Jump to content

4 efsane bir konuda...buyrun....


chess

Önerilen Mesajlar

1970’lerin sonlarına doğru anlatılmaya başlanan bu “bebek bakıcısı” temalı şehir efsanesi giderek yaygınlaştı ve sonunda ABD başta olmak üzere tüm dünyada o kadar popüler bir hale geldi ki sayısız kitap ve filmde benzer temalar kullanılmaya başlandı. Günümüzde bile birçok korku filminde bu konuya rastlamak mümkün. Hikayenin orijinal hali artık bir şehir efsanesi klasiği haline gelmiştir

 

262fa50a932edc1c10827a6651212754_1284201422.jpg

 

15 yaşındaki Betty Sue lise öğrencisiydi. Genç kız okuldan arta kalan zamanlarda çeşitli ailelerin çocuklarına bakıcılık yaparak para kazanmaktaydı. Ailelerin birbirine tavsiyesi üzerine yeni müşteriler bulmak Betty için daha fazla iş imkanı sağlayacağından, kendini beğendirmek için son derece sorumlu ve ölçülü davranmaya dikkat ediyordu. Yağmurlu bir Kasım gecesi bir ailenin evine ilk gez gidecekti. Zengin bir aileydi ve iki küçük kızları vardı. Evin hanımı evden çıkmadan önce Betty Sue’ya birtakım talimatlarda bulundu, kızların kesinlikle saat dokuzda yatmış olmaları gerektiğinin altını çizdi.

Küçük kızlar umduğundan da uslu çıkmışlardı, Betty Sue hiç zorlanmadan kızları yedirdi, biraz oyun oynadılar, televizyon izlediler ve yatma saatleri geldiğinde de hiç itiraz etmeden üst kattaki odalarına gitmeye razı oldular. Betty Sue kızların pijamalarını giymelerine yardımcı oldu, dişlerini fırçalamalarını izledi, üstlerini örttü ve “iyi uykular” dileyerek ışıklarını söndürüp aşağıya indi.

Şimdi gece yarısına dek ev kendinindi. Zengin karı-koca 12’den önce dönmeyeceklerini söylemişlerdi. Aslında yapmakta olduğu işin en sevdiği kısmı da buydu. Çocukları yatırdıktan sonra ev sahiplerinin gelmelerini beklerken kafasına göre takılabiliyordu; şimdi istediği TV kanalını izleyebilir, abur cubur atıştırabilirdi. Bir süre TV izledikten sonra uykusu gelmişti, Betty oturduğu kanepeye uzandı ve gözleri hemen kapanıverdi. Daha uykuya dalalı on dakika bile geçmeden telefonun sesiyle uyandı. Çok şiddetli zil sesi kızı yerinden zıplatmıştı. Hemen kendini toparlayıp ayağa kalktı ve kapının yanındaki sehpanın üzerinde duran telefonu açarak kulağına götürdü.

Çocukları kontrol ettin mi?” diye konuştu karşı taraftan gelen bir erkek sesi. Telefon açan dalga geçer gibi sormuştu soruyu, sanki kahkaha atmak üzereydi adam. Betty Sue “bu da kim?” diye düşündü, ev sahibinin sesine benzemiyordu. “Affedersiniz, sesinizi alamadım, kimsiniz?” diye sordu genç kız. Ancak adam yanıt vermeden telefonu kapattı.

‘Herhalde okuldan birilerinin canı sıkılmış, beni işletiyor olmalılar.. ama buranın numarasını da nasıl öğrenmişler?’ Betty Sue kafasında bu düşüncelerle tekrar kanepeye gidip oturdu. Canı sıkılmıştı, uykusunun bölünmesi hiç iyi değildi, yeniden uzansam mı diye düşünürken telefon yine çaldı.

Çocukları kontrol ettin mi?” Yine aynı adam, sesi hiç de tanıdık değil. Okuldaki oğlanlar değil mi acaba? Betty Sue “Bak.. kimsin..” demeye kalmadan telefon yeniden suratına kapandı. Bu defa sinirlerinin iyice gerildiğini hissetmişti genç kız. Sapığın biri kendisiyle oyun oynuyordu. Bu çok can sıkıcıydı. Ne yapmalı diye düşünürken elinin altında çalan telefon bir kez daha yerinden sıçramasına neden oldu.

