Jump to content

Eşcinselliğin toplumsal ve ideolojik kaynakları


Guest praksis

Önerilen Mesajlar

Aşağıdaki makaleler 3,4,5,6 1999 şubat tarihlerinde cumhuriyet gazetesinde yayınlandı. sözkonusu makaleleri İp genel başkanı doğu perinçek kaleme aldı. Bunların ardından lambda ve kaos GL adlı eşcinsel örgütlerinin yine cumhuriyet gazetesi yayınlanan perinçek e cevaplarını

foruma koyacağım.

 

Eşcinsellik cinsler arası eşitsizlik ürünü

 

Tezlerin sınırı: Toplumsal ve ideolojik kökenli eşcinsellik: Biyolojik nedenlerle eşcinselliğe eğilimli olarak doğanların varlığından da söz ediliyor. Ancak okuduklarıma göre, bunlar, eşcinseller içinde çok çok küçük bir oranda. Kaldı ki, biyoloji, fizyoloji ve genbilimi benim bilgi alanım dışında kalıyor. Altını çizerek belirtelim: Bu yazıda öne sürülen tezler, biyolojik özellikleri nedeniyle eşcinsel eğilimli olduğu söylenen o çok küçük azınlığı kapsamıyor. Tartışmaya sunacağımız görüşler, toplumsal ve ideolojik nedenlerle eşcinsel olanlarla sınırlıdır. Aslında ideoloji de toplumsal, daha doğrusu sınıfsaldır. Ancak eşcinsellikte ideolojik boyutun önemine vurgu yapmak için, ''toplumsal ve ideolojik nedenlerden'' söz ediyoruz.

 

Eşitsizliklerin ve yabancılaşmanın ürünü: Konuya girerken eşcinselliğin toplumsal ve ideolojik kaynağıyla ilgili başlıca tezlerimizi sıralayalım:

 

1- Eşcinsellik, uzlaşmaz sınıfsal çelişmelerin aşırıya varmasının, dolayısıyla meta ekonomisinin olağanüstü derinleşmesinin ürünüdür. Başka deyişle, özel çıkar ve bireysel mülkiyet sistemi ile insan ve doğa arasındaki çelişmenin çok keskinleştiği toplumlarda ve hâkim sınıflar içinde ortaya çıkar ve yaygınlaşır.

 

2- Eşcinsellik, cinsler arası eşitsizliğin ürünüdür.

 

3- Meta ekonomisinin artık insanı ve doğayı yıkıma uğrattığı çürüyen kapitalist sistem, bir yandan milyonlarca insanı şiddet kullanarak eşcinselliği dayatırken bir yandan da ideolojik araçlarını seferber ederek bu durumu topluma ''özgür cinsel tercih'' olarak kabul ettirmektedir.

 

4- Eşcinsellik, özel çıkar sisteminin aşırıya vararak bunalıma girdiği kaos ve çöküş dönemlerinde patlama yapar.

 

5- Eşcinsellik, bir yabancılaşma olayı ve belirtisidir.

 

6- Eşcinsellik, sınıfsal ve cinsel eşitsizliklerle, yabancılaşmayla, toplumsal kaos ve çürümeyle doğru orantılı olmasından da anlaşılacağı üzere insan özgürlüğünü boğan ilişkilerin ürünüdür. Bu nedenle eşcinsellik, özgür bir tercih değil fakat toplumsal bir dayatmadır ve mutsuzluk kaynağıdır.

 

7- Sınıfsal ve cinsel tahakkümün son bulduğu, yabancılaşmanın kaynaklarının kurutulduğu sınıfsız toplumda, insan ile insan, kadın ile erkek, insan ile doğa arasındaki denge ve uyum oluşacak, cinsel aşk prangalarından kurtulacak ve eşcinselliği besleyen zemin de büyük ölçüde ortadan kalkacaktır.

 

1. SINIFSAL EŞİTSİZLİK VE EŞCİNSELLİK

 

 

 

Eşitlikçi ilkel toplumda: Orta Asya toplumlarındaki gözlemlerini anlatan seyyahlar, göreli eşitlikçi kabile toplumunda eşcinselliğe hiç rastlamadıklarını belirtirler. Değerli mitoloji uzmanı Arif Acaloğlu' nun belirttiği üzere fahişelik, eşcinsel ilişkiler vb., eski Türkler arasında kıyamet belirtisi olarak kabul ediliyor (1). Sınıflara bölünmemiş toplumda, cinsler arasında da eşitlik geçerlidir. Sınıfsal cinsel eşitliğin bozulmaya başladığı dönemin toplumunu yansıtan Dede Korkut Hikâyeleri, bir yandan arkada kalan kabile eşitliğini, öte yandan filizlenen farklılaşmaları yansıtır. Bamsı Beyrek ile Banû Çiçek arasındaki aşk, eşitler arası bir cinsel iletişimin izlerini taşır. Birbirleriyle güreş tutarlar. Bamsı Beyrek, ancak Banû Çiçek'in sırtını yere vurduğu zaman gönlünü de fetheder. Göreli eşit ilişkilerin var olduğu böyle bir toplumda eşcinselliğe de rastlanmıyor. Bu olgu, Orta Asya Türk toplumlarına özgü değil kuşkusuz. Meta ekonomisinin pek gelişmediği, sınıflara ayrışmanın derinleşmediği bütün toplumlarda, eşcinsel ilişkiler ya görülmüyor veya çok seyrek görülüyor.

 

Sınıflı toplumda:

 

Peki eşcinsel ilişkilere hangi sınıfların içinde rastlanmaktadır:

 

Eski Yunan toplumunda köle sahibi soylular sınıfı içinde.

Yine köleci Roma toplumunda soylu sınıfı içinde ve zengin konaklarında.

Bizans, İran, Emevi, Abbasi, Osmanlı sarayında.

Japonya'da Samuray denen savaş ağaları zümresinde, vb.

Özetlersek:

 

Eşcinsellik, meta ekonomisinin gelişmesi sonucu insanın da alınır satılır mal haline geldiği köleci toplumlarda görülüyor.

Köleci toplumda eşcinsel ilişkilere girenler, köle sahibi soylular sınıfıdır. Genç köleler ise onların malı olduğu için bu ilişkilere mecbur bırakılmaktadır.

Köleci Yunan toplumunda:

 

Eşcinselliğin propagandasını yapanlar, Eski Yunan filozofları Sokrates, Platon ve Aristotales 'in eşcinsel olduklarını sürekli yineliyorlar. Tarihsel gerçektir, her üçü de eşcinseldir. Dahası, Yunan köle sahibi soyluları sınıf olarak eşcinseldir. Bu gerçek, eşcinselliğin kölelik sistemiyle ve cinsler arasındaki eşitsizlikle bağını ortaya koyar. Platon'un ideal devletinde köleler dışlanmıştır. Çünkü köle, yurttaş değil, fakat maldır. Hayvanlar gibi alınan satılan kölelerin devletin uyruğu olmaması, sistemin gereğidir. Platon'un ideal devletinde kadın da dışlanmıştır; kadın da kölenin konumunu paylaşır; siyasal bir varlık olarak kabul edilmez. Çünkü kadın da bir üretim aracıdır, insan üretiminde kullanılır. Soylular sınıfı, maddi üretimde köle emeği kullanırken insan üretiminde de kadın emeğini kullanmaktadır. Kadına yer verilmeyen Platon'un Devlet'i erkek erkeğedir. Bu durumda cinsel aşkın da erkek erkeğe olması sistemin felsefesinde mevcuttur. Sistemin efendisi olan köleci soylular, kendi hayatlarını meşrulaştıran ideolojiyi de filozofları aracılığıyla üretmişlerdir. Platon, Devlet adlı eserinde kutsal aşkın ancak erkekler arasında olacağını savunur. Sistem, eşcinsel ilişkiyi ''devlet büyüğü'' olmanın şartı olarak kabul etmektedir. Aristophanes şöyle der: ''Yalnızca beden ve ruhuyla kendini erkeklerin aşkına veren genç delikanlılar ileride devlet büyükleri olabilirler.''

