nevermore Oluşturma zamanı: Kasım 17, 2011 Paylaş Oluşturma zamanı: Kasım 17, 2011 1 - Kavram Olarak KarmaKarma terimi Batı dünyasına ilk defa, teozofistlerin 18. yüzyıl sonrasındaki çalışmaları sonucunda Hint düşüncesiyle ilgili teknik bir terim olarak girmiş; zaman içerisinde günlük dilde kullanılmaya başlanmıştır. Ülkemize de onun, Batı dünyasında ortaya çıkan bu yöndeki gelişmelerin bir yansıması olarak Hint sübjektif düşüncesi ile çağdaş Batı teknolojisini uzlaştırdıklarını iddia eden yarı mistik bazı dernek ve kuruluşların yazılı ve sözlü faaliyetleri sonucunda girdiği söylenebilir. Bu terim, aynen Batı'da olduğu gibi bizde de önceleri sadece Hint düşüncesine ait eserlerde, bu düşüneeye ait teknik bir terim olarak kullanılmıştır. Bugün ise, "karma" veya "karmik birikim" gibi ifadelerin konuşma dilinde ve bilgisayar oyunlarında yer almaya başladığı görülmektedir. Öyle görünüyor ki, muhtelif kültürlere özgü bu ve benzeri terimlerin kullanım alanları, iletişim alanındaki baş döndürücü gelişmelerle birlikte hızla gelişecek ve genişleyecektir.Hint dini düşüncesinin dört temel kavramından biri olan karma terimi, kelime anlamı itibarıyla Sanskritçe "yapmak, hareket etmek, ortaya koymak" anlamlarına gelen Kri kökünden türeyen bir isimdir.' Pali dilinde kamma, Tibetçede las, Çincede yeh veya yin-kou, Japoncada ise go ve inga terimleriyle ifade edilen karmanın sözlük anlamı, "yapılan şey" veya "fiil" demektir."Bunun yanı sıra onun, bilhassa Hint dini literatüründe başlıca şu üç anlamda kullanıldığını görüyoruz:1- Karma, belirli bir istek ve arzu sonucunda ortaya çıkan dini ve dünyevi karakterli her türlü fiildir, eylemdir, iştir." Nitekim o, Veda İlahileri ve Brahmanalar'da, sadece dini ve ahlaki öneme sahip kurban töreni, adak, kefaret ve riyazet temrinleri anlamında kullanılmıştır. Bundan dolayı, Brahmanalar'da ferdi nihai kurtuluşa götüren bu yola "karma marga", yani dini ayin ve törenleri tam olarak yerine getirerek kurtuluşa ulaşma yolu adı verildiğini görüyoruz."Aynı kavram Upanişadlar ve Gita'da ise, çoğunlukla kişinin manevi bakımdan gelişmesine yardımcı her türlü dini ibadet anlamında kullanılmış" ve ferdin geleceğini belirleyen ve samsara çarkını döndüren yegane amil olarak nitelendirilmiştir.Onun Hint kutsal literatüründe daha ziyade "dini bakımdan önemli eylem veya kurban töreni" anlamında kullanılması, bazı dilcilerin onu, İngilizce "ceremony" kelimesinin eşanlamlısı gibi düşünmelerine de yol açmıştır. Zira bilindiği gibi, ceremony terimi İngilizcede, "belirlenmiş kurallara göre icra edilen hareketler kombinezonu" anlamını ifade eder ki, bu anlam da karma teriminde saklıdır.' Ancak karma ve ceremony terimleri, ilk bakışta eşanlamlı iki terim gibi görünüyorsa da, karma terimi bu anlamın ötesinde Hint düşüncesinde bir inancı da ifade etmektedir. Bu nedenle onun anlamının, ceremony teriminin İngilizcede delalet ettiği anlamdan daha şumullü olduğu söylenebilir. 2- Karma ikinci olarak, birinci şıkta anlatılan iradi fiiller ve davranışlar sonucunda ortaya çıkan mistik güç veya bunların ruhta bıraktıkıarı manevi etkiyi ifade eder." Birinci anlamına nispetle daha az kullanılan bu ikincisini en bariz şekilde Gita'nın şu ibaresinde görüyoruz: Savaş arabası sürücüsü formundaki Krişna, Arjuna'ya şöyle sesleniyor:" ... Herkes çaresiz bir şekilde kendi karmasına bağlı hareketlere sürüklenir. "Burada karma terimiyle kastedilen, dini veya dünyevi mahiyetteki herhangi bir eylem değil, aksine ferdin şu ana kadar işlediği böyle eylemler sonucu oluşan ve ferdi, şu anda içinde bulunduğu, kötü durumlara iten, gözle görülemez nitelikteki etkilerdir.Yine mahiyeti itibarıyla