Ses bu defa daha tehdit ediciydi: “Çocuklar çoktan elimde.. birazdan sıra sana gelecek..”. sertçe kapanan telefonun çıkarttığı ses kulağında çınladığında Betty Sue damarlarındaki kanın donduğunu hissetti. Bu ne küstah bir sapık! Ne yapmaya çalışıyor? Polisi arasam belki de iyi olacak.. Betty Sue hiç tereddüt etmeden 911’i aradı. Görevli memura telefonla taciz edildiğini anlattı. görevli detayları dinledikten sonra şayet telefon sapığı bir kez daha ararsa onu hatta daha uzun tutmaya çalışmasını, böylelikle yerini tespit edebileceklerini söyledi.

Betty Sue’nun içi biraz olsun rahatlamıştı, telefonun başında beklemeye devam etti, adamın arayacağından emindi.

İki dakika sonra gerçekten de telefon çaldı. Adam yine küstah bir ses tonuyla konuşuyordu: “Hala çocukları kontrol etmedin, ne yapıyorsun sen? Nasıl bir bebek bakıcısısın?” Betty Adamın sesinden tiksiniyordu ama onunla konuşmaya çalıştı, “Bayım, ben iyi bir bakıcıyım, birazdan da çocukları kontrol edeceğim.. de sana ne bundan? Sen kimsin ki?” Adam yanıt vermedi ancak insanı ürperten bir kahkaha attı. “Lütfen.. artık beni rahatsız etme” dedi Betty Sue sesi titreyerek. “Görürüz bakalım” dedi adam gülerek ve telefonu kapattı.

Betty Sue titreyen ellerine bakarak telefonu yerine bıraktı. Bu iş çok canını sıkmıştı. Birden çocukları gerçekten de kontrol etmesi gerektiğini düşündü. Ama merdivenlerin başına gelince birden durakladı. Daha önce defalarca çocuk bakıcılığı yaptığı halde, şimdi niye üst kata çıkmaya korkuyordu ki. Bu telefonlar bu kadar mı etkilemişti onu? Tam cesaretini toplayıp ilk basamağa çıkmıştı ki telefonun korkunç sesi yine yankılandı.

Kahretsin, bu sapıktan nefret ediyorum diyerek telefonu kaldırdı. Karşı taraftan gelen ses bu defa farklıydı: “Bayan, ben polis memuru Brown, lütfen evi hemen terk edin, şikayetinize neden olan aramaların bulunduğunuz evin içinden yapılmakta olduğunu tespit ettik. Birisi evdeki diğer hattı kullanarak sizi arıyor! Hiç vakit kaybetmeden hemen evden ayrılın!

 

Genellikle bu şehir efsanesi burada sona erer ve geride kalanları dinleyicinin hayal gücüne bırakır. Ancak konuyu ele alan filmler, kitaplar birbirinden farklı alternatifler sunmayı sürdürmüşlerdir: sapık arayan polis gelmeden evden kaçıyor; sapık katil çocukları öldürmüş, sonra da kızı öldürüyor; polis yetişiyor, kız kurtuluyor sapık kaçıyor, sonra kıza musallat olmayı sürdürüyor… Galiba en iyisi bizim de kestiğimiz yerde kesmek. Herkes kendi hayal gücüyle bu şehir efsanesini sonunu canlandırabilir.

 

 

Mezarlık İddiası

 

1980’lerin başlarında, Amerika Birleşik Devletleri, Kentucky Eyaletinde küçük bir kasabada yaşayan 14-15 yaşlarındaki dört kız arkadaş bir gece içlerinden birinin evinde kalacaklardı. Carol’un anne ve babası o gece evde olmayacakları için dört kızın kendi evlerinde gelip küçük ve masum bir parti vermelerine izin vermişlerdi. Akşam üzeri tüm kızlar ailelerinden izin alarak Carol’un evine geldiler. Kızın anne-babası çocuklara dikkatli olmalarını, başka kimseyi eve almamalarını, dışarıya da çıkmamalarını tembih ettiler ve dört kızı baş başa bırakarak evden ayrıldılar.

