sirius Oluşturma zamanı: Ekim 17, 2011 Paylaş Oluşturma zamanı: Ekim 17, 2011 Bakire İsis http://www.ancientegyptonline.co.uk/images/isis5.jpg Hermesçi sembolizme dair bir incelemenin Saisli İsis’in özel likleri ve sembollerine dair bir tartışmayla başlaması çok uygun olur. İsis, Sais kentindeki tapınağının üzerinde şu sözleri yazan tanrıçadır: “Ben, İsis, hep olanım, hep olacak olan; hiçbir ölümlü insan peçemi açamamıştır daha.” Plutarch, birçok kadim yazarın bu tanrıçanın Hermes’in kızı olduğuna inandığını onaylamaktadır; bazılarıysa onun Prometheus’un kızı olduğuna inanır. Her iki yarı-tanrı da ilahi bilgelikleriyle dikkat çeker. İsis’in onlarla akrabalığının sadece mecazi olması ihtimali yüksektir. Plutarch, İsis kelimesinin bilgelik anlamına geldiğini söylemektedir. Godfrey Higgins Anacalypsis adlı eserinde, ismi korumak, muhafaza etmek anlamına gelen İbranice Iso ve Yunanca Zww kelimesinden türetmektedir. Ne var ki başka otoriteler, örneğin Richard Payne, Symbolical Language of Ancient Art and Mythology adlı eserinde, kelimenin Kuzey’den geldiğini, muhtemelen İskandinav veya Gotik bir kökene sahip olduğunu düşünmektedir. Bu dillerde aynı isim İsa diye kullanılmaktadır ve buz, yani en pasif, kristalize haldeki su anlamına gelmektedir. Birçok farklı isimle karşımıza çıkan Mısırlı tanrıça, kadim dünyanın hemen bütün dinlerinde doğanın doğurganlığı ilkesini temsil etmektedir. O, on bin isimli tanrıça olarak bilinir ve Hıristiyanlık tarafından Bakire Meryem’e dönüştürülmüştür. Bütün canlıları ve bunlar arasında en önemlisi Güneş’i doğuran o olsa da, efsanelere göre o hâlâ bir bakiredir. Apuleius Altın Eşek’in on birinci kitabında tanrıçanın güçleri ve özellikleriyle ilgili şu aşağıdaki bilgileri veriyor: “Bakın…, dualarınızı kabul ediyorum, sizinle birlikteyim; Ben, doğayım, her şeyin anası, bütün elementlerin kraliçesi, ilk nesil, tanrıların büyüğü, ölülerin ruhlarının egemeni, semavi varlıkların ilki, Tanrı ve Tanrıçaların benzeri tek biçim. Semavinin doruklarındaki ışıkların, denizin şifalı esintilerinin, yeraltı âlemlerinin perişanlık veren sükûtunun yöneticisi, yeryüzündeki herkesin farklı isimler ve biçimlerle tanıdığı ben, İsis’im. Eski Frigyalılar bana Pessinuntika, Tanrıların Anası; Atinalı yerliler Minerva; Kıbrıslılar Paphian Venüs, ok taşıyan Giritliler Diana Dictynna; üç dilli Sicilyalılar Styx’li Proserpine, Eleusisliler kadim Tanrıça Ceres derler. Bazıları için ben Juno’yum, diğerleri için Bellona, diğerleri için Hecate ve kimileri için de Rhamnusia. Kutsal Güneş’in ışınlarını doğar doğmaz alan Etiyopyalılar bana Arii derler ve kadim bilgide ileri Mısırlılar bana uygun seremonilerle taparak gerçek ismimle seslenirler, Kraliçe İsis.” Le Plongeon, Mısırlı İsis mitinin tarihsel köklerinin Orta Amerika’nın Mayalarının Kraliçe Moo’suna kadar uzandığına inanmaktadır. Aynı yazara göre Prens Coh ise, İsis’in kardeşi/kocası olan Osiris’tir. Le Plongeon’un teorisine göre Maya medeniyeti Mısır medeniyetinden çok daha eskidir. Prens Coh’un ölümünden sonra dul kalan eşi Kraliçe Moo, katillerin gazabından kurtulmak için Maya kolonilerinden biri olan