biraz farklı olmakla birlikte, karma teriminin Caynizmde delalet ettiği anlam da buna çok yakındır. Nitekim bu dini sistemde karma, Tanrı'ya bile gerek olmaksızın, bilfiil ortaya çıkma ve ferdin kaderini belirleyebilme kudretine sahip gizli güç şeklinde yorumlanır.3 - Üçüncü olarak karma, iradi fiiller ile sonuçları arasındaki ilişkiyi düzenleyen ve alemdeki adaleti temin eden bir prensip veya doktrin anlamında kullanılmaktadır. Buna göre iyi veya kötü her iradi fiil, zorunlu olarak mahiyetine uygun bir sonuç ortaya çıkaracaktır. Faili kayıt1ayıcı nitelikteki bu sonuç belli bir süre kuvve halinde kaldıktan sonra, bilfiilortaya çıkar, yani fail üzerinde açıkça etkisini gösterir. Karma, işte böyle bir sonucun zorunluluğunu ifade eden bir prensibe verilen isimdir. Bu anlamı itibarıyla o, fizikteki sebeplilik ilkesinin ahlaki alandaki uzantısı olarak veya determinizm şeklinde anlaşılabilir.Nitekim W.Mohany, karmavı bir kimsenin mevcut statüsünü, onun geçmişteki fiilleri ve psişik özelliklerince ekilen tohumların bir semeresi, geleceği de bugün sahip olduğumuz kişisel özelliklerin ve sergilediğimiz davranışların zorunlu bir sonucu olarak gören; fert ve toplum hayatı üzerinde belirleyici özelliğe sahip bir sistem şeklinde tarif ederken' böyle bir anlayıştan yola çıkmaktadır.Diğer taraftan karma teriminin, Hindistan'ın dini ve kültürel hayatında daha ziyade reenkarnasvon veya yeniden doğuş kavramlarıyla birlikte kullanıldığı gözönüne alındığında, onun bu şekilde anlaşılmasının diğer iki anlamından daha yaygın olduğu söylenebilir. Ayrıca karma başlığını taşıyan bir kısım makale ve kitaplarda sadece karmanın bu anlamı üzerinde durulması da, bizim bu görüşümüzün ne kadar isabetli ve onun bu anlamının ne kadar yaygın olduğunu gösteren bir başka delilolarak zikredilebilir.Biz, bir sistem veya inanç olarak karmayı önümüzdeki sayfalarda ayrıntılı bir biçimde ele alıp incelerneyi düşünüyoruz. Ancak bundan daha önce, iradi fiil anlamındaki karmanın ortaya çıkışı ve çeşitleri üzerinde durmanın, onun Hint dini düşüncesindeki yerini ve anlamını kavramaya yardımcı olacağı kanaatindeyiz. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Kasım 17, 2011 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 17, 2011 2 - Fiil Olarak Karmaa- Karmanın Meydana GelişiBilindiği gibi, zahiri bir fiil veya eylem ya bir görev duygusuyla veya karşılaşılan bir durum sebebiyle iradi olarak ya da bir refleks şeklinde otomatik olarak ortaya çıkar. İşte karma terimi genellikle bu iki tür hareketten birincisine, yani iradi olarak İcra edilen fiil veya eylem anlamına gelir. Hint düşüncesine göre, fiziki anlamdaki böyle bir karmanın oluşumu ise en azından üç merhaleyi içerir. Birinci merhale, hazırlık dönemi olarak da isimlendirebileceğimiz "prayoga"dır. Prayoga; niyet, yapılacak işi zihinde tasarlama ve onun için gerekli diğer bütün ön hazırlıkları yapma gibi fiilin tahakkukuna kadar geçen zaman içerisinde olup biten her türlü zihni ve bedeni faaliyetleri kapsar. Söz gelirni, hırsızlık yapmak isteyen bir kimsenin onu düşünmesi, planlaması, gireceği ev veya işyeri hakkında bilgi toplaması, oraya nasıl ve ne zaman gireceğini tasarlaması gibi bütün ön hazırlıklara prayoga denir."Prayoga aşaması, bilhassa karmanın ahlaki açıdan değerlendirilmesinde büyük öneme sahiptir. Çünkü Hint düşüncesine göre, dini veya seküler nitelikteki her türlü karmanın iyi veya kötü olarak nitelendirilmesi, İslamda olduğu gibi, tamamıyla bu dönem içinde yer alan ve karmanın oluşum sürecinin başlangıcı sayılabilecek niyete bağlıdır.Karmanın oluşumundaki ikinci merhale, Sanskritçede maula karmapatha diye isimlendirilen, onun bilfiil gerçekleşme aşamasıdır." Yukarıdaki misalimize devam edecek olursak bu aşama, zaman açısından hırsızın eve girmesiyle başlayan ve evden çıkışıyla son bulan süreci içine alır. Bu aşama, karmanın ahlaki niteliğinin belirlenmesi açısından birinciye göre çok önemli olmamakla birlikte, onun tamamlanması ve oluşabilmesi için zorunlu bir merhaledir.