nevermore Oluşturma zamanı: Eylül 29, 2011 Paylaş Oluşturma zamanı: Eylül 29, 2011 [TABLE=width: 99%] [TR] [TD]Evren iki temel gücün birleşiminden meydana gelir: Madde (jada, veya şekil veren) ve şuur (chetan). Bunlar aynı zamanda sırasıyla prakrati (tezahür etmiş form) ve purusha’dır (görünmeyen canlandırıcı ruh). Ayrı ayrı düşünüldüğünde her ikisi de kendi değerlerine sahiptir; bununla beraber harika işleyişi sağlayan da bu iki varlığın birlikte çalışmalarıdır. İnsan bedeni bu gerçeğin çok iyi bir örneğidir. Bedenimiz beş temel elementten oluşur: Panca tatvas (1). Beden, çeşitli organların, kasların, sinirlerin, damarların vs. bütünleşmiş bir halidir ve istenen herhangi bir işi yerine getirmek için kullanılabilir ama şuur olmadan fonksiyonsuzdur. İnsanın şuurlu yanı (ruh olarak anılır) düşünür, karar verir ve organları belirli bir göreve yönlendirir. Şuurun maddeden ayrılması ise ölümle sonuçlanır. Ölü bir beden fonksiyon göremediği için faydasızdır da. Şuurun yokluğu halinde beden hızla ayrışmaya başlar ve kendisini oluşturan elementler de sonunda çözünerek kozmik hallerine dönüşürler. Aslında fonksiyonelliğin artışını sağlayan, madde ve şuurun birliğidir. Madde tek başına düzensizdir ve evrende bolca bulunduğu halde çok az kullanılır. Örneğin, su okyanuslarda çok boldur ama aynı zamanda da çok tuzludur. Atmosfer gazlarla, elektro manyetik ışınlarla, x ışınlarıyla vs. doludur. Ama bu elementler kendi kendilerine yararlı değildirler. Maddeyi organize ederek yararlı olmasını sağlayan insan müdahalesi ya da gelişmiş şuurun müdahalesidir. Örneğin, insanlar suyu işleyerek insan tüketimi için uygun hale getirmek adına bazı yöntemler geliştirmiştir. Ateş ve elektrik evrende hatırlanamayacak kadar eski zamanlardan beri mevcuttu ama insan zekası bunları kullanılabilir bir formda düzenledi. Dolayısıyla, Doğa’nın unsurları kendi başlarına güçlü oldukları halde yararlılıkları insan şuurunun yaratıcılığına bağlıdır. Bilim ve Ruhsallık Doğanın güçlerinin keşfine, onların düzenleri ve insan için yararlı hale getiren yeteneklerine bilim adı verilir. Dolayısıyla, bilim maddenin ve şuurun birleşimidir denilebilir. Bilim insan uygarlığının işleyişini mümkün hale getirmiştir. Şuna dikkat edilmelidir ki maddenin kullanımının bilgisi yeterli değildir, maddenin aynı zamanda doğru kullanımına da dikkat edilmelidir. Aynı kriter aynı zamanda şuur için de geçerlidir. Madde de şuur da doğru kullanılmadığında suiistimal edilmeye açık olurlar. Çabuk kazanımların cazibesi öyledir ki onun uzun dönemli etkileri kale alınmaz ve bu kısa dönemli kazanımların çekim alanı insanı gücü yanlış kullanmaya teşvik eder. Sonunda da içinde tuzağa yakalandığı bir ağ yaratır, tıpkı bir ağa yakalanmış balık gibidir. Bu ise acı çekme ile, toplumsal kızgınlık ile ve kendi kendini yoketme ile sonuçlanır ama yine de pekçok kişi tarafından gerçekleştirilir. Toplum ve devlet bu tür uygulamaları önleme konusunda nadiren başarılı olmaktadır… Bilim, bugünkü işleyişe ve başarı düzeyine göre yasal olarak güvence sağlamaktadır ancak kötüye kullanımı doğru kullanımdan ayırma konusunda yetersiz kalmaktadır. Bilimin yanlış kullanımını kontrol etmenin tek yolu ruhsal görücülüğü temel alan bilgelik ile insanın ışıklı yanını birleştirmektir. Ruhçuluğun özü budur. Ruhçuluk, “merkezlenmiş ve ruhta yerleşmiş” demektir, yani, yaşamdaki aktiviteler ruhun uyanışını amaç olarak belirlemek için tasarlanmıştır. Ruh, insan bedeninde bireyselleşmiş şuurdur. Şuur, maddeden daha güçlüdür. Daha önce belirttiğimiz gibi, maddeyi düzenleyen şuurun mucizesidir. Bununla beraber, engellenmemiş şuurun da dezavantajları vardır. Örneğin başkalarının hatalarını bulmak kolaydır ama acaba biz kendi hatalarımızı bulmak için kendimizi gözlemliyor muyuz? Genellikle bir birey kusurlarına karşı önyargılıdır ve kendini en iyi olan olarak görür. Kendini ispatlamaya çalışan bir kişi kendini kayırmaya yönelik bazı