Mısır’a kaçmıştır. Burada kraliçe olarak kabul edilmiş ve ona İsis adı verilmiştir. Le Plongeon haklı olsa da, tarihte gerçekten yaşamış olan kraliçe mecazi, sembolik Bakire’yle kıyaslandığında önemsiz kalmaktadır; çok farklı ırklarda ve halklarda ortaya çıkması, onun tarihte gerçekten yaşamış bir birey olma teorisini zayıflatıyor. Sextus Empyricus’a göre Troya savaşı Ay tanrıçasının bir heykeli yüzünden çıkmıştır. Yunanlılar ile Troyalılar, Troya’nın kapılarında bu Aysal Helena için çarpışmışlardır. Birçok yazar İsis, Osiris, Typhon, Nephthys ve Aroueris’in (Tot, veya Merkür) büyük Yahudi Patriyark Nuh’un oğlu Ham’ın soyundan geldiğini kanıtlamaya çalışmıştır. Fakat Nuh ve gemisinin hikâyesi her dünya döneminin başında gezegendeki nüfusun yeniden çoğalmasını temsil eden kozmik bir mesel olduğu için, bu isimlerin tarihsel kişilikler olması ihtimali çok düşüktür. Robert Fludd’a göre Güneş’in üç özelliği vardır. Hayat, ışık ve ısı. Bu üçü üç âleme –ruhani, zihinsel ve maddi– can ve ışık verir. Dolayısıyla Üç Usta Mason için “bir ışıktan, üç ışık” denmiştir. Büyük bir ihtimalle Osiris güneşsel faaliyetin üçüncü ve maddi yönünü temsil ediyordu. Onun faydalı etkileri yeryüzünün bitkilerini canlandırıyordu. Osiris güneş değildir, fakat Güneş, kadimlerin Osiris adıyla bildikleri doğanın canlılık ilkesinin sembolüdür. Dolayısıyla Osiris’in sembolü, evrenin Büyük Gözü, Güneş’in onuruna açık kalan gözdür. Aktif, dölleyici ateş ilkesinin tersi olarak burada Ay, doğanın pasif, alıcı ilkesini gösterir. Modern bilim, atomdan güneş sistemine kadar formların pozitif yüklü, parlak bir çekirdek etrafında bu çekirdekten yansımalarla beslenen pasif cisimlerden oluştuğunu söylüyor. Aynı çatıyı Süleyman ve karıları meselinde de görebiliriz. Çünkü Süleyman güneş iken, karısı ve cariyeleri gezegenleri, Ayları, asteroitleri ve Güneş’in evindeki diğer pasif cisimleri simgeler. Süleyman’ın Neşidesinde Kudüs’ün esmer kızı olarak temsil edilen İsis, doğanın alıcı yönünü, Güneş’in erilliğiyle döllendikten sonra her şeyi kendinden yaratan su elementine özgü analık ilkesini temsil eder. Kadim dünyada yıl 360 günden oluşuyordu. Geri kalan beş gün, Kozmik Akıl Tanrısı tarafından, Ham’ın kızları ve oğulları olarak anılan beş tanrı ve tanrıçayı doğurma vazifesi için bir araya getirilmiştir. Bu özel günlerin ilkinde Osiris, dördüncüsünde İsis doğmuştur. (Dört sayısı tanrıçanın toprak ve elementlerle ilişkisini gösterir.) Mısırlı İblis veya Muhalif Ruh Typhon üçüncü günde doğmuştur. Typhon genellikle bir timsahla sembolize edilir, bazen bedeni bir timsahla yaban domuzunun karışımı olarak resmedilir. İsis bilgi ve bilgelik anlamına gelir ve Plutarch’a göre Typhon küstahlık ve gurur anlamına gelir. Egoizm, benmerkezcilik, gurur, kavrayış ve hakikatin ölümcül düşmanlarıdırlar. Alegorinin bu kısmı aşağıda açıklanmıştır. Burada Güneş’i temsil eden Osiris, Mısır kralı olmuş ve halkına aklın ışıklarını saçmış, diğer ülkelerin halklarını ziyaret ederek temas ettiği herkesi kendi dinine döndürmüştür. Plutarch ayrıca Yunanlıların Osiris’in şahsiyetinde, tapındıkları Dionysos ile Baküs’ü gördüklerini