Üçüncü ve son merhale ise, Hint dini ve felsefi düşüncesinde karma vipaka ve karma phala gibi değişik isimlerle anılan, hatta bazen sadece karma terimiyle ifade edilen sonuçtur. Başka bir ifadeyle, karmanın ilk iki safhasının gerçekleştirilmesiyle ortaya çıkan sonuçtur. Prstha olarak da anılan bu sonuç, karmanın tamamlanmasından hemen sonra yeni bir karma veya en azından böyle bir karmanın prayoga aşamasının bir parçası şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, ruhta veya egoda uzun süre kuvve halinde kalarak, daha sonra semeresini veren bir sonuç da olabilir.Yukarıda örnek olarak verilen hırsızlık olayındaki sonuç, hırsızın hemen yakalanıp adalet önüne çıkarılarak cezasını çekmesi şekliyle olabilir yahut onun karşılığının gelecekteki yeni varoluşlarda değişik şekillerde görülmesi de muhtemeldir. Karmanın sonucunun hemen veya gecikmeli olarak semeresini vermesinde en önemli faktör, onun gerçekleşmesine neden olan arzunun şiddeti olmakla birlikte, icra edilen karmanın, Hint kökenli dinlerce büyük günah sayılan fiillerden olup olmaması da oldukça önemlidir. Şiddetli arzudan kaynaklanan veya büyük günah sayılan karmalar hemen veya kısa bir zaman sonra tesirini gösterirken, bunların dışındaki karmalar uzun süre olgunlaşmak için bekler ve daha sonra semeresini verir. Hinduizm ve Caynizme göre, söz konusu bu potansiyel tesirlerin ruhta uzun süre saklanmaları sesin teyp kasetinde saklanması gibidir.Sonucu ister derhal isterse gecikmeli olsun, böylece tamamlanmış bir karmanın, ferdin geleceğini olumlu veya olumsuz olarak etkilemesi kaçınılmazdır. Nitekim Gita'ya göre, nefret, şehvet ve muhabbet gibi arzulardan kaynaklanan karmalar ferdi, doğum-ölüm çemberine (samsara) sürükler. Buna karşılık temelinde böyle bir arzunun bulunmadığı, sonucu gözönüne alınmaksızın İcra edilen sattvika türü karmalar ise, yine aynı kutsal metin tarafından, kişiyi mokşaya (nihai kurtuluş) kavuşturan üç yoldan biri olarak kabul edilir ve karma-marga olarak isimlendirilir" Upanişadlara göre ise, bu sattvika türü karmalar mokşa için yeterli görülmemekle birlikte, kişinin manevi açıdan tasfiyesinde büyük rol oynar." Çünkü ferdi, yegane kurtuluş yolu olarak öne sürülen jnana-margaya hazırlayan karma-margadır. Yani ferdin bilgi ve tefekkür yoluolan jnana-margaya girebilmesi için, karma-marga basamağından geçmesi zorunludur. Bundan dolayı karma, Upanişadlara göre mokşa için zorunlu sebeptir. ancak yeter sebep değildir, denilebilir. b - Karmanın Çeşitli Tasnifleri Karma teriminin, birbiriyle ilgili olmakla birlikte yukarıda sözü edilen üç ayrı anlamda kullanılması, tabii olarak onun çeşitli tasnifierinin yapılmasına da yol açmıştır. Karmanın Hint dini ve felsefi düşüncesindeki yerinin ve ifade ettiği anlamların daha iyi anlaşılabilmesine yardımcı olacağı düşüncesiyle bu tasniflerden bazıları burada ele alınacaktır. 1 - S.C.Bose, Hindu dini inançlarıyla ilgili eserinde karmavı. "belli bir isteksonucu iradı olarak yapılan fiil" şeklinde tarif ettikten sonra onu, nit ya karma, naimittika karma ve kamya karma olmak üzere üç kategoriye ayırdığı görülmektedır." Söz konusu bu ifadelerin sırasıyla, Hindu dinince her gün yapılması zorunlu beş ibadet (rütya): doğum, ölüm ve evlenme gibi özel durumlarda yapılması gereken dinsel törenler (naimittika) ve belirli bir isteğin gerçekleşmesi için yapılan dini tören (kamya) anlamlarına geldikleri gözönüne alırunca. P Bose'un, karma terimiyle daha ziyade dini öneme sahip iradi fiilleri kastettiği kolayca anlaşılabilir. . 