nevermore Oluşturma zamanı: Ekim 10, 2011 Paylaş Oluşturma zamanı: Ekim 10, 2011 Yazan : LAWRANCE SCHWALBE,PH.D. Los Alamos National Scientific Laboratory Torino Kefeni Üzerinde Araştırma Projesi Fizikçisi Tercüme : Dominik Pamir Vatikan’ın özel raporunun Türkçe Tercümesi 1978 yılındaki bilimsel araştırmanın amacı hakkında ne yazık ki son derece büyük karışıklık ortaya çıktı. Bazı kişilerin kafasında araştırmacılar Kefenin gerçek olduğunu ispatlamaya özen gösterecek teknik açıdan donanımlı bir grup din fanatiğinden başka bir şey değildi. Buna karşılık basında çıkan bazı makaleler amacımızın Kefenin sahte olduğunu ispatlamak olduğunu iddia ediyordu. Bizim amacımız sadece bu ilginç fiziksel nesne üzerinde elimizdeki sınırlı zaman içinde ve durumlar çerçevesinde gözlem yapmak ve çok şey öğrenmek, sonra da incelemelerimizin sonuçlarını mümkün olduğunca objektif bir biçimde yorumlamaktı. Bu sorunla ilgilenen insanların çoğu için bir tek önemli soru ortaya çıkmaktadır: Torino Kefeni Mesih İsa'nın gerçek kefeni midir yoksa değil midir? Yüzyıllar boyunca Kefenin gerçek olduğunu iddia edenlerle karşı olanlar arasındaki tartışma hiç son bulmadı. Bu tartışma sürüp gideceğe benzer çünkü bilim buna bir cevap bulmadı ve galiba da hiç bir zaman bulamayacak. Buna son noktayı koymak galiba tarihçilere kalacak. Bu bilim adamlarının hiçbir şey öğrenmedikleri anlamına gelmez. Tersine, bir çok bulgular ortaya çıkardık ve bu kitabın konusu da, bir kısmı ile elimizdeki bilimsel bilgilere şöyle bir göz atmaktır. "Kefenin sorunu" doğrusunu söylemek gerekirse çok boyutludur. Fizik, kimya, tip gibi çeşitli alanlara ait uzmanlar ve resimlerin çoğaltılması her biri kendi açılarından önemli katkılar getirdiler. Stevenson ve Habermas bu değişik alanlardaki teknik sonuçları ellerinden geldiği kadar objektif bir şekilde davranarak ve halkın anlayacağı basit terimlerle anlatmaya çalıştılar. Her ne kadar bir fizikçi olarak ancak sorunun fiziksel ve kimyasal yönüne değinen kısımlarıyla ilgili başarılarına garanti verebilsem de, şundan aşağı yukarı eminim ki okur genel görüş noktamız hakkında doğru bir izlenim edinmiş olmalı. Kuşkusuz birçok şey öğrendik, ama bazı sorulara yeterince cevap bulamadık. Figür Keten beze nasıl çıkmıştı? Şimdiye dek bilimsel göstergeler hiçbir hipotezi ispatlayamadı; hiçbir şeyden emin olamayız. Bununla birlikte, bu kitapta, Stevenson ile Habermas sorunu bazı tarihi, filozofik aynı zamanda bilimsel argümanlar ışığı altında yeniden incelediler ve doğaüstü bir müdahaleye dayanan bir açıklama getirdiler. Bu belki de bazı kişileri şoke edecektir ama eğer yazarların hipotezi elde bulunan bulgularla bağdaşıyorsa bu açıklama makul karşılanabilir. Stevenson ve Habermas haklı olarak yorumlarında ihtiyatı elden bırakmadılar. Okurun açık görüşlü olması ama ihtiyatı ve eleştiriyi de elden bırakmaması gerekir. İyice düşünülüp taşınılmış her sonuçtan da kendimizi yoksun bırakmamalıyız ve kendi sonucumuzu da bulguların ışığı altında çıkarmalıyız. LAWRANCESCHWALBE,PH.D. Los Alamos National Scientific Laboratory Torino Kefeni Üzerinde Araştırma Projesi Fizikçisi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Ekim 10, 2011 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 10, 2011 ÇEVİRENİN ÖNSÖZÜ Bu kitapta dünyada yankılar uyandıran, inanan inanmayan birçok kişinin ilgisini çeken, İsa'nın Kefeni olduğu iddia edilen Torino Kefeni'nden (İtalya'nın Torino kentinde ortaya çıkarılan ünlü kefen) söz ediliyor. Torino Kefeni... İsa'nın İtalya'nın Torino kentinde bulunan kefeni'. Birçok bilim adamının yıllarca yaptıkları araştırmalarla elde ettikleri bulgulara göre birinci yüzyıla ait olan kefen. Kefen 1978 yılında 40 Amerikalı bilim