ekler. Osiris ülkesinden uzaktayken, kötülüğün cisimleşmesi olan kardeşi Typhon, tıpkı İskandinavya’nın Loki’si gibi Güneş Tanrısını yok etmek için bir hile düşünür. Yetmiş iki insanı işbirlikçisi olarak toplayarak, kurnazlıkla ahlaksız amacına ulaşır. Tam Osiris’in sığacağı büyüklükte harika süslemelerle dolu bir sandık yaptırır. Bunu tanrı ve tanrıçaların birlikte eğlendikleri bir ziyafet odasına getirir. Herkes güzel sandığına hayran kalır ve Typhon, sandığı, içine tam sığan kişiye vermeye söz verir. Hepsi tek tek kutunun içine girer, dener ve hüsranla çıkar. En sonunda Osiris de dener. Sandığa girdiği anda Typhon ile işbirlikçileri kapağı kapatır ve açıklık yerler erimiş kurşunla doldurur. Sonra sandığı Nil’e atarlar. Sandık Nil’le birlikte denize açılır. Plutarch bu olayın, Güneş’in Akrep burcunda olduğu Athyr ayının on yedinci günü meydana geldiğini söyler. Bu çok önemlidir, çünkü Akrep ihanetin sembolüdür. Osiris’in sandığa girdiği tarih, Nuh’un Tufan’dan kaçmak için gemiye girdiği tarihle aynıdır. Plutarch ayrıca Osiris’in öldürüldüğünü ilk olarak Panlar ile Satirlerin (Doğa ruhları ile elementsel varlıkların) keşfettiğini ileri sürer. Bu haber anında bir panik yaratmıştır, günümüzdeki panik kelimesi de buradan gelir. Katillerin sandığı yaptığını gören çocuklardan kocasının öldürüldüğü haberini alan İsis, yas kıyafetlerini giyerek onu aramaya başlar. İsis sonunda sandığın Biblos sahiline vurduğunu öğrenir. Orada bir ağacın dallarına takılmış, bu ağaç çok kısa bir süre içinde sandığın etrafında büyümüştür. Bu durum o ülkenin kralını öyle şaşırtmıştır ki ağacı kestirip ondan sarayın çatısını tutan bir payanda yaptırmıştır. Biblos’u ziyaret eden İsis, kocasının cesedini almış, fakat Typhon cesedi yine çalmış ve onu on dört parçaya ayırarak parçaları dünyanın dört bir yanına dağıtmıştır. Umutsuzluk içinde kocasının parçalarını toplayan İsis ancak on üç parçayı bulabilmiştir; on dördüncü parça olan fallus Nil nehrine düşüp bir balık tarafından yutulduğu için, İsis tarafından altından yeniden yapılmıştır. Typhon daha sonra Osiris’in oğluyla savaşırken öldürülür. Bazı Mısırlılar tanrıların ruhlarının semaya çekilip orada yıldızlar olarak parladığına inanırdı. İsis’in ruhunun Köpek Yıldızı, Typhon’un ise Büyük Ayı takımadasına dönüştüğü kabul edilirdi. Ne var ki bu fikrin genel kabul gördüğü kuşkuludur. Mısırlılar İsis’i, sık sık, başında öldürülen kocasının boş tahtını taşırken tasvir ederler. Bu tuhaf şekil kimi krallıklar döneminde İsis’i temsil eden hiyeroglif olarak kabul edilmiştir. Mısırlılar için başlıkların büyük sembolik değerleri vardır ve tıpkı Hıristiyan dini sanattaki hale veya aurolar gibi kullanılır. Meşhur bir mason sembolisti olan Frank. C. Higgins, çarpıcı bir özelliğe dikkat çeker: Belli tanrılar ile firavunların başlıklarının dünyanın ekseniyle aynı açıda arkaya eğik olması. Kadim hiyerofantların cüppeleri, işaretleri, mücevherleri ve süsleri insan bedeninden çıkan ruhani enerjilerin sembolüdür. Modern bilim, Hermesçi felsefenin birçok kayıp bilgisini bugün yeniden keşfetmektedir. Bu felsefenin gizlerinden biri de bir insanın