iddialarda bulunacaktır. Bu ise gerçekliği bozar ve doğru olmayan düşünceler üretmeye neden olur. Bilimin ve doğru bir şuursal arınmanın doğru kullanımının ikisinin birden başarılı olması ancak ruhsallık yoluyla mümkündür. Büyük Bölünme 17. yüzyıldan beri, modern bilim ilk ortaya çıkışını gerçekleştirdiğinden beri, din ve ruhsallıkla çatışmaktadır. Çatışmanın kökeninde iki inanç akımı yatar. Bilim herşeyin maddeden yapıldığına inanır ve dolayısıyla da herşey deneylerle ispatlanabilir olmalıdır. Bir ruhçu Saf Ruhun gerçek olduğunda, madde olmadığında ısrarcıdır. Büyük Hint görücü-bilgesi Sri Aurobindo, başyapıtı İlahi Yaşam’da bilimsel bakış açısını “Materyalist İnkar” olarak isimlendirirken, ruhsal bakış açısını ise “münzeviliğin inkarı” olarak tanımlamıştır. http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/metafor/images/m141.jpg Bu konuları daha da ileri boyutta tartışmayı sürdüren Sri Aurobindo, ‘bilimin önceliğinde fiziksel duyuların bilgi edinmenin tek vasıtası olarak kabulu vardır’ demektedir. Dolayısıyla, kimse, duyuların erişimini aşamaz ve bu yüzden de diyor Sri Aurobindo, “her zaman ve sadece duyuların sağladığı ya da sunduğu sonuçlarla uğraşmalıdır” (2). “Bilim diyor ki, bizler duyularımızın ötesine geçemeyiz ve onları, bizi daha güçlü kılan ve daha güçlü yeteneklerin ortaya çıktığı bir alana götüren, bir köprü olarak onları kullanamayız”(3). “Başka bir deyişle bilim olağanüstü olan herşeyin varlığını inkar etmektedir. Fizik ötesi ya da duyulardışı olanın varlığını inkar etmektedir. Böyle yaparak, bilim Doğa’nın zeki olmayan bir madde ya da enerji olduğunu kabul eder ve bu bahaneyi, Sri Aurobindo’nun sözleriyle “bilim yetkisini,araştırmanın sınırlarını aşmayı reddetmek” için kullanmaktadır. Bununla beraber, günümüzde bilim ünlü biliminsanlarının zorlu kanıtların desteklediği, bilimsel teorilerin, bilimsel yasaların mevcut formüllerinin açıklayamadığı ve sadece düşünülemeyen ama bilge bir zeka tarafından açıklanabilen bazı fenomenleri kabul etme noktasına gelmektedir. Örnekler şunları içermektedir: Başlı başına canlı bir organizma olan dünyanın davranışı, telepati, prekognisyon, Evrensel bir zihnin varlığı vs. http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/metafor/images/m142.jpg Sri Aurobindo, ruhçunun saf ruhun bir realite olduğuna inandığını çünkü duyuların kavrayabildiğinin ötesinde ki fizikötesi realitelerin olduğunu söylemektedir, ve bu realiteler ağır maddeyi yönetenlerden farklı prensiplere dayanmaktadır. Dolayısıyla, onları “yanlış pozitifler” olarak reddetmek doğru değil. Bir ruhçu için şuur evrende birleştirici faktördür ve Sri Aubindo buna “dünyanın bir tarla olduğu kişi için evrensel tanık” adını vermektedir. Ruhçu maddi dünyayı gerçek dışı olarak kabul etmektedir. Bu iki inanç akımının sonuçları nelerdir? Sri Aurobindo’ya göre her ikisi de kusurludur. Maddenin ve şuurun birlikte karışımı anlamlı bir fonksiyonelliği ortaya çıkarır. Eğer tamamen materyalist bir bakış açısıyla yaklaşırsak, Sri Aurobindo’ya göre var olan ve var olmayan bir “maya”ya ulaşırız. Bizler evrenin fiziksel boyutlarını görürüz ve bu yüzden de maya vardır ve bizleri gördüğümüzün varolan tek gerçeklik olduğuna inanmaya zorlamaktadır. Yine de maya yoktur çünkü o geçicidir. Dönüşüm evrenin prensibidir. Diğer yandan, maddi varoluşun reddi, Sri Aurobindo’nun görüşüne göre kişiyi egonun gelişimine ve insanın varoluşunun amaçsızlığına götürür. Modern zamanlarda, bilim ve ruhsallığın arasındaki çatışma daha da derinleşmiştir. Her iki alan da uygulamada iki ayrı akım haline gelmiştir. Bunun yanında her ikisi de karışık bir halet yaşamaktadır ve her ikisi de kendi adına haklı olduğuna inanmaktadır. Bunun sonucu olarak da dünyanın bir bölünme yaşadığı ve çok sayıda sorunla karşılaştığı görüşü modern dünyanın onayladığı bir görüştür. http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/metafor/images/m143.jpghttp://www.astroset.com/bireysel_gelisim/metafor/images/m144.jpg