Adramelech Oluşturma zamanı: Eylül 24, 2011 Paylaş Oluşturma zamanı: Eylül 24, 2011 Popüler kültür araştırmaları konusundaki konuşmama önce kültür tanımlarıyla başlamak istiyorum. Sonra popüler kültür tanımları ve popüler kültürün işleviyle devam edeceğim. Sonra bir ikili yapmaya çalışacağım. Burada popüler kültürü eleştirenlerin duruşuyla, popüler kültür incelemelerinden yana olanların duruşunu kısaca özetleyeceğim. Sonra Türkiye’deki popüler kültür incelemelerindeki sorunlara, dilim döndüğünce, aklım erdiğince, biraz değineceğim ve umarım, bunların hepsinden, kendi duruşum da ortaya çıkacak. Kültürün birbiriyle gelişen, çelişen iki ana tanımından yola çıkan ve birbirine taban tabana zıt iki tavır gösteren eğilimden söz etmek olası. Bunlardan bir tanesi kültür öğelerinin bazıları iyi, bazıları kötü; bazıları değerli, bazıları değersiz; bazıları kaliteli, bazıları kalitesizdir diyen “seçkinci” tavır. Bu tavır değerlendirme yapma, hüküm verme, eleştirme ve kitleler adına karar verip görüş bildirme eğiliminde olan tavır. İşte bildiğiniz gibi, Matthew Arnold’dan beri süregelen, kurumsallaşmış tavır. Bunlara Fildişi Kuleciler de diyebiliriz çünkü kültür öğelerinin yükseltici, derin ve saygıdeğer olması gerektiğini savunmaktalar. İkinci tavır da kültüre çok daha geniş bir tanım getirme yanlısı olan, kültür öğelerini tarif ve tasvir eden, çözümleyen, listeleyen, kaydeden, inceleyen ve kültür-toplum bağlantısını “niçin?” sorusu sorarak irdeleyen tavır. Bu gruptakilere de Geniş Açılı Kamera Kullananlar diyebiliriz. Çünkü yargılama değil kaydetme ve anlamlandırma yanlısıdırlar. Ray Browne’ ın deyişiyle kültürü dinamik, değişken, yansıtıcı, geniş ve kitlelere mal olmuş olarak tanımlamak isterler. Fildişi Kulecilerin yüksek kültür diye tanımladığı kültür ürünlerinin tadına varabilmek için, özel eğitim ve eskilerin talim terbiye dedikleri bir süreç gereklidir. Ayrıca, sanatçının hangi estetik ortamdan beslendiğini bilmek, nasıl bir kimliğe bürünerek yarattığının da farkında olmak gereklidir. Ancak, popüler kültür incelemesi yapanlar seçkinci sanatı, zengin, akıllı ve eğitimli insanların malı; popüler kültürü ise, aptal, yoksul ve eğitimsiz insanların alanı olarak tanımlamaktan dikkatle kaçınmaktadırlar. Her toplumda, her ikisine de yer olduğunu titizlikle vurgulamakta, bunları değerlendirmeci bir sınıflamaya tabi tutmadıklarını özenle belirtmektedirler. Toplum bireyleri her ikisinden de beslenmekte ve tercihlerini bazen birinden, bazen diğerinden yana kullanmaktadırlar. Bu nedenle zorunlu olarak kullandığım seçkinci ve fildişi kuleci gibi tanımları yargılayıcı değil, betimleyici teknik tanımlar olarak kullandığımı algılamanız konusunda ısrar etmek istiyorum. Popüler kültür çevremizdeki tüm yaşamdır. Nachbar ve Lause popüler kültürü okyanustaki suya, bizleri de suyun içinde yüzen balıklara benzetmektedir. Balıklar suyun içinde bulunduklarının, çevrelerinin tamamen suyla çevrili olduğunun ve hatta bu suyun dışında da başka ortamlar olabileceğinin, nasıl bilincinde değillerse, insanlar da popüler kültür içinde yaşarlar fakat suya her zaman çözümleyici biçimde bakamayabilirler. Bir ürün veya olgunun popüler kültür alanına girmesi için, onun çok yaygın bir şekilde ve benzerleri arasından özgürce seçilmiş olması gereklidir. Yani zorlanarak seçtirilen, kabul ettirilen veya satın aldırılan birşey bu tanıma girmez. Özgür seçimle tercih edilmiş olması belirleyicidir. Örneğin 1960’ların müzik dünyasını kasıp kavuran the Beatles topluluğu hepimizin üzerinde anlaşabileceği bir popüler kültür ürünüdür. Lawrence W. Levine’in Highbrow/Lowbrow kitabında söz ettiğine göre , 19. yüzyılın sonlarından itibaren seçkin konumuna yükseltilen Shakespeare de, ondan önce popüler kültür ürünü olarak tüketilmiştir, geniş kitlelerce. Russell Nye’in popüler