adamı tarafından çağımızın en gelişmiş cihazları ile incelendi; üzerinde çeşitli testler yapıldı. Çekilen son derece hassas fotoğraflar en gelişmiş bilgisayarlarda, elektromikroskoplarda incelendi. Bu kitap Kefenin gerçek bir kefen olduğunu ortaya çıkartan araştırmaların sonuçlarını belirtiyor. Ayrıca çağımızda hiçbir Kutsal Emanetin bilim adamlarınca bu kadar derinlemesine incelenmediğini vurgulamak isterim. Kefenin fotoğrafları ilk kez 1898 yılında Avukat Secundo Pia tarafından çekildi. Filimler banyo edildiğinde, filmin negatifinde, Kefende çıplak gözle görünen şekilden çok daha net bir pozitif resmin çıktığı görüldü. Yani koyu renkler açık, açık yerler ise koyu çıkmıştı. Bu da, Kefenin üzerinde görülen şeklin negatif bir şekil olduğunu göstermektedir. Kısacası Kefenin kendisi bir fotoğraf negatifi gibiydi. Bu ilginç fotoğraflar kısa zamanda Kefeni dünyaca ünlü kılmaya yetti. Bu olay bilimsel araştırmaların başlangıç noktası oldu. Ta ki olumsuz bir karar gibi gözüken C 14 testine kadar. Kefen, boyu 4.36 m genişliği 1.10 m olan ketenden yapılmış bir bez parçasıdır. Üzerinde, yakından bakıldığında bulanık ve belirsiz görünen, uzaklaşıldığında ise netleşen çıplak bir adamın gayet düzgün hatlı şekli bulunmaktadır. En şaşırtıcı tespitlerden biri de Kefendeki şeklin üç-boyutlu verilere sahip olduğunun bulunmasıdır. John Jackson ve Eric Jumper adındaki iki fizikçi, Kefendeki şeklin parlaklığı ile vücut ile bezi ayıran mesafe arasında matematiksel bir orantı olduğunu fark ettiler. Vücudun beze değmiş olduğu yerlerde kefen daha parlaktı, örneğin burun, alın, kaşlar gibi yerler. Doğrudan temas etmeyen yerlerde ise parlaklık daha azdı, örneğin göz yuvaları, avurtlar gibi yerlerde. Bu bulgular Kefenin üzerindeki şeklin üç boyutlu bir nesne tarafından ortaya çıkarıldığını göstermektedir. Kefendeki şekil insan vücudu ile doğrudan temasla ortaya çıkmış olamazdı, çünkü vücudun bezle temas etmediği yerlerde de şeklin devam ettiği görülüyor. Bu yerlerin parlaklığı da beze olan uzaklıklara göre değişmektedir. Vücutla Kefen arasındaki oran matematiksel olarak kesin bir biçimde hesaplanabildi. Ve VP-8 görüntü analizliyicisi denilen bir bilgisayarda Kefendeki adamın üç-boyutlu bir kopyası çıkartıldı. VP-8 görüntü analizleyicisi uzaydaki yıldızların ve gezegenlerin fotoğraflarını görüntülemede kullanılmaktadır. Bu araç iki-boyutlu bir fotoğraftan üç-boyutlu bir görüntü çıkartamamaktadır, çıkartsa bile bu son derece bozulmuş bir görüntü olmaktadır. Oysa Kefenin iki boyutlu fotoğrafından üç-boyutlu bir görüntü çıkartmıştır. Bilginleri hayrete düşüren de budur. Kefendeki şeklin bu üç-boyutlu kopyasının incelenmesinden de çok önemli bulgular ortaya çıktı. Kefendeki adamın gözlerinin üzerinde para olduğu fark edildi. 1. yüzyılda Yahudiler ölülerinin gözlerinin üstüne para koyarlardı. Yeni bir yöntem olan «İzo yoğunluk» yöntemi ile yapılan incelemelerde bu paraların üzerindeki şekil ve yazı belirlendi. Paranın üzerinde bir Romalı başı ve «Tiberius Caesar» yazısının bulunduğu anlaşıldı. Kefendeki adamın elleri bilekten çivilenmiş, ikonalarda gösterildiği gibi avuç içinden değil; öyle çakılmış olsaydı vücut ağırlığı nedeniyle el kasları yırtılırdı. Çivi ancak «Destot bölgesi» denilen noktadan çakılırsa bilek kemiklerine zarar vermez. Bu noktanın varlığı anatomistler tarafından 19. yüzyılda bulundu. Buraya giren çivi başparmağı hareket ettiren medyan sinirini zedeler, bu nedenle de başparmak iç tarafa doğru bükülür. Kefendeki şekilde başparmaklar görünmemektedir. Ancak son zamanlarda yapılan analizlerin bilgisayarlarda incelenmesinden başparmakların yerinde oldukları saptanmıştır. Kefendeki adamın boyu 1.78 m dir. Adam sakallıdır, uzun saçları