zihinsel gelişimini, ruhsal niteliklerini ve fiziksel sağlığını, bir insanın teninden dışarı çıkan yarı görünür elektrik kuvvete bakarak değerlendirmektir. (İnsanın çevresindeki halenin görünür kılınmasıyla ilgili bilimsel süreçler için bakınız, The Human Atmosphere, Dr. Walter J. Kilner.) Kadim dünyanın bilge insanı, Mısır öğretisinin kurucusu Toth Hermes Trismegistus, kadim zamanların filozoflarına ve rahiplerine, günümüzde mit ve ef sanelerde saklı olan sırlar vermiştir. Bu mecazlar, simgesel figürlerde, yaygın olarak Ruhun Mistik Kimyası (Simya) diye bilinen, ruhsal, zihinsel, ahlaki ve fiziksel yenilenme için gizli formüllerde saklıdır. Bu yüce hakikatler Gizem Okulları’nın inisiyelerine veriliyor, fakat halktan saklanıyordu. Soyut felsefi doğruları anlama kapasitesinden yoksun olan avam, bu gizli hakikatlerin sembollerine put diye tapıyordu. Mısır’ın sırrı ve bilgeliği, gizini yüzlerce kuşaktan saklamış olan sfenkste özetlenmiştir. Dünyanın cehaleti sayesinde dünyadan gizlenmiş olan Hermesçiliğin sırları ve kadim filozofların gizli öğretilerinin anahtarları, hepsi, Bakire İsis’le sembolize edilir. Tepeden tırnağa örtülü olan İsis, bilgeliğini sadece onun kutsal huzuruna girmeye, bir peçe altındaki doğanın belirsizlik örtüsünü yırtmaya ve İlahi Hakikat’in yüzüne bakmaya hak kazanmış bilge ve inisiye insanlara veriyordu. Bu sayfadaki Bakire İsis’le ilgili sembol açıklamaları (aksi işaret edilmediği taktirde) Bibliotèque des Philosophes Hermétique’nin, İsis’in Niteliklerinin ve Sembollerinin Hermesçi Anlamları adlı dördüncü kitabından ve kitabı bir araya getiren kişilerin metni açıklamak için kullandıkları yorumların serbest çevirisinden alıyorum. İsis heykeli Güneş, Ay ve yıldızlar ile İsis’in (Koruyucu Doğa Ruhu’nun kişileşmesi olarak) yöneticisi olduğu düşünülen yeryüzüyle ilgili birçok sembolle süslenirdi. Tanrıça’nın yüceliğini ve mertebesini gösteren işaretleri bozulmadan kalmış birçok tasviri bulunmuştur. Kadim filozoflara göre o Evrensel Doğa’nın, bütün doğurganlığın anasının kişileşmesiydi. Tanrıça genellikle yarı çıplak, hamile, bazen de yeşil veya siyah veyahut yeşil, beyaz, siyah ve kırmızının karışımı renklerde bol bir örtüyle örtülmüş olarak temsil edilmiştir. Apuleius onu şu şekilde tarif etmektedir: “O gür ve uzun saçları dalga dalga ve şuh bir biçimde yumuşakça boynuna dökülür. Çeşitli çiçeklerin olduğu çok katlı tacı başının yüce doruğunu süsler. Tacın ortasında, tam alnının üstünde onun Ay olduğunu gösteren, aynaya veya beyaz bir ışığa benzeyen yuvarlak bir şekil bulunur. Tacın sağında ve solunda orak şeklinde yükselen yılanlar vardır. Ayrıca tacın üstünde mısır koçanını çevreleyen yapraklar görülür. En değerli ketenden yapılmış olan kıyafeti birçok renkten oluşur; bazı resimlerde bembeyaz parlar, bazı resimlerde safran çiçeği sarısı, bazı resimlerde de pembeye çalan bir kızıllıkla yanar. Fakat benim en çok gözümü alan şey onun siyah örtüsüydü. Bu örtü onun sağ kolunun altından girerek sol omzuna çıkıyor, orada tıpkı bir kalkanın ortası gibi düğüm yeri yükseliyor ve küçük püskülleri zarafetle dökülüyor. Elbisesinin işlemeli yüzeyinde