kültür tanımına göre, popüler kültürün oluşabilmesi için, üç tane unsur gereklidir. Çok sayıda insan, para ve iletişim olanakları. Çok sayıda insan gereklidir, çünkü kentleşmeyle kırsal köklerinden kopup kentlere çokuşan insan toplulukları yeni yaşam ve kimliklerini oluşturma gereği hissettiler ve popüler kültür onları yapıştırıcı oldu, uhu görevi gördü. Para gereklidir çünkü Endüstri Devrimi’yle ortaya çıkan orta sınıfın eline para geçti ve eskisinden fazla boş zamanları oldu. Para dolaşımının artmasıyla da tüketim arttı; dolayısıyla, tüketim kültürü de, ortak kültür olarak, arttı. İletişim tabii ki gereklidir. Ortak popüler kültürün tanıtılabilmesi, tüketimin körüklenmesi için, önce matbaanın giderek tüm kitle iletişim araçlarının devreye girmesiyle, ortak kültür tüketime sunulmuş oldu. Popüler kültür incelemelerinde, çok kullanılan bir tanım, popüler kültürün çağın ruhunu yansıtmadaki işlevselliğidir. Almanca da Zeitgeist olarak isimlendirilen bu kavram, belli bir çağın veya bir dönemin toplumsal inanç ve değerlerini anlatmak için kullanılmaktadır. Örneğin, Cumhuriyet’in ilk yıllarının ruhu, veya Özal dönemine damgasını vuran değer yargıları gibi. Genel kabul gören tanımlara göre, bir olgu, kişi veya nesnenin ne denli yaygın ve popüler olduğu, o kişi, nesne veya olgunun çağının, insani inanç ve değerlerini ne oranda yansıttığıyla doğru orantılıdır. Yani ne denli yaygın ve popülerse, çağın ruhunu o denli iyi yansıtmakta demektir. Bu tanıma göre, Kral TV’yi, Çarkıfelek’i ve Galatasaray-Arsenal maçını incelemek doğru yaklaşımlar olacaktır. Popüler kültür incelemecisinin amacı, Kral TV’nin, Çarkıfelek’in veya Galatasaray şampiyonluğunun, estetik veya sanatsal değerinin ortaya çıkarılması değildir. Kültürel anlamlarının, toplumu neden bu denli ilgilendirdiğinin, çok sayıda kişinin bu popüler kültür ürünlerini tüketirken nasıl bir dürtüyle, hangi derdine çare olarak bu ürünlere, olaylara yöneldiğinin araştırılmasıdır. Bir başka deyişle, popüler kültür ürün ve olguları estetik zevkler tatmak yolunda bir amaç değil, toplumu okumak için kullanılan bir araçtır. Popüler kültür incelemesi yaparken, gözden hiç kaçırılmaması gerekli soru “niçin” sorusudur. Örneğin, Pretty Woman isimli film niçin gişe rekorları kırmıştır? Veya Fatal Attraction filminin son sahnesinde, Michael Douglas’ın Glenn Close’u öldürme sahnesinde, niçin seyirciler ayaklara fırlayıp, “Kill the bitch, kill the bitch” diye bağırarak tepki göstermişlerdir? Popüler kültür incelemelerinde yanlızca yaygın ve çok tüketileni değil, tercih edilmemişi incelemek de toplum hakkında bilgi verebilir. Örneğin, vizyona çıkmış fakat çok az seyirci çekebilmiş bir film de toplumun o ürünü niçin tercih etmediği yolunda bazı çözümlemeleri getirebilir. Yani başarısız olan da, en az başarılı ve popüler olan kadar bilgi verebilir toplumsal eğilimler hakkında. Popüler kültür kişinin ve toplumun temel eğilimlerini ve dünyaya bakış açısını oluşturur. Birey ve toplum genelde bu eğilimleri sorgulamaz. Hatta çoğu kez bu eğilim ve bakış açılarının farklı topluluklarda, farklı biçimlerde olabileceğini bile düşünmez. Bir filin değişik organlarını elleriyle yoklayıp da fili farklı farklı tarif eden körlerin öyküsündeki gibi, kendi deneyimlerinin tek gerçek olduğunu kabul eder ve üstelik bu konuda dayatmacı bile olur. Kendi kişisel ve toplumsal deneyimleri sınırlarında haklıdır da. Popüler kültür incelemelerinin yapması gereken şudur: Kanıtlama gereği duymadan kabul ettiğimiz fil tanımlarımızın tek fil tanımı olmadığını, yanıbaşımızda duran diğer birey ve kurumların, filin farklı bir organını tuttuğu için bizimkiyle hiç de örtüşmeyen bir fil tanımı yaptığını anlatmak. Bir başka deyişle, popüler kültürü, yine yansıtıcı olarak kullanarak toplumsal dokumuzu, eğilimlerimizi, bakış