Kızlar birkaç saat boyunca müzik dinleyip dans ettiler, ardından TV’de bir korku filmi izleyerek gerildiler ve sıra şöminenin önünde oturup birbirlerine ürkütücü öyküler anlatmaya geldi. Hem korkuyor hem de eğleniyorlardı. Ancak konu birkaç gün önce ölen bir adama geldiğinde hepsi de fazlasıyla gerilmişlerdi. Leonard adındaki yaşlı ve huysuz adam tek başına yaşadığı evinde ölü bulunmuş ve çok az insanın katıldığı cenaze törenini ardından toprağa verilmişti. Yaşlı Leonard hakkında yaşarken de her zaman tuhaf öyküler anlatılırdı ve geçimsiz biri olduğu için kasabada pek sevilmezdi. Kızlardan biri okulda dolaşan son söylentiyi anlattı: güya Leonard alelacele gömülmüş ve aslında ölmemiş, mezardan çıkmak için toprağı kazmaya çalışıyor ve arada çığlıklar atıyormuş.

Kızlar bu ürkünç söylenti karşısında korkuyla titremeye başlamışlardı, sadece Carol etkilenmemiş gibiydi: “Bunlar saçmalık, adam tabi ki sahiden ölmüştür ve mezardan çıkmaya filan da çalışmıyordur!” sıkı bir tartışma başladı aralarında. Üç kız Carol’un bu olaydan kendileri gibi etkilenmemiş olmasına dayanamıyorlardı. Sonunda işi iddialaşmaya dek götürdüler. Şayet Carol şimdi tek başına mezarlığa gider ve geri dönerse gerçekten de korkmadığını anlayacaklardı. Ama gerçekten gittiğini ispat etmek için de bir sopayı tam Leonard’ın mezarının üzerindeki toprağa saplaması gerekiyordu. Ertesi sabah diğerleri hep birlikte mezara gidip sopayı görürlerse Carol’a inanacaklardı.

http://img03.blogcu.com/images/k/o/r/korkuncsehirefsaneleri/c5c27bdb56e6e62bc01c6f41e0b18767_1280660553.jpg

Carol bu iddiayı hiç tereddüt etmeden kabul etti. Zavallı bir yaşlı adamın cesedinden ve mezarından korkmadığını arkadaşlarına ispat etmeye o kadar kararlıydı ki anne ve babasının tembihlerini çoktan unutmuştu bile. Cesur genç kız “Bir saate kalmaz dönerim, ben gelene dek merakla beklersiniz artık..” dedi ve mantosunu kapıp koşar adımlarla evden çıktı. Arkadaşları Carol’un dönmesini sabırsızlıkla bekliyorlardı, ancak bir saat geçtikten sonra kız hala dönmeyince önce endişelenmeye, sonra da korkmaya başladılar. Sabahın dördüne kadar pencere önünde sabırsızlıkla kızın geri gelmesini beklediler. Ya Carol’un başına bir şey geldiyse bunu ailelerine nasıl anlatacaklardı? Ancak yabana atmadıkları önemli bir olasılık da Carol’un kendileriyle dalga geçmesiydi. Şimdi dışarıda bir yerde saklanmış da olabilirdi. Bütün bu olasılıklarla gergin ve uykusuz gecenin ardından sabahı ettiler. Carol’un anne ve babası eve döndüğünde kızlar telaşla gece olanları anlattılar. Şaşkınlığa uğrayan ve iyice endişelenen ebeveynler önce polisi aradı ve derhal mezarlığa doğru yola koyuldu. Kızlarının başına ne geldiğini ancak Leonard’ın mezarına ulaştıklarında anladılar.

Carol korkuyla kocaman açılmış gözleriyle mezarın yanı başında yatıyordu. Ölümün katılığı sabah ayazıyla birleşerek tüm vücudunu sarmıştı. Mantosunun eteğine delip geçen sivri uçlu bir sopa mezara saplanmıştı. Kız, arkadaşlarına mezara geldiğini ispat etmek istemiş, ancak karanlıkla kendi mantosunu delerek sopayı toprağa sapladığını fark edememişti. Ayağa kalmak istediğinde de mezardan çıkan bir elin kendisini çektiğini sanmış ve bu korku kalbinin durmasına yol açmıştı!

 

 

Kaybolan Anne

 

1900'lerin başında İngiltere’de yaşayan dul bir kadın ve yetişkin kızı uzun ve yorucu bir Güneydoğu Asya tatilinden dönüş yolunda son durakları olan Manş Denizi kenarındaki küçük Fransız kenti Trouville’ye sabahın erken saatlerinde ulaşmışlardı. Buradaki bir otelde gün boyunca dinlenip ertesi gün kendilerini İngiltere’ye götürecek olan gemiye bineceklerdi. Üç hafta süren yolculuk özellikle anne için son derece yorucu ve yıpratıcı geçmişti, kadın kahvaltı etmeden kendisi için ayrılan odaya gidip yatacağını söyledi. Genç kız da çok yorgun olduğundan annesini odasına yerleştirdikten sonra yemek salonunda kahvaltısını edip kendi odasına çekildi ve hemen derin bir uykuya daldı.