arkadan toplanmıştır. Adamın vücudunda 90 ila 120 kırbaç yarası vardır; adam iki kişi tarafından kırbaçlanmış, kırbaçlayanlardan biri daha uzun boylu ve daha sadistmiş. Sakalının bir bölümü yolunmuştur. Bacakları kırılmamıştır. Sakalı ikiye ayrılmış gibi, bu da çenesini kapatmak için bir çenebağı kullanıldığını gösteriyor. Kefen üzerinde 50 çeşit çiçek tozu (polen) bulunmuş; bunlardan bazıları sadece Türkiye'de bulunuyor. Keten dokusunun arasında pamuğa rastlanmış; Avrupa'da pamuk yetişmez. Karnı şişmiştir, bu da adamın haç üzerinde boğularak öldüğünü gösteriyor. Ayaklarından da çivilenmiş olduğu görünmektedir. Başına dikenden bir şey geçirildiği başındaki yara izlerinden belli olmaktadır. Böğrünün sağ tarafında 5. ile 6. kaburga kemikleri arasında 4.5 cm'ye 1.5 cm'lik oval biçimde mızrak yarasını andıran bir yara görülüyor. Dizleri yara bere içindedir. Omzunda zedelenme vardır. Ortaçağda Kefenin üzerindeki şeklin yağlı boya bir tablo olduğu sanılıyordu, çağımızda ise bilim adamlarının yaptıkları araştırmalar Kefenin üzerinde en ufak bir boya maddesinin olmadığını gösterdi. Mikrospektro fotometri denen bir yöntemle şekildeki renkli kısmı oluşturan bileşiğin hemoglobin olduğu ortaya çıktı. Bilim adamları buradan demiri ayırarak kanın bir bileşiği olan porfirini yalnız bıraktılar. Porfirinin morötesi ışınlar altında kırmızı flüoresan durumuna geçme özelliği vardır. Böylece bezde porfirin olduğu saptandı. Ayrıca morötesi ışınlarla çekilen flüoresanlı fotoğraflarla plazmanın da varlığı saptandı. Kefende kan izlerinin bulunduğu yerlerde kanın bir bileşiği olan proteinlere de rastlandı. Kısacası Kefen üzerinde kan lekeleri vardır. Kefendeki şeklin, kefen bezini oluşturan keten dokusunun liflerindeki sararmadan ileri geldiği öne sürüldü. Mikroskopla yapılan incelemeler sadece üstte bulunan birkaç lifin sararmış olduğunu gösterdi. İnceleme sararmanın her yerde aynı oranda olduğunu gösteriyor. Gözle görülen renk farklılıkları gerçekte sararan liflerdeki yoğunluk farkından başka bir şey değildir. Yani daha koyu görülen kısımlarda sararan daha çok lif var demektir. Bu yoğunluk farkı bez ve beden arasındaki uzaklıkla orantılıdır. Bu da bilim adamlarını hayrete düşüren Kefenin üç boyutlu özelliğini göstermektedir. Bazı kan sızıntılarının kefendeki adamın ölümünden sonra Kefene akmış olduğu görülüyor. Baştaki yaralardan ölmeden önce, böğürdeki yaradan ise ölümden sonra sızıntı olmuştur. Kalp atmaya devam etmiş olsaydı, kanın bu yaradan fışkırması gerekirdi, oysa kan delinmiş bir çuvaldan akar gibi basınçsızca akmıştır. Bazılarına göre yüreği çevreleyen dış yürek zarında bir miktar sıvı bulunmaktadır. Haça gerilmenin sonucu olarak bu zarın içindeki sıvı artmış ve patlamıştır. Romalı askerin mızrağı dışzardan yüreğin sağ tarafına girmiştir, yürek içinde insan öldükten sonra bile kan bulunur. Mızrak geri çekildiğinde yaradan kan ve plazma akmıştır. Kefen üzerinde, kefene sarılmış cesedin çürüdüğünü gösterir en küçük bir ize rastlanmamıştır; bu da cesedin uzun süre Kefende kalmadığını göstermektedir. Bilimsel araştırmalar Kefendeki şeklin doğrudan vücut temasından ileri gelmediğini göstermiştir. Cesedin Kefenden nasıl çıkarıldığını bilim adamları açıklayamamaktadırlar. Başkalarının gelip Kefeni cesedin üzerinden sıyırmış olması imkânsızdır. Çünkü o zaman kan pıhtıları parçalanır, bozulurdu. Oysa böyle bir şey görülmemektedir. Kefen adama sarıldığında otomatik olarak yara yerlerine temas etmiş olmalı. Kefeni cesetten ayırmak için mutlaka kan pıhtılarını zedelemek gerekir. Bu olmadığına göre, cesedin Kefenden başka bir yolla ayrılmış olacağı geliyor insanın aklına. Bilim adamları Kefendeki şeklin ancak hafif yanma ve ısı dalgasıyla