 

Aynı Yunan toplumu, kölecilik öncesi dönemde, eşcinsel ilişkileri yaşamıyordu. Eşcinsellik, sınıflara bölünmenin derinleşmesi ve köle emeğinin sömürüsüne dayanan sistemle birlikte ortaya çıktı. Nitekim yeryüzündeki efendilerin düşünsel planda Olimpos Dağı'nın tepesine taşınmasıyla yaratılan Yunan tanrıları da eşcinsel ilişkilerde bulunurlar. Efendi-kul ilişkisinin doğuşu ile tanrıların doğuşu ve eşcinselliğin doğuşu aynı dönemde oluyor. Ancak eşcinselliğin köleci soylular içinde yaygınlaşması, sistemin çöküş dönemine rastlamaktadır. Tüccarlar sınıfı ile köleci soylular arasındaki hâkimiyet mücadelesinin sertleştiği dönemde, gericiliği temsil eden köleci soyluların filozofu olan Sokrates, zamanın ilerici sınıfı tüccarlara karşı darbe girişimine katıldığı için yargılanmıştır. Öğrencisi Platon da, gerici köle sahiplerinin filozofudur. Bu sınıfın eşcinselliği, kölelik sistemiyle ve sistemin çöküş dönemiyle bağlantılıdır. İlginçtir, Yunan uygarlığının yükseliş döneminin önderi Perikles , çöküş dönemi filozofları gibi oğlancı değildir, kadınlarla cinsel beraberlik yaşamaktadır.

 

 

 

Köleci sistem, kadının cinsel köleliği yanında erkeğin cinsel köleliğini, yani oğlan kullanmayı da doğuruyor. Bunun ikinci önemli örneği Roma'dır. Roma'da eşcinsellik, imparator saraylarının ve zengin konaklarının ilişkisidir. Sezar 'dan dönemin yazıları, '' Kleopatra 'nın kocası ve bütün Romalıların karısı'' diye söz eder. Kleopatra'nın diğer kocası, İmparator Antonuis da eşcinseldir. Roma İmparatorluğu çöküşe gittikçe, imparatorların cinsel hayatları da ''renklenir''. MS 47 yılında tahta çıkan Caligula, kızkardeşinin ırzına geçer, diğer üç kızkardeşini ise fahişe yapar. Kızkardeşi Agrippina 'yı metres tutar. Bu Agrippina'nın oğlu daha sonra imparator olacaktır: Hepimizin tanıdığı Neron . Roma'yı ateşe veren Neron, kendisine koca olarak kölesini seçmiştir. Bütün bunları, ''cinsel tercih özgürlüğü'' diye anlatanlar bulunmaktadır. Hem de yazılarını Bilim ve Ütopya gibi saygın bilim dergilerinde yayımlatabiliyorlar (2). Oysa Roma İmparator Sarayı'ndaki bu cinsel hayatın ''cinsel tercih özgürlüğü'' yle en küçük ilgisi yoktur. Caligula'dan Sezer ve Neron'a kadar hepsinin cinsel hayatı, tıpkı Yunan köle sahiplerininki gibi toplumsal ve ideolojiktir. Roma imparatorları, eşcinselliği özgürce seçmemişlerdir. Onların bu ''tercihlerini'', efendisi oldukları sistem belirlemiştir. Gerçi onlar, köle sahipleri sınıfının imparatorudur ama cinsel hayatlarıyla efendisi oldukları sistemin kölesidirler. İnsanı alınır satılır mal haline getiren sistem, köleyle birlikte kadını da aşağılara iterken köleci soylular sınıfını da eşcinselliğe mahkûm etmiştir.

 

Köleci toplumsal sistem, erkeklerden oluşan köleci sınıfı, kendi arasında cinsel ilişkiye ve köleleriyle cinsel ilişkiye hapsetmiştir. Sistemin ideologları ise bu hayatı meşrulaştırmışlardır. ''Cinsel tercih özgürlüğü'' nden eski Yunan ve Roma'da kölelerin paylarına düşen de unutulmamalıdır. Köle, çocukluk yıllarından itibaren, efendisinin aynı zamanda cinsel kölesidir. Çürüyen kapitalizmin ideologlarına göre bu da ''özgürlük'' oluyor. Ortadoğu'nun kulluk sisteminde: Eşcinselliğin sınıfsal ve ideolojik karakterini, Ortadoğu'nun kulluk sistemlerinde de görüyoruz. Oğlancılık, İslamiyetin yasaklarına rağmen Emevi, Abbasi ve Osmanlı Sarayı'nın ''mutluluk kaynağı'' dır. Osmanlı Saray şairleri, en muhteşem gazellerini erkekler için yazmışlardır. Yalçın Küçük 'ün ''Aydın Üzerine Tezler'' kitabında örnekler uzun uzun verilmiştir. Osmanlı hâkim sınıfını, eşcinsellikten kurtaran, 19. yüzyılda başlayan demokratik devrimdir; Yeni Osmanlı-Jöntürk-Kemalist devrim hareketidir. Bir ilkçağ ve ortaçağ özeti çıkaralım: Eşcinsellik, aşırı sınıflaşma, kölecilik, saray ve zenginlikle bağlantılıdır; köle ve kul sistemlerinin ürünüdür. Bu sistemler, kadını meta haline getirirken insan statüsünü bir tek erkeğe bırakmıştır. Cinsel aşk ise insanlar arasında olacağına göre erkekler arasındadır. Bu sistemlerin çöküş dönemleri ideolojisi, cinsel aşkın tahtına, erkek erkeğe ilişkiyi oturtmuştur.

 

Sokak çocuğunun cinsel tercih özgürlüğü

 

Eşcinselliğin insanların özgür seçimleriyle yaygınlaşmayıp sistem tarafından zorla dayatılmasını, en çarpıcı biçimde toplumumuz yaşamıştır. Cumhurbaşkanlığı'na bağlı Devlet Denetleme Kurulu'nun geçen yıl hazırladığı bir raporda, 2000 yılında Türkiye'de bir milyon çocuğun sokakta yatacağı belirtildi. 2000'e geldik. Bugün Türkiye nüfusunun yüzde 31'i 14 yaş ve altındaki çocuklardan oluşuyor. Demek ki, 20 milyon çocuğun 1 milyonu sokaklarda yatmaktadır. Sokak Çocukları Vakfı'nın kurucu üyelerinden, sinema eleştirmeni Tunca Arslan , sokağa düşen ''her çocuğun'', içlerinde farklılık olmaması için, aralarına katıldığı grubun üyelerinin cinsel tecavüzüne uğradığını belirtmektedir (3). Sistem, acımasız ekonomik ve toplumsal koşullarıyla sokağa attığı her erkek

çocuğa duvar diplerinde tecavüz etmekte, onu şiddet yoluyla eşcinselliğe zorlamakta ve arkasından da, o çocuğa, ''Bu senin cinsel tercih özgürlüğündür'' demektedir. Bir milyon çocuk, büyük şehirlerin sokaklarında. Ve o bir milyon çocuk, daha ergenlik çağına gelmeden kendi cinsinin tecavüzüne uğruyor. Bu eşcinsel ilişkiler, birçoğu için, daha sonra da devam ediyor. Hatta bazıları için eşcinsel ilişki, bir ''ekmek kapısı'' haline geliyor. Bütün bunlar zorla, şiddetle olmaktadır. Sistem sanatçısının ve yazarının işlevi: Ancak, daha vahimi, birtakım ideologların, romancıların, sinemacıların, şairlerin, magazin basını ve yazarlarının şiddet yoluyla dayatılan eşcinselliği, ''yükselen değerler'' kategorisi içine alarak parlatmalarıdır. Yıkıntıların içindeki tecavüz, ideolojik tecavüzle birleşmekte ve sürmektedir. Sokağa düşen çocuğun ırzına geçilmesi ile bu tecavüzü ''cinsel tercih özgürlüğü'' olarak topluma takdim eden

sanatçının faaliyeti, aynı mekanizmanın farklı işlevleridir. Sistem, tecavüz ettiği çocuğa, bu durumu ''özgürlük'' olarak kabul ettirmektedir. Son aylarda televizyonda iki film seyrettim. Biri ''Ağır Roman'', diğeri ''Hamam'' filmleriydi. Gazetelerdeki olağanüstü övgüler nedeniyle bu filmleri merak ettim. Her ikisinin de, çürüyen sistemin ürünü olan insanlık facialarını, eşcinselliği, fahişeliği, uyuşturucu bağımlılığını, çakallığı, özetle üretimle hiçbir bağı olmayan toplumsal tortuyu, şirin ve güzel göstermek için çevrildiğini gördüm. Sistemin bu durumlara ittiği zavallı insanlarımıza, bu düşkünlükleriyle gurur duymaları telkin edilmekte, her an bu hallere düşebilecek olanlar ise çukura itilmektedir. Emperyalizme bağımlı sistemin yarattığı yabancılaşma, sanata da yansımış ve sistemin sanatçısını da anaforun içine çekmiştir. Tecavüze uğrayan, yalnız sokağa düşen çocuk değildir. Bütün toplum, sistemin çürüyen kültür ve sanatının tecavüzü altındadır. Son dönemlerde, ödüller verilen, göklere çıkarılan filmlere bakınız, hemen hepsi eşcinselliği

yüceltmektedir. Sistem, bir milyon çocuğu sokağa atıyor. Sokağa atılan erkek çocuk, daha önce sokağa atılmış ağabeyinin tecavüzüne uğruyor. Sistemin sanatçısı, o çocuğun tecavüze uğrama ''özgürlüğünü'' savunuyor. Mekanizmanın işleyişi budur.