yıldızlar parıldıyor ve yıldızların ortasında ışıldayan dolunaydan alev yalımları çıkıyor. Çiçeklerden ve türlü türlü meyvelerden oluşan başlığı harika elbisesini tamamlıyor. Tanrıça elinde çok farklı şeyleri birden tutuyor. Sağ elinde bronz bir çıngırak [sistrum], içinden geçen keskin iğneler sayesinde elinin hareketinde üçlü bir tiz ses çıkarıyor. Sol elinde tekneye benzer uzunca bir vasıta tutuyor ve bunun tutmacında bir engerek yılanı başını kaldırıyor. Ölümsüz ayaklarını zaferi temsil eden palmiye yapraklarından örülmüş bir ayakkabı kaplıyor.” Yeşil renk yeryüzünü kaplayan bitkilere, yani doğanın cüppesine işaret etmektedir. Siyah, yeni bir hayat ve doğum yolu olarak ölüm ve çözülmeyi gösterir. Beyaz, sarı ve kırmızı, çürümenin siyahının ardından gelen evrensel, Hermetik, simyasal tıbbın üç ana rengini gösterir. Kadimler İsis’e okült ilaçlarından birinin ismini vermiştir. Dolayısıyla burada verilen tarif bir şekilde kimyayla ilişkilidir. Onun siyah örtüsü –simyasal terminolojide doğanın tözü, evrensel Cıva– ay ve aysal nemin kendine özgü bir ışığı olmadığını, fakat ışığını, ateşini ve hayat veren kuvvetini güneşten aldığını gösterir. İsis, bilge insanın Büyük Çalışmasının, Felsefe Taşının, Hayat İksirinin ve Evrensel İksir’in temsilcisi ve imgesidir. İsis’le ilişkili diğer hiyeroglifler de, burada anlatılanlardan daha az ilginç değildir; fakat Mısırlı Hermetikler tarafından birçok sembol birbirinin yerine geçecek şekilde kullanıldığı için, hepsini burada anlatmak imkânsızdır. Tanrıça genellikle servi dallarından yapılmış bir şapka giyerken resmedilir, bu şapka onun ölü kocasının ardından tuttuğu yası ve İsis’in sebep olduğu, her yaratığın döngüsel dirilişinde yeni bir hayatı kazanmak için geçtiği fiziksel ölümü gösterir. İsis’in başında bazen altın bir taç, bazen de zeytin yapraklarından bir çiçek görülür. Bunlar onun dünyanın kraliçesi, bütün evrenin kadını olarak soyluluğuna işaret ederler. Altın taç, İsis’in elementlerin sürekli dolaşımı yoluyla her bireye sunduğu güneşsel ve hayati ateşlerin bereketli sülfürünü işaret eder. Elementlerin dolaşımı ise elindeki müzik çıngırağıyla sembolize edilir. Bu sistrum aynı zamanda yonik saflık (bakirelik) sembolüdür. Zeytin yaprakları arasına karışmış olup kendi kuyruğunu ısıran yılan, güneşsel halenin onu çevreleyen dünyevi yozlaşmanın zehriyle bulandığını ve sağlığın yeniden kazanılması için (simya terminolojisinde) uçan kartallar denilen yedi gezegensel çevrim ve arınmayla temizlenmesi gerektiğini gösterir. Yedi gezegensel döngü, mason locasının etrafının dolaşılması, Yahudi rahiplerin Eriha duvarlarını yedi kez dolaşmaları ve Müslümanların Mekke’deki Kabe’nin etrafını yedi kez tavaf etmesiyle sembolize edilmiştir. Altın taçtan üç boynuz çıkar. Bu boynuzlar, kökleri gökte olan tek kaynaktan (İsis’in başından) fışkıran doğanın bahşettiklerinin bereketini gösterir. Pagan doğa bilimcileri bu figürle, ayaltı doğanın üç krallığı ve ailesinin –mineraller, bitkiler ve hayvanlar (insan hayvanlar âleminin bir parçası olarak kabul ediliyor)– hayati kuvvetlerini temsil ediyorlar. Kulaklarının birinde Ay’ı, ötekinde