açılarımızı, değerlerimizi ve yargılarımızı tartışmak, irdelemek ve giderek çözümlemek. Bir toplumun söylenceleri, kahramanları, törenleri, kutsal bildikleri, gülünç buldukları, yücelttikleri, yere batırdıkları, kısacası o toplumu oluşturan inanç ve değer sistemlerinin tümü, popüler kültür öğelerine yansır. Bu nedenle popüler kültür incelemeleri toplumsal dokunun çözümlenmesinde kullanılır. Popüler kültür genelde ticari amaçlıdır. Popüler kültürün üreticileri, hem çağın ruhunu yakalamaya zorunludur--çünkü ürettiğini en fazla gelir getirecek biçimde satacaktır, kâra geçmek amacı gütmektedir. Üstelik de ürettiklerini pazarlamak için, “buna gereksiniminiz var, bu olmadan asla yaşayamazsınız” diye baskı yapma durumundadır. Devasa reklamcılık sektörünün varoluş nedeni budur. Satılan ister kaset olsun, ister şampuan olsun, ister dergi, ister internet aboneliği; üretici ve reklamcı elele verip, ticari başarıya doğru adım atar. Ürün veya hizmet, ticari başarı kazandığı anda zaten popüler kültürün ilgi alanına girmiş demektir. Bir başka deyişle, popüler kültür, toplumun ilgi ve yönelimlerini yansıtır, fakat aynı zamanda bu ilgi ve yönelimleri büyük oranda yönlendirir de. Popüler kültür, hayalci ve kaçış yanlısıdır--kaçış yanlısını, escapist’in karşılığı olarak kullanıyorum. Bir toplumun yücelttiği şarkıcılar, süpermenler, özel güçlere sahip kahramanlar, o toplumun kaçıp sığınmak için yarattığı veya kendi gerçekleştiremediklerini gerçekleştirmesi için kurguladığı kişiliklerdir. Ancak hayalci ve kaçış yanlısı aşağılama içeren tanımlar değildir. Çünkü toplumun nelerden, kimlerden, hangi gerçeklerden kaçtığını tanımlamak, o toplumun en derinlerde yatan korku ve düşlerini ele vermesi açısından önemlidir. Bu nedenle çizgi romanlar, çizgi filmler, müzisyenler, Rambolar, süpermenler, James Dean, Batman, Kan Kalesi Cengi, hepsi birer popüler kültür hazinesidir. Çünkü basit bir kaçış ve hayalcilik ürünüdürler. Basit şeyler girift anlamlar içerirler, tabii okumasını bilene. Popüler kültürün evrensel doğrular olarak sunduğu gerçekler aslında belli bir zamana ve uzama ait gerçekler olabilir. Popüler kültür, bu olguları, tartışılmaz gerçekler ve sorgulanmasına bile gerek olmayan doğrular olarak sunmakta son derece beceriklidir. Örneğin, reklamlarda kullanılan kadın imgelerini incelersek, bu ülke kadınlarının en yaygın temsil edilme şekillerinin, evinin işleriyle uğraşan biri veya cinsel nesne şeklinde sunulduğunu görebiliriz. Bu olgu çoğu Batı ülkesinde de aynıdır. Böylece toplumsal cinsiyet rollerini kadının doğasından gelen bir yapıda olduğu, bu rollerin hiç tartışmaya bile değmez gerçekler olarak sunulduğu görülür. Medyanın gücü de işte burada. Sunulan kalıplar toplum tarafından içselleştirilir, kabullenilir, geçerli bir formül, hatta tek formül oluverir, yani en azından bu potansiyele sahiptir. Tarihsel açıdan bakıldığında, kimi sanat eserlerinin iyi ve değerli, kimilerinin kötü, değersiz ve yüzeysel olarak işaretlenmesi, kültürel zevkin sınıf bazlı bir hiyerarşi içinde kurumsallaşmasından ortaya çıkmıştır. Egemen sınıflar kendi zevk ve değer yargılarını evrensel ve her dem geçerli ölçütler olarak sunmuşlar ve kabul ettirebilmişlerdir. Buna üç açıdan itiraz edilmektedir. İdeolojik açıdan itiraz: Her devirde geçerli ve değişmez estetik değerler olduğunu iddia etmek, gerçeklere uymamakta ve göreceliğe yenilmektedir. Güzel, estetik açıdan uyumlu ve değerli tanımları zaman ve uzam içinde pek çok kez değişiklikler göstermiştir. Bir çağın beğendiğine, yüz yıl sonraki insanlar gülerek, hatta iğrenerek bile bakabilmişlerdir. Bu nedenle popüler kültür incelemecileri, değişmez, estetik ölçütler yerine, politik değerlendirme ve ideolojik çözümleme yapmayı yeğlemektedirler. Politik ve ekonomik gücü elinde tutan sınıfların kendi güzelini, değerlisini herkese