzerlikler insanın sağlığının nasıl bu ikisinden etkilenebileceğini gösteriyordu. Kozmik ilişkilere inandığından insan bedenindeki yıldızların gökteki yıldızları kopyaladığını düşünüyordu: “Doktor, harici şeylerden hareket etmelidir, insandan değil.” Hem bir astrolog hem de bir simyacı olmalıydı doktor. Demiri neyin paslaştırdığını bilinmeden ülsere neyin sebeb olduğu nasıl bilinebilirdi? Asırlar sonra Carl G. Jung bunu gözünden kaçırmamış ve Paracelsus’da beraber yaşayan muhafazakarlığa ve radikalizme dikkat çekmiştir. Paracelsus, Hristiyanlık, simya ve astroloji konularında muhafazakar ama şüpheci ve asi bir karakterdeydi. Eserlerinde hemen dikkati çeken şey patlayan, tartışmacı mizacıydı. Dönemin neredeyse bütün akademisyen doktorlarını bir sıraya sokup hepsine karşı bir kızgınlıkla durmuştu. Bir simyacı ve bir bilim adamı. Bir o kadar ayrı yine de bir o kadar birbirine geçmiş. Tarihin bu akıl almaz olaylarla dolu sayfasında da bilim çoğu zaman olduğu gibi insana ve yöntemlerine kayıtsız. Modern bilimin gözünde Paracelsus biraz da bunu ifade ediyor olmalı. ALINTI Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.