Güneş’i görürüz. Bu iki Işık bütün doğal nesnelerin ana ve baba ilkeleridir; İsis, yani Doğa, gücünü hayvanlar, bitkiler ve mineraller âlemine iletmek için bu iki ışığın kuvvetlerini kullanır. Boynunun arkasında gezegenlerin ve gezegenlere işlevlerinde yardımcı olan Zodyak burçlarının işaretleri görülür. Bu durum, semavi etkilerin her şeyin tohumunu ve ilkesini yönlendirmesini gösterir; bunlar bütün ayaltı cisimlerin yöneticileri oldukları için onları büyük evrenin suretinde küçük dünyalara çevirmişlerdir. İsis sağ elinde küçük bir yelkenli tutar, geminin gönderinde dönen bir çark vardır. Gönderin tepesinden bir sürahi çıkar ve sürahinin sapı, zehirli bir yılandan oluşur. Bu, İsis’in zahmetler ve mutsuzluklarla dolu hayat denilen yelkenliyi, zamanın fırtınalı okyanusunda yönlendirmesini gösterir. Bu amblemler aynı zamanda İsis’in nemle ilişkisini gösterir; bu nem sayesinde bedenleri besler ve onları atmosferin besleyici nemiyle ıslatarak Güneş’in sıcaklığından korur. Nem bitkileri güçlendirir, fakat bu sübtil nem (eter) her zaman çürüme veya yozlaşmadan gelen bir zehirle az ya da çok kirlenmiştir. O doğanın temizleyici görünmez ateşiyle temas ederek arındırılmalıdır. Bu ateş, nemin doğadaki bütün cisimleri iyileştirip yenileyen, her derde deva bir ilaç olabilmesi için, tözü sindirir, kusursuzlaştırır ve yeniden canlandırır. Yılan her yıl gömlek değiştirerek yenilenir (böylece ruhani hayatın maddi doğadan sembolik dirilişini gösterir). Yeryüzünün yenilenmesi ise Güneş’in canlandırıcı tininin Kuzey Yarımküre’ye döndüğü bahar ayında gerçekleşir. Sembolik Bakire sol elinde bir sistrum, dört köşe, metal bir zil taşır. Bu zil çalındığı zaman doğanın anahtar notasını (Fa) verir. Bazen aynı elinde değişim döngüleriyle çeşitli yapı ve biçimlerdeki yaratıklara ölüm ve çözülme süreçleri getiren hayatın sembolü olarak bir zeytin dalı da tutar. Zil, dört elementin uyumuna göre dönüştürülmüş ve canlandırılmış her şeyi temsil etmek için her zamanki üçgen şekli yerine dörtgen şeklindedir. Dr. Sigismund Bacstrom, toprak, ateş, hava ve su elementleri arasında uyumu tesis edip, bunları iç içe geçmiş iki üçgenin oluşturduğu altı köşeli yıldızla sembolize edilen bir taşta (Felsefe Taşı) birleştirebilecek olan bir hekimin, bütün hastalıkları iyileştirebileceğine inanmaktadır. Dr. Bacstrom ayrıca doğanın her yerde mevcut olan evrensel ateşinin “her şeyi yaptığına ve her şeyin içinde olduğuna” hiçbir kuşkusu olmadığına dile getiriyor. Cazibe, itme, hareket, ısı, yüceltme, buharlaştırma, kurutma, çökertme ve sabitleme yollarıyla Evrensel Ateş (Tin) maddeyi yönlendirir ve yaratımın her parçasında tezahür eder. Bu ilkeleri anlayan ve onları doğanın üç bölümünde kullanmada ustalaşan herkes, gerçek bir filozof olur. İsis’in sağ memesinden bir salkım üzüm, sol memesinden ise altın renginde bir mısır püskülü veya buğday başağı çıkar. Bu tasvir doğanın bitki, hayvan ve insan dünyalarının beslenme kaynağı olduğunu ve her şeyi kendinden beslediğini gösterir. Buğdayın (veya mısırın) altın rengiyle, güneş ışığında veya ruhani altında hayatın ilksel tohumunun gizli olduğu işaret