kabul ettirmeye çalıştığını göstermektedirler. İkinci itiraz biçem ve içerik açısından. Yüksek kültürün savunucuları, yüksek kültür eserlerinin biçem ve içerik olarak daha sağlam, daha girift ve daha incelikli olduğunu; popüler kültürün ise, genelde bu açılardan özensiz, salaş ve yüzeysel olduğunu söylemektedirler. Chris Barker gibi popüler kültür savunucuları ise, iyi sanat ile kötü sanat arasındaki farkın biçem, içerik özelliklerinden değil, gerçek yaşamı ne denli aydınlattığı göz önüne alınarak yapılması gerektiğini söylemektedirler. Üçüncü itiraz da kalite ve estetik ölçütler açısından yapılan itiraz. Yine uyum, güzellik ve kalite gibi kavramlar yalnızca sanat eseri olarak üretilmiş malzemeye atfedebilecek kavramlar değildir. Örneğin, çok şık, spor bir arabanın tasarımı, görünüşü, pırıl pırıl cilalı olması ile, aynı kavramlar böyle bir örnek için de kullanılabilir. Dolayısıyla, zaten kültürden kültüre farklılık gösteren, güzel, kaliteli, uyumlu gibi kavramları her çağa ve her topluma aitmiş gibi göstermeye kalkmak, tarih bilincinden yoksun olmanın göstergesidir. Bu ısrar olsa olsa seçkinler ve ekonomik gücü elinde tutanlar sınıfının, tüm diğer sınıflara kendi değer yargılarını kabul ettirme çabasıdır. Üstelik popüler kültür nasıl ticari bir meta ise, daha doğrusu ticari bir meta olmakla suçlanıyor ise, sanat olması için üretilmiş sanat da satılan, alınan, üretenin ve hatta aracının para kazandığı, sanatçının geçimini sağladığı bir endüstri ürünüdür genellikle. Sistine Kilisesinin tavanını bezeyen kişi, bu işi nasıl para karşılığı yaptıysa, Ruhsar dizisini hazırlayanlar da para karşılığı çalışmaktadırlar. İşte bu nedenlerle, Chambers gibi araştırmacılar, yüksek kültürün de diğer alt kültürler gibi bir alt kültür olduğunu, toplumda var olan pekçok farklı bakış açısı gibi, onun da farklı bir bakış açısı olduğunu belirtmektedirler. Ancak bu farklılıklar toplumsal hiyerarşi içinde kullanılmakta, güç sağlamak için pekiştirilmekte ve toplumsal güce tahvil edilmektedir. Bunu yapmanın en yalın yolu da, yüksek kültürü yüceltirken, popüler kültürü yerin dibine batırmak, popüler kültür tüketicilerini aşağılayarak hadlerini bildirmektir. Bundan âla güç gösterisi olabilir mi? Popüler kültürü çevremizi saran su, toplumu da suda yüzen balıklara benzeten örneğe dönecek olursak, popüler kültür incelemelerindeki temel sorunu hemen görebiliriz. Suyu tek gerçek olarak algılamak, başka ortamlar da olabileceğini görmemize engel olur. Bu durumda kendimizi,bir an suyun dışına fırlatmanın gerekliliğinden söz edebiliriz. Aynı noktadan yola çıkarak, bazen bir başka kültürü incelemek, kendi üyesi olduğumuz kültürü incelemekten daha kolay olabilir. Çünkü o yabancı kültüre uzaktan bakmanın avantajları olacaktır. Bazı olguları tek gerçek olarak algılamamız güçleşecektir. Aynı nedenle kültür incelemelerinde kıyaslamalı çalışma yapmak özendirilmektedir. Popüler kültür incelemelerinde seçkinci tarafı temsil ettiği düşünülen eleştirmenlerin duruşu şöyle: az önce de söylediğim gibi, popüler kültür kalitesizdir, kültürün en iyi ve en değerli yönünü değil, ticari, savruk, özensiz, emek verilmemiş yönünü yansıtır. Dolayısıyla incelenmeye değer ürünler, olgular değil, zorunlu olarak karşı karşıya gelindiğinde bile utanarak başımızı çevirmemiz gereken, varlığını bile kabul etmememiz gereken sapkınlıklardır. Ancak ticari ve yaygın olması, popüler kültürün çağın ruhunu yansıtması açısından bir zaaf değil, tam tersi bir güçtür. Seçkinci duruşun popüler kültürün incelenmesine, bir diğer itirazı yaratıcılıktan uzak, tekrara ve imitasyona dayalı olmasıdır. Popüler kültürün tekrara ve üretilmişi kopya etmeye, benzerini üretmeye yatkınlığı da onun eksiği değil, tam tersi gücüdür. Çünkü halk kitleleri birbirinin tekrarı, kopyası, benzeri ürün ve olguları