2 - Karmanın diğer bir tasnifi srauta karma, smarta karma ve pauranika karma şeklindedır." ilk bakışta hemen görüleceği gibi, karma terimi burada sritu, smriti ve Puranalar adı verilen kutsal literatürde yer alan dini emir ve yasaklar anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla zikredilen tasnif de dini emir ve yasakların yer aldığı kutsal metinlere göre yapılmıştır. 3 - Karmayla ilgili üçüncü tasnif de şöyledir: a - kayika karma (bedeni fiiller): b - vacika karına (sözlü fiiller): c - manasika karma (zihni füller)." Bu tasnif te ise, bizim açımızdan dikkat edilmesi gereken iki husus vardır. Birincisi, burada karma terimine yüklenen anlam, yukarıdaki anlamlarından daha geniştir; zira ilk iki tasnif te sözü edilen karma terimi, sadece dini öneme sahip fiillere işaret ederken, burada o, dünyevi karakterli fiilleri de kapsamaktadır. İkincisi, bu tasnif karmanın menşeine göre yapıldığı için onun ahlaki değeri konusunda bize hiçbir bilgi vermez. Üstelik sadece ahlaka ait fiiller kastedilmediği için, burada sadece iradi fiillerin söz konusu edildiğini söylemek de mümkün değildir. 4 - Yoga ekolünde kabul edilen şu karma tasnifinde ise, onun ahlaki niteliğinin eş as alındığını görüyoruz. Buna göre karma yine üç grupta ere alınabilir:a - akusula karma (iyi fiiller): b - kusala karma (kötü fiiller): c- avyakrita karma (ne iyi ne de kötü füller)." Bunun yanında karmanın ahlaki niteliği esas alınarak yapılan bir başka tasnif de punya, apunya ve aninnya şeklindedir." Bu kavramların ifade ettikleri anlamlar ise, sırasıyla akusala, kusala ve avyakrita ile aynıdır. Hint düşüncesine göre, bir karmanın iyi veya kötü olarak değerlendirilişindeki en önemli kriter, biraz önce de belirttiğimiz gibi, onun ortaya çıkışına neden olan arzu ve isteğin mahiyetidir. Buna göre, bencilliği ön planda tutan ve kaynağında nefret, şehvet ve muhabbet gibi arzuların bulunduğu karmalar kötü, bencilce bir gaye taşımayan, daha açık bir ifadeyle, getireceği menfaat gözönüne alınmaksızın icra edilen karmalar da iyi olarak telakkı edilir.Öte yandan karmanın ahlaki niteliğini tespitle ilgili bir başka kriter ise, onun kutsal metinlere uygun olup olmamasıdır. Buna göre, eğer karma kutsal metinler tarafından emredilen bir fiil ise iyi, aksine bir emir veya yasağın çiğnenmesi şeklinde ise kötü olarak kabul edilir. Buna karşılık esnemek, yürümek, kolumuzu kaldırmak vb. gibi tabii olarak icra edilen iradi veya gayri iradi fiiller de avyakrita veya aninnya diye isimlendirilen üçüncü gruba giren fiillerdir.5 - Sankhya ekolüne göre yapılan karma tasnifi de şöyledir: a - sattvika karma, b - racasika karma, c - tamasika karma. Bu tasnifin tam olarak anlaşılabilmesi ise, büyük ölçüde bu sistemin varlık anlayışının kavranmasına bağlıdır. Bilindiği gibi Sankhya düalist bir varlık anlayışına sahiptir. Sankhya'ya göre topyekun varlık alemi manevi cevher puruşanın, avidya nedeniyle maddi cevher prakriti ile ilişkiye geçmesi ve böylece meydana gelen tekamül sonucunda oluşmuştur. Böyle bir ilişki prakritinin sattva, rajas ve tamas adı verilen üç temel niteliği arasındaki mevcut dengeyi bozar ve bunlar arasında şiddetli bir mücadele başlamasına neden olur.Bu mücadelenin sonunda nesneler oluşmuştur. Bu nedenle alemdeki her varlık özünde bu üç temel özelliği taşır. Sattvika, racasika ve tamasika olarak isimlendirilen bu özelliklerden hangisi fiilin ortaya çıkışı esnasında hakimse. fiil de o isimle