http://img03.blogcu.com/images/k/o/r/korkuncsehirefsaneleri/17cc612f43c8c7470f978f1eb9e6d902_1279989098.jpg

Genç kız uyandığında havanın karardığını fark etti. Seyahatlerinin yoğun temposu nedeniyle o kadar yorgun düşmüştü ki saatler boyunca hiç kıpırdamadan uyumuştu. İlk aklına gelen annesi oldu, hemen sabahlığını giyinip yandaki odaya girdi. Ancak oda boştu. Yatak yapılmıştı ve annesine ait hiçbir eşya ortalıkta gözükmüyordu. Üstelik bazı mobilyalar ve hatta duvar kağıtları bile sabahın erken saatinde gördüklerinden farklı gibiydi. Yanlış odaya girmiş olduğuna karar verdi ancak dışarı çıktığında koridorun bu yönünde sadece iki oda olduğunu fark etti. kendi odası ve annesini yerleştirdiğinden emin olduğu bu oda.

Şaşkınlık ve panik içinde resepsiyona inen kız görevliye yaklaştı:

Annemin nerede olduğunu söyleyebilir misiniz?

İyi akşamlar matmazel, anlayamadım sorunuzu?

Annem diyorum, sabah erkenden birlikte geldiğim kadın, odasında yok da..”

Ama matmazel, siz sabah otele yalnız geldiniz..”

Genç kız öfke ve heyecandan titremeye başlamıştı. Sesini yükselterek görevliyi azarladı:

Dalga mı geçiyorsunuz? Sabah annemle geldim ben, trenden indik ve taksiyle otelinize geldik, iki kişilik rezervasyonumuz vardı, yan yana iki oda verdiniz, 305 ve 306, annem odasına çekildi, ben kahvaltı ettikten sonra yattım. Şimdi annemin kaldığı odaya giriyorum ama kimse yok..”

Matmazel gerçekten de iki oda ayırtmıştınız ancak sabah tek başınıza geldiniz ve biz de sizi 305’e yerleştirdik. Anneniz ya da herhangi birisi yoktu yanınızda.”

Aman Tanrım. Ben deli değilim ya! Annem nerede? Sabah bavullarımızı taşıyan komi nerede? Eminim O anımsar annemi!...”

Genç kız deli gibi oradan oraya koşturdu, otel personelinden kimi yakalasa aynı yanıtı aldı, sonunda sabahki komiyi gördüğünde bir sevinç çığlığıyla çocuğun üzerine atıldı ve annesini anımsayıp anımsamadığını sordu, ancak aldığı yanıt umduğu gibi değildi:

Özür dilerim matmazel, ben sadece sizin bavullarınızı taşıdım, yanınızda başka kimse yoktu..

Otel yönetimi de nazik bir dille kıza bu konuda yardımcı olamayacaklarını söyleyince kız polis çağırmalarını söyledi. Bir süre sonra gelen iki polis kızın ve personelin ifadesini aldı. Ancak tavırlarından kıza inanmadıkları belli oluyordu. İşin gerçeği polisler “Bu kadar adam neden yalan söylesin? Herhalde kızın psikolojik problemleri var..” diye düşünüyorlardı.

Kız çaresizce ertesi gün kalkan gemiye binerek İngiltere’ye döndü. Evine ulaştığında bir olasılıkla annesinin bir yolunu bulup dönmüş olacağını umuyordu ancak ev haftalar önce bıraktıkları gibiydi: bomboş.