tüketiyorsa, bu o ürün ve olguların gizli bir güce sahip olduğunu, halk kitlelerini derinden etkileyebildiğini, o kitlelerin düş ve isteklerini arzuladığı, öykündüğü şeyleri içerdiğini gösterir. Popüler kültürün incelenmesi yaşamın karmaşıklığı içinde, bir anlam ve düzen çıkarabilme çabalarının incelenmesidir. Bu nedenle popüler kültür incelemeleri, seçkincilerin parametresi olan kalite ön koşulunu ölçüt kabul etmez. Kalite değil, yaygınlık ölçütü popüler kültür incelemelerinde, birinci derecede önemlidir. Popüler kültürü ve popüler kültür incelemelerini eleştirenlere bir örnek olarak size Frankfurt Okulu’nu hatırlatmak isterim. Bildiğiniz gibi, Marksist bir okuldur. Adorno ve Horkheimer’ın The Culture Industry eserinde özetlediği temeller üzerinde durmaktadır. Bunlar “kültür, kapitalist üretim merkezlerinin elinde” demektedir. “Kültür politik ekonominin tekelinde” demektedir. Demokratik, bireyci, çeşitli olmakla övünen kültür ürünleri aslında otoriteden yana ve uyumcu—conformist’in karşılığı olarak kullanıyorum--uyumcu ve standartlaşmış durumda herkese aynı damgayı vuruyor, diye popüler kültürü eleştirmektedirler. Ve popüler kültürü hem estetik, hem politik açıdan kirlenmiş görmektedirler. Örneğin, Adorno caz gibi kültür ürünlerini stilize edilmiş ve yaşamı olduğu gibi kabullendirmek hatta kutsamak için kullanıldığını düşünmekte ve conformism’in, uyumculuğun giderek zayıf benlikler ve otoriteye tapan kişiliklere yol açacağını öne sürmekte. Ama mesela caza kıyasla atonal müziğin, dünyaya yeni bir bakış açısını zorlamanız gerektirdiğini söylemekte. Frankfurt Okulu’yla, Frankfurt Okulu’nu eleştirenler arasındaki temel duruş, anlam üretiminin nerede yapıldığı konusunda. Frankfurt Okulu anlam üretimini, üretim veya metin düzeyinde yapıldığını savunuyor. Ona karşı çıkanlar ise, anlam üretiminin tüketim ve tüketici düzeyinde yapıldığını söylüyor. Frankfurt Okulunu eleştirenler arasında--ki bunların arasında Fiske, Chambers, Hebdidge ve Willis var--bunlar “anlam ürünün içinde değildir; her bir tüketici ürünü tüketirken anlamını kendine göre yeniden üretir” demekteler. Kullandığı terminoloji bile farklı bu iki zıt grubun. Mesela, Frankfurt Okulu kitle kültürü der ve bunu yermek üzere söyler--mass culture olarak kullanır. Ama popüler kültür taraftarları, kitle kültürü tanımını hiç kullanmazlar, popüler kültür tanımını kullanırlar. Yine Mc Guigan Kültürel Popülizm adlı eserinde, sıradan insanların deneyimi ve yaşantılarını politik açıdan ve çözümleyici biçimde incelemek, yüksek kültürü incelemekten daha önemlidir demektedir. Popüler kültür incelemeleri ve değerlendirmeleri, kültür ürünlerinin estetik değerlerini tartışmak, onların kaliteli mi, kalitesiz mi olduğunu sorgulamak yerine, bir ürünün hangi güç dengeleri içinde varolduğunu ve geniş toplumsal çerçevede yerinin ne olduğunu irdelemelidir, diyorlar. Fiske’e göre iki tür ekonomi var. Biri finans ekonomisi, biri kültürel ekonomi. Finans ekonomisi tabii ki parayı ön plana alıyor, üreticiyi ön plana alıyor. Üretici parasının karşılığını nasıl alacak, onu düşünüyor. Kültürel ekonomi de, ürünün kültürel anlamlarını, kime, niçin hitap ettiğini ve toplumsal kimlikleri göz önüne alıyor. Tüketim düzeyinde, anlam üretiminde belirleyici değil, finans ekonomisi. Anlam üretimini tüketici kendisi yapıyor. Üretilen anlam, ürünü şekillendirip, pazara sürenin kurguladığı anlam olmayabilir. Hatta tüketici kurgulanandan çok farklı anlamlar da üretilebilir. Bu nedenle Fiske popüler kültüre, anlambilimsel savaşın sürdüğü alan demektedir. Bence çok çarpıcı bir tanım. Site of semiotic warfare İngilizcesi. Üretici pazarı inceler, çevreyi koklar, ticari açıdan başarılı olmasını sağlayacak anlamları ürünün içine elinden geldiğince tıkıştırır. Ürünü pazara sürer. Birincil amacı tabii ki para