anılır. Buna göre, sattvika karma mahiyeti itibarıyla iyi olmakla birlikte, belli bir arzu-istek sonucu meydana gelmedikleri için fail açısından kayıtlayıcı bir özellik taşımayan karmalardır. Mokşa veya nirvanaya ulaşmış bir arahatın fiilleri bu kategoriye girer.Racasika karmalar ise, belirli arzu-istek sonucunda ortaya çıktıkları için iyi veya kötü karakter taşıyan ve faili kayıtlayıcı fiillerdir. Tamasika ve tamas olarak anılan karmalar ise, avidya veya maya nedeniyle ortaya çıktıkları için mutlak olarak kötü ve yine kayıtlayıcı nitelikteki karmalardır. Bu son iki karma nevi de sonuçları itibarıyla kişiyi sürekli olarak samsara çarkına iten karmalar oldukları kabul edilir. 6 - Karmanın burada zikredilmeye değer son bir tasnif şekli de prarabdha-karma, sancita-karma ve kriyamana veya agamin-karmadır, Hemen belirtmek gerekir ki, burada kullanılan karma terimi "genel veya dini öneme sahip iradi fiiller sonucu meydana gelen tesir" anlamını ifade etmektedir. Söz konusu bu tesirlerin, hemen veya uzunca bir süre sonra, failin mevcut varoluş sürecinde veya gelecekteki varoluş basamaklarında değişik şekillerde semeresini verebileceklerine biraz önce işaret etmiştik. İşte bu tasnif de karmik birikimlerin semerelerini verecekleri zaman gözönüne alınarak yapılmıştır.Prarabdha karma, önceki varoluşlarımız süresince icra edilen karmalar sonucunda oluşan ve şu anda bilfiilortaya çıkmakta veya çıkmak üzere olan sonuçlarıdır. Çok yaygın olarak kullanılan bir misalle açıklamak gerekirse, bu karmalar halihazırda yaydan çıkmış ve havada ilerlemekte olan bir ok gibidir. Yaydan çıkan okun önünü almak ve hedefine ulaşmasını engellemek mümkün olinadığı gibi, prarabdha karmalar da mevcut varoluş süresince mutlaka bil fiil ortaya çıkacaklar; yani semeresini vereceklerdir. Hint düşüncesine göre böyle karmaların bilfiil tahakkukunun önlenmesi mümkün değildir. Zira prarabdha karmaların hir kısmı zaten mevcut bedenimizi, duyu organlarımızı, bu bedenle varoluş süremizi yani ömrümüzü ve bu ömür süresince tecrübe edilecek olayları belirleyen karmelardır."Sancita karmalar da, tıpkı birinciler gibi önceki varoluşlarımızda işlediğimiz fiillerin sonuçları olmakla birlikte, onlardan farklı olarak, potansiyel haldeki bu sonuçların kefaret, tövbe ve benzeri yollarla bilfiil tahakkuk edişlerinin önlenebilmesi mümkündür.Üstelik yine birincilerin aksine sancita karmaların semerelerini ne zaman verecekleri de kesin olarak belli değildir. Halbuki prarabdha-karmanın bu varoluş süresinde ortaya çıkmaları ve gerçekleşmeleri kaçınılmazdır.Agamin veya kriyamana karmaise, bu varoluş süresince işlenecek ve semereleri gelecek varoluşlarda ortaya çıkacak karmalardır. Başka bir ifadeyle, bunlar henüz potansiyel olarak bile mevcut olmayan sonuçlardır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Kasım 17, 2011 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 17, 2011 3 - İnanç Olarak Karma a - Karma İnancının Anlamı ve Mahiyeti" Türkçedeki "ne ekersen onu biçersin" atasözüyle tanımlanabilecek karma inancı, bazı anlayış farklılıkları olmakla birlikte, bütün Hint kökenli dinlerce benimsenen ortak bir inançtır. O, varlık alemindeki canlı cansız her şeye dünyevi varoluş ve yeniden asli formlarına dönme imkanı veren, hem ahlaki hem de kozmolojik öneme sahip bir prensip veya inanç olarak da tanımlanabilir. Genel anlamda bu inanç, fert tarafından işlenen her fiilin -ister dini bir ibadet, isterse sıradan ahlaki bir davranış olsun- zorunlu olarak mahiyetine uygun iyi veya kötü sonuçlar doğurmasını ifade eder." Hintlilere göre böyle bir prensibin varlığı ve doğruluğu, hiçbir delile ihtiyaç göstermeyecek kadar