edilir. Bedenin üst kısmını çevreleyen kemerde birkaç gizemli işaret görülür. Kuşak ön tarafta kare biçiminde yerleştirilmiş dört altın tabakla (elementler) birbirine bağlanır. Bu durum İsis’in, yani doğanın, simya terminolojisiyle ilk maddenin, dört elementin (hayat, ışık, ısı ve kuvvet) özü olduğu, her şeyin bunların özünden çıktığını gösterir. Bu kuşak üzerinde sayısız yıldız vardır, bu durum Güneş’in aydınlıkta etkide bulunması gibi yıldızların karanlıktaki etkilerini gösterir. İsis, Başak takımyıldızında ölümsüzleşmiş olan Bakiredir, burada Dünyanın Anası ayağının altında bir yılan ve başının üstünde yıldızlardan bir taçla sembolize edilir. Kollarında bir buğday demeti, bazen de genç Güneş Tanrısı’nı taşır. İsis heykeli koç başlarıyla süslü kara taştan bir kaide üzerine yerleştirilmiştir. İsis birkaç zehirli sürüngen üzerinde dikilir. Bu durum doğanın bütün aşındırıcıların asitinden ve tuzundan koruma ve bedenlere musallat olan dünyevi yozlaşmanın yarattığı bozulmanın üstesinden gelme gücüne sahip olduğunu gös terir. Koç başları hayatın üretilmesi için en iyi zamanın Güneş’in Koç burcuna girdiği zaman olduğunu gösterir. Ayağının altındaki yılanlar doğanın bozulma ve çözülmeyi uzaklaştırarak hastalıkları iyileştirme ve hayatı koruma eğiliminde olduğunu gösterir. Kadim filozofların bu konuyla ilgili büyük doğrusu şu şekilde dile getirilirdi: Doğa doğayı içerir, Doğa kendi doğasında sevinir Doğa doğayı aşar, Doğa ancak kendi doğasına uygun biçimde ıslah edilebilir. Demek ki İsis heykeli üzerine tefekkür ederken onunla ilgili anlatıların okült anlamlarını gözden yitirmemeliyiz, aksi takdirde Bakire bir muammaya dönüşür. Sol kolundaki altın bir bilezikten bir ip iner, bu ipin ucunda yanan kömürler ve tütsülerin olduğu derin bir kova vardır. Doğanın kişileşmesi olan İsis, kendisiyle birlikte, dinle muhafaza edilip belirli tapınaklarda bakire rahibeler tarafından yanar halde tutulan kutsal ateşi taşır. Bu ateş doğanın gerçek, ebedi ateşidir. Hayatın kökeni, esîrî, özsel ateştir. Kutsal metinlerde sık sık bahsedilen ve bilgelerin hayat özü, bitmez yakıt dedikleri şey bu ebedi ateşin yakıtıdır. Ayrıca sağ kolundan yine bir ip iner, bu ipin sonunda doğanın tartmada ve ölçmedeki kesinliğini gösteren bir terazi asılıdır. Doğa sonsuza dek tutarlı olduğu için İsis sık sık adalet sembolü olarak temsil edilir. Dünyanın Bakiresi bazen iki büyük sütun üzerinde ayakta tasvir edilir, Hürmasonluğun Jaşin ve Boaz’ını gösteren bu sütunlar doğanın doğurganlığa kutuplar yoluyla ulaşması gerçeğini sembolize eder. İsis, bilgeliğin kişileşmesi olarak zıtlar sütunlarının ortasında durur ve bize kavrayışın her zaman denge noktasında bulunduğunu, hakikatin görünürde birbirine karşı iki hırsızın ortasında çarmıha gerildiğini gösterir. Siyah saçlarında parlayan altın, İsis’in esasta aysal olsa da, gücünü güneş ışınlarından aldığını gösterir. Ay nasıl Güneş’in yansıyan ışığına bürünmüşse, İsis, tıpkı Vahiyler bölümünde bahsedilen bakire gibi, Güneş’in parlaklığının ihtişamıyla giyinmiştir. Apuleius, saygıdeğer tanrıça İsis’in uyurken okyanustan yükseldiğini ifade eder. Kadimler