kazanmak, kâr etmek. Ancak tüketici ürünü alır veya tüketir. Ama üreticinin kodladığı anlamı kabullenebilir de, reddedebilir de. Tüketicinin ulaştığı anlam tamamen farklı da olabilir. Ürüne hayran da olabilir, onunla dalga da geçebilir, benimseyebilir ya da nefret de edebilir. Esas geçerli olan anlam, tüketicilerin her birinin kendi geçmişini, ardalanını, kişisel deneyimlerini kullanarak üreteceği anlamdır. Bu anlam da tüketiciden tüketiciye değişecektir, besbelli. Bu nedenle bazı popüler kültür ürünlerine bakıp, “Bunlar bizim milleti sersem mi sanıyorlar!” diyoruz. Bu soruyu soruyorsanız, üreticinin hedef kitlesi değilsiniz, besbelli. Üretici sizi içermeyen farklı bir hedef kitlesi amaçlamış. Parasını oradan çıkarmayı umuyor, sizi pazar olarak görmemiş. Ancak popüler kültür incelemecisi, yalnızca “Bunlar bizleri sersem mi sanıyor” sorusunu sorup konuyu kapatan kişi değildir. Popüler kültür incelemecisi, ürünün hangi hedef kitleyi amaçladığını saptar, o hedef kitlenin o ürün karşısında nasıl bir tavır aldığını araştırır. Ve en önemlisi, “niçin” sorusunu sorar. Üretici ürüne belli özellikleri niçin kodlamıştır, hedef kitle ürünü niçin beğenmiştir, niçin reddetmiştir, ürün hedef kitlenin hangi düşlerini tetiklemiştir ve giderek bu tepki o kitle için neler söylemektedir? Veya iki anlam birbiriyle çakışmış mıdır, çakışmamış mıdır? Popüler kültür incelemecisinin soruları ve hedefleri bunlar olmalı. Popüler kültür incelemelerinin, Türkiye’de ve başka ülkelerde boy hedefi olmasının birkaç nedeni var benim gördüğüm kadarıyla. Biri, oldukça yeni bir alandır ve tepki çekmektedir. İkinci neden, benim geldiğim ardalandan gelen pek çok gelenekçi akademisyen, popüler kültür incelemelerinin gerektirdiği formasyona sahip değildir ve yeniden yapılanmayı veya yeniden cihazlanmayı gereksiz veya fazla zahmetli görmektedir. Üçüncü neden: Popüler kültür her kültürde olduğu gibi, ideolojik tınılarla dolu bir alandır. Ülkemizde ideolojinin her türlü eğitim kurumundan dışlanması gerektiği görüşü--sanki böyle birşeyi gerçekleştirebilmek mümkünmüş gibi--son kırk yıldır giderek artan bir devlet politikası olmuştur. Bu nedenle akademisyenler de, öğrenciler de ideoloji sözüne bile yürek tıpırtılarıyla yaklaşmaktadırlar. Böyle “kaka” şeylere bulaşmakta çekingen davranmaktadır. Oysa günlük yaşamın her yönü ideoloji içermektedir. İdeolojiye bulaşmadan yaşamak, hiçbir bağlamda olası değil. Sabah mavi kazağınızı mı, sarı tişörtünüzü mü giymeye karar verdiğiniz zaman bile ideolojik bir karar vermektesiniz. Dördüncü neden, popüler kültür incelemeleri metodoloji ve yaklaşım sorunları içermektedir. Bu açıdan katiyen bir gül bahçesi değildir ve yakın bir gelecekte de olacağa benzememektedir. Özellikle disiplinlerarası yaklaşımlar, birkaç alanı tanımayı gerektirmektedir. Ve bu da akademisyenleri endişeye ve güvensizliğe düşürmektedir. Kendi alanımdan örnek vermek gerekirse, eski usul bir edebiyat inceleme geleneğinden yetişmiş ve pişmiş bir akademisyen için, yıllardır kullanageldiği metod ve yaklaşımların yanısıra filme, reklam metinlerine, müziğe, moda endüstrisine bakıp bunları edebiyatla harmanlamak kolay değildir. Üstelik popüler kültürün guruları bile, “eklektik olun ve yaratıcı olun”un dışında bir metodoloji ve yaklaşım önerememektedir. Bu durumda pek çok akademisyen, “bu saatten sonra sosyolog mu olacağım?” endişesiyle, başka bir alan olarak gördükleri konularla ilgili, okuma, araştırma, bilgilenme yoluna gitmekte çekingen davranmaktadırlar. Popüler kültür incelemeleri disiplinler arası genişleme çalışmalar yapılabilecek bir alandır. Özellikle elektronik ortamların kullanımıyla pek çok bilgiye ulaşmak kaynak bulma sorunları olan ülkemizde bile olasıdır. Yani bu bir kaynağa ulaşamama sorunu değil, bir başka disipline tecavüz etme endişesi ve bunun