CİNSLER ARASI EŞİTSİZLİK VE EŞCİNSELLİK

 

 

Kadın köleleştirilince ve aşağılanınca: Birtakım feministlerin, eşcinselliği bir ''özgürlük'' gibi yansıtmaları, tarihin acı bir cilvesi oluyor. Çünkü eşcinsellik, aynı zamanda cinsler arasındaki eşitsizliğin, kadının aşağılanması ve köleleştirilmesinin bir ürünüdür. Toplumun, meta ekonomisinin yaygınlaşmasıyla birlikte sınıflara bölünmesi, kadın-erkek ayrımını da derinleştirdi. Sınıflara bölünme ve cinsler arası eşitsizliğin büyümesi birlikte yaşandı. Eşcinsellik ise yukarıda kanıtlarıyla ortaya konduğu gibi, bu iki farklılaşmanın günah çocuğudur. Platon 'un ideal Devleti'nde kadının yeri yok. Çünkü sınıflara bölünmüş toplumda kadın aşağı cinstir. Aşağı bir cins ise Devlet gibi kutsal örgütlenmeye giremez. Kadın zihinsel üretimin dışında tutulunca: Kadın yalnız, Devlet'in mi dışındadır. Kadın zihinsel faaliyetin, sanatın, hâkim sınıfların ayrıcalığı olan her faaliyetin dışındadır. Eski Yunan'da bir tane kadın filozof gösterebilir misiniz? Bir tane kadın Romalı şaire rastladınız mı? Hz. Muhammed 'in hadislerine göre, 124 bin nebi bulunuyor. İçlerinde kadın var mıdır? Aynı

soruları, İran, Emevi, Abbasi ve Osmanlı için de sorabiliriz. Özeti şudur: Kölelik ve kulluk sistemlerinin ideolojisini inşa edenler arasında kadın bulunmaz. Yani kadın olmak ve aydın olmak bir araya gelemez. Kadın, zihinsel yaratıcılığın dışına sürülmüştür. Bu durumda, kadınla derin duygusal iletişim de olanaksız kılınmıştır. Zihinsel ve duygusal derinliği olmayan kadınla ancak insan soyunu üretmek için ilişki kurulur. Aşk ise yalnız insan türünü üretme eylemi değildir; zihinsel ve duygusal boyutları olan bir ilişkidir. Bu durumda Platon ne yapsın? Kadını niçin Devlet'ine alsın? Kadınla hangi derin cinsel arkadaşlığı tadabilir ki? Platon'un Devlet'inde ''kutsal aşkın erkekler arasında olması'', kadının zihinsel faaliyet alanının dışına atılmasının olağan bir sonucudur. Duygusal ilişki, erkekle olmaktadır. Eski Yunan'da erkekle duygusallık boyutu olmayan ilişkiye ''pis oğlancılık'' denmektedir. Oğlancılığın ''hası'' duygusal oluyor. ''Kutsal aşklar'', köleci ve feodal soylular sınıfı içinde erkekler arasında yaşanıyor. Büyük İskender 'in büyük aşkı, filozof Aristotales 'tir. Mevlana, Şemsi Tebrizi ve Hüsamettin Çelebi 'ye büyük bir tutkuyla bağlıdır. Anadolu'da ''davul dengi dengine'' denir. Cinsel aşk, eşitler arasında derindir; denkler arasında derindir. Kölelik ve kulluk toplumlarının filozofları, düşünürleri, şairleri, kadınlar arasında kendi denklerini bulamayacakları için, derin zihinsel ve duygusal beraberliklerini kendileri gibi entelektüel erkeklerde aramışlardır. Peki saray kadınları, soyluların kadınları ne yaptılar, gerçek sevgi ve şefkati nerede buldular? Erkeğin erkeğe yöneldiği bu toplumlarda, aşağılanmış ve gururunu yitirmiş olan kadın, aşkı kendi eşitinde aramıştır. Lezbiyenlik bir bakıma bir aşağılanmanın ve bir hüznün paylaşılmasıdır. Erkek eşcinselliğinin yaygın olduğu her toplumda, kadınlar da eşcinselliğe itilmiştir. Oğlancılık ile sevicilik aynı toplumsal ilişkilerin ürünüdür; bir madalyonun iki yüzüdür. Erkek ve kadın, zihinsel ve duygusal derinliği olan beraberliği, sınıfsal karşıtlıklar yüzünden karşı cinsle kuramayınca bu kez, kendi cinsini tersine çevirmeye zorlanmaktadır. Toplumsal sistem ve ideoloji, erkek ve kadın biyolojisini zorluyor.

 

 

3. ÇÜRÜYEN KAPİTALİZM VE EŞCİNSELLİK

 

 

Günümüzün Roma'sı: Eşcinsellik, kapitalizmin çürüme döneminde, emperyalizm çağında doruğa çıktı. Hitler 'leri, Mussolini 'leri ve en son ABD saldırganlığını yaratan emperyalizm, yalnız şiddet alanında değil, eşcinsellikte de Neron 'ların köleci imparatorluklarıyla karşılaştırılamayacak rekorlar kırmıştır. ABD'li araştırmacı Kinsey , kırk yıl önce ABD'deki eşcinsellerin oranını yüzde 37 olarak saptıyordu. Yaptığı anketler sonucu yazdığı rapora göre, üç ABD'liden biri eşcinsel veya eşcinsel duyumlu idi. Aradan geçen kırk yıl içinde eşcinselliğin çok daha yaygın hale geldiği ve sistemin propaganda araçlarınca yüceltildiği söyleniyor. ABD, her alanda günümüzün Roma'sı oldu. Kinsey raporunun açıkladığı oranlar abartmalı olabilir, bunu tartışmıyoruz. Önemli olan şudur: Kapitalizmin liberal çağında eşcinsellik eğiliminin bugüne göre çok çok küçük oranda olduğudur. Yine aynı yasayı keşfediyoruz: Atina ve Roma'da olduğu gibi, sınıf tahakkümünün ağırlaşması, cinsler arası eşitsizliklerin büyümesi ve sistemin çürümesi ile eşcinsellik arasında koşutluğu kapitalizm de kanıtlamıştır. Özel çıkar ve bireysel kâr sistemi, bugün doğa ve insanı yıkıma uğratan bir nitelik kazandı. Artık sistem, aşkı da doğadan koparmaktır. Çürüyen kapitalizm, doğayla birlikte insan doğasını da zorluyor. İngiltere parlamentosunun kudretini anlatmak için, ''Kadını erkek, erkeği kadın yapmak dışında her şeyi yapabilir'' denir. Çürüyen kapitalizm, İngiliz parlamentosunu da geçerek erkeği kadın ve kadını erkek yapacak ölçülerde doğayı zorlamaktadır. 20. yüzyılın sonlarında özel çıkarcılık, dizginlerinden boşandı. Buna bağlı olarak bireycileşme, yalnızlaşma, cemaatini yitirme, tüketim humması ve can sıkıntısı yanında ve onlarla ilişkili olarak eşcinsellik de yayılmaktadır. Burada eşcinsellik, sistemin insana dayattığı acılardan ve yırtıcılıktan kaçmak için, uyuşturucu gibi, içki, kumar, iskambil oyunları, falcılık, büyücülük, loto-toto, piyango, ganyan gibi, bir yabancılaşma ve çürüme olayıdır. 12 Eylül patlaması: Türkiye'nin eşcinsellik olayını, 12 Eylül'den sonra yoğun ve yaygın olarak yaşaması da anlamlıdır. 24 Ocak kararları ve 12 Eylül cuntası, sınıf farklarını Türkiye tarihinin görmediği oranda derinleştirmiş, toplam 650 bin insanın gözaltı ve hapishaneden geçtiği bir şiddet uygulamış, emekçi hareketini ezmiş, Türk-İslam Sentezi'ni resmi ideoloji olarak kabul etmiştir. Bütün bunlara bağlı olarak, eşcinsellikte de patlama yaşanmıştır. Türkiye insanı, homoseksüel, travesti, heteroseksüel, lezbiyen, gay gibi kavramlarla hep 12 Eylül döneminde tanıştı. Eskiden Türkiye toplumunda olağandışı ve iyi gözle görülmeyen, en azından bir davranış bozukluğu sayılan eşcinsellik, 12 Eylül'den sonra büyük ideolojik atağını yapmıştır. İstanbul, İzmir ve Ankara'nın belli çevrelerinde, eşcinsel olmayan entellerin utandığı ve entelden sayılmadığı bir hava estirilmiştir. Sendikalı işçi sayısı azalırken, işçi hakları bastırılırken, tarımın çökertildiği bir ortamda köylünün yaşama hakkı tehdit altına girerken ''cinsel tercih özgürlüğü'', insan hakları listesinin en başına kurulmuştur. Emperyalist sistemin merkezlerinde imal edilen ''Yeni Sol'', bu dönemde Türkiye'ye ihraç edilmiş ve bunlar aracılığıyla sınıf mücadelesi aşağılanarak eşcinsel, travesti, fahişe, lumpenlik gibi sınıf dışı unsurların hak ve özgürlükleri için mücadele örgütleri ve partisi devreye sokulmuştur. Eşcinselliğin bir emperyalist ihraç malı olduğunu, 12 Eylül döneminde kendi ülkemizde de gördük.