oluşmuş olacağı iddiasındadırlar. Bütün öteki varsayımlar çürütülmüş durumda. Ceset, bilim kurgu filmlerinde seyrettiğimiz türden bir ışınlanma sonucu Kefenden çıkmış ve bu ışınlanmanın sonucunda da Kefene resim olmuş olabilir, tabii bu da bir varsayım. Varılan sonuca göre Kefen gerçek bir kefendir; ayrıca bu kefen işkence görmüş, haça gerilerek öldürülmüş bir adama aittir. Bu adamın başına gelenlerle İncil'de İsa hakkında anlatılanlar arasında büyük benzerlikler vardır. Amerikalı bilim adamlarının sözcüsü Stevenson'a göre Kefendeki adamın İsa'dan başka biri olma olasılığı 82.944.000'de 1'dir. Bu kitap yayımlandığında Kefen henüz Karbon-14 testinden geçirilmemişti. Bu testle Karbon-14 radyoaktif izotopun bozulma yüzdesine bakılarak organik nesnenin yaşı tespit ediliyor. Yaşayan her madde bundan az miktarda bulundurur. Yaşayan madde ölünce, bilinen bir hızla bozulmaya başlar. Ketenden bir kumaş olan Kefen'in durumunda ise, Karbon-14 bozulmaya keten kesildiği andan itibaren başlar. Daha önce Kefen üzerinde C 14 testi yapılmasına, Kefenin zedeleneceği gerekçesiyle izin verilmemişti. Kilise en sonunda Kefenin C 14 testine tabi tutulmasına izin verdi. 1980'li yıllarda sürdürülen en önemli deneyler hatasız olarak görülen C 14 testiyle kefenin yaşının hesaplanması oldu. Bilim adamları açık bir tavırla kefenin sahte olduğunu kanıtlamak için araştırmalarına başladılar. 21 Nisan 1988'de Kefenden alınan küçük numuneler üzerinde C 14 testi yapıldı. Numuneler Arizona Üniversitesine, Oxford Üniversitesine ve Zürich Politekniğine gönderildi. Kefenin radyo karbon ile yaşının tespit edilmiş olması gazete makaleleriyle, uzmanların röportajlarıyla, radyo ve televizyonlar aracılığıyla bütün dünyaya duyuruldu. "Nature" dergisinde çıkan makalede şöyle yazmaktadır: "Arizona, Oxford ve Zurich'te elde edilen radyo karbon sonuçlarına göre Kefenin yaşı M.S 1290 ila 1390 tarihleri arasındadır. Bu da Kefenin radyo karbon testi sonucuna göre Ortaçağa ait olduğunu gösteriyor. Böyle bir açıklamanın doğruluğu şimdiye kadar yapılan ve Kefenin gerçek olduğunu gösteren öteki bilimsel bulgular karşısında tartışma götürür. Torino Başpiskoposu Kardinal Ballestrero 13 Ekim günü yaptığı bir basın toplantısında Kefenin yaşının % 95 doğruluk oranıyla 1260 ila 1390 yılları arasında olduğunu açıkladı. Test sonuçlarına göre Kefen sahteydi, çünkü görülüyordu ki Kefen 1260 ile 1390 yıllarında dokunmuştu. Aynı zamanda bilim adamları da Kutsal Kefenin sahte olduğunu duyurdular, milyonlarca inanan bu yankı uyandıran haberle sarsılmış, Havarilerden bu yana inanılan Hıristiyan inançlarını şüpheye itmişti. İnananlar şaşırdı, inanmayanlarsa zafer nutukları attılar. Torino başpiskoposu yukarııdaki açıklamasında «bu sonuçların değerlendirmesini bilime» bıraktığını söylüyordu. Ayrıca İsa'nın kendisine olduğu gibi ikonasına da sevgi ve saygı gösterilmesi gerektiğinin altını çizdi. Sözlerine şunları ekledi; «Kefendeki resmin kaynağı ve günümüze kadar korunabilmiş olması ile ilgili soruların çoğu henüz cevaplanamamıştır». «Soruların cevaplanabilmesi için çalışma ve araştırmaların sürdürülmesi gerekiyor. Kilise gerçeğe olan saygısı nedeniyle yaş saptamak için C 14 testine izin verdiği gibi bu konu hakkında gelecek her türlü mantıklı ve yapıcı programlara aynı açıklığı gösterecektir.» Radyo karbonculara göre kefen sahtedir. Birçok bilim adamının yıllarca yaptıkları araştırmalar kefeni asıl olarak gösterirken radyo karboncular sahte olduğunu söylemektedirler. Bir bilim adamı şöyle diyor: Kefen gerçek değil de sahte çıkarsa bu daha büyük bir mucize olur. Ne var ki her yıl yapılan sempozyumlara katılan bilim adamlarının getirdikleri beklenmedik yeni bulgular Torino Kefeninin