yarattığı güvensizlik gibi görünmektedir. Üstelik bu durumu daha da vahim hale getiren başka bir sorun daha vardır. Pek çok geleneksel akademisyen disiplinlerarası çalışmalara kuşkuyla bakmakta, kendi alanında yetişmemiş akademisyenlerin o alanla ilgili yüzeysel de olsa bir söz söylemesine karşı çıkmakta ve tipik bir “burası benim arka bahçem, seni buralarda gezerken görmeyeyim” sendromu sergilemektedir. Sanki sosyoloğun yazdığı bir makaleyi, müzikçi okuyup anlayamazmış gibi, sosyal bilimciler bazen çok hırçın alan savunması davranışları sergilemektedirler. Bu nedenle örneğin, bir roman çözümlemesi için, sosyoloji veya antropoloji veya göstergebilime bir referans yapıldığında, referansın özüne ve niteliğine değil, haddini bilmezliğe itirazlar yükselmektedir. Bu sosyal bilimler alanında ciddi bir zaaftır ve etkisi yıkıcı olmaktadır. Altıncı konu: popüler kültür incelemelerinde belki de en ciddi sorun, derin bir psikolojik sorundur. Popüler kültür incelemeleri tanımı gereği, popüler, yaygın, sıradan olan ve ticari olanla ilgilendiği için, pek çok akademisyen incelenen ürün veya olgunun sınıfsal göndermelerine duygusal tepki göstermekte ve üstelik de bu tepkiyi “saygıdeğer olanı korumak, kalitesiz olana burnunu eğip bakmamak” kisvesi altında sunmaktadır. Tanımlaması oldukça güç olan bu mekanizmayı isterseniz bir örnekle açıklamaya çalışayım: Çoğumuz gündelik yaşamda yüzyüze geldiğimiz, karşı karşıya kaldığımız her ürün ve olguyu kendi ait olduğumuz sınıfın ölçütleriyle yargılarız. Bu sıradan ve farkında olmadan yaptığımız seçimdir ve kişiseldir, özünde başkalarını da ilgilendirmez. Falanca şarkıcı sizin sınıfınıza hitap etmiyorsa veya siz onun ürettiklerinin sizin sınıfınıza ve beğeninize hitap etmediğini düşünüyorsanız, o şarkıcının kasetini satın almazsınız. Ve ürettiğinin tüketicisi olmazsınız. Bu sizin kişisel seçiminizdir ve kimsenin sizi aksi yönde zorlamaya da hakkı yoktur. Ancak sizin sınıfsal ölçütleriniz ait olduğunuz toplumun geniş skalasında belli bir noktadadır. Ve pek çok kişi kendi olduğunu düşündüğü noktanın altında olduğuna vehmettiği sınıfsal ölçütleri küçümseme, aşağılama, hatta yok sayma eğilimindedir. İşte duygusal tepki bu noktada ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Kemal Sunal filmlerinin, Müslüm Gürses veya Ciguli’nin müziğinin sınıfsal olarak sizi temsil etmediğini bilmek ve bu ürünleri tüketmemek kişisel bir seçimdir. Ama aynı ürünleri incelemeye değer bulanları yermek, duygusal bir tavırdır. Bu sınıfsal önyargılar, toplumlar arası geçişler yapamamaktadır. Örneğin bir Amerikalı da, “shit-kicking music” diye burun kıvırdığı, country-western müziğini aşağılarken, Müslüm Gürses’i beğenip, incelemeye değer bulabilir. Çünkü, Müslüm Gürses onun kendi skalasının tamamen dışında bir sanatçıdır. Ve Müslüm Gürses karşısında, kendi sınıfsal ve estetik konumunu ve duruşunu sorgulamak durumunda değildir. Yani açıkcası, Müslüm Gürses’in ürettiğine nötr ve önyargısız olarak bakabilir. Çünkü bu seçim onun için, “benden aşağıda,” “benden yukarıda” ölçütlerini devreye sokmayacaktır. Çünkü, onun sınıfsal ölçütleri kendi toplumunun skalasında varlığını sürdürür ve yabancı bir sanatçı o skalada sınıfsal gösterge olarak yer alamaz. Tersini düşünecek olursak, bir Türk de Müslüm Gürses’e kendini temsil etmediğini düşünüp tepeden bakabilir. Ama bir Amerikalının güzelim country-western’i niye “shit-kicking music” diye aşağıladığını anlamayabilir. Müzik müziktir canım. Altı, üstü, aşağılığı, üstünü, adisi, kalitesi mi olurmuş? Peki Ciguli? Ha o başka. “Başka adam mı kalmadı; her gece çıkarıyorlar şu çingeneyi televizyona canım!” İşte duygusal tepkinin ve çifte standardın dikâlası. Oysa popüler kültür incelemeleri, bu tür tepkilerin ötesinde at koşturabilmeli. Kemal Sunal filmlerinin kimler tarafından