açıktır. Her ne kadar biz mevcut durumumuz itibarıyla onun doğruluğunu sınayacak durumda değilsek bile, karmanın alemdeki varlığı sruti adı verilen kutsal metinlerce bildirilmiş ve bu kutsal bilgi aydınlanmaya kavuşmuş yüzlerce aziz tarafından tasdik edilmiştir."Ayrıca nesneler dünyasındaki her olayın sebeplilik kanuna göre cereyan etmesi gibi, ahlak alanında olup biten her şey de belli bir sebep-sonuç ilişkisi içerisinde meydana gelir. Kişi tarafından işlenen-her fiil, ilk anda gözle görülemese bile mutlaka bir sonuç ortaya çıkarır. Belli bir süre kuvve halinde kalan bu sonuç, olguulaşarak bir süre sonra semeresini verir. Karma inancına göre failin, nihai kurtuluşa ulaşamadığı sürece yaptığı fiillerin sonuçlarından azade olması mümkün değildir. Dahası ruhta veya egoda potansiyel halde bulunan karmik birikimlerin bilfiil ortaya çıkmadıkça yok olmaları veya ortaya çıkışlarının engellenmesi söz konusu olamaz. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Kasım 17, 2011 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 17, 2011 Tenasühün ( BEDENDEN BEDENE GÖÇ )Anlamı ve Mahiyeti 1- Tenasüh İnancının Anlamı ve Değerlendirilmesi Hint samsara anlayışı Türkçede genellikle tenasüh ve reenkarnasyon kavramlarıyla ifade edilir. Kelime anlamı itibarıyla tenasüh, Arapça NSH fiilinden türeyen bir mastardır ve lügatta, "birbirini izale ile müteakip olmak", yani bir şeyin başka bir şeyi ortadan kaldırarak, onun yerine geçmesi anlamına gelir. Terim olarak ise, ruluın bir bedenden diğerine geçmesini ifade eder." Başka bir deyişle terim olarak tenasüh, insan şahsiyetinin bir bölümünü oluşturduğu kabul edilen ve gözle görülmeyen manevi unsurun, ölümden sonra tekrar bu alemde, yeniden kendine uygun canlı veya cansız başka bir bedene geçmesi olayını ifade eden bir kavramdır." Bilindiği gibi, insan ruhunun ölümsüzlüğü ve ölümden sonra. onun yeniden bu dünyada veya başka alemlerde varlığını sürdüreceği inancı, yeryüzünün geçmiş veya çağdaş hemen hemen bütün dinlerinde bulunan yaygın bir inançtır. İşte ruhun ölümden hemen veya belli bir süre sonra yeniden yeryüzüne dönerek, başka bedenlerde varlığını sürdürmesini ifade eden tenasüh anlayışı da böyle yaygın bir inancın bir çeşidi olarak görülebilir. Onun da kökleri tarih öncesi dönemlere uzanır. Ayrıca gerek Doğu gerekse Batı dillerinde bu olayı ifade etmek için kullanılan terimlerin çokluğu, bir anlamda, onun ne kadar yaygın bir kavram olduğunun bir delili olarak görülebilir.Türkçemizde ruh göçü, tekrar doğuş, yeniden doğuş, reenkarnasyon gibi muhtelif terimlerle de ifade edilen tenasüh anlayışı, Eski Mısır, Yunan, Roma ve Kelt dinleri gibi tarihi dinlerce benimsenmiş bir inanç olmanın ötesinde, bugün yaşayan bir kısım dini sistemlerce hala geçerliliği olan bir inançtır. Tenasüh fikrini bir inanç konusu olarak benimseyen günümüz inanç sistemleri arasında, bütün Hint kökenli dinler, bazı yerli Afrika dinleri, Yahudi Kabalist geleneği ve İslama nispet edilen Nusayriye, İsmailiyye, Dürzilik ve Yezidilik gibi mezhepler sayılabilir. Tahmini olarak, bu din veya mezheplere mensup kimselerin toplam sayısının yaklaşık bir milyar olduğu gözönüne alınırsa, günümüz dünyasındaki en az altı kişiden birinin tenasühe inandığı söylenebilir. Temelde ruhun varlığı ve ölümsüzlüğü anlayışlarına dayanan böyle bir inancın ortaya çıkış sebepleri konusuna gelince; tenasüh olayına inanan herkes, bu anlayışını haklı çıkarabilmek için değişik gerekçeler ileri sürmüş ve birbirinden farklı izah tarzları geliştirmiştir. Ancak onu rasyonalize etmek için ileri sürülen gerekçeler arasında, karma konusunda da belirttiğimiz gibi, genelde, kötülük problemine akla