gerçekten Mesih İsa'ya ait olduğunu kanıtlamaya devam ediyor. C 14 adı verilen bilimsel inceleme yöntemi ile elde edilen bu sonuca karşın Torino Kefenine ilişkin birçok soru hâlâ açıklığa kavuşmayı beklemekte. Dünya ikonografi tarihinde bir benzeri olmayan bu ikona hakkında henüz son söz söylenmiş değildir. Kefenin tarihçesi üç İncil yazarının anlatılarıyla başlar. Matta şöyle yazıyor: Akşama doğru Yusuf adında zengin bir Aramatyalı geldi. Yusuf İsa'nın cesedini aldı, temiz keten beze sardı.» (Mt 26,57-59)Markos şöyle yazıyor: «Yusuf keten bez satın aldı, cesedi çarmıhtan indirip beze sardı ve kayadan oyulmuş bir mezara yatırdı.» (Mk 15,46) Yuhanna da Petrus ile birlikte mezara nasıl koştuklarını anlatıyor: «Petrus'tan daha hızlı koşarak mezara önce vardı. Eğilip içeri baktı. Ardından Simun Petrus geldi ve mezara girdi. Yerde duran bezleri ve İsa'nın başına bağlanmış mendili gördü. Mendil keten bezle birlikte değildi, ayrı bir yerde dürülmüş duruyordu.» (Yu 20,1-4-6-7)İncil yani Tann'nın sözü İsa'nın cesedine sarılmış bu büyük bezin varlığını kabul ediyor. Ya sonra ?... XII. yüzyılda İstanbul'un haçlılar tarafından yağmalanmasından önce «Mandylion» adlı bir ikonanın varlığından söz edilmekte. Kefenin izine 1357 yılında kesin olarak Fransa'da Troyes yakınlarında rastlanıyor. İki episkopos Kefenin gerçek olmadığını açıklıyorlar. Kilise ne önce ne sonra ne de günümüzde bu kefenin gerçek olduğuna ilişkin herhangi bir yorumda bulunmamıştır. Asırlar boyunca Kefen el değiştirdi. İtalya'daki Savoy ailesi 1578 yılında Kefen Torino'ya getirildiğinde onun sahipliğini yaptı. 1983 yılında Kefen II. Umberto Savoy'un vasiyeti üzerine Vatikan'a bırakıldı. Kefendeki insan şekli üç boyutludur, kesintisizdir, suya ve yüksek ısıya dayanıklıdır. Kefen üzerindeki izler boya ile yapılmamıştır. Kefenin dokularında hemoglobine rastlanmış; işkence görmüş bu adamın kan grubu AB Rh + tir. Son yıllarda keşfedilmiş hemodinamik yasalarına da tamamen uymaktadır. Son olarak, da bu Kefen Ortaçağda bilinmeyen bir anatomik mükemmelliği belgelemektedir. Dahası var. C 14'e göre yaşı 1300'lere dayandığı saptanmış bu bezin üzerinde günümüzde artık yok olmuş, ancak İsa'nın zamanında var olan ve Kızıl Deniz'de, Kudüs'te, Filistin'de ve Türkiye'de bulunan bazı bitkilerin polenlerinin bol miktarda bulunmasını nasıl açıklamalı? Kefen'deki polen (çiçek tozları üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar 25 çeşit bitkiye ait olan polene sadece Kudüs'te, 11 çeşidine sadece Ölü Deniz civarında, 18 çeşidine Anadolu'nun Urfa yöresinde diğer bazı polenlere de benzer şekilde İstanbul, Lirey ve Kefenin bulunduğu diğer yerlerde rastlanmaktadır. Elektronik mikroskoplar ve bilgisayarlar aracılığıyla Kefendeki adamın gözlerinin üzerine 'lepton' denilen Roma paraları konulduğu ve bu paraların çıkardığı izler saptanmıştır. Peki bunu nasıl açıklamalı? I. yüzyılda Yahudiler bu üç gramlık paralardan ölülerinin gözlerinin üstüne koyarlardı. Bu adet ikinci yüzyılda terk edilmiştir. İlk yüzyıllardan beri Doğu-Batı Hıristiyanları arasında yaygın halde bulunan İsa'nın yüzünü resmeden klasik ikonografi ile Torino'daki bu Kefenin fotoğrafının negatifi arasındaki büyük benzerliğe ne demeli ve bunu nasıl açıklamalı? Ortaçağda yaşamış bir ressamın bu kadar geniş tarih, kimya, anatomi ve bilim bilgisine, çağdaş bilimin ancak yeni yeni keşfettiği ve hâlâ deşifre edemediği şeylerin bilgisine sahip olabilmesi imkânsızdır. Çeşitli bilim adamlarının çalışmalarından çıkardığımız yukardaki sonuçlar Kefenin yaşının saptanması ile ilgili son bilgilerin güvenirliğini zayıflatacak nitelikte görünmekte. Kefen üzerinde söylenecekler henüz bitmedi. Kefenin bilimsel olarak kaç yaşında