izlendiğini araştırabilmeli, o geniş kitlenin bu filmlerin hangi yönüyle ilgilendiğini bulmaya çalışmalıdır. Toplumu derinden ilgilendiren, onun duygu ve düşüncelerini, ruh dalgalanmalarını, mindset dediğimiz zihin kalıplarını, bu tür çalışmalar ortaya çıkarabilir. Giderek bir çağın ruhunu yakalamak popüler kültür çalışmalarıyla mümkün olabilir. Bu arada şunu da eklemek isterim. Genç akademisyenler de baskılar altında kalıyor, arkadaşlar. Araştırma konularının sınırlandırılması gibi oluyor bu. Veya akademik yükseltmelerde baskı aracı ve hatta doçentlik ve profesörlükten döndürme nedeni olarak kullanılıyor, popüler kültürle ilgilenmek. Hatta bazıları başvurdukları seminerlerden, red bile ediliyorlar, popüler kültürle yaptığı çalışma beğenilmediği için. Popüler kültür incelemeleri yaygın ve popüler olanı yeğler ve yüceltir demek yanlıştır. Bir toplumda, seçkin kültür de, popüler kültür de hep var olmuştur ve hep var olacaktır. Popüler kültür incelemecisi, yargılayıcı ve dışlayıcı olmamalı, “ya o ya bu” tavrı yerine, “hem o hem bu” tavrı içinde olmalıdır. Teşekkür ederim. Ayşe Lahur KIRTUNÇ 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
AurorA Yanıtlama zamanı: Eylül 24, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 24, 2011 Çoğumuz gündelik yaşamda yüzyüze geldiğimiz, karşı karşıya kaldığımız her ürün ve olguyu kendi ait olduğumuz sınıfın ölçütleriyle yargılarız. Bu sıradan ve farkında olmadan yaptığımız seçimdir ve kişiseldir, özünde başkalarını da ilgilendirmez. Falanca şarkıcı sizin sınıfınıza hitap etmiyorsa veya siz onun ürettiklerinin sizin sınıfınıza ve beğeninize hitap etmediğini düşünüyorsanız, o şarkıcının kasetini satın almazsınız. Ve ürettiğinin tüketicisi olmazsınız. Bu sizin kişisel seçiminizdir ve kimsenin sizi aksi yönde zorlamaya da hakkı yoktur. Ancak sizin sınıfsal ölçütleriniz ait olduğunuz toplumun geniş skalasında belli bir noktadadır. Ve pek çok kişi kendi olduğunu düşündüğü noktanın altında olduğuna vehmettiği sınıfsal ölçütleri küçümseme, aşağılama, hatta yok sayma eğilimindedir. İşte duygusal tepki bu noktada ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Kemal Sunal filmlerinin, Müslüm Gürses veya Ciguli’nin müziğinin sınıfsal olarak sizi temsil etmediğini bilmek ve bu ürünleri tüketmemek kişisel bir seçimdir. Ama aynı ürünleri incelemeye değer bulanları yermek, duygusal bir tavırdır. Bu sınıfsal önyargılar, toplumlar arası geçişler yapamamaktadır. Örneğin bir Amerikalı da, “shit-kicking music” diye burun kıvırdığı, country-western müziğini aşağılarken, Müslüm Gürses’i beğenip, incelemeye değer bulabilir. Çünkü, Müslüm Gürses onun kendi skalasının tamamen dışında bir sanatçıdır. Ve Müslüm Gürses karşısında, kendi sınıfsal ve estetik konumunu ve duruşunu sorgulamak durumunda değildir. Yani açıkcası, Müslüm Gürses’in ürettiğine nötr ve önyargısız olarak bakabilir. Çünkü bu seçim onun için, “benden aşağıda,” “benden yukarıda” ölçütlerini devreye sokmayacaktır. Çünkü, onun sınıfsal ölçütleri kendi toplumunun skalasında varlığını sürdürür ve yabancı bir sanatçı o skalada sınıfsal gösterge olarak yer alamaz. Tersini düşünecek olursak, bir Türk de Müslüm Gürses’e kendini temsil etmediğini düşünüp tepeden bakabilir. Ama bir Amerikalının güzelim country-western’i niye “shit-kicking music” diye aşağıladığını anlamayabilir. Müzik müziktir canım. Altı, üstü, aşağılığı, üstünü, adisi, kalitesi mi olurmuş? Peki Ciguli? Ha o başka. “Başka adam mı kalmadı; her gece çıkarıyorlar şu çingeneyi televizyona canım!” İşte duygusal tepkinin ve çifte standardın dikâlası. Hiç bu açıdan bakmamıştım. Sanırım ben seçkinci tavır sergiliyorum ve sanırım böyle de devam edecek... Paylaşımın için teşekkür ederim. Oldukça rahat okunan, verimli bir yazıydı. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.