ilksel hayat formlarının sudan geldiğini fark etmişti ve modern bilim de bu düşünceyi kabul eder. H.G. Wells, Outline of History [Genel Tarih] adlı eserinde yeryüzündeki ilkel hayatı tarif ederken “Okyanus, yükselen ve alçalan sular halihazırda hayatla kaynıyorken, karada hayat yoktu, o en ufak bir hayatın olmadığı taşlık bir düzlüktü” der. Sonraki bölümde ekler: “Her deniz kıyısında hayat vardı; bu hayat evi, yaşama ortamı ve temel ihtiyacı olan suyla yaşamaya devam etti.” Kadimler evrensel spermin sıcak buhardan, yani nem ve sıcaktan çıktığına inanıyordu. İsis’in örtüsü bu nemin sembolü olarak buharı temsil eder. Bu buhar, kucağında taşıdığı bir çocukla sembolize edilen Güneş’in hayat sperminin taşıyıcısı veya vasıtasıdır. Güneş, Ay ve yıldızlar âdeta büyük bir okyanusun içine yerleştiği ve su onların ışığını aldığı için, denizin canlıların sperminin beslendiği zemin olduğuna inanılmıştır. Bu sperm, semavi cisimlerin etkilerinin bileşimiyle üretilir; dolayısıyla İsis bazen hamile olarak tasvir edilir. İsis heykeline sık sık siyah beyaz renkte büyük bir öküz figürünün eşlik ettiğini görürüz. Öküz ya Zodyak’ın boğası Osiris’i temsil etmektedir ya da üzerindeki işaretlerden ve renklerden anlaşılacağı üzere Osiris için kutsal olan hayvan Apis’i göstermektedir. Mısırlılar için boğa bir yük hayvanıydı. Dolayısıyla bu hayvan, bütün yaratıklara hayat ve sağlık sunmak için sabırla çalışan doğayı simgelerdi. İsis heykelinin yanında sık sık bir elini ağzına götürmüş olan Sessizlik Tanrısı Harpocrates’i görürüz. O herkesi, bilgelerin sırlarını onları bilmeye layık olmayanlardan uzak tutmaları için uyarmaktadır. Britanya adasının ve Galya’nın Druidleri, İsis gizemlerine dair derin bir kavrayışa sahiptir ve Ay sembolü altında ona taparlar. Godfrey Higgins, İsis’i Ay’la eşanlamlı kullanmayı bir hata olarak görmektedir. Ona göre Ay’ın İsis için seçilmesinin nedeni onun sular üzerindeki etkisidir. Druidlere göre Güneş her şeyin babası, Ay ise anasıdır. Bu iki sembolün aracılığıyla Evrensel Doğa’ya taparlar. Plutarch, İsis’in müridi olmak için gerekli özellikleri tarif eder: “Ne sakalının uzunluğu, ne çileci bir hayat, ne sürekli sakalını kesmek, ne de İsis sembollü kıyafetler giymek filozof yapar insanı, her kim ki tanrıların işlerinin tarihini duyar, doğru bir biçimde öğrenir ve onların ardında gizli hakikatleri araştırır, her şeyi akıl ve felsefenin emrettikleriyle incelerse, o kişi bir filozoftur.” Ortaçağın ozanları olan traubadourlar, bu Mısır tanrıçasının efsanelerini şarkıların içinde muhafaza etmişler, dünyadaki en güzel kadına şiirler düzmüşlerdir. Ne var ki çok az kişi onun dünyanın bütün filozoflarının peşinden koştuğu Sofiya, Bilgelik Bakiresi olduğunu anlamıştır. İsis, kadimler için doğanın her yerde nazır bilgeliğini ve Tanrı’nın kudretinin en açık kanıtı olan analık gizemini temsil eder. Modern araştırmacı için o Büyük Bilinmez’in örneğidir, ancak onun örtüsünü aralayabilen kişiler hayat, ölüm, doğum ve dirilişin sırlarını çözebilecekti Kaynak: Manly P. Hall, Tüm Çağların Gizli Öğretileri (ALıntıdır) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.