olduğunun tespit edilmesi bu karmaşık soruna bir nokta koymuyor, tersine bu konuya yeni bir hız kazandırıyor. Seçilen bu ciddi bilimsel araştırma merkezlerine karşın, Torino'daki Kefenin yaşını saptayan C 14 testinin ilerde yerini belki daha kusursuz başka yöntemlere ve cihazlara bırakabileceğini de göz önünde bulundurmak gerek. Hiçbir inanlı Kefeni İsa'nın dirilişini gösteren 'bir işaret' olarak görmez. İsa'nın dirilişinin kanıtları başka türdendir. Bilimsel laboratuvar sonuçlarından sonra Hıristiyanlar için hiçbir şey değişmemiştir, hem zaten Mesih İsa'ya inanmayanlar için de hiçbir şey değişmemiştir. Kuşkusuz Kefenin tarihi birinci yüzyıla dayansaydı da yine bir şey değişmeyecekti. Ancak araştırmalar sürdürüldü ve birkaç yıl sonra bu testin sonuçlarına olan güvenirlik azalmaya başladı. Bir Rus bilim adamı olan Dimitri Kuznetsov keten kumaşın fazla ısıya maruz kaldığında daha çok karbon içerdiğini, bu şekilde daha yeni gibi göründüğünü kanıtladı. 1532 senesinde Kefen halen Chambery'deyken büyük bir yangından kurtarılmış olduğundan tabi ki karbon oranı da değişime uğramıştı. Bu nedenle C 14 testi eski güvenirliğini yitirmiştir. Her şeyin yeni baştan gözden geçirilmesi gerekecek. "Torino'daki Kefen ile ilgili yapılan sayısız deney mevcuttur" diyor Profesör Pierluigi Baima Bollone. "Bilim adamları her konferansa şaşırtıcı bulgularla katılıyorlar. Çağımızın modern imkânları sayesinde Kefenle ilgili olarak pek çok sonuca varmaya başladık; bütün bunlar Kefenin gerçek olduğunu ortaya çıkaracaktır. Bizleri bu sonuca götüren sayısız veri olmasına karşın aksini ispatlayacak hiçbir bulguya rastlamadık." Özellikle yirmi yılı aşkın bir süredir Kutsal Kefen üzerinde çalışma yapan bir bilim adamının bu açıklamayı yaptığı düşünülürse, bu açıklamanın ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Paris'de kurulan Uluslararası Torino Kefenini Araştırma Merkezi adı verilen derneğin bir üyesi, Kefen üzerinde bir uzman ve aynı zamanda da bir arkeolog olan Profesör Maria Grazia Siliato ise: "Kefen üzerindeki yüzün İsa'ya ait olduğundan her geçen gün biraz daha emin oluyoruz." diyor. Kefenin orijinalliğini bu araştırma merkezinde çalışanların keşfettiği çok daha önemli bir dokümandan anlayabiliriz. Bu doküman Budapeşte'de "Dua Kodu" olarak adlandırılır 1000 yıl öncesine ait Macarca yazılan ilk belge olarak da bilinir. Bu belgede Kutsal Kefeni gören bir hacı Kefeni tarif edip Kefen üzerine "L" şekli oluşturan dört küçük yanık izini çizmiştir. 1532 Chambery yangınından önce de Kefen alev alıp ciddi bir şekilde zarar görmüş. Bu sebeple "Dua Kodu" kefendeki küçük yanıkların Chambery yangınından 500 yıl öncesinde bile var olduğunu gösteren güçlü bir kanıttır. Aynca M.S. 1000 yılında halen İstanbul'da bulunduğu sırada Kefen üzerinde bazı küçük yanık izlerinin bulunduğu güvenilir kaynaklarca da belirtiliyor. C 14 testinin bu sebepten hiçbir güvenirliği yoktur, bu testin sonuçları bilimsel olarak da çürütülmüştür. 1988 yılında karbon testi sonuçlarına göre Kefenin 1260 ila 1390 yıllarında ketenden yapıldığı ortaya çıkınca Kutsal Kefenle ilgili tartışmaların bittiği, tarihe karıştığı düşünüldü, çünkü Kefen bu durumda İsa'nın olamazdı. Ancak bu test sonuçları üç önemli nedenden ötürü güvenirliliğini yitirmiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz: a) Teste tabi tutulan Kefenin parçaları Kefenin kenar kısımlarıydı. Genellikle sergilendiğinde kenarlarından asıldığı için daha fazla hasar görmeye maruz kalan bu kısımların sık sık onarıldığı ve pekiştirildiğine hiç dikkat edilmedi. Gözle görülemeyen bir teknikle bu işlem yapılmış olsa da Kefenin son dört yüzyılı aşkın bir süredir en az dört kez onarılmış olduğu kanıtlanmıştır. Yani pek çok C 14 eklenerek Kefenin bilimsel testlerde çok daha yeni görünmesine sebep olmuştur. b) Karbon testi sonuçlarının duyurulmasından çok kısa bir süre sonra Rus bilim adamı Dimitri Kuznetsov diğer bilim adamlarına radyo karbonun keten bitkisine nazaran keten kumaş üzerinde farklı biçimde etki ettiğine dikkat çekti (insan vücudunda kalsiyumun deride değil kemiklerde toplandığı gibi). Bu bilgi de mesela Manchester Müzesindeki M.