Ünlü fizikçi David Bohm, bunu “Wholeness and the Implicate Order” (Bütünsellik ve Saklı Düzen) isimli kitabında son derece iyi açıklamaktadır. Bohm’un belirttiğine göre herşey daha büyük ve daha geniş birşeyin parçası gibi değil de herşey ayrıymış gibi davranılıyor; dolayısıyla bizlerin ayrı dinleri, ayrı bilimleri, ayrı uyrukları, ayrı milletleri, ayrı aileleri var vs. peki bu bakış açısı nasıl oluyor da sorunların habercisi oluyor? Bohm’un bu soruya cevabı basit: “Bütün bu parçaların ayrı ayrı varoldukları düşüncesi açık bir illüzyondur ve bu illüzyonun sonu gelmez bir çatışma ve karışıklığa yolaçacağı kesindir. Ayrıca, parçaların birbirinden ayrı olduğu düşüncesine göre yaşamaya olan eğilim aslında bugün yüzyüze geldiğimiz ve giderek artan kaçınılmaz krizler dizisinin nedenidir. Dolayısıyla, şu anda iyi bilindiği gibi bu tür bir yaşam çevresel kirlilik, doğanın dengesinin bozulması, aşırı nüfus, dünya çapında ekonomik ve politik karışıklık ve çoğu insanın yaşayabilmesi için ne fiziksel ne de zihinsel olarak sağlıklı olmayan bir ortamın meydana getirilmesi demek olmaktadır(4). http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/metafor/images/m146.jpghttp://www.astroset.com/bireysel_gelisim/metafor/images/m147.jpg The Tao of Physics (Fiziğin Taosu) isimli en iyi satanlardan olan kitabında fizikçi Fritjof Capra şöyle söylemektedir: “Algılanabilir dünyayı bölmeye yönelik eğilimimiz ve kendimizi bu dünyada izole egolar olarak deneyimliyor oluşumuz doğuda illüzyon olarak görülmektedir ve bu da bizim ölçen ve kategorize eden zihinselliğimizden ileri gelmektedir” (5). İnsanlık bilimle ruhsallık arasındaki bu çatışmadan dolayı son derece acı çekmiştir. Bir insan, bisikletinin tekerleklerinden biri yoksa onu süremez. Şu anda hem bilimin hem de ruhsallığın, düşünce ufuklarını genişletmeleri ve birlik halinde oluşlarının önemini farketmelerinin zamanı gelmiştir, çünkü insanlığın geleceği onların birleşik kavrayış ve bilgeliklerine bağlıdır. Buna nasıl ulaşılır? Sri Aurobindo buna bir yanıt vermektedir. Şöyle demektedir: “Sadece şuur alanımızın bir uzantısı olarak, ya da bilgi edinme yöntemlerimizde beklenmedik bir artış için bu eski kavga sona erdirilebilir” (6). “*Yug Nirman Misyonu”nun (*Hindistan’daki bir Yeniçağ Hareketi) amaçlarından biri de bilim ve ruhçuluğu birleştirmektir ve bu akımın araştırma kısmı olan Hindistan/Haridwar’daki Brahmavarchas Araştırma Merkezi’nde (7) bu yönde atılımlar mevcut. Kurumun bu kısmında yapılan deneylerin sonuçları ruhçuluğun geçerli bir bilimsel temele sahip olduğunu ve günlük yaşamda uygulanan ruhsal prensiplerin olağandışı faydalar açığa çıkardığını göstermektedir. [/TD] [/TR] [TR] [TD][/TD] [/TR] [TR] [TD]Notlar ve Referanslar: 1. Panca Tatvas: Doğanın büyük tezahürünün beş temel elementi. Yani, prithvi (dünyanın üzerindeki veya içindeki katı madde), jala (su, sıvılar ve sıvı maddeler), vayu (hava ve gazlı elementler), agni (ateş ve enerji kaynağı ve akaşa (sübliminal eterik genişleme) ve akaşa (sübliminal eterik genişleme). 2. Ghose, Sri Aurobindo (1970). The Life Divine. Sri Aurobindo Ashram Trust, Pondicherry. S.9. 3. Age., s.10. 4. Bohm, David (1995). Wholeness and the Implicate Order. Routeledge, London. S .1-2. 5. Capra, Fritjof (1992). The Tao of Physics. Flamingo, London. S.29. 6. Ghose, Sri Aurobindo (1970). The Life Divine. Sri Aurobindo Ashram Trust, Pondicherry. S.20. 7. "Dev Sanskrati Vishwavidyalaya – A University…." başlıklı makale.[/TD] [/TR] [TR] [TD][/TD] [/TR] [TR] [TD]http://www.akhandjyoti.org/?Akhand-Jyoti/2003/Jan-Feb/ScientificSpirituality/[/TD] [/TR] [/TABLE] Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Adramelech Yanıtlama zamanı: Eylül 29, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 29, 2011 Bunun yeri burası değil bence. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.