yatkın bir cevap bulma ve ruhun kimliğini koruma endişesinin, özelde ise, kişilerin ahlaki özellikleriyle içinde bulundukları şartlar arasındaki çelişkiyi izah etme zorunluluğunun en önemli faktörler olduğu söylenebilir. Tenasüh öğretisi, bilinç ve hatırayı taşıyan, koruyan bir benin, bir bedenden başka birine geçtiği varsayımına dayanır. Ayrıca söz konusu bu benin intikal edeceği yeni bedenlerin formları ve mahiyetlerinin, onun önceki bedenlerde iken işlediği amellere göre belirleneceği varsayımı da, bu öğretinin dayandığı temel görüşlerden bir diğeridir. Böylece her yeni var olma bir öncekine bağlı olarak oluştuğu için alemde bir keyfilik veya tesadüfiliğe yer kalmaz. Ayrıca insanların kaderlerindeki eşitsizlik veya adaletsizlikten de söz edilemez. Çünkü her şey belli bir sebep-sonuç zincirine göre devam edip gitmektedir." Söz gelimi, X olarak isimlendirdiğimiz bir ben'in, tenasüh öğretisine göre A,B,C gibi birbirini takip eden muhtelif bedenlere geçtiğini farz edelim. Bu durumda X, A bedeninde iken yaptığı amellerin sonucunda B bedenine, orada yaptığı fiiller sonucunda da C bedenine intikal etmiştir ve bu olay Z'ye kadar bu şekilde devam edip gidecektir. Dolayısıyla hiçbir bedenleşme rastgele değil, aksine, belli bir sebep-sonuç ilişkisine göre oluşmaktadır. İlk bakışta hemen fark edileceği gibi, tenasüh öğretisiyle getirilen bu izah, ancak A'dan sonraki bedenleşmeler için geçerlidir. Ancak aynı anlayışı sürdürerek söz konusu benin niçin bir başka bedeni değil de A'yı seçtiğini ve bu seçimin nasıl yapıldığı açıklanamamaktadır. İşte bu, bize göre tenasüh öğretisinin zayıf noktalarından biridir. Öte yandan değişik bedenlerde dolaştığı kabul edilen benlerin özdeşliği konusunda da bir belirsizlik söz konusudur. Halbuki, tenasüh öğretisiyle insanlar arasındaki eşitsizliklere akla yatkın bir çözüm bulabilmek mümkündür diyebilmemiz, her şeyden önce böyle bir özdeşliğin kesin olarak ortaya konulmasına ve söz konusu benin de bunun idrakinde olmasına bağlıdır. Aksi takdirde, önceki amellerinin ceza veya mükafat olarak karşılığını gören ben, bu tecrübeleri niçin yaşadığının farkında olmayacaktır. Böyle bir durumda ise, her yeniden bedenleşmenin ruhun tekamülüne yardımcı olduğunu ileri sürmek anlamsızlaşacaktır .Çünkü muhtelif bedenlerde dolaşan benlerin özdeş olduğunu söyleyebilmemiz için, John Hick'in de işaret ettiği gibi, iki cisim arasındaki ayniyeti belirleyen hatıra bütünlüğü, bedensel (maddi) süreklilik ve psikolojik özelliklerde benzerlik gibi bazı şartların mevcut olması gerekir. Tenasüh veya reenkarnasyon söz konusu olduğunda ise, sayılan bu şartlardan, ilk olarak, bedensel veya maddi bir süreklilikten söz etmek mümkün değildir. Çünkü tenasüh öğretisinde hiçbir zaman bedensel süreklilikten söz edilmez. Bu öğretiye göre bir ruhun veya benin, amellerine bağlı olarak insan, hayvan, böcek veya cansız herhangi bir nesne formunu alması aynı ölçüde muhtemeldir.İkinci olarak hatıra bütünlüğüne gelince, gerek bugün gerekse geçmişte bir kısım kimselerin. geçmiş hayatlarından bazı anları veya onlardan bazılarının tamamını hatırladıklarına dair iddiaları birçoklarımız duymuştur. Hatta dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan böyle kimselerin durumları ve ortaya attıkları iddialar Ian Stevenson ve Hemandra Banerjee gibi araştırmacıların başlıca ilgi konusu olmuş ve böyle iddialarıihtiva eden eserler kaleme ." Ancak söz konusu bu iddialardan ancak çok az bir bölümü ispat edilebilmiş. geriye kalan büyük çoğunluğu ise, ispat edilemeyen ve ispat edilmesi de mümkün görünmeyen subjektif iddialar durumunda kalmıştır. Hiç şüphesiz bizim bu görüşümüze. bugün 30-40 