Ö. 1770 yılından kalma mumyanın sargılarına karbon testi yapıldığında sargıların mumyadan bin yıl sonrasına ait izlenimi vermesinin nedenini açıklıyor. c) Prof. Kuznetsov ayrıca herhangi bir keten kumaşın alevlere yakınlaşması gibi çok yüksek ısıya maruz kalması halinde daha önceleri bilinmeyen kimyasal bir değişime uğrayarak radyokarbon oranında artış meydana geldiğini keşfetti. Böyle bir kumaş parçasını yaşını hesaplamak için teste tabi tutarsak olduğundan daha yeniymiş sonucuna varırız. Unutmamalıyız ki Kutsal Kefen, izleri hâlâ mevcut olan 1532 yılında Chambery'de bir yangın atlatmıştı. İsrail Tarihi Eserler Bakanlığı Kuznetsov'a 2000 yıllık olduğu bilinen kefen örnekleri sundu. Rus bilim adamının Chambery yangınına benzer durumlar altında yaptığı testler sonucunda teorisinin doğruluğu kanıtlandı ve en az 2000 yıllık olduğu bilinen keten kumaş parçaları yüzyıllar sonrasına ait izlenimi verdi. Bu üç nokta gösteriyor ki Kutsal Kefenin Ortaçağa ait olduğunu söylemek güvenilir bir bilimsel gerçek olamaz. Onca bilim adamı tarafından yapılan yığınla incelemeden sonra Hıristiyanlık âleminin en kutsal emanetlerinden biri olan ve İsa'ya ait olduğu iddia edilen kefen esrarını korumaya devam etmektedir. Bu Kefenin üzerindeki insan figürü ilginçliğini sürdürmektedir. Kutsal Kefenin sırrı yapılan onca inceleme ve araştırmaya karşın bir türlü çözülemedi. Bu kitapta, ileri sürülen birçok hipotez bilim ışığında çürütülmüştür. Bütün bu araştırmalar İncillerde yazılan haça germe işleminin nasıl olduğuna ilişkin bir açıklık getirmektedir. Ne var ki bilim adamları Kefene insan figürünün ya da İsa'nın görüntüsünün nasıl çıktığını açıklayamadılar. İsa'nın vücudunun görüntüsü, sanki bir fotoğrafın negatifi gibi sarıldığı kefene çıkmıştı. Yukarda da belirttiğimiz gibi Kefen üzerine yapılan C 14 testi de güvenirliğini yitirmiş durumdadır. Uzmanlar 13 Ekim 1988'de BBC'de kefenin Ortaçağa ait olduğunu açıkladıktan sonra Kefenin İsa'nın ölümü ve dirilişi esnasında onu örten bez olduğuna hâlâ inanan kişiler isterik, fanatik ya da akıldan yoksun olarak görülmektedirler. Kefenin yaşının Ortaçağa ait çıkması ne yazık ki Kefenin sahte olduğunu göstermiştir. Sahte bir kefene saygı göstermek doğru mudur? Önemli dinsel emanetlerin saygın koruyucuları vardır, o zamanlar Kefenin koruyucusu ya da bekçisi Kardinal Ballestrero idi. Kardinal uzmanların ortaya çıkardığı ekspertiz raporunu benimsemiş ve kefenin "yalnızca bir ikona" olduğunu açıklamıştı. İşin can sıkıcı yanı Kefenin üstünde İncil'de yazıldığı şekilde işkence görmüş, haşmetli görünüşlü bir adamın figürü bulunmaktadır. Hatta figüre 'beşinci İncil' bile denmektedir. Çok eski bir geleneğe göre figürün arkeiropoietik (insan eliyle yapılmamış), ama İsa'nın Dirilişi esnasında kefene çıkmış olduğuna inanılıyor. Bilim adamlarınca figür esrarengiz bir ışıma sonucu oluşmuş, bir insana ait kan lekeleri ile lekelenmiş olduğu kabul ediliyor. Açıklanamayan, paradoksal, taklit edilemeyen bir figür... Çözülemeyen bir giz... Evet, Kefendeki figür gerçek bir giz ve ona yaklaşan herkesi, hasımlarını bile büyülüyor. Figür acaba dirilişin "flaş"ıyla mı oluştu? Bilim adamları bu konuyu bildiğimiz radyokarbon testi sonucu açıklanıncaya dek ciddi bir şekilde araştırıyorlardı. Radyokarbonculara