 

III.

Emperyalizmle gelen eşcinsellik

 

4. Toplumsal çöküş ve eşcinsellik

Eşcinselliğin sınıflar ve cinsler arasındaki farklılaşmaların aşırıya varmasıyla olağanlaştığını saptadık. Bu farklılaşmaların olağanüstü derinleşmesi, sınıflı toplum sistemlerinde tıkanmalara, çöküş ve dağılmalara neden olmaktadır. Bu dönemlerde eşcinselliğin de patlamalar yaptığı görülüyor. İlginçtir, Türk mitolojisi binlerce yıl önce eşcinselliği kaos ve kıyamet dönemlerinin belirtisi sayıyor. Eski Türkler, eşcinselliği dünyanın sonunun geldiğini gösteren bir alamet olarak görüyorlar (4). Toplumların devrimci yükseliş dönemlerinde yaşanan iyimserlik ve geleceğe duyulan umut, cinsel aşka da canlılık kazandırırken çöküş ve dağılma koşulları eşcinsellik eğilimini güçlendirmektedir. Bu olay, sınıfsal çelişmelerin keskinleşmesi yanında, bunalım dönemlerinin ruh halinde yarattığı karamsarlıklar, dengesizlikler ve karmaşayla da ilgilidir. Nitekim eşcinsellik, eski Yunan'da, Roma'da, Ortadoğu imparatorluklarında ve emperyalist-kapitalist toplumda, derin bunalım ve çöküş dönemlerinde yayılmış ve toplumu sarmıştır. Bunalım dönemlerinin hercümerci, belirsizlikleri, güvensiz ortamı, yırtıcılığı, karmaşa ve gürültüsü, eşcinsellik eğilimine yol açıyor. Fareler üzerinde yapılan bir deney de bu saptamayı doğrulamıştır. Bilim adamları, gürültülü bir ortamda bırakılan farelerin bir süre sonra eşcinsel ilişkilere girdiklerini gözlemliyorlar. Emperyalist-kapitalist sistem, bunalım dönemlerinde yarattığı kargaşalık ve güvensizlikle insanları serseme çevirmekte ve gürültü altında kalan farenin durumuna itmektedir. Gürültüde kalan fare durumunu, son yıllarda Rusya halkı büyük acılarla yaşadı. 1996 yılı Ağustos ayındaki Rusya gezimde görüştüğüm Şeniyin, Tulkin, Ligaçev, Gruçkov, Zufanov gibi günümüzün Komünist Parti liderleri, bana şu çarpıcı gerçeği anlattılar: Rus toplumu, eşcinselliği yaygın olarak emperyalizmin kültürel saldırısıyla öğrendi. Belki seyrek olarak eskiden de vardı. Ama kenarda, köşedeydi, toplum bilmezdi. Hele övülmesi,yayılması, reklam edilebilmesi, düşünülemezdi bile. Ancak çürüyen emperyalist kültür, bizim toplumsal değerlerimizi bozguna uğratınca, eşcinsellik artık sıradanlaştı, dahası bir süre sonra yozlaşmış aydınlar arasında bir itibar kaynağı haline geldi. Eşcinsellik ile toplumsal çöküş ve çürüme arasındaki ilişkiyi, biz kendi tecrübemizle öğrendik ve öğrenmeye devam ediyoruz. Ve 18 Ocak 1999 günkü gazetelerde çıkan bir haber, Kızılordu askerlerinin fahişelik yaparak geçimlerini sağladıklarını yazıyordu. Eşcinsellik bir kez daha toplumsal ve ekonomik iflasın acı meyvası olarak karşımıza çıkıyordu.

 

5. Biyolojik eşe yabancılaşma

Yabancılaşma: Yabancılaşma uzlaşmaz sınıf çelişmelerinin ürünüdür. Kabile toplumunun sınıflara bölünmesiyle birlikte insanın yabancılaşması süreci de başlamıştır. Para ekonomisinin doruğu olan kapitalizm, yabancılaşma sürecinin de doruğudur. Kapitalist meta sistemi, hele emperyalizm çağında, her şeyi meta ekonomisinin içine çekmiş, her şeyi alınır satılır hale getirmiştir. Kapitalizmin piyasa ekonomisini tahlil eden Marx , insanın bu ilişkiler içinde

 

Üretime,

Ürettiği ürüne,

Topluma,

Ve İnsanın kendi türünün üretimine yabancılaşması:

Eşcinsellik de bu yabancılaşma olayının bir görüntüsü ve belirtisidir. Kapitalizm, insanı maddi üretime yabancılaştırdığı gibi, kendi türünün üretimine de yabancılaştırmaktadır. Kendisini üretmeye yabancılaşan insan, doğadaki biyolojik eşine, yani karşı cinse de yabancılaşıyor. Başka deyişle cinsel aşka yabancılaşıyor. Marx, kapitalizmin çürüme döneminde yaşamadı, eşcinselliğin bu denli yaygınlaştığını ve sistem tarafından dayatıldığını ve yüceltildiğini görmedi. İnsanlığın 20. yüzyılın sonlarında yaşadığı deneyim göstermektedir ki, yabancılaşma; insanın yalnız üretime, ürüne, topluma ve kendisine yabancılaşması değil, aynı zamanda insanın biyolojik eşine ve cinsel aşka da yabancılaşmasıdır. Cinsel aşk ve doğa: Cinsel aşkı tanımlamaya kalkacak kadar cesur değiliz. Ancak aşkın iki unsurunu belirleyebiliriz: Birincisi, aşk insanın kendi cinsini üretmesiyle ilgilidir. Denebilir ki, insanın üreme içgüdüsü, cinsel arzu ve aşkla pekişmiş ve güvenceye kavuşmuştur. Kuşkusuz bu olay, doğaüstü bir iradenin ürünü değildir. Kökleri canlıların insan öncesi evrim hikâyesine kadar uzanıyor. Üreme için cinsel ilişki eyleminin, canlıların biyolojik varlıklarında, belli kimyasal ve fiziksel süreçlere yol açtığı ve bu süreçlerin canlıların evrim tarihi içinde belli değişimlerden geçtiği açıktır. Bu evrimin doruğunda insan türü bulunuyor. Bilimsel verilere göre, cinsel aşk, insan beyninde ve vücudunda belli faaliyet ve dönüşümlerle bağlantılı olarak yaşanıyor. Cinsel aşkın beynin belli bölgelerinde özel bir faaliyete yol açtığı, kandaki ve insan vücudundaki belli hormonları harekete geçirdiği; solunum sistemini, kalp atışlarını, kan basıncını vb. etkilediği biliniyor. Yalnız bilim adamları değil, her insan, cinsel aşk ile insanın fiziksel varlığı arasındaki ilişkiyi kendi tecrübeleriyle saptamıştır. Cinsel ilişkinin, beş duyuyla gerçekleştiği açıktır. Dokunma, görme, koklama, duyma ve tat alma duygularının insan vücudundaki belli maddi oluşum ve değişimleri harekete geçirdiği belirlenmiştir. Konuyu uzmanlarına bırakıyoruz. Ancak bu yazı kapsamı içinde vurgulamak istediğimiz olgular şunlardır:

 

Cinsel aşkın kökeninde ve temelinde insanın kendi türünü üretmesi vardır.