yaşlarındaki birçok kimsenin bile, çocuklukları veya gençlikleriyle ilgili pek çok detayı hatırlayamadığı, dolayısıyla bunun, onların aynı beni veya ruhu taşımadıkları şeklinde yorumlanamayacağı ve aynı şeyin reenkarnasyon ve tenasüh olayları içinde pekala mümkün olabileceği şeklinde bir itiraz yöneltilebilir.Böyle bir itiraza şu şekilde cevap verilebilir: Bu kişilerin aynen tenasüh ve reenkarnasyon olaylarındaki gibi, çocukluk ve gençlikleriyle ilgili pek çok teferruatı hatırlayamadıkları doğrudur; ancak burada bedensel devamlılık söz konusu olduğu için onun tenasüh veya reenkarnasyon durumlarıyla mukayese edilmesi doğru değildir. Hatta hatıra bütünlüğü olmasa bile, bedensel bütünlüğün söz konusu olduğu bir yerde onların aynı beni taşıyıp taşımadıkları konusundaki bir tartışma gereksizdir. Halbuki tenasüh veya reenkarnasyon olaylarında hatıra bütünlüğü olmadığı gibi, bedensel bir devamlılık da söz konusu değildir" Sonuç itibarıyla bu durumda iki ben arasındaki benzerlik veya ayniyetin ortaya konulması, sadece kişisel karakterler ve psikolojik özellikler arasındaki benzerlikle sınırlı kalmaktadır. Bu ise bizi, sahip oldukları kişilik özellikleri itibarıyla birbirine benzeyen pek çok kimsenin birbiriyle özdeş olduklarını iddia etmeye götürür ki, kanaatimce bu son derece hatalı bir sonuçtur. Mesela, acımasız ve gururlu bir kişiliğe sahip Mohan'ın öldüğünü farz edelim. Onun ölümünden sonra dünyaya gelen ve aynen Mohan gibi acımasız ve gururlu kişilik özellikleri sergileyen onlarca, hatta yüzlerce kimsenin hepsinin, benzer özellikler gösterdikleri için Mohan'ın reenkarnasyonu olarak görülmesi mümkün hale gelir.Bu durumda onlarca kişi arasından, eğer varsa hangisinin, Mohan'ın gerçek reenkarnasyonu olduğunu belirleyebilmek imkanı ortadan kalkar. Ayrıca tenasüh öğretisine göre, insan olarak ölen birkimsenin mutlaka insan formunda yeniden bedenlenmesi de şart değildir. Onun insan formunda yeniden bedenlenme ihtimali ne ise, hayvan, bitki formunda yeniden bedenleşme ihtimali en az onun kadar, hatta ondan daha fazladır. Bu nedenle sadece kişisel psikolojik özellikler arasındaki benzerliklere dayanarak tenasüh veya reenkarnasyon olaylarını ispat edebileceğini iddia etmek, bize göre makul bir düşünce olamaz.Öyleyse sonuç olarak diyebiliriz ki, tenasüh öğretisi mantıksal, metafizik ve empirik (deneysel) yollardan ispat edilemez. Buna rağmen, yeryüzündeki milyonlarca kimse onu dini bir inanç olarak benimsernekte ve ispat etme ihtiyacı bile hissetmeden onu devam ettirmektedir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Kasım 17, 2011 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 17, 2011 2 - Tenasüh İnancının Ortaya Çıkışı ve Tarihsel Gelişimi a - Hindistan Dışındaki Kültürlerde Tenasüh Anlayışı Biraz önce de ifade ettiğimiz gibi tenasüh anlayışı, farklı şekillerde bile olsa, tarih öncesi çağlardan beri insan oğlunun kabul edegeldiği bir inançtır. Dün olduğu gibi bugün de insanlar aynı inancı sürdürmektedir. Tenasüh inancının, ilk olarak ne zaman ve nerede ortaya çıktığı, geliştiği konusu, bu alanda yapılan birçok araştırmanın odak noktalarından biri olmuştur. Onunla ilgili temel problemlerden birisi, dünyanın birbirinden uzak, değişik bölgelerinde yaşayan çok sayıda kimse tarafından benimsenen bu inancın ilk olarak ortaya çıktığı bölge problemidir. Başka bir deyişle, tenasüh anlayışı dünyanın değişik bölgelerine belli bir bölgede? mi yayılmıştır? Yoksa sözünü ettiğimiz bu inanç, temel psikolojik özellikleri ve asli ihtiyaçları itibarıyla birbirine benzeyen insanoğlunun ortak olarak ulaştığı bir inançmıdır? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.