göre Kefen sahteydi. Onlara göre önemli olan kumaşın yaşı idi; o da yapılan analizlere göre Ortaçağa ait çıkmıştı. İşin tuhafı, yani ekspertiz raporlarının istisnasız hemen hepsi radyo-karboncularınkiler dışında Kefenin gerçek olduğu yönündeydi. Burada şu soru akla gelebilir, acaba hata radyo karbon analizlerinde olmasın: Radyo karbon uzmanları Kefen ile ilgili sempozyumlara davet edildikleri halde katılmadılar. Onlar için sorun bitmişti. Radyo karboncular ayrıca kendi yöntemlerinin tüm öteki yöntemlerinden üstün olduğunu iddia ediyorlar. Buradan deneylere dayanan bilimin mutlak olduğu sonucu çıkmaktadır. Radyo karboncular bilim adına kendi yöntemlerinden kuşku duyulamayacağını belirterek diyaloga girmeyi reddetmektedirler. Radyo karbonu deneylere dayanan bir bilim dalı olarak mı, yani göreceli bir bilim dalı, yoksa mutlak bir bilim dalı olarak mı, yani kutsal bilim dalı olarak mı göreceğiz. Kefenin yaşının nasıl saptanmış olduğunu anlayabilmek için radyo karbonu, istatistik hesapları, çeşitli düzeltmeleri vs. incelemek gerekir. Burada söz konusu olan iki bilgi biçiminin, iki din biçiminin çatışmasıdır. Bu iki karşıt kavram, Torino Kefeninin C 14 yaş belirlemesi ile günümüzde yeniden karşı karşıya gelmiştir. Bu bir tesadüf değildir. Radyo karbonculara göre Kefende figürü bulunan adam bir mitten başka bir şey değildir. Yanılmış olabileceklerini kabul etmek, o adamın tarihin merkezinde olduğunu, peygamberler tarafından çok önceden geleceği bildirilen yeni Adem'i görünmez Tanrı'nın görünümünü, bütün yaratılışların ilk doğanı, başlangıç olan ve ölüler arasından ilk doğan olduğunu kabul etmeleri demektir. Dirilişi sırasında figürünü Kefenin üzerine çıkarmış olması bu bilim adamları için kabul edilemez bir olgudur. Radyo karbon testi yanlış yaş tespiti yapmaktadır. Bunu radyo-karboncular da bilmektedir. Aslında bu kırk yıldır bilinen bir gerçek. Radyo karbonun dışındaki modern tekniklerle elde edilen Torino Kefeni üzerindeki bulgular insanı normal olarak İsa'nın Dirilişinin fiziksel gerçeğini kabul etmeye götürmektedir. Bir nükleer bilim adamı olan Pere J.B. Rinaudo'nun ortaya attığı hipoteze göre Kefenin Ortaçağa ait çıkmasına radyo karbon satışı, radyo karbon artışına da bir nötron akışı neden olmuş olabilir. Rinaudo İsa'nın dirilişi sırasında ortaya çıkan 'termik nötronlar' C 14'deki artışı sağlamıştır diyor. Bu hipotezin gerçekliği kolaylıkla aynı anda oluşan Ca 41 ve C1 36 izotopların ölçülmesi ile saptanabilirdi. Oxford laboratuvarlan fizikçileri böyle bir teste girişmeyi reddettiler. Radyasyonlardan başka etkenler de C 14'ü artırabilir. Bu etkenler arasında 1989-1999 yılları arasında yapılan Kefen ile ilgili araştırmaları "Radyo karbon Torino'daki Kefene Karşı' adlı kitabında toplayan Belçikalı Profesör Marie-Claire van Oostenvyck-Gastiche'in ısı ve suyun birlikte tekstil üzerinde C 14'ü artırdığını ileri sürdü hipotezi ne yazık ki daha şimdiye dek hâlâ tam olarak test edilmedi. Bilim adamlarının çoğu (radyo karboncular hariç) kefendeki yanıklaşma fenomenini dirilişi esnasında bedenin nükleer parçalanmasına (desin-tegrasyonu) bağlıyorlar. Son olarak bir İtalyan kanalında bir Amerikalı bilim adamının kefen üzerinde özellikle figürün el ve bıyık bölgelerinde radyoaktivite saptadığını gösteren bir program izlemiştim. Şöyle bir sonuca varabiliriz: Bir kez daha ışıktan Varlık "karanlıkların çocukları" tarafından anlaşılmadı. Burada söz konusu herhangi alelade bir kumaş parçası değildir. Kendisine, "Tanrı, Tanrı'nın Oğlu diyen ve bunu söylediği için Pontius Pilatus zamanında ölen ve gömülen ve üçüncü gün dirilen Mesih İsa'nın kendi kefenidir. Dominik Pamir Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.