Bu üreme faaliyetiyle bağlantılı olan arzu ve duygular, canlıların milyarlarca yıllık ve insan türünün milyonlarca yıllık evrimi sonunda oluşan fizyolojik süreçlerdir.

Bu fizyolojik süreçleri ve duyguları, insan; kadın ve erkek cinsi özellikleriyle yaşar. Özetle: Karşı cinse beslenen cinsel duyguların üreme ile bağlantısı, insanın evrimiyle sınırlarsak, en azından birkaç milyon yıllık bir geçmişe dayanmaktadır. Ve bu evrim sonucu, insan fizyolojisinde belli oluşum ve süreçler oluşmuştur. Aşk ile üreme arasındaki bu bağa, aşk ile insan doğası veya aşk ile

cinslerin doğası arasındaki bağ olarak da bakabiliriz. Üreme ile cinsel duygular arasındaki bu bağ fizyolojik olduğu için, toplumsal ve ideolojik nedenlerle zorlandığı zaman kriz doğmaktadır. Eşcinsellik, bu krizin belirimlerinden biridir.

 

(4) Arif Acaloğlu , ''Türk mitolojisinde eskatoloji, toplum ve etik değerler'' , Papirüs, sayı 23, Ocak 1999, s. 20 vd.

 

IV.

Cinsel aşkın zihinsel ve duygusal cephesi:

 

Cinsel aşk, türün üremesiyle bağlantılı kuşkusuz, ancak bundan ibaret değil. Kendi türünü üretmek için fiziksel ilişki, hayvanlarda da var. Ancak biz insanlar, hayvanlardaki bu ilişkiyi ''cinsel aşk'' olarak görmüyoruz. İnsanlara göre, cinsel aşkta, hayvanlardan farklı ve fazla olarak fiziksel ilişkinin ötesinde, zihinsel ve duygusal bir alışveriş var. Cinsel aşkın ikinci unsuru, bu zihinsel ve duygusal iletişimdir. En önemlisi, bu iletişim, büyük bir mutluluk kaynağı. Ancak insanlar arasındaki zihinsel ve duygusal alışveriş, cinsel aşkla sınırlı değildir. Cinsel aşkı diğer duygusal ve zihinsel iletişim türlerinden ayıran, karşı cinsler arasındaki üreme faaliyetiyle bağlantısıdır. Üreme faaliyeti temeli oluşturuyor. Ancak insanın zihinsel ve duygusal varlığı geliştikçe cinsel aşkın da derinleştiği ve çok daha zengin bir mutluluk kaynağı haline geldiği kesindir. Şöyle de ifade edebiliriz: Hititler döneminde bundan üç-dört bin yıl önce yaşayan çobanlar veya tarımcılar arasındaki cinsel aşka göre, 20. yüzyıl aydını veya sanatçısının aşkında yaşanan duygu derinliği ve zenginliği arasında büyük fark vardır. Bu nedenle derin bir düşünür ve yaratıcı, aynı zamanda duygulu ve tutkulu bir âşıktır. Beynindeki gelişmişlik ile aşk arasında doğru bir orantı bulunur. Aşkın zihinsel ve duygusal boyutu, kuşkusuz toplumsaldır. İnsanın sınıfı, kültürü, tecrübeleri, zihinsel birikimi ve duygusal gelişimiyle belirlenmiştir. Masallar ve pastoral öyküler ne derse desin, zihinsel birikimi zengin olan bir insanın, aşkı da derin ve zengin duygularla yaşama olanağı fazladır.

İnsanın zihinsel varlığının biyolojik varlığından kopmaya zorlanması: Eşcinsellik, cinsel aşkın iki unsur arasındaki bağı koparmaktadır. Eşcinsellikte, insan fizyolojisi ile zihin ve duygu iletişimi arasındaki bağlantı, milyonlarca yıllık geçmişinden kopmaya zorlanmaktadır. Oysa cinsel duygularla beyin, hormonlar, kan dolaşımı arasındaki ilişki, insan evrimi açısından milyonlarca yıllık bir geçmişin ürünüdür. Bu açıdan bakınca, eşcinsellik, milyonlarca yıllık biyolojik evrimin inkârı oluyor. Belli toplumsal süreçlerde oluşan belli bir ideolojik konumlanma veya belli toplumsal durumların dayattığı bir insanlık hali, kişiyi insanın biyolojik tarihinden kopmaya zorlamıştır.

İnsanın, milyonlarca yıllık fiziksel evriminden, belli toplumsal ve zihinsel dayatmalarla kopması, fiziğin zorlanmasıdır; fizik ötesi, metafizik bir olaydır. Oysa insan, doğanın bir parçasıdır. Ve insan, doğada bir cins olarak, kadın veya erkek olarak var olur. Ve insanın kadınlığı ya da erkekliği, tek tek her insanın hayatıyla belirlenmemiştir; insan türünün hayatıyla belirlidir. Tek tek insanların cinsel varlıkları ve duyguları, beyinleri, solunum ve kan dolaşım sistemleri, o insanın bireysel tecrübesiyle kendi türünün genel özelliklerinden ayrılamaz. Ayrılmaya zorlanırsa, insanın fizyolojik, zihinsel ve duygusal varlığının bunalıma girmesi kaçınılmazdır. Eşcinsellikte, kişinin yaşadığı toplumsal tecrübe, insan türünün milyonlarca yıllık doğal evrimiyle karşı karşıya gelmektedir. Milyonlarca yıldır erkek olan bir fizyolojik sistem, diyelim sekiz-on yıllık bir tecrübe sonunda, toplumsal veya ideolojik nedenlerle kadın olmaya zorlanmaktadır. Veya milyonlarca yıllık kadın fizyolojisi ve duygusal varlığı, belli toplumsal etkilerle erkek olmaya zorlanmaktadır. Eşcinsellik, ideolojinin doğayı zorlaması oluyor. Temele inersek eşcinsellik, bir toplumsal durumun doğayı zorlaması oluyor. Oysa karşı cinse duyulan aşk ile doğaya duyulan sevgi arasında çok köklü bir bağlantı vardır. İnsanın aşkını, eskiden beri çiçeklerle, akarsularla,

çağlayanlarla, yağmurla, rüzgârla veya fırtınayla anlatması, doğa ile aşk arasındaki bağlantının ne kadar yerleşik ve sağlam olduğunu gösterir. Cinsel aşk, kadınlık ve erkeklik olarak da beliren insan doğasından koparıldığı zaman, aslında insan ile doğa arasındaki ilişki zorlanmaktadır. Somut olarak hormonlar zorlanmaktadır. Kan basıncı tersine çevrilmek istenmektedir. Beyindeki milyonlarca yıllık faaliyet ve kurumlaşma zorlanmaktadır. Beş duyu sisteminin milyonlarca yıllık yerleşik yapısı zorlanmaktadır. Bu fizyolojik zorlamanın temelinde, toplumsal zorlamalar vardır. Milyonlarca yıl sınıfsız olarak yaşamış olan insan, sınıflara bölününce, tahakküm ve boyun eğme ilişkisine zorlanmıştır. Bu, insan varlığını derinden etkilemiş ve yabancılaşma dediğimiz sürece yol açmıştır. Eşit olmayan insanlar arasındaki aşk ise ezmek, boyun eğmek, teslim almak, burnunu sürtmek, kapris, naz, aldatmak gibi eylemlerle iç içe geçmiştir.

 

6. EŞCİNSELLİK MUTSUZLUK KAYNAĞI

Özgürlüğe yıkım: Eşcinselliğe hayat:

 

Sınıfsal eşitsizlik, baskı ve sömürü.

Cinsler arası eşitsizlik, kadının köleleşmesi ve aşağılanması.

İnsanın kendine ve biyolojik eşine yabancılaşması.

Toplumsal çöküntü ve kaos dönemlerinde insanın sersemlemesi ve dengesini yitirmesi.

Eşcinselliğin toplumsal kaynakları bunlar. İnsanlığın ezeli özlemlerine yapılan saldırılar, eşcinselliğin de yolunu açıyor. Bunca fenalık ve mutsuzlukla birlikte boy veren eşcinsellik, nasıl oluyor da mutluluk kaynağı olarak gösterilebiliyor? İnsanın özgürlük mücadelesi, sınıfsal ve cinsel eşitsizlikleri ortadan kaldırma ve doğa ile insan arasındaki uyumu sağlama mücadelesidir. Özgürlüğe yıkım getiren her şey, eşcinselliğe hayat veriyor. O zaman nasıl olur da eşcinselliğin bir özgürlük olduğu ileri sürülebilir? Cinsel kölenin 'mutluluğu': Yunan soylularının kucaklarına atılan genç kölelerin, Roma imparatorlarının koyunlarına sokulan köle oğlanların, padişahların eğlencesi olan oğlanların, kuytularda zorla ırzlarına geçilen sokak çocuklarının ''özgürlüğünden'' söz etmek kadar korkunç bir aldatma ve ikiyüzlülük var mıdır? Ezen ve çöken sistemin efendileri bu eşcinsel ilişkilere girerken acaba özgürler mi? Onlar da tahakküm, baskı ve şiddet uygulayacak, insanlıktan çıkan zavallılar değiller mi aslında? Sistem, onlar da eşcinselliğe yuvarlanmış değil midir? ''Fantezi'' olduğu söylenen bütün bu davranışlar, korkunç bir yabancılaşmanın pençesindeki insanların bozgun içinde itildikleri bir insanlık hali değil midir? Tarihin tanıklığı bir yana, herkesin örneklerine bakarak yaptığı gözlemler de, eşcinselliğin büyük acıların ve mutsuzlukların

kaynağı olduğunu göstermiyor mu? Bulunamayan iç barış: Görülen odur ki, eşcinseller, toplumumuzdaki yabancılaşmayı, yalnızlaşmayı, bireycileşmeyi, yırtıcılığı, gerginlikleri, huzursuzlukları, herkesten birkaç kat daha ağır yaşamaktadırlar. Bu ıstırapları, yalnız toplumdan dışlanma ve aşağılanmayla açıklamak çok aldatıcıdır. Bir yabancılaşma ve kişisel bozgun durumu olan eşcinselliğin yarattığı gerginlikleri, kendilerine çok güvenen kimi sanatçılar ve entelektüeller dahi aşabilmiş değillerdir. Toplumsal barış yanında insanın iç barışı ve dinginliği, mutluluk için olmazsa olmaz koşuludur. Eşcinsel, kendisinden hoşnut ve huzurlu değildir. İntiharların, eşcinseller arasında yaygın olması anlamlıdır. Bu açıdan eşcinsel, toplumun yaşadığı büyük bunalımları en aşırı yaşayan bir toplumsal

kurbandır. Onlar, toplumsal eşitsizliklerin ve yabancılaşmanın yükünü şu veya bu nedenle en çok çeken ve bu ağırlığın altında en çok ezilen insanlardır. Hal böyle olunca, sistemin ideolog ve sanatçılarının eşcinselliği özendiren ideolojik faaliyetleri de yerli yerine oturuyor.

 

 

SONUÇ: YABANCILAŞMADAN KURTULMUŞ EŞİTLERİN AŞKI

 

 

Eşcinsellik, eşitliğe aykırı süreçlerin ürünüdür. Yine eşcinsellik, yukarıda kanıtlarıyla gösterildiği gibi, özgürlüğe aykırı süreçlerin ürünüdür. Oysa cinsel aşk, ancak eşit ve özgürler arasında bütün zihinsel derinliği ve duygu zenginliğiyle yaşanabilir. İmparator Neron ile kölesi arasında derin bir aşk olamaz. İlk eşcinsellik deneyimini düştüğü sokakta tecavüze uğrayarak yaşamış insan da yaralanmıştır; incinmiştir. Bütün deneyimler, en sonunda o ilk deneyimin tekrarıdır. İnsanlığın üç büyük davası vardır: Eşitlik, özgürlük ve barış. Sınıflara bölünmüş ve cinsler arası eşitsizliğin hüküm sürdüğü toplum, ancak sınıflar ve cinsler arası eşitlikle yabancılaşmadan kurtulur ve barışa da kavuşur. Bu barış, hem toplum içindeki barıştır hem de insanın iç dünyasındaki barıştır, kendinden hoşnut olmaktır. Toplum içindeki farklılıkların yarattığı kavga, eşcinselin iç dünyasına daha da şiddetle yansımaktadır. Sınıfsız toplum, eşitlik ve özgürlüğün zeminini yaratmak yanında, insan ile doğa arasında bozulan dengeyi kurmak yoluyla da, gerçek cinsel aşkın ortamını getirecektir. İnsanoğlu, özel çıkar ve bireysel kâr sistemini ortadan kaldırarak insanın biyolojik varlığı ile zihinsel-duygusal varlığı arasındaki milyonlarca yıllık dengeyi, bu kez çok daha üst düzeyde yeniden kuracaktır. Bu, boş bir hayal değildir. İnsanlık tarihine ve günümüz toplumuna bakarsak, en derin ve en güzel aşkların, bireysel çıkardan arınmış derin düşünceli ve eşitler arasında yaşandığını görürüz. Sınıfsız bir dünya özlemi ve her tür eşitliği özümlemek, uçsuz bucaksız duygu zenginliğinin de koşuludur. Herkes, sınıfsız toplum insanını daha bugünden kendi kişiliğinde yaratarak büyük sevdaların ve eşsiz mutlulukların insanı olabilir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yazar Aycan Bolazar'ın eşcinselliğin tarihi ile ilgili yazısı konuya katkı sağlar sanırım :)

İ.Ö. 2000-3000 arasındaki döneme değin inen eşcinsellikle ilgili en eski yazılı belgeler Eski Mısır, Sümer ve Hitit uygarlıklarından kalmadır. Bazı Mezopotamya tapınaklarında, yakın zamana değin Hindistan’da süren bir uygulamaya benzer biçimde, kutsal fahişelerin yanı sıra kültün hizmetine verilmiş eşcinsel fahişeler vardı.

(Yazar Aycan Bolazar)

Eşcinsellik konusunda özel bir önemi olan iki eski Doğu halkı vardır: Hititler ve Yahudiler. İ.Ö. 1400’lerden klma bir Hitit yasa derlemesinde erkekler arasında evliliğe izin veren bir madde belirlenmiştir. Ama bu maddenin yorumu hala tartışmalıdır. Yahudiler ise eşcinselliğe karşı yürüttükleri mücadeleyle tanınırlar. Batı uygarlığının eşcinselliği mahkum etmesinin temelinde önce museviliğin, daha sonra hıristiyanlığın ölümsüzleştirdiği bu mücadele yatmaktadır.

Akdeniz uygarlığında eşcinselliğin göreli olarak daha serbest olduğu, sosyal açıdan kabul gördüğü, hatta bazı boyutlarıyla yüceltildiği bir ülke de Yunanistan’dı. Burada pederastik (erkeklerle genç erkekler arasındaki) ve lezbiyenlik (kadınlarla başka kadınlar arasındaki) aşklar gelişip serpilmiş; edebi, sanatsal ve hatta felsefi saygınlık kazanmıştı.

Eski Yunan sanatının büyük bölümünde eşcinsellik bir esin kaynağıydı. Çıplak erkek figürleriyle başlayan bu akım, İ.Ö. 4. ve 5. yüzyıllarda heykel sanatıyla yüceltildi ve bir daha eşine ulaşılamayan bir yoğunluğa vardı. Eski Yunan şiirinde de eşcinselliğe dayanan esinin büyük yeri vardı. Ama yalnızca erkek eşcinselliği değil, kadın eşcinselliği de işleniyordu. Sappho’nun şiirleri bunun kanıtıdır.

Roma Uygarlığı’nın cumhuriyet döneminde eşcinsel ilişkiler sert bir baskıyla karşılanıyordu. Ama bu baskı sadece bir Roma vatandaşı söz konusu olduğunda uygulanıyor, eşcinsellik bütünüyle yadsınmıyordu. Çin’in bütün eski tarihi boyunca, özellikle Han hanedanı döneminde (İ.Ö. 206-İ.S. 220) eşcinsellik çok yaygındı. Feodal Japonya’da askeri çevrelerde eşcinsellik tipik bir olguydu.

Akdeniz Bölgesi’ne dönersek, birçok bakımdan Eski Yunan uygarlığının mirasçısı olan ortaçağ Arap uygarlığında erkekler arasında eşcinsel ilişkilerden esinlenilen olağanüstü bir şiir geleneğinin geliştiğini belirtmek gerekir. Ayrıca bu konuya ilişkin birçok anekdot vardır. Binbirgece Masalları okunduğunda,Arap toplumunda eşcinselliğin konumuna ilişkin bir düşünce edinilebilir. Arap ülkelerinde erkekler arasında eşcinselliğe ait gelenekler günümüze kadar sürmüştür. Hıritiyanlığın eşcinselliği yasaklamasına karşın, Batı ülkelerinde de ortaçağ boyunca eşcinsel ilişkilerin, çok yaygın olmamakla birlikte, sürdüğü anlaşılmaktadır. Papa ve kardinallerin yasakları, mahkeme kararları ve infazlar bu yasak aşka herşeye karşın varlığını sürdürdüğünü kanıtlamaktadır.

Rönesans 15. ve 16. yüzyıllarda eşcinselliğin Eski Yunanistan’ı anımsatan bir biçimde canlanmasını getirdi. Rönesans Avrupası’nda eşcinsel olan ya da bu eğilimi heteroseksüel ilişkiyle birlikte sürdüren pek çok ünlü kişi vardı. Aynı durumun modern çağ için de geçerli olduğu söylenebilir.

 

 

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

tanıdığım çok eşcinsel insan var ve bu kadar baskı altında neredeyse hepsi de dünyanın en cana yakın en sevimli ve samimiyet sahibi kişileri..

aşırı kızdığım bir nokta da yeterli hakların kendilerine sağlanmaması, insanların beğenilerinin kendi ellerinde olmadıklarını özellikle biz türk toplumu hala idrak edememiş haldeyiz böylesine adaletsizce bir konu da duyarlı olarak adalet verici davranmamız gerekiyorken sınır dışı etmemiş bir tutumdayız bu yüzdende asıl biz acınıcak durumdayız..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

merhabalar,

 

bu yazının kaynağını çok merak etmekle birlikte söylemek istediklerim var:

 

bu kapitalizm ne kadar büyük günah keçisi olmuş. cinsel bir sapkınlık olan eşcincelliği de kapitalizm ile 12 Eylül askeri darbesi ile ilişkilendirmek nasıl bir mantıktır, hiç mantıklı gelmedi.

 

eşcinsellik çok eskilere dayanır, eski yunan medeniyetinden de öncekilere, bu konuda kutsal kitaplarda da anlatımlar vardır zaten.

 

bi kere eşcinsellik, doğanın var olan yasalarına da aykırı bir durumdur.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

eşcinsellik hormanel bozukluk,sapkınlık,tercih yada herhangi bir durumdan dolayı olmuyor bu bir yaratılış.hisseden anlayabilir bu durumu hissetmeyen varsayımlardan ordan burdan tanımlardan yolunu bulur doğru yada yanlış bu çok farketmiyor,açıkcası umrumda değil.tabi kendi adıma konuşuyorum.Tanrı nın bir hediyesi bile kabul edebilirim bunu beni farklı kılıyor,özelim.Homofobik tipler her yerde var umursamamak lazım farklılık korkutur çünkü.Eşcinselliği anormal olarak tanımlamak saçmalıktan ibaret olsa gerek ki zaten bunu söyleyebilen kişinin mantığından şüphe ederim.Bu bir davranış değil çünkü sapkınlık olsun.hormonel bozukluk tanımı ise çok rahat çürütülebilir.İşin içinde sadece cinsellik yok "duygu" da var ve dahası.Şöylede denilebilir erkek bedeni,kadın ruhu anlayabilene.İnce düşünmek gerek,bunuda herkes yapamıyor malesef..Ve saygı etrafında fikrini söylemeli insanlar ki bu konuda fikir yürütmeyi bile saygısızlık sayıyorum..İnsani bir durum bu her önüne gelen kafasına göre savunamaz hatta kimse savunamaz üstelik ne olduğunu bilmeden.heteroseksüellik hakkında nasıl konuşulmuyor eşcinsellik hakkındada konuşulmamalı.bende heteroseksüelliği anormal olarak görebilirim o zaman benim için anormal çünkü.Ve her hissetmediğimiz şey her farklı durum anormallik oluyorsa çok fazla anormallik var demektir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

merhabalar,

hetereseksüellik hakkında pekala konuşuluyor, bunlar için klinikler mevcut, bilimsel araştırmalar mevcuttur. ve ellbette eşcincellik hakkında da konuşulmalıdır.

eşcincelliği anormal tanımlamak elbette saçmalık değil, kişinin bireysel tercihi ile yada hisleri ile ilgilenmiyorum ben. bunun ile zaten bilim ilgileniyor.

 

ben doğanın tanımlamasına bakıyorum.

 

hetereseksüellikte, fiziksel olarak bedene baktığımızda, karşıcinslerin aradıkları birbirlerinde mevcut ve üreme organlarının fiziksel yapıları da buna uygun.

ancak eşcinsellik için bunu görmek mümkün değil, kaldı ki, bir arada olmalarından da yeni bir nesil oluşması mümkün değil.

teorik olarak ve pratikte de öyle, eşcinsel bireyler, nesillerini devam ettiremezler. nesillerini devam ettirememek ve üreme organlarının da birbirlerini tamamlayacı fiziksel ve hormonel aktivite içine girememesinden dolayı, doğa yasalarına göre, yaratılışlarına göre elbette anormal'dirler.

 

saygılar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Katılmıyorum..her birey gibi bende ve benim gibilerde bu doğanın birer parçasıyız.her insan eşcinsel gibi birşey söylemiyorum bu yüzden neslin devam etmesi gibi birşey söz konusu değil.yüz yıllardır eşcinsel bireyler dünyaya geliyor ve yüz yıllarcada gelicek bunu yok sayamazsın.heteroseksüellik hakkında konuşanlar ile eşcinsellik hakkında konuşulanların birbirine yakın olduğunu düşünmüyorum.en azından heteroseksüeller için sapkın,sapık,hasta vs. vs. denilmiyor.Bir konu hakkında konuşurken herşeyi göz önüne almak gerek birşeyi parça parça anlamak mümkün olmaz ve anlamadan konuşmanında bir anlamı kalmaz çünkü.Bu yüzden tercileri yada hisleri ile ilgilenmiyorum demek söz konusu bile değil.Eşcinsellik tamamen yaratılışla alakalı bir durum aksini düşünmüyorum,düşünmedimde.Böyle doğdum böyle hissettim böylede devam ediyor ötesi yok.Uzaydan gelmedik,doğa yasalarını bir daha gözden geçirmek lazım öyleyse.Zira ya sizin yasalarınızda sorun var yada biz sizi kafaya alıyoruz.benim doğamda herşey normal çünkü,eğer herkesin kendine göre bir doğası varsa.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

eşcinsellik bir sapkınlık olamaz,bunun çevreyle hormonlarla ya da merakla ilgisi olduğunu da sanmıyorum.hele ki tüm hayvan türlerinde eşcinsellik görülüyorsa (kendierine dişiyle birlikte olma fırsatı verildiğinde reddeden,resmen yavru evlatlık edinen ve ömrünün sonuna kadar aynı çiftle yaşamaya devam eden eşcinsel penguenler var) ve birleşme sadece üreme için yapılmıyorsa eşcinsellik resmen doğanın bir parçasıdır bence ..ve öyle kişilere hasta yada sapık gözüyle bakılmasına da üzülüyorum

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Eşcinsellik konusunda diyeceğim tek şey;

Şöyle bir eşcinsel ilişkiyi imgeleyin, ondan sonra sapkınlık mı değil mi karar verin.

Not:Bu eşcinselliği iki erkeğin birbirine olan aşkı sanan arkadaşlara uygun değildir.

 

olaya sadece cinsellik yönünde bakıldığında öyle görülmesi çok normal ama bu işin içinde hislerde var.duygusuzca eşcinsel birleşmesinin duygusuzca Kadın ve Erkeğin birleşmesinden hiçbir farkı yok bence.o ne kadar sapkınlıksa bu da o kadar sapkınlık gözümde

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

istisna az olandır ki dünyadaki eşcinsel nüfus çok çok fazla bana göre kimseye açıklamayan gizli tutanları saymıyorum bile.bende bunu anormal olarak niteleyenleri anlamadım bir türlü.göz önüne getirme konusuna gelince tanıdığım bir çok hetero erkek ve eminim ki çoğu erkek lezbiyenlere bayılıyorlar dahada mühim olanını burda söylemek ne kadar doğru bilmiyorum üstü kapalı söylemek daha doğru sanırım dört köşe olmayı biliyorlar bu garip gelmiyorda eşcinsellik sadece erkeklerde mi garip oluyor.Ki eşcinselliği daha çokta erkekler sorun ediyor anormal olan bu olsa gerek.Bunu çok fazla sorun edenlerinde gizli eşcinsel olduğunu düşünüyorum.Çünkü insan beyni kendine yediremediği şeyleri kötüleyip bastırmaya çalışır.Ve şuda var yarın birgün sizin çocuğunuzda eşcinsel olabilir dramatize etmiyorum kesinlikle örneklendiriyorum.Çocuğunuzada anormal olarak mı bakıcaksınız onu hasta diye psikologlara psikiyatristlere götürüp bir ton kortizonlu ilaca mı maruz bırakacaksınız.sonra nolucak vücud davul gibi şişecek ve bakıcaksınız ki hiç bir ilerleme yok çocuk hala eşcinsel.O zaman neyin ne olduğu algılanacak işte.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

istisna az olandır ki dünyadaki eşcinsel nüfus çok çok fazla bana göre kimseye açıklamayan gizli tutanları saymıyorum bile.bende bunu anormal olarak niteleyenleri anlamadım bir türlü.göz önüne getirme konusuna gelince tanıdığım bir çok hetero erkek ve eminim ki çoğu erkek lezbiyenlere bayılıyorlar dahada mühim olanını burda söylemek ne kadar doğru bilmiyorum üstü kapalı söylemek daha doğru sanırım dört köşe olmayı biliyorlar bu garip gelmiyorda eşcinsellik sadece erkeklerde mi garip oluyor.Ki eşcinselliği daha çokta erkekler sorun ediyor anormal olan bu olsa gerek.Bunu çok fazla sorun edenlerinde gizli eşcinsel olduğunu düşünüyorum.Çünkü insan beyni kendine yediremediği şeyleri kötüleyip bastırmaya çalışır.Ve şuda var yarın birgün sizin çocuğunuzda eşcinsel olabilir dramatize etmiyorum kesinlikle örneklendiriyorum.Çocuğunuzada anormal olarak mı bakıcaksınız onu hasta diye psikologlara psikiyatristlere götürüp bir ton kortizonlu ilaca mı maruz bırakacaksınız.sonra nolucak vücud davul gibi şişecek ve bakıcaksınız ki hiç bir ilerleme yok çocuk hala eşcinsel.O zaman neyin ne olduğu algılanacak işte.

 

Kesinlikle katılıyorum. Ben de bu durumun içinde bi insan olarak söylemek isterim ki bence bu utanılacak bi şey de değil.Bi de bu tarz duruma maruz kalanlar ''Keşke böyle olmasaydım'' demiyor mu?! Ben sinir oluyorum. Tamam normal olmak istenebilir ama ben bu tarz şeyleri acizlik olarak görüyorum. Toplum ne derse desin, ne olursa olsun herkes istediği gibi yaşamay özgürdür. Tamam sonuçta istediğimiz insanla el ele sokaklara çıkamıyoruz veya cafelerde oturup afedersiniz ama ''yiyişen'' tipler yerinde eşcinseller olsa o cafedeki arbedeyi siz düşünün artık. Herneyse demem o ki bence bunda gocunacak, üzülecek bi durum yok. Hayat herkes için, yaşanmak için var. Belki de ben böyle olmayı sevdiğim için böyle diyorumdur. Sonuçta farklı bi yerden bakıyorsunuz yani bu değişik bi şey.Ne bileyim ya böyle işte yani.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

eşcinsellik bir sapkınlık olamaz,bunun çevreyle hormonlarla ya da merakla ilgisi olduğunu da sanmıyorum.hele ki tüm hayvan türlerinde eşcinsellik görülüyorsa (kendierine dişiyle birlikte olma fırsatı verildiğinde reddeden,resmen yavru evlatlık edinen ve ömrünün sonuna kadar aynı çiftle yaşamaya devam eden eşcinsel penguenler var) ve birleşme sadece üreme için yapılmıyorsa eşcinsellik resmen doğanın bir parçasıdır bence ..ve öyle kişilere hasta yada sapık gözüyle bakılmasına da üzülüyorum

 

eğer bir takım hayvanların cinsel yaşamlarını baz alarak kendi yaşantımızda deneyecek olsaydık, daha başka neler çıkardı, yada çıkmazdı:)

 

bi kere pengunler, 6 aylık kış uykusundan kalktığında güneşin kendilerindeki cinsel hormonları aktive etmesini beklerler. o zamana kadar kendi cinsiyetinden habersizdirler. sonrasında da karşı cinslerini bulup çiftleşirler dostum.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

eğer bir takım hayvanların cinsel yaşamlarını baz alarak kendi yaşantımızda deneyecek olsaydık, daha başka neler çıkardı, yada çıkmazdı:)

 

bi kere pengunler, 6 aylık kış uykusundan kalktığında güneşin kendilerindeki cinsel hormonları aktive etmesini beklerler. o zamana kadar kendi cinsiyetinden habersizdirler. sonrasında da karşı cinslerini bulup çiftleşirler dostum.

Penguenler sadece bir örnek bu birçok hayvanda görülen bir olay.Buda psikolojik bir olay olduğunu çürütüyor,cinsel yaşamdan ziyade bunu açıklıyor bu olay.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

saygı duymak başka,doğal karşılamak başka şey. ortada saygıyı haketmeyecek bir durum göremiyorum ama, doğal da bulmuyorum.

doğada cinsiyetli her canlının,karşı cinsle olması gerektiğini düşünüyorum. yazıda da üzerinde sık sık durulmuş , sorunlu toplumların sorunlu insanları gibi bakılmış. bu yaradılışta bir sorun değilse bile, toplum hayatında sorun yaratıyor. açık edilmediğinde bu sır hep saklanmak zorunda kalınıyor.

açık yaşandığında ise toplum tarafından dışlanma söz konusu. her iki türlü de bireyin iç dünyasını kötü etkiliyor.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

saygı duymak başka,doğal karşılamak başka şey. ortada saygıyı haketmeyecek bir durum göremiyorum ama, doğal da bulmuyorum.

doğada cinsiyetli her canlının,karşı cinsle olması gerektiğini düşünüyorum. yazıda da üzerinde sık sık durulmuş , sorunlu toplumların sorunlu insanları gibi bakılmış. bu yaradılışta bir sorun değilse bile, toplum hayatında sorun yaratıyor. açık edilmediğinde bu sır hep saklanmak zorunda kalınıyor.

açık yaşandığında ise toplum tarafından dışlanma söz konusu. her iki türlü de bireyin iç dünyasını kötü etkiliyor.

 

Katılıyorum.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

saygı duymak başka,doğal karşılamak başka şey. ortada saygıyı haketmeyecek bir durum göremiyorum ama, doğal da bulmuyorum.

doğada cinsiyetli her canlının,karşı cinsle olması gerektiğini düşünüyorum. yazıda da üzerinde sık sık durulmuş , sorunlu toplumların sorunlu insanları gibi bakılmış. bu yaradılışta bir sorun değilse bile, toplum hayatında sorun yaratıyor. açık edilmediğinde bu sır hep saklanmak zorunda kalınıyor.

açık yaşandığında ise toplum tarafından dışlanma söz konusu. her iki türlü de bireyin iç dünyasını kötü etkiliyor.

Doğal olandan kastın nedir açıklar mısın ? Nedir bu doğal olayı.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...