Annesine ne olduğunu bulmak için vakit geçirmeden bir özel dedektif tutan ve Trouville’ye gönderen genç kız adamdan gelecek raporları merakla bekliyordu. Dedektif üç gün boyunca otel yöneticileri, polis ve konsolosluk görevlileriyle görüştü ve sonunda gerçeği ortaya çıkarmayı başardı. Otele geldiklerinde odasına çekilen kadın yorgunluktan öte ağır bir hastalık geçiriyordu. Kadının durumunu battaniye getiren kat hizmetçisi fark edip resepsiyona bildirmişti. Otelin doktoru kadını muayene etmek için odasına girdiğinde yüksek ateşler içinde kıvranan kadının soluk alıp vermede zorlandığını gördü. Hastaneye kaldırmaya hazırlanırlarken kadın son nefesini verdi. Kadının ölümüne Asya gezisinde kimbilir nerede ve nasıl kaptığı kolera benzeri bir salgın hastalığın neden olduğu kanısına varan doktor otel müdürüyle konuştu. Turistik bir kentin önemli bir konaklama tesisi olan otellerinde böyle korkunç bir salgın hastalık yüzünden birinin öldüğü duyulursa büyük müşteri kaybına uğrayacakları, itibarlarının sarsılacağı ortadaydı. Böylece alelacele bir plan hazırladılar. Kadın hiç otellerine gelmemiş gibi davranacaklardı. Bu yüzden ilk olarak cesedi ortadan kaldırdılar. Sonra alelacele odayı sil baştan yenilediler. Birkaç saat içinde kadının eşyaları atıldı, bazı mobilyalar değiştirildi, hatta duvar kağıdı bile yenilendi. Odadan çıkartılan her şey uzak bir bölgede yakıldı. En önemlisi de kadının cesedinin bir çuvala konup denize atılmasıydı.

Yapılanları hiçbir şekilde kıza belli etmemeleri lazımdı. İki kez odasına girdiler ve kızın baygın biçimde uyuduğunu gördüler. Bu arada aynı hastalığa yakalanmadığından da emin olmaya çalıştılar. İşleri bittikten kısa bir süre sonra kız uyandı ve annesini bulamayarak büyük şoka girdi. Ancak tüm personel önceden uyarılmış olduğu için herkes kıza vereceği yanıtı hazırlamıştı. “Matmazel, otele yalnız geldiniz.”

 

 

 

 

yardım isteyen hayalet

 

http://img03.blogcu.com/images/k/o/r/korkuncsehirefsaneleri/f5aef1fe49bf29a12a702e974fc6d331_1279396659.jpg

 

 

Amerika Birleşik Devletleri’nin Philadelphia Eyaletinde 1890 yılında geçen olayın doktor Weir Mitchell’in anılarında yer aldığı ileri sürülür:

Serin bir sonbahar akşamı evinin altındaki muayenehanesini kapatmak üzere olan yaşlı doktor kapının şiddetli çalınışıyla irkildi. Acil bir hasta getirildiğini düşünerek kapıyı açtığında karşısında ağlayan küçük bir kız çocuğu görünce meraklanan doktor ne olduğunu sordu. Durmadan ağlayan ve hıçkırıklar arasında güçlükle konuşan yedi-sekiz yaşlarındaki kız evde çok hasta birinin olduğunu, yardıma gereksinmeleri olduğunu ancak anlatabilmişti. Yaşlı doktor yarı emekli olduğundan normalde hasta evlerine gitmemekteydi, ancak kızın zavallı haline acıdığı için çantasını hazırlayıp geleceğini söyledi ve kızdan evi tarif etmesini istedi. Kızın tarifini dinleyip arka odaya çantasını almak için giden doktor geri döndüğünde kız ortada yoktu. Önden eve gitmiş olacağını düşündü ve kızın tarif etmiş olduğu adrese doğru yola koyuldu. Yoksulların yaşadığı mahallede ve fazla uzak olmayan eve geldiğinde içeriden bir kadını ağlama sesi duyuluyordu. Dr. Mitchell kapıyı çalıp beklemeye başladı. Her yanı dökülen, yarı harap bir evdi. Kısa bir süre sonra kapıyı açan perişan haldeki kadının ağlamaktan gözleri şişmişti.

Rahatsız ettiğim için özür dilerim bayan,ben doktorum, burada yardıma ihtiyacı olan bir hasta olduğu söylendi..”

Kadın ağlayarak küçük kızının günlerdir çok hasta olduğunu, doktora verecek parası bulunmadığını ve çocuğun bir süre önce iyice ağırlaştığını, nefes alışlarını hissedemediğini söyledi. Kadını merakla dinleyen doktor kızı görmek için içeri girdi. Perişan haldeki kadın ağlayarak kızından başka hiç kimsesi olmadığını anlatıyordu. Doktor divanın üzerinde hareketsiz yatan küçük kıza yaklaştı. Solgun teni ve kapalı gözlerine karşın kızı tanıdı. Biraz önce muayenehanesine gelerek yardım isteyen küçük kızdı.

http://img03.blogcu.com/images/k/o/r/korkuncsehirefsaneleri/